• bu durumda dostoyevski, shakespeare, goethe, wilde... kitap okumadan kitap yazdılar.

    başlığı açan müthiş saçmalamış, dayanaksız argümanları var.

    • neymiş kitap okumak yaratıcılığı öldürürmüş. bilakis kitap okumak hayal gücüne hizmet eder ve bu da yaratıcılığa sebep olur.
    büyük yazarlar okudular ve daha büyük muhayyilelelerle büyük yapıtlara imza attılar.

    • dostoyevski okuduysanız kitaplarında daima gogolden, turgenyevden, muhtelif rus şairlerden bahseder, alıntılar yapar, onları okuduğunu belli eder. turgenyevin nihilist bazarovu olmasa dostoyevski ivan fyodoroviçi yaratabilir miydi?

    • neden büyük yazar çıkmıyor sorusunun da cevabı basit: oğuz atay bile hak ettiği değeri yeni yeni görüyor. şu an 21. yüzyılı yaşıyoruz ve 22. yüzyıl bu yüzyılın parlayanlarını okuyacak. belki rus edebiyatından yeni gogol'ler bizden yeni tanpınar'lar çıkacak.

    • freud: "dostoyevski olmasaydı, dünya psikanalizi daha çok beklerdi" derken de bu sözde gerçekliği çürütür. freud için ufuk açmıştır fyodor m.d.

    • misal, aristo niye bu kadar büyük bir filozof? platon ve sokrat okuduğu, doğa filozoflarının bilgisine haiz olduğu ve hayal gücü, muhakeme konusunda sıkıntısı olmadığı için.

    olmayan gerçektir.
  • anna karenina

    19. yüzyıl viktorya edebiyatı, ölümü estetize eden, erotizm ile sofuluğu birbirine bağlayan, ikonografik bir dil yarattı:

    hoppa kadının sonu intihardır.

    gücünü tam da kadının zayıf cinsiyet olması ve işlediği günahın! sorumluluğunu üstlenecek dirayete sahip olmadığı yönündeki viktoryen çarpıtmadan alır.

    ophelia'nın yeniden keşfi ve boğulmuş kadınlar

    anna karenina'yı kendi döneminden bağımsız düşünemeyiz. aradaki tek fark, ingilizler, hoppa kadınlara vaftizm çağrışımlı boğulmayı yakıştırırken; anna karenina, ruslar'ın grotesk yanına yaraşır bir şekilde tren raylarında parça pinçik olmuştur.

    (bkz: rusların biraz şey olması)

    anna karenina ve tüm intiharları
  • öncelikle tartışmanın çıkış noktası için : şu

    dünya edebiyat tarihinin en büyük eserlerinden birisi james joyceun ölümsüz eseri ullyssesdir kuşkusuz. eğer bu kitabı bir gün elinize alıp okumaya çalışırsanız ve yunan mitlerinden aydınlanma çağı avrupa felsefesine geniş bir bilgi birikiminz yoksa kitabı on sayfa sonra elinizden bırakırsınız çünkü geçmiş edebiyata yapılan atıflar, bunlardan esinlenen metaforlar başınızı döndürür. kuşkusuz james joycebaşkalarından ilham almamıştır.

    bir başka edebiyat monoliti marcel proustun opus magnumu geçmiş zamanın izindeyi okurken keyif alabilmenizin tek yolu kendinizi uzun bir edebi yolculuğa hazırlamak değil bu muhteşem eserin altındaki derin entelektüel birikimin en azından bir kısmını içselleştirmiş olmaktır. ama elbette marcel proust kendinden önce gelenleri okumamıştır.

    william shakespaerein oyunlarını yazarken ne kadar zengin bir tarih, felsefe, ve mitoloji birikiminden yararlandığını bilmeden başka kimseden ilham almadığını iddia etme cesareti ise ancak cehaletle mümkündür.

    bu konuyu gündeme taşıyan arkadaşımıza yeterli bir cevap oalrak kenarda dursun, benim asıl meselem edebiyatın yaratıcılığı öldürdüğü iddiasına karşı yazılan argümanların bir kısmına yönelik.

    önce şunu okuyalım: bu

    edebiyatı küçümseyenleri ne kadar kaldıramıyorsam edebiyatı aşırı romantik ve stilize bir şekilde yüceltmeyi de o derecede rahatsız edici buluyorum. edebiyatı, yazmayı, yazma dürtüsünü yüceltmek için ona bir anlam yüklemek, ya da kafanızdaki yaratıcılık kalıplarına uydurmak gereksizdir.

    yazmak kimileri için kaçış olabilir ama çoğu için değildir. iyi bir yazar olmak için problemli olmak işe yarayabilir ama gerek ya da yeter şart değildir. örneğin bipolar bozukluğu ile örnek veirlen jack london, yani ilk milyoner yazar tam da milyoner olmak için yazmaya başlamış, hatta bu işe o kadar metodik şekilde yaklaşmıştır ki günde kaç kelime yazdığının çetelesini tutmuş, uzun yıllar bastıramayacağından korktuğu için romandan kaçınmış ve dergilerde basılmak üzere öykü, şiir ve denemeler yazmıştır. çok gezmiş, çok yaşamış, çok tecrübe biriktirmiş ama bir türlü yaşamından tatmin olamamış olması yazmaya başlama sebebi ya da asıl itici gücü değil yazılarının etki gücünü belirleyen unsurlar olmuştur.

    her yazar rus edebiyatının rahatsız ruhları gibi fatalistik, kayıplara ve kaçan fırsatlara ağıt yakan bir kaynaktan beslenmez. kimilerinin sadece daha iyi yollarla ifade edemedikleri anlatacakları şeyler vardır o kadar.

    elbette bunlar bayamlik prensinin yazdıklarını tamamen reddettiğim anlamına gelmiyor. aksine referans verdiği tüm yazarlar için ortak noktalardan birisini tespit ediyor belki de. ancak bunu tüm yazma eylemine genişletmesi ve yazmak (en azından iyi yazmak) için gerek şart olarak öne sürmesi bence çok yersiz.

    örneğin 19.yüzyılın en büyük yazarlarından birisi olan charles dickenstolstoy ya da dolstoyevski ya da woolf gibi bir işkenceye uğramış ruh değildi. hayatınının büyük kısmını bir gazeteci ve yayıncı olarak geçirdi. temel yazma sebebi gazetecilik aracılığıyla anlatamadıklarını anlatmak, endüstri devriminin gençlik sancılarını çeken victoria devri ingiliz toplumunu kah yererek kah överek ama hiç bir zaman çekinmeden döverek tasvir etmekti. gelmiş geçimş en ölümsüz romanlardan bir kısımın yazarken toplumsal satiri sayfalara öylesine yedirmişti ki tüm romanlarını victoria ingiliteresini hiç bilmeden bile neredeyse aynı keyifle okuyabilirsiniz. açıkçası jack london ve hemingwayin, dickens ve tolstoyun, proust ve kafka'nın ölümsüz eserlerini hemen hemen aynı kaçış ve ağıt dürtüsüyle yazdığını iddia etmek bence oldukça zorlama bir sav.

    yazmak ihtiyacına getirilebilecek, her yazara uygulanabilecek tek sav bence kendini ifade etme ihtiyacı ama bu da o kadar geniş bir ağ atıyor ki bu ağa takılmamak zaten mümkün değil.

    ve son olarak gelelim bu gün neden yazmadığımıza. yazmadığımızı kim söyledi? ya da iyi yazmadığımızı? şu anda elimizdeki tek done geçmişin edebiyat büyükleriyle bu günü sadece o dönemin edebiyatını büyük yaptığına karar verdiğimiz kriterler ile yapığımız karşılaştırmalar. (bu ağdalı cümleyi ilk okuyuşta kavrayana helal olsun. düzelteyim diye geldim, ibreti alem olsun diye bıraktım) insan yaratıcılığı kendini ortaya koymak için her zaman bir araç bulur. şu anda bunu roman aracılığı ile yapmıyor, ya da roman formunu değişik şekillerde yorumluyor olması ille de yaratıcılığın daha az yada daha kötü olduğu anlamına gelmiyor.

    1 - yapay ya da gerçek, organik ya da sentetik kendini dünyaya karşı ifade etmenin çok daha fazla yolu var. çok büyük bir yığının içinde göze çarpmıyor ama hayatını yazarak kazanan insan sayısı belki de oran olarak dünya tarihinin zirvesini yapmış durumda. bu insanların bir kısmı gazetelerde op-ed'lik yapıyor, bir kısmı new yorkera, the atlantice yazılar yazıyor. non-fiction dediğimiz yazın türü yani tarih, popüler bilim, araştırmacı gazetecilik eserleri altın çağını yaşıyor. bilimum konuda kendini inanılmaz derecede elegan bir şekilde ifade eden blog yazarları var. örneğin xkcdnin yaratıcısı randal munroenun karikatür ve kitapları ile sergilediği yaratıcılık insanın ağzını açık bıraktıracak cinsten. milyonlarca zevzek youtuber'ın arasında binlerce de insana ilham veren hikaye anlatıcılar var.

    2 - tolstoy ya da kafka'yı günümüzde yetiştirsek sizce benzeri eserler mi verirler? açıkçası genç kafka'yı rahatsız edici ve karanlık youtube videoları çekerken hayal ediyorum, shakespeare'in sivri diliyle ve kıvrak zekalı lafazanlığı ile milyonlarca takipçi edineceği bir sosyal medya varlığı tasarlıyorum kafamda. jack london da büyük ihtimalle new yorker gibi kelime başına iyi veren dergilere ve popüler web sayfalarına üretim yapıyor olurdu. belki de hollywood'da dizi yazarlığı ya da senaryoları ile milyonları götürüyor olacaktı. ama emin olduğum bir şey var o da günümüzün düşünce yayma araçlarını sahte mutluluklar ya da plastik hayatlarını pazarlamak için kullanmayacak oldukları

    3 - bizim sorunumuz yeni tolstoylar olmaması değil. bu kalibredeki zihinlerin üretiminin çok daha geniş bir içerik okyanusunda kaybolması, 19 yuzyıl ve öncesindeki gibi eğitimli kitlenin tümünün birden algı alanına girememesi. mesela jonathan swift 18 yuzyılın ilk yarısında avrupa'nı belki de en ünlü insanıydı. yazarı demiyorum bakın, insanı. yazdığı herşey kısa sürede avrupanın okur yazar kitelesine yayılıyor ve tüm yazıları avrupa çapnda takip ediliyordu. her ne kadar istisnai yetenekte bir yazar olsa da bu ününü kendisiyle aynı kalibrede fazla yazarın olmadığı bir edebiyat dünyasına borçluydu.

    dickens'in roman tefrikları günlerce beklenir, sir conan doyle'un ne zaman yeni bir sherlock holmes hikayesi yayınlanacağı londra'da günün spekülasyonu olurdu. o günlerde edebiyata erişimi olan kesim günümüze göre çok daha dar ve aslında birbirine çok daha fazla benzeyen bir kitleydi. 1850 ler ingilteresinde kitap okumaya meraklı herhangi bir kimse için dickens tefrikaları geçerli bir sohbet malzemesi idi. 16 yüzyıl londrasında shakespeare oyunları tiyatroya gidebilen ve okuyup yazabilenleri yörüngesinde tutardı.

    bu gün ise ilgi alanları çok çeşitli ve çok daha fazla sayıda insana hitap ediyor. örneğin game of throınes yazarı george r.r martini dizi çevirlmeye başlamadan önce sadece fantazi edebiyatı tanırdı. 2011'de yayınlanan beşinci cilt a dance with dragonsin ardından fantezi edebiyatı forumları bir sonraki kitabın ne zaman çıkacağından konuşup, konunun nerelere gideceğinden dem vurup dururdu. bu türle ilgilenmeyenlerin ise ne bu meraklı bekleyişten ne de kitapların kendinden haberi vardı. oysa the winds of winterın yayınlanmasını yazara ağız dolusu küfürler ve yazmayı bitirmeden ölmemesi için dualar ile bekleyenlerin sayısı 16. ve 17 yy boyunca shakespeare oyunu okumuş ya da izlemiş insanların toplamından daha fazladır.

    hadi artık sadede gelelim. bir zihnin yaratıcı olması için ktiap okumaya ihtiyacı yoktur. ama eğer yaratıcılığını kelimelere dökmek istiyorsa, zihninin ürünlerinin kendi aklında dahi iyi tanımlanmış hayallere dönüşmesini istiyorsa kitap okumak şarttır. yoksa yaratıcılık ham, vulgar, bayağı bir güç olarak kalır. sivri zekadan, acıtıcı aforizmalardan ibaret bir iletişim aracı olur. ama dünyayı tanıyan, bir çok alanda ilgisi, bilgisi ve fikri olan bir zihin kendini ifade etmek için çok zengin bir alet kutusuna sahiptir.
  • hiç kitap okumadığı halde kitap yazanlar arttığı için vuku bulan bir durumun suçunun kitap okuma etkinliğine atılıyor olmasıdır bence.
  • açılan başlık ile savunulan tez birbirinden tamamen farklı şeyler. bu tezin başlığı yada bu başlığın tezi bu olmamalı.

    ben yaratıcılığın doğuştan gelen bir yetenek olduğuna inananlardanım. yani bu yetiyi herhangi bir şeyin körelteceğine veya geliştireceğine inanmıyorum. bir insan yaratıcıdır veya değildir. kitap okumak bir insanın ufkunu genişletebilir veya perspektifini değiştirebilir veya tam tersini de yapabilir ama bu bir insanın yaratıcılığına etki etmez. iyi olduğuna dair genel kabul görmüş bütün klasik eserleri okuyan bir insan günlük yaşantısında yine aynı şeyleri yapmaya devam edebilir. kitap okumak size daha iyi bir kitap yazma yeteneği kazandırmaz. bu kadar sığ değildir kitabın olayı. kitap okumak size sadece farklı fikirleri duyguları lanse eder. bu lansmanda sizin çıkarımınız sizin aldıkalrınız önemlidir. artık daha iyi bir yazar mı olursunuz, daha iyi bir şarkıcı mı olursunuz veya zanaatkar bir insan mı olursunuz bilemem ama kitap size doğrudan etki eden bir eser değildir. olmadı da.
  • "bugün bize 100 tane büyük yazar say dediklerinde bunların 90 tanesini 20. yüzyıldan önce eser vermiş adamlardan seçiyorsak bunun yegane sebebi"

    bana sorarsan en iyi yazarlardan biri ayn rand'dir. size sorduklarında 90 tanesinin 20. yüzyıl... vs. çıkmasının sebebi, kendi cevabınızı verecek emeği ve zamanı okumaya ayırmamanızdır. onun yerine otoritelerin "en büyük" dedikleri yazarları işaret edersiniz. çünkü kolaydır. kolaydır ama tabi yanlış da değildir. iyi yazarlardır ama milan kundera da iyidir. nabokov da iyidir.

    ortaya atmış olduğun bu düşünceyi tartışmak, cem yılmaz'ın şakasını tartışmaya benziyor. ayrıştığı nokta ise seninkinin komik olmaması.

    dostoyevski'nin vs etkisinde kaldıkları için daha iyi yazamadılar önermesi de saçma. matba 1400'lerde icat edildi. dostoyevski 1821'de dünyaya gelmiş. her yıl 1 milyon kitap basılsa - ki daha fazla basılmıştır. dostoyevski okumayı söktüğünde dünyada 400 milyon kitap vardı zaten. etkilense o da etkilenirdi. ve bence zaten etkilenmiştir.
  • tanpınar'ın katılmadığı fikir. zira kendisi roman okumanın yaratıcılığı artırdığını savunur. belli ki kendisi de yazdığı müthiş romanları bir anlamda seleflerini bolca okumaya borçludur.
    esasen sanatın temelinde ilk önce seleflerini taklit etme çabası, sonra da yavaş yavaş kendi yolunu çizmek ve özgün tarzını belirlemek vardır. okumadan yazılmaz. sanatında kendinden önceki örnekleri iyi bilmezsen, yaptığın sanat ancak facebook'ta milletin yazıp yazıp şiir diye paylaştığı saçmalıklardan öteye gitmez.
  • sanki yaratıcılığı ölmese kendisinden bir yeraltından notlar, bir düşüş, bir faust çıkacakmış sanan insan hezeyanı.

    ölürse ölsün aslanım. nobel alamayacak, atom parçalayamayacak yaratıcılığın ölüversin. bari insan olarak geldiğin şu dünyadan “edebiyat” denen şeyden nasiplenmeden gitme. salt en ilkel düzeyde, insan olmaya yakıştıramıyorum çünkü bunu.
    hukukta ölü adamı öldürmeye çalışmak, işlenemez suçtur. kastınız öldürmek dahi olsa, ölü olanı öldüremeyeceğiniz için herhangi bir ceza almazsınız. en fazla ölünün hatırasına hakaret kapsamında değerlendirilebilir. ayrıca aklıma onu getirdi bu ızdırap.
  • saçma bir başlık. hatta tam aksini savunuyorum. okunan bir metin, yaratıcılık katsayısını her seferinde arttırır. düşünmeye iter, kişi okuduğu şeylerden yola çıkarak kendine yeni yollar, yeni hayatlar yaratır. tüm bu proses sırasında düşünür de düşünür. düşünen insanın yaratıcılığı asla ölmez.

    insan dediğin bir yerlerden beslenmeli. belki bir kitaptan, belki de yalnız ama özgürce göklere uzanan bir ağaçtan.
hesabın var mı? giriş yap