kül
aynı isimdeki diğer başlıklar:
- kül (müzik grubu)
- kül (feridun düzağaç şarkısı)
- kül (cengiz kurtoğlu şarkısı)
- kül (dergi)
- kül (ediz hafızoğlu şarkısı)
-
mükemmel sözleri olan bir feridun düzağaç şarkısıdır.
edit: ekleme -
feridun düzağaçın aynı adlı harika şarkısı.
-
jerzy andrezejewski'nin ''kül ve elmas'' adlı romanına adını veren iki unsurdan biri. farklı.
--- spoiler ---
avrupa'da 2. dünya savaşı'nın son günüyle başlayan kül ve elmas, sonraki birkaç gün boyunca küçük bir polonya kentinde üç adamın izini sürer: komünist parti bölge sekreteri szczuka, gönülsüz direniş tetikçisi michael ve bir nazi işbirlikçisi olan kossecki. kossecki, en nefret edilen emir erlerinden biri olduğu toplama kampı geçmişini unutup çalışkan bir yargıç ve aile babası olduğu eski yaşamına geri dönmek ister. büyük oğlu, artık polonyalı komünistlerle mücadele halinde olan direnişe katılmıştır, küçük oğluysa anarşist bir örgüte katılmıs ve bir cinayetin suç ortağı olmuştur. szczuka, kamplarda ölmüş olduğu neredeyse kesin olan karısının yasını sessizce tutarken açgözlü bir belediye meclisine adalet ve haysiyet telkin etme göreviyle karşı karşıyadır. michael'in direniş hücresi ona szczuka'yı öldürme emri vermiştir. ancak şehirdeki otelde garson olan kristina'ya aşık olduktan sonra öldürmeye devam edebilecek midir? jerzy andrzejewski, kurtuluş sonrasında kaosa sürüklenen, ahlaki olarak afallamış ve ekonomik açıdan mahvolmuş polonya'nın canlı, sinematik bir portresini çiziyor.
--- spoiler --- -
.....
-
doğduğum, çocukluğumun geçtiği, yaşımın ilk yaralarını, ilk sevinçlerini edindiğim evin yıkıldığını gördüğüm gün, hatırıma düşüp içimde çağlayan feridun düzağaç şarkısı, ağıdı.
''şurada olmayan ev var ya, işte bizim evimizdi
önünden her geçişimde hep aynı çocuğun sesi'' -
beş bölümden oluşan edip cansever şiiri.
küle başlangıç
puhu kuşu muydu, neydi, kanatlarını toplayıp durdu
boşluktan yontulmuş tüneğinde
sıradan bir cumartesinde, yazılı kâğıtların
kalemle delinmiş yerlerinde
uzaklardan, çok uzaklardan doğmuş kıyılar gibi
yorgun, tozlu yol kokulu kıyılar gibi
şaşırmış kalmış da sanki deniz fenerlerine
öyle.
havalandı birden yayarak kanatlarını
gözlerini gözlerinde bileye bileye
bir düğme iliklenirken, bir yapma çiçek
yakaya iliştirilirken acele
ve soluk bir gülüş ki eskiye eskiye
anılara dönerken çaresiz
havalandı kuş ve yitip gitti
külrengi bir tarih bırakaraktan geride.
küle geriliş
hepsi kül. ah o zaman kül başka
yüzümü tutuyordum sığ kıyısına anılarımın
ayak bilekleri külden adam
bir avuç kül doluydu ağzımda.
hepsi kül. kirli, bulanık sular
patlamış sonbaharın da memesi
emzirir balmumundan bir göğü. damlarda
gezdirir ürkerekten pas renkli dilini
ve döner birer birer ülkesine acılar
saplanırlar birden soluğuma
bilirim, o kadar iyi bilirim ki ayrıca
ve dökülmüş saçları avuçlarında
bir bir anımsadığım şimdi
yanmış hepsi, kül olmuş.
yanmış hepsi, kül olmuş
bir trendi sanki hiç inilmemişti
çıplak gövdeleriyle kâğıt oynayan adamlar
ve çürük dişleriyle
ve geçmişi olmayan geleceği de
herkesin kendine göre bir boynu vardı yalnız
hüznün ve çaresizliğin eklem yerlerinde
gözleri vardı kurtlu erikler gibi
ne zaman ki bakılacaktı bir yere
bakılırdı hep birden bir avuç gözle.
ve yanık istasyonlar gördüm arada
titrek dumanlarıyla bozkırı
kuru, kupkuru otlar yakıyordu biri. çekerekten içine
kır kızılı bir hanı
han
yıkılmış zaten o da, şurda burda üç beş duvar
toplamış kanatlarını puhukuşu da
boşluktan yontulmuş tüneğinde değil
iri bir pençenin tırnaktan boşalan oyuğunda
soğuyor bilmek için yaşadığı zamanı
oysa görmüyor önünü bile, görmüyor
bir başka puhukuşu koysan da karşısına
bozulmasın istiyor kül, anlaşılan
hiç bozulmasın
ah her yanda küller her yanda.
külün doğası
vermediler kapının önüne düşürdüğüm
sararmış yarasa iskeletini
bir denizci vermişti bana çıkarıp da boynundan
kapkara bir kasketi olan
her limanda birkaç kere unutulan
hemen hemen parmaklarıyla konuşan bir denizci
ürkütür demişti azılı fırtınaları
ve yırtıcı kuşlarını açık denizlerin
oysa ne kuşlarla boğuşmuşluğum var bugüne kadar
ne de fırtınalar gördüm azılı
yaşadım günsüzlüğümü ve saatsizliğimi durmadan
bazen bir sözüm oldu, sonra o sözün külü
en çoğul
en yaygın
en ne zaman külü.
ve dedim, anlaşıldı, küllerin doğasıdır yarasa
bütün küllerin
elbette yalan denizcinin konuştuklarıysa.
sızar kül
sızar saçaklardan, su borularından
camlardan, kapılardan, yangın merdivenlerinden
bir dönemeçten, ayaküstü konuşmalarından
sorgulardan, alışverişlerden, pazar gürültülerinden
bayraklardan ve gemilerden
kıyılardan, varoşlardan
bundan böyle konuşulmayacak bir yaşantıdan
sanki bir benzin istasyonundan
geride kalan bir benzin istasyonundan
bir tankerin güvertesinden, hüzünlü bir benzin kokusundan
bir menekşenin iki tek boyutundan
garlardan
bir gülün bir boyutundan
bir duvarın duyarsızlığından
yokluğun bir daha yok oluşundan
ve kulak çınlamasından
bir kentin resimli bir balon gibi patladı patlayacak olmasından
üstünde bir yüzün yarısı olan bir puldan
ve tutkal kokusundan
tutkaldan
isayı sırtından gökyüzüne yapıştıran
fişlerden, bankalardan, kesilen makbuzlardan
bir hayvanat bahçesinden
bir yalvaçın ağlamaklı fotoğrafından
bulaşık sularından, çöp kutularından
parklardan parklardan parklardan
bir homoseksüelin kırmızı kazağından
oksijenli saçlarından
vitrinlerden, mağaza patronlarından, sokak satıcılarından
çanlardan
bir doğurmamışlıktan, bir doğurma korkusundan
yaşama korkusundan
çelenklerden ve cenaze levazımatından
bir ölüye kadar
her şeyden.
külden adamlar
bir saat ne kadar yaşar bir eskici dükkânında
bir ırmak bir taş köprüye sarmaşıksa.
koşar bakışları külden adamlar
ordan oraya
soğuk etlere, sosislere, yumurtalara
konservelere ve jambonlara
itişirler, üşüşürler, saatlerine bakarlar
koşuşurlar masalara, bardaklara, ayakta durmalara
bir sosisli sandviç peynirli bir sandviçle
bir işaret parmağı bir başka işaret parmağıyla
bir ceket bir kazakla
iki düğme birbiriyle.. sonra
yavaş yavaş çiftleşir kalabalık
yağlı kâğıtlar, cigara izmaritleri, ruj lekeleri kalır ortalıkta
ve doğar ıslak ceseti külün
bir daha doğar
kurudukça savrulmaya başlar havada.
her şey kül için! her şey kül için! her şey!
bağırır bakışları külden adamlar
toplanır tüneğinde puhukuşu da
ve bakar bunca zamandır geldiği yola
yorgun, tozlu yol kokulu yola
açar kanatlarını, saldırır ötelere yeniden
bu külle sıvanmış kentten
dalar boşluğa.
ah her yanda küller her yanda. -
beşik lazımlığı olan silbiçe akşamdan sıcak kül serpilirse, çocuğun poposunun yanmaması, haşlanmaması için asgari dikkat, özen karşılığında onun tüm gece rahat, sıcak uyuması sağlanır, gazlanmanın da büyük oranda önüne geçilir. (bkz: halk hekimliği)
erzincan köylüleri yumurtayı külle kaynatırmış, sebebi hikmetini araştırıyorum. ayrıca eskiden buzdolabı yokken, yumurtaları taze saklamak için odun külüne gömme fethiye dahil çok yerde yapılıyormuş.
köylü deneyimi kadar söz edecek olursak sarma/samranın kaynakları bakımından rütbelenmesi şöyle:
1. tavuk gübresi 2. koyun sarması 3. keçi samrası 4. sığır/inek boku. 5. eşek (ve benzerleri) gübresi.
keçi sarması tarlada 7 yıl verim artışı sağlamaya devam edermiş. koyun sarmasının etkisi belki de 10 yıldan fazla. eşek sarmasının bir özelliği var: bahçe işlerinde umulmadık kadar yararlı. pırasa, salatalık, kabak, patlıcan pek çoğuna doping gibi iyi gelirmiş. sarma gibi kullanılabilir bir unsur da pıynar külüdür. anam külü hiç yabana gidermez, hep hasırlığımıza dökermiş.
["ceniza y nada! ceniza y nada!" diye bağırmaya başladı keşiş yumruğunu sıkarak. "kül baştanbaşa kül! savaş!"] nikos kazancakis - allah'ın garibi
(ilk giri tarihi: 25.11.2014)
(bkz: küllüm/@ibisile), külle kühüş
(bkz: külletme), külleme, küllü su
(bkz: ellemek küllemek)
(bkz: küller küllere)
(bkz: bir yangının külünü)
(bkz: külünü savurmak)
(bkz: odun külünü bile israf etmeyen kayıp nesil)
(bkz: komşu komşunun külüne muhtaçtır/@ibisile)
(bkz: deli tütün)
(bkz: maraş otu/@ibisile)
(bkz: kav/@ibisile)
(bkz: sülük terapi/@ibisile) -
feridun düzağaç sen n'apmışsın abi ? dertsiz adamı dertten derde salar bu şarkı.
-
bu nasıl gelişimdir yahu ??????
-
eşya'nın yanışından ve her tür yangının durulmasından sonra geride kalan artık. bir üflemelik ruhu olur külün: insan ya da rüzgar nefesi.
-rüzgar üfürdü-
moloz dökmüşlerdi çiçekli gövdene. bir bir topladım, temizledim, toprağı molozdan ayırdım. ibadet eder gibi. öyle tane tane çekilen ve teskinlik bahşeden tespih gibi. tespih hiç kullanmadım biliyorsun. sanırım öyle hissediyorlar kullanıcılar.
dizlerim tozlandı, bacağıma taşlar battı. olsun. zaten hiç acımamıştı, sadece rahatsız etti. başını, omuzlarını, gövdeni ve bacaklarını... dediğim gibi, ibadet eder gibi temizledim kabrini. yanındaki kabrin molozunu -ne büyük bir hadsizlik- üzerine dökmüşlerdi. ah be ah. bıraktığın gibiyiz. dirilere saygı yok, ölülere şöyle dursun. kabristan çiçekçisinin dediğine göre, burda hırsızlık olmaz şey değilmiş. hırsızlık demişken; saygı ve sevgi bazı imtiyaz sahibi ölülerin ve dirilerin istihkakı. çoğunluğunkini bu azınlık hırsızlık yoluyla kendine meşru kılmış. dediğim üzere aynıyız. ben ismini bilmediğim ve öğrenmemekte ısrar ettiğim çiçekler ekiyorum kabrine, -ekserisi sarmaşık türü- annem ağlıyor, babam yasin-i şerif okuyor. hiçbir şey okumuyorum biliyor musun. hiç okumadım. sadece anılar beliriyor zihnimde ve sararan anılara pastel boyası sürüyorum. boya da yola çıkınca ilk kavşakta soluyor, elimde, -zihnimde- sarımtırak hüzünceli anılar kalıyor. babam elindeki cüz'ü (mushaf'tan bir bölüm) avuçlarında sükun ile tutuyor, annemin, yani annemizin bakışları cama yaslı.
tebdili mekan edişinin üzerinden iki kiraz, bir üzüm, bir de bir zemheri mevsimi geçti. her şey bıraktığın gibi diyemem, araya kedersi bayramlar girdi. okul açıldı ve kapandı. zaman bir tarla gibi sürmekte bizleri. ne iyiyiz ne kötü. bildiğin gibi. ben de normalim. aynı ben. çocuklar büyüyor her şeye rağmen. geçen gün büyük dayımın oğlu sabah -babamın adaşı- ile karşılaştım, hala ölülerle gidip konuşuyor musun? diye sordum. arada, dedi. kafirlerden sıkıldıkça -kafir biz diriler imiş- gidiyorum diye ekledi. ne tuhaf bir kafa değil mi? ölülerin dirilerin kavgaya tutuşup anlaşamadığı hakikati gördüğünü iddia ediyor. ölüler sözüm ona hakikate varmış, diriler ise hakikati kavga gürültü ile örten kafirler. neyse ki ölüler cevap vermiyormuş ona: iyi dinleyiciler olduklarını söyledi. mezarını sordu, burdan biraz uzak dedim. malum istanbul trafiği. istanbul için iyi diyor, mezarlıklar güllük gülistanlık diyor. çok çok şeyler dedi de hem memleket kokuyordu, hem de bu şehrin taşkalesi yoktu üzerinde. koku iyiydi de lafazanlığı bir o kadar kötü. fatiha okudu. ben de ellerimi açtım, bir süre sonra onunla beraber yüzüme sürdüm.
bu aralar anka kuşu gibiler desem yeridir. her perşembe günü küllerinden ateşler doğuyor. annem ve babam kuşun iki kanadı. gövdesine gelince kuşun: orada çocuk mırıltıları var kardeşim. sana çocuklardan konuşamam. ama iyiler, güzeller. sensiz onlar için "fi ahsen-i takvim - en güzel zaman dilimindeler" diyemem. dersem eğer, kaburgamda biriken ne kadar hıçkırık varsa ulu orta dökerim. iyiler amma güzeller.
muhalif takviminin yaprağıyım, -fena bir zaman dilimi ben için- objektif biri için zebra elbisesi giymiş damalı eşek gibiyim. subjektif nazar cemaati için, kafir, zındık ve münafığım. bana göre ben; yorgunum, bitkinim ve çokça hissizim. son aylarda "eşik" aklıma düşüyor, daha doğrusu ruhuma düşer gibi hissediyorum. eşikte beklemenin, eşikte durmanın, eşikte kalakalmanın debelenmesini hissediyorum. çocukluğuma iniyorum eli dolu ve eli boş olarak gerisin geri çıkıyorum.
kül doluyum hemşire. ağzıma kadar kül.
-rüzgar üfle üstümü-
uykun güzel, kabrin nur, mekanın naim cenneti, ruhun şad olsun.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap