• bu iş bitti. "biz" kaybettik.

    1907'lerde büyükada'da anadolu'daki ve istanbul'daki türk-ermeni gerginliğini bir hal yoluna koymak için toplanan tarafların yazdıklarını okuyoruz: "bu gerilim bitmeli", "600 yıldır kardeşçe yaşıyoruz", "kız alıp verdik"...

    bu iş bitti. savaşı kaybettik. 90'ların ertesinde pkk'nın en güçlü olduğu zamanlarda bile "türk-kürt kardeştir" deniyordur cenazelerde "ayrımcılık yapan kalleştir".

    insanlar kürt türk diye konuşmaya başlayıp her yerde birbirini sevmediğini söylediyse bitmiştir iş. belki 5, belki 10 yıl sonra ama bitmiştir işte.

    eğitim seviyesi - analiz kabiliyeti düşük sözlük yazarları da türkiye'de pek çok insan gibi iç savaşa hazırlar. asayiş tedbirleri yeterli olacak. biri şu ibnelerin anasını sikecek ve sorun bitecek. sahi ya, osmanlı tarihi boşuna mı var acaba... olmadı, kıvıramadık.

    bizi birbirimizden ayırmaya karar verdiler... belki 5, belki 10 yıl...

    hotel ruwanda 2... herkes acıya hazır olsun... seksen sonrasının meşhur kuşağının unutamayacağı tablo bu olacak...

    yazıklar olsun...
  • soyle bir arguman var bunun temelinde:

    "kurtler hirsiz, sapik, vs. vs.. kimse 2 dakika kafa yormadan egitimsizlik yatirim eksikligi deyip vicdanini rahatlatmasin"

    yani kurtleri sevmememe yolacan nedenler cevresel etmenler degil, bizzat kurtlerin ozu*, kurt olmanin kendisi. 2 dakika kafa yorunca varilacak bilimsel sonuc bu oluyor. boyle karakter ozellikler genetikle tasinmadigina gore bu cikarim zaten bastan yanlis da, bir de ekstradan su yanlisi yapiyor: proxy nedenler ile root cause kavramlarini karistiriyor. bir kurt'un parani calmasinin en direkt sebebi herifin illa ac olmasi degil, basbayagi orospu cocugu olmasi da olabilir. lakin oyle olmasinin da baska bir nedeni vardir, o nedenleri yaratan sosyo-kulturel kosullarin da baska nedenleri. sonucta gelecegin temel sebeplerdir uzerinde odaklanman gereken. "kurtler orospu cocugu olmasin olmaasiiin" diye gosteri yaparsan herhalde bir skim degismez.

    ayni mantikla biz filistinlilere de destek olmayalim abi. herifler maymun gibiler, yobazlar, neredeyse her gun roket atiyorlar israile, kadinlara bok gibi davraniyorlar.

    yuzde 70 issizligin kol gezdigi boktan multeci kampinda buyuyen bir adam sokaga cikip oslo anlasmasini mi elestirecek, derin analizler yapacak, efendi efendi universite ve istihdam istediklerini anlatacak? hayir, kahrolsun israil diyecek, allahuekber diyecek. ee, boyle dedi diye o sorunun temel sebepleri degisiyor mu, 48 ve 67de baslayan multeci sorunundan cikip filistinlilere ozgu norolojik bir gerilige mi donusuyor?

    herhalde "sokaklarda egitim hakki isteyenler kurt degil solcular, libos aydinlar" mantiginin ne kadar yanlis oldugu anlasilmistir. ayni kafadaki biri 19.yy ingilteresinde yasasaydi herhalde afrikalilarin insan olmadiklarini iddia ederdi. yahut abd'de yasasa, zencilerin suc istatistiklerinde nufuslarina oranla asiri fazla bicimde yer almalarini da onlarin kalitsal bir geriligi olarak dusunurdu; kolelik coktan kalkmis ya sonucta, kalktigi gun kulturel birikim dahil hersey esitlenmis sanki.

    su tespit de ustune tuz biber olmus: "kürtlerin tarihleri boyunca gittikleri heryerde isyan çıkarıp ayaklandıklarını, bulundukları ülkeyi bölmek istedikleri gerçeğini.."

    yani bunlar boyle gicikligina su guzel ortami bozan insanlar, hicbir dis nedene bagli olmayan bir rahatsizliklari, bir hainlikleri, boluculukleri var.

    ne bileyim mesela sirplar bizim kontrolumuz altindayken kendi kendilerini yonetmek istememisle.. ohom pardon, ulkemizi bolmek istememisler, uslu uslu oturmuslar (kim uydurduysa bu boluculuk lafini da sulalesini sikeyim, sirf bu kalip yuzunden turkiyedeki 70 milyonun 60i reelpolitik ozurlu oldu, bir de emperyalist lafi var, iki cumlede bir kullanmazsa olecek hastaligina kapilmis bir suru adama laf anlatmaya calisiyorsun, neyse ).

    keza amerikalilar ingiliz efendilerine karsi isyan edip imparatorlugu bolmemisler huzursuzluk cikmasin diye, bir bu kurtler var boyle laftan anlamayan. bunlarin eline devlet versen, al kendini yonet desen, yeminle saniyesinde birakirlar. gerci daha devletleri olamadi hep buyuk imparatorluklarin yakininda yer almaktan ama olsun, benim varsayimlarim kanun hukmundedir. heriflerin varlik nedeni iranla bizimle ugrasmak, devletin bolunmez butunlugunu bolmeye calisarak paradokslar yaratmak, uzay zamani bukmek.

    simdi bir sir vereyim, hakiki the secret bak bu, 2 dakika kafa yordum ve demin buldum, baska yerde goremezsin: dunyadaki hersey bir neden-sonuc iliskisine baglidir.
  • ayrılıkçı terör örgütü pkk'nın ortaya çıkışından önce de var olan bir önyargıdır.
    terör örgütünün vahşice eylemleri ve şiddet yanlısı politikaları, bu önyargının arşa kadar hızla yükselmesine elbet yardımcı olmuştur. çeşitli milletleri birarada yaşatan imparatorluk döneminden beri kulaktan kulağa yayılarak gelen bir mirastır bu düşünce belki de, tam bilemiyorum. ben burada yaşadıklarımı anlatacağım, herkes kendi hayatını yaşar tabii ki de. kimseyi incitmek gibi bir niyetim yoktur. yazıma bu gözle bakılmasını, bu samimiyetimin anlaşılmasını umut ediyorum.

    benim bu önyargı ile tanışmam çok küçükken oldu. izmir'in tire ilçesi inkılap ilkokulu beşinci sınıfına geçtiğim 1979 senesinde okula en az benim kadar fırlama olan hüseyin adında yine benim gibi esmer, etrafa cin gibi bakan bir çocuk geldi, ki hemen tanıştık; kaynaştık biz bu yeni arkadaşla. tanıştık dediğim camiide kaynaştık biz bununla. ben o yaşlarda sabahtan evden çıkar, akşama kadar kuş; meşe; çamur; uçurtma; muşmula; erik ve sair peşinde yarı aç; yarı tok gezer, arada bir sevdiceğim sema'nın* evinin önünden geçer, bu kitapsız pencereye çıkacak da ben de gülyüzünü göreceğim diye çocukluk günlerimi heba eder giderdim. bazen ikindi vakti eve gelir, babaannemin ev ekmeği üzerine sürdüğü sana yağı ve biber salçasını, erik hoşafı eşliğinde büyük bir iştah ve afiyetle götürürdüm. o zaman kremalı bisküit, topkek, cola; fanta vb. yoktu efendim, var ise de biz bilmiyorduk, her nerde ve şekilde yenilip içildiği de bilinmezdi henüz o dönemler. kimse bilmediği için de mutluyduk, ki kendi halimizde yaşar giderdik.
    biz haşlanmış kestaneleri tesbih gibi boynumuza asar, bir elimizde gülen nar, diğer elimizde kahkaha atan ayva, hem yer hem oynardık. ağaçlara tırmanır, çağla badem koparır, karpuzun sadece göbeğini yerdik. bir de evde buzdolabı olmasına rağmen su içerdik testi'den.
    biz çocuklar, eğer salondaki halının altında birikmiş harçlığımız varsa ise o ikindi vakti geçen dondurmacıyı beklerdik ki günün o vaktinde, o sıcakta pek heyecanlı olurdu bu. beyaz sütlü olanı değil de kahverengi renkli kakaolu olan bölümüne bayılırdım ama ondan az koyardı bu dondurmacı amca. nihayetinde akşam ezanı okununca da "akşama kadar aylak aylak gezdiğimden dolayı" dedemden ve babaannemden azar işitmemek için, müslüman bir ailenin gayet inançlı bir torunu olarak evimize bitişik camiinin saflarında yerimi alırdım.

    işte o 1979 yılı yaz sonlarında, bizim evin yanındaki iki katlı apartmana bir kamyon ve renault marka bir araç yanaştı ve araçlardan kalabalık bir aile indi. gerçi o zamanlar ortalıkta sadece traktörler, murat 124 ve 131'ler, ilaveten bir de renault marka araçlar vardı ya. ha bir de almanya'dan kesin dönüş yapan birine ait bir opel ascona otomobil vardı, ki biz mahallenin çocukları günde onyedi defa tavaf ederdik bu arabanın etrafında. bu pezevenk de arabanın üstünü branda ile örter, sadece pazar günleri brandayı kaldırır, bir saat arabayı köpürtüp yıkar, biz de okulun duvarında oturup mutlu mutlu, gülen karagözlerle seyrederdik. hayal ederdik işte, ne bileyim çocukluk işte. acaba birgün bizimde arabamız olur muydu ki? o dönem tire kütüphanesinden aldığım bir hikaye kitabında kırmızı renkli olan ve honda diye adlandırılan bir arabayı okumuştum ben. hikayedeki yarışta birinci gelmişti ve adı da çok hoşuma gitmiş olacak bunun ki, benim tüm hayallerimde kırmızı renkli bir honda vardı artık.

    neyse, komşular taşındı. bir hafta sonra falan bir akşam ezanı okunurken panik içinde camiye geldiğimde yine benim gibi acele ile abdest almaya çalışan, yalandan orasını burasını ıslatan bu çocuğu gördüm ben. birbirimizin varlığından daha ciddi abdest almak zorunda kaldık artık. uzatmayayım bu da benim gibi ebeveynlerine yaranmak için camiye geliyormuş, ha hi derken mükemmel bir kader birliği kurduk biz bununla. hüseyin ve ailesi kars'lıydı, çok sonraları öğrendiğim kadarıyla bir kan davası yüzünden türkiye'nin en doğusundan kalkıp en batısına göç etmişlerdi. kürt kökenliydiler, benim hayatımda tanıdığım ilk kürtler, bu ailenin üyeleri idi. en başta yaşlı bir anne - baba, en küçükleri hüseyin olmak üzere üç erkek - üç kız çocuk ve iki de torun.

    ben hüseyin ile arkadaşlık ediyorum diye babaannem ilk zamanlar sürekli laf etti durdu: "ne işin var senin pis kürtler ile, aynı sen de kürtler gibi kokuyorsun vb." henüz ben hiç koku moku almadığım için bu laflara bir anlam veremesem de, arkadaşıma laf ettiği için çok kızardım babaanneme. gerçi hüseyin bize geldiğinde hiç ayrım yapmazdı, onu da evladı gibi tutardı ama babaannemin başka insanlara böyle sevgisiz ve merhametsizce yaklaşmasına ilk defa şahit olduğum için hem çok şaşırmış, hem de kızmış olmama rağmen hüseyin ile arkadaşlığımı asla kesmedim. iyi ki de kesmemişim. nitekim çok kısa bir süre hüseyin ile benim aramdaki dostluk, dedem ile hüseyinin babası arasına da sıçradı. ortak yönümüz ketenci mahallesinde yaşayan bireyler olarak hem bitişik komşu olmamız hem de dördümüzün de aynı camiinin cemaati olmasıydı. büyükler beş vakit namaz arkadaşıydılar, biz ise sadece akşam namazında katılıyorduk onlara. en güzel akşam namazları ise ramazanlarda olurdu. evden gelirken bahçemizden gelen kendi imalatımız yeşil çizik zeytin, ağızda aniden dağılıveren kahverengi zeytin, süper susamlı pide, mis kokulu tarla domatesi ve zeytinyağı eşliğinde namaz öncesi kısa bir iftar yapılırdı. bunun tadı şahane olurdu. teravihlerde ise en başta saflara yerleşir, sonra sıkılıp hüseyin ile camiinin bahçesindeki kiraz ağacına tırmanıp kiraz yerdik biz. her şey ne güzeldi, taze bahar dalları gibi çiçeklenecek...

    epey bir zaman sonra birgün babaannem bana "kürt oldun pis mis" derken dedem araya girdi ve "hanım öyle deme, onlar da iyidir, komşumuzdurlar, iyi insanlardır" gibi bir şeyler söyledi ki milattır bu bizim evde. çok önemlidir. harikadır. o günden sonra bir daha babannem böyle ayrımcı şeyler söylemedi ve karışmadı bana. sonradan babaannem ile hüseyin'in annesi, ablaları ve gelinleri de çok samimi oldular. her şey çok güzel oldu, ki iki komşu ilerleyen yıllarda bin atlı gibi şendik hep.
    yıllar sonra ankara'da yatılı öğrenci olduğum dönemlerde doğulu bir arkadaşımdan buna benzer ağır bir kokuyu ilk defa aldım, bunu hissettim açıkçası. sonradan anladığım ve öğrendiğim kadarıyla kürt kokusu denilen bu ağır koku beslenme alışkanlığından ileri gelmekteydi. tatilden yatılı okula döndüğümüz ilk 5-6 gün boyunca da sürüyordu. ancak o yakın arkadaşım okulun yemeklerini yemeğe başladıktan kısa bir süre sonra da kesiliyordu.
    rize ilimizde görev yaptığımda da aldım bu ağır kokuyu ki, konuyu bilen bir kaç abimize sorduğumuzda bu kokuya sebep olanın, yemeklerde kuyruk yağı kullanımı olduğunu öğrendim. güneydoğu'da bulunduğum sıralarda da gördüm ki insanlar yaygın bir şekilde mutfakta kuyruk yağı kullanıyorlardı. hatta iki ölçek kuyruk yağı ile bir ölçek vita yağını kıyma makinasından geçirip bu karışımı büyük bidonlarda saklayıp yemeklere koyuyorlardı, ki kokuyu yaratan asıl buydu anladığım kadarıyla.

    netice itibariyle herhangi bir topluluğa ya da soya önyargılı davranmak ancak akılsız ya da bilgisiz insanların işidir. insan bilmediğinden korkar derler. herkesin geçmişinden gelen bir takım değişik alışkanlıkları vardır ve bu topraklar üzerinde kardeşçe yaşamanın yolu da ortak paydada buluşmak, aynı değerler etrafında kavuşmaktır. aynı yağmurdan hayat bulmak, aynı gökkuşağının altında gülüşmek öyle herkese nasip olmaz. yoksa sen kürt'sün, ben yörük, öbürü laz, beriki çerkes, diğeri ermeni diye diye varacağımız yer ancak delik; deşik; kırgın ve üzgün gönüller alemi olur. beş dakika içinde ruhumuz ve dokumuz parça parça olur, ki bize bir yararı olmaz. geçmişten gelen tarihsel dokuya, o değerli geleneğe ihanet olur.
  • sene 1995. üniversiteden birkaç hocanın önayak olduğu bir programa katılıp, haftasonlarımı bayrampaşa’daki bir ilkokulda gönüllü öğretmenlik yaparak değerlendirmeye karar verdim. bir arkadaşımı da binbir türlü dil dökerek yanıma kattım. dersim öğrencilerin okuma-yazma becerilerinin geliştirilmesine yönelikti. okuldaki ilk günümüz gerçek bir kabustu. burası, bahçesindeki atatürk büstünde “komünizm her görüldüğü yerde ezilmelidir” yazan bir okuldu. öğretmenler odasına girdiğimizde ise, okulun düzenlediği “paralı” kurslar için orada olan okul öğretmenlerinin pek de sıcak olmayan bakışlarıyla karşılaştık. ama asıl dehşet bizi sınıflarda bekliyordu. ilkokul 4 ve 5. sınıf öğrencilerinden oluşan 3 adet karma sınıfım vardı. tamamına yakını balkan göçmeni ailelerin çocuklarıydı. bu kadar çok renkli gözlü çocuğu bir arada görmemiştim o güne dek. çoğunun babası fabrikalarda annesi tekstil atölyelerinde işçiydi. çoğu mahallesi dışında bir istanbul tanımıyordu, boğazı bile görmemişlerdi. sınıf içinde oldukça sessiz ve sakin duruyor ama sürekli birbirlerinden şikayet ediyorlardı. muhtemelen sınıf öğretmenleri en çok ispiyon yapana üstün ispiyoncu kurdelesi takıyordu. öğretmenlerinden ödlerinin koptuğunu, ileride çeşitli vesilelerle görecektik zaten. 90 çocuktan 80 tanesinin ideali polis ve “yunus” olmaktı. neden hep aynıydı: ülkemizi pis terörist kürtlerden kurtarmak! kürtlerden başka çingenelerden ve araplardan da “nefret” ediyorlardı. çoğunun televizyon dışında bir yerde arap gördüğünü bile sanmıyorum.
    o gün okula dönerken nasıl da pişmaniyeydik un ufak... haftasonlarımızda hisar’a uzayıp mis gibi kafa çekmek yerine, 90 adet minik nefret küpüyle boğuşmayı biz seçmiştik. kürtleri ve başka milliyetlere mensup insanları sevmemek çocuklara okullarda, televizyonlarda, yine okullarda dağıtılan milliyetçi muhafazakar çocuk dergi ve kitaplarında aşılanan bir “şey” olmuştu demek. yine de vazgeçmedik...
    “önerilen” okuma listesini çöpe atıp, babamdan çingene masalları’nı ve beyazların çocuklarına küçük zenci öyküleri’ni yollamasını istedim. onlara asla çingeneleri sevin demedim ama kalo dant’ı sevdikçe çingeneleri, kürtleri, arapları da sevdiler. 2 ay sonra maksatlı bir kompozisyon yazdırdım; konusu “insanları neden seviyorum”du. birkaç alıntı burada:

    esra
    bizlere evlerimizde bakan insanlar, okulda bizlere bilgi veren insanlar, giysilerimizi ayakkabılarımızı yapan gene insanlar. ülkemizi de bir insan kurtarmıştır. her şeyin başında insanlar gelir.
    koray
    çünkü biz de bir insanız. ve insanları sevmemiz gerekir. bir insanı sevmezsek çok büyük kavgalar olur. çünkü geçimsizlik başlar ve böyle devam eder.
    neriman
    her insan sevilmeye değer. bütün insanlar kardeştir. bana göre insanların savaşmaları çok saçma. bu dünya üzerinde barış içinde yaşamak varken kavga etmemiz çok saçma gerçekten. sevmek ve sevilmek bence çok güzel bir duygu.
    alp
    insanlarla kavga edersek hiçbir şey kazanamayız. insanların aklı fikri vardır. bir şeyi yapamadığımız zaman onlara sorarız. onlarla dertleşiriz. onun için sevmeliyiz.

    yalnız ırkçılık değil, 10 yaşında çocuklar oruç tutmadıkları için cehennemde yanıp yanmayacaklarını da merak ediyorlardı mesela. kursun son günü, “alp’in sesi çok güzel, size bir şarkı söyleyecek” dedi kızlar. gerçekten de çok güzeldi sesi; boncuk gözler dolu dolu “bugün benim karşımda ilk defa ağlıyorsun, her şey burada bitti ayrılalım diyorsun. ayrılamayız, unutamayız...” diye bir şarkı söyledi. sordum cengiz kurdoğlu’nunmuş. artık polis olmaktan vazgeçip ülkemizi yurtdışında en iyi şekilde temsil etmek için ajax’ta gol kralı olmaya karar vermişti alp. bugün 20 yaşında; bilmem futbolculuk hayali gerçek oldu mu ama eğer yurtdışına giderse bir gün, ülkemizi en iyi şekilde temsil edeceğine inanıyorum. çünkü o garip okulda her gün kendisine uzatılan kötülük haplarını artık yutmuyordu. aklı vardı, fikri vardı.
  • babam sağolsun, imrendirici dış görünümüm, seçtiğim kıyafetler olsun, tercih ettiğim tamamlayıcı aksesuarlar olsun sürekli arkadaş çevremde gıpta ile bahsedilen yönlerimdendir. oturduğum mahalledeki, babamın yıllar yılı çalışarak oluşturduğu servetinin desteği ile kiraladığım (tek başıma kalıyorum ara sıra kız arkadaşım geliyor) apartman dairesinde sürdüğüm konfor, geçmişteki şehitlerimizin kanları ile desteklediği bir unsurdur ve bunu hiçbir bölücü, ne hayat tarzıyla ne de eğitimsizliğinin verdiği cahil cesareti ile bozamaz gibi gelirdi.

    ta ki geçen güne kadar aq.

    sigara almaya indim, spesifik olarak belirtmek gerekirse, parliament içiyorum. aşağıdaki bohem, tarzıma pek uymayan marketten alışveriş yapmaktan gizliden gizliye aldığım hazzın, market işletmecisinin kayserili olmasıyla alakası yok, ırkçı değilim, haşa. aksanı hoşuma gidiyor ve bu ülkenin bütünlüğünde, tamamlayıcı ve renklendirici, pastel renklere ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. marketten içeri adım attığımda içeride başka bir müşteri vardı. insan demeye bin şahit, böyle, nasıl desem, 16-17 yaşlarında, sanki bir insandan değil, tüm grotesk tuhaflıkları üzerinde toplayan bünyesiyle, kötücül ortaçağ karanlığının bir yansıması gibi gelen çarpık dudaklarıyla, erkek diye nitelendirebileceğimiz bir simaya sahipti ve ağzından dökülen o iğrenç aksanı ile şunları söyledi:

    "abi, sen arkadaşın işini gör istersen, beklemesin".

    yaşadığım terörü gözünüzde canlandırabiliyor musunuz? sen kimsin ya? nerden geldin? diyarbekir mi, mardin mi, otobüsle yirmi saat çeker mi? kesinlikle ırkçı değilim, yanlış anlamayın. ama bu, insan demeye bin şahit isteyen yaratık resmen sırasını bana vermişti?! annesi belli değil, babası bin tane, lanet olsun hepsine, ama lütfen yanlış anlamayın. benim yaşadıklarımı düşünüp, empati kurmaya çalışın. bu millet için çalışan kiiimmm, kiiimmmm bölünmek istemiş, lanet olsun çerkezi lazı hep bizle, pilav yapmayın diyor bağlılığını deklare ediyor ama bu adamlar.... ve yani, aldığı şeylere baktım, en kalitesizinden makarna, en ucuzundan fruko gazoz, ve samsun ya, samsun içiyor, belli parası yok ve ben cüzdanımı çıkardığımda gördüğü planitum kredi kartıma nasıl baktığını gözlerimle gördüm. resmen paramda gözü var. allah hepsinin belasını versin. yeter artık.
  • kürtleri sevmemek kişisel seçim, sevmediğini haykirmak kişisel ayıp, sevmeme propagandası ise irkcilik
  • benim nezlimde ırkçılık değildir. şöyle ki kürtleri, kültürlerini ve yaşayış şekillerini sevmeyen bir insanım. aynı şekilde yaşayışlarını ve kültürlerini sevmediğim birçok ırk veya millet dünyada mevcut. sevmek zorunda olmasam da saygı duymak zorundayım ve yaşayışlarına ve haklarına son derece saygılıyım. dillerini konuşmalarına, öğrenmelerine söyleyecek bir sözüm yok. ancak, kendisini sosyal demokrat olarak tanımlayan bir insan olarak, son dönemde kürt milliyetçiliği kavramından yürümeye çalışan solculuk hezeyanını da tasvip etmiyorum. buna ister ulusalcılık isterse de kemalistlik densin, bu işin sonu belli. bunu özellikle kürt milliyetçiliği bağlamına son derece gömülmüş bdp yerine hdp adında bir parti kurarak batı'da solculuk eksenine kaydırma niyetleri de tahammül sınırları gibi kısa sürdü.

    bir millet, çok sayıda çocuk yapmayı, çok sayıda evlenmeyi, kızların eğitim almamasını, kan davasını, ağalık-marabalık kavramını, töreyi savunuyorsa, bunu değiştirmek, halkını dönüştürmeyi düşünmek yerine buna yönelmeye devam ediyorsa bunu sevmem mümkün değildir.

    bir millet, barış istiyorum derken, haklarım gasp edildi derken, siyasi çözüm istiyoruz derken hala terör örgütü liderini kendine önder olarak seçiyor, diyalog süreci başlamışken sığ ve mesnetsiz bir milliyetçilik batağına saplanmaya devam ediyorsa sevmem mümkün değildir.

    ülkede elinde ülkenin resmi bayrağıyla ve ülkenin kurucusu atatürk'ün posterleriyle gezmek tomalarca sulanmak, gaz fişeğiyle kafanızın kırılması, kaskla böğrünüze vurulması ve gaz yemenizle sonuçlanırken, istanbul'un göbeğinde, daha 9 ay evvel insanların can pazarına ortak olduğu taksim ve çevresine çok yakın bir yerde, zeytinburnu'nda tck'ya göre terör örgütü lideri olmaktan ve vatana ihanetten yargılanıp suçlu bulunan bir adamın pankartlarıyla, devletin terör örgütleri listesine aldığı pkk bayraklarıyla yürünebilen bir günde hala ve hala haklarımız muhabbeti yapmanızı seviyeli bulmuyorum.

    elbette her genellemenin yanlış olduğunu göze alıp yazıyorum ama şu hayatımda onlarca milletten insanlar görüştüm, konuştum, yaşadım kürtler kadar birbirine benzeyenini (tabii ki düşünce olarak) bir milletle de karşılaşmadım. buna kürtlerin kendilerine idol olarak gördükler katalanlar ve bask bölgesi dahildir. o yüzden yıllardır istanbul'da da yaşasa, eğitimin doruklarına da ulaşsa bir kürtte çoğu zaman aşırı derecede yüksek bir milliyetçilik mevcut oluyor. şahsi gözlemlerim bu yöndedir.
  • sözlükte +50 fav +2 karma getirir.
  • şahsım adına imkansız olan şeydir.

    eğer bir türk ailenin çocuğu olarak doğu anadoluda büyüdüyseniz,
    çocukluk ve gençlik yıllarınız kürtlerin arasında geçtiyse,
    en iyi arkadaşlarınız, komşularınız bu insanlardan oluştuysa,
    okul koridorlarını birlikte paylaştığınız birlikte ağlayıp birlikte güldüğünüz insanların çoğunluğu kürtse,
    ülkenizi sevmeyi, ona bağlı olmayı, onlardan öğrendiyseniz,
    atatürk'ü, ilkelerini ve önemini çoğunluğu kürt olan hocalarınızdan öğrendiyseniz,
    tanıdığınız vatansever, dürüst, çalışkan insanların çoğu kürtse,
    binlerce yıldır aynı tarihi paylaştığınızın farkındaysanız,
    birlikte çok daha güzel, tüm insanlığa örnek olabilecek bir ülke meydana getirebileceğiniz inancındaysanız,
    farklarımızın benzerliklerimiz yanında devede kulak kaldığının farkındaysanız,
    ayrılığımızın çıkar peşindeki büyük devletlerin işine yarayacağının ve bizi gerizekalı konumuna düşüreceğinin bilincindeyseniz,

    kürtleri sevmemenin aslında kendinizi sevmemekle aynı şey olduğunu biliyorsunuz demektir.
hesabın var mı? giriş yap