• amerikan yönetimindeki "çete"nin fikir babası. paul wolfowitz, richard perle gibi neo-con'ların (yeni-muhfazakarlar) ilham aldıkları siyaset felsefecisi. 1973'te ölen almanya doğumlu bu yahudi bilim adamı amerika'ya geldikten sonra bilhassa martin heidegger'in etkisinde kalmış. amerikalı solcular ve demokratlar (demokrat partililer değil, gerçek demokratlar) bu adama "godfather of fascism" adını takmış.
  • (bkz: levi strauss)
  • platon, aristo, ibn-i rüşd, maimonides ve hobbes uzmanı. chicago üniversitesi'nin gediklisi.

    haklı ya da haksız olarak abd'deki yenitutuculuğun* ve yeni takiyyeciliğin babası sayılır.
  • what is political philosophy? adlı yapıtı solmaz zelyüt hünler tarafından çevrilmiş ve ege üniversitesi felsefe bölümü siyaset felsefesi derslerinde bu yapıtı okutulan felsefeci. tutuculuk, liberalizm ve antikiteye dönüş özlemi arasında gidip gelen bir felsefecidir. zayıf bir pozitivizm eleştirisini de beraberinde sürükler.

    martin heidegger'in etkisinde ne kadar kaldığı tartışmalı felsefeci.
  • (bkz: darth strauss)
  • ideal toplumun stabil bir toplum olması gerektiğini, ancak liberal bir topluluğun da bolca enjekte edilmiş bireyselcilik aşısı yüzünden stabilite tutmayacağını anlamış, bu yüzden de fazlasıyla bireysel bireylerden oluşan bir topluluğu birarada tutmak ve dolayısıyla stabilite sağlamak için en iyi yolun bir düşman bulmak olduğunu, bulunamazsa da bir düşman yaratmak olduğunu savunan, sscb ve usame bin laden gibi mitleri yaratan wolfowitz ve ekibinin mentoru kişi.
  • strauss modernitenin krizi dediği şeyi insanların doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayıramaz duruma gelmelerine bağlar. bir kaç yüzyıl öncesine dek adaletten, toplumun faydasına sayılabilecek şeylerden bahsedilebilirken artık bu yapılmaz duruma gelmiştir. buraya nasıl gelinmiştir peki? strauss'a göre çıbanın başı machiavelli'dir. geleneksel politik felsefeyi ilk reddeden filozoftur machiavelli. (aslında strauss önceleri hobbes'un bunu yaptığını iddia etmiştir ancak zamanla machiavelli'nin bunu hobbes'tan daha önce yaptığına ikna olmuştur.) machiavelli var olanla, pratik gerçeklikle ilgilidir, idealler ve fantaziler ilgisini çekmez, çünkü bunların insanın nasıl olduğundan ziyade nasıl olması gerektiğiyle, yani yanlış bir meseleyle ilgili olduğunu düşünür. platondan başlayarak bütün o idealist filozoflara karşı kendi yeni teorisini savunur.

    eski idealist eğilimin tabiatı algılayıştan kaynaklandığını düşünür. antik geleneğe göre kozmozda var olan her canlının bir amacı vardır ve hepimiz bu amaca doğru koşarız ve isteğimiz mükemmele ulaşabilmektir. insanın da bu tabiat içinde belirli bir yeri vardır ve herkes kendi amacına yönelik olarak yaşamak durumundadır. politika da bu mükemmelliğe ulaşılabilmesi için vardır zaten. (örneğin aristo'ya göre öyle her insan erdem sahibi olamaz, bunu ancak filozoflar başarabilir. diğer insanların da erdemli yaşayabilmeleri için gerekli ortamı -contexti- sağlayabilmektir politikanın amacı)

    ancak bilimdeki yeni buluşlar ve devrimlerle görülmüştür ki kazın ayağı hiç de öyle sanıldığı gibi değildir. tabiatta var olduğu düşünülen hakikatin aslında insanın içinde olduğu inancı yerleşmeye başlamıştır. bilimin bütün amacı da tabiatı ele geçirmek, onu kontrol edebilmek haline gelmiştir. artık öyle mükemmele ulaşmak vs gibi inançlar da kalmadığı için politikacılar da insanlar için en iyisini yapacak rejimlerden filan bahsedemez olmuştur. machiavelli hapishanedeyken yazdığı "prens"te ülkeyi yöneten birinin nasıl olması gerektiğini anlatırken, vatandaşlarının kralı sevmek yerine ondan korkmasının daha düzgün sonuçlar getireceğini düşündüğü için mümkün olduğunca zalim davranılmasını salık vermiştir.

    machiavelli ve hobbes modernitenin ilk dalgasını oluşturur straussa göre. diğer iki dalga da başka bir entry'e kalsın artık.
  • neo-conservatism yani yeni muhafazakarlığın babası yahudi asıllı alman göçmeni amerikalı siyaset felsefecisi. insanı üç tabakada ele almıştır: düşünürler, yöneticiler ve yığınlar.
    düşünürler devletin varlığını koruyacak düşünceleri bulacaktır, yöneticiler ise bunu yığınlara uygulayacaktır.
  • siyaset felsefesinin 20.yüzyıldaki yeniden doğuşunun önemli isimlerinden biridir.

    ben bir strauss uzmanı değilim. strauss'un bir iki makalesi dışında, kitaplarından bazı küçük çaplı kısımlar ve onun üzerine yazılmış bazı yazıları okudum sadece. beni strauss'la ilgilenmeye zorlayan şeyler, i) değerlerden arınmış nötr bir siyaset biliminin siyaseti kavramak ve açıklamada yetersiz olacağına itiraz ederek gözden düşmeye yüz tutmuş siyaset felsefesine hak ettiği değeri verme girişimidir. ii) bu hakettiği değeri verme girişimini modernitenin krizi ile birlikte yorumlaması ve bu yorumlamanın içinde de teolojik-politik probleme yer vermesi olmuştur.

    ancak strauss'un genel çözümlemelerinin daha rahat anlaşılabilmesi için "yahudi sorunu" üzerine gelişen tartışmalara biraz olsun hakim olmak gerekmektedir. fakat burada "yahudi sorunu" üzerine bir özet değerlendirme yapabilmemiz mümkün değil. belki başka bir zaman.

    strauss'tan benim anladığım şudur: batı siyaset felsefesi geleneğinde 17.yüzyıl sonrasında akıl, insana dair tüm sorunları çözebilecek bir pozisyona yerleşti. ancak modernleşme sürecinin geldiği noktaya bakıldığında aklın insanın tüm sorunlarını çözebilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmıştır. öyle ki bunun pratik düzeyde ikinci dünya savaşı vb. gibi sonuçları gözlenebildiği gibi teorik ve entelektüel boyutta da ciddi açmazlarla karşılaşılmıştır. buna modernitenin krizi denebilir.

    strauss'a göre bu siyaset felsefesi geleneğinin aslında iki önemli kaynağı vardır. bu kaynaklardan biri atina diğeri ise kudüs'tür. atina felsefeyi temsil eder; felsefenin iki yönü vardır bunlardan biri "iyi yaşam" üzerine düşünür ve insan yaşamının mükemmelleştirilmesini hedeflerken diğer yönü ise mevcut siyasal sistemin eleştirisidir. iyi yaşam üzerine düşünme, siyasal bütünün sunduğu imkanlar üzerine sonsuz bir kuşku ve sorgulamayı beraberinde getirir. bu nedenle felsefe yıkıcıdır. yasanın (büyük harfle yasanın) sürekli olarak altını oyar.

    peki büyük harfle yasa dediğimiz şey nedir? bu bana göre siyasal ontolojidir bir başka ifadeyle siyasal olanın ontolojisidir. yasa kalabalığı (multitudio) bir bütün haline getirir. yani yasa bir kalabalığı temsil edilebilir bir bütün haline getiren şeyin kendisidir. strauss'a göre bu yasa vahiydir. yahudiler örneğinde vahiy yahudileri siyasal bir bütünlük haline getiren şeydir. bu çerçevede vahiy teolojik olandır, felsefe ile çürütülemez aynı zamanda felsefe ile geliştirilemezdir. başka bir ifadeyle, yahvesiz yahudi toplumu yahudi toplumu değil, bir insan kalabalığıdır. dolayısıyla, vahyin yasa olarak kabulü toplumun varlığını mümkün kılan siyasal ilke haline gelir. çok kabaca ifade etmek gerekirse, bu açıdan bakıldığında siyasal ontoloji, teolojiktir.

    dolayısıyla strauss'ta siyasal varoluş sorunu teolojik sorundan bağımsız ele alınamaz hale gelmektedir.

    bu noktada strauss'un en önemli eserlerinden biri olan spinoza's critique of religiona bakarsak söylemek istediklerimizi daha kolay ifade edebiliriz belki. strauss'un bu eserde üzerinde durduğu temel nokta spinoza'nın dine yönelik eleştirisinin geçersiz olduğudur. çünkü vahiy akıl ile çürütülemez. oysa spinoza'nın tractatus thelogico politicus'ta yaptığı şey tam da budur, ona göre. strauss spinoza'yı dini farklılıkları aşan ve rasyonel amaçlar etrafında toplanan liberal toplumsal düzeni savunan bir düşünür olarak kabul eder. bu noktada spinoza'nın "yahudi sorunu"na dair sunduğu çözüm aslında yahudiliğin asimilasyonudur ve üstelik spinoza bunu mümkün olduğunca kutsal kitap'ı kullanarak yapmaktadır. gerçekten de spinoza'nın ttp'sinde (bu yorum bana ait) "vahiy akılla çelişiyorsa vahiy geçersizdir" iddiası vardır. spinoza'da doğru din akılla çelişmez. akılla çelişen dinsel unsurlar hurafeden başka bir şey değildir. spinoza'nın din eleştirisinin başarısı ise, yahudi ortodoksisinin teolojik doktrinlerini bilgisel daha doğru bir ifadeyle felsefi temelde kanıtladığı iddiasının geçersizliğini net olarak göstermesidir. dolayısıyla, sadece bunlara bakıldığında strauss'un spinoza'ya yönelik eleştirisinin tutarlı olduğu sonucuna varabiliriz.

    çünkü strauss'a göre, spinoza'da doruk noktasına ulaşan modern felsefenin yaptığı şey, kendisini paradoksal bir biçimde reddettiği şeyde, yani inançta temellendirmeye çalışmasıdır. çok kabaca ifade etmek gerekirse, modern felsefe tanrı inancı yerine, akla inancı getirmiştir. böylelikle felsefe teolojikleşmiş, felsefe teoloji haline getirilmiştir. felsefenin teoloji haline gelmesinin pratik ve düşünsel düzeydeki karşılığı ise, strauss'un "modernitenin üç dalgası" dediği, sırasıyla liberalizm, komünizm ve faşizmde somutlaşmıştır.

    strauss üzerine yazmaya çalıştıklarım gösterdi ki, ezoterizm, yahudi sorunu, modernite kritiği ve siyaset felsefesi üzerine daha toparlayıcı bir entari daha girmek gerek. üç yıldır hakkında entari girilmemiş strauss'a hakkını bu şekilde teslim edip, bir sonraki entari için hazırlanalım. devam edecek...
hesabın var mı? giriş yap