• bazı betimlemeleri ve saptamalarıyla okuru darmadağın edebilen; heyecandan titretebilen, hayran bırakıp aptal aptal gülümsetebilen çok fazla başarılı joseph conrad romanı.

    "ezilişini, lanetlenişini, delik deşik edilişini, yere çakılmış zavallı bir böcek gibi kıvranışını görmek için bekledim -ve bunu görmekten yarı yarıya korkuyordum da- eğer ne demek istediğimi anlıyorsanız. bir suç içindeki suçlu olarak değil de, daha ötesi, bir suçlu zayıflığında olduğu anlaşılmış olan bir adamın seyredilişinden daha korkunç hiçbir şey yoktur..."

    ...

    "düşünceleri asın! serseri, soyguncudur onlar, aklınızı arka kapısını vuran, her biri özünüzden biraz alıp götüren, soyluca yaşayıp ve kolayca ölmek istiyorsanız eğer sarılmanız gereken birkaç basit kavrama olan inancınızın bir kırıntısını alıp götüren haydutlardır onlar!"

    ...

    "her birimizin birer koruyucu meleği olduğuna inanmaktan yanayım, tabi sizler de her birimizin buna benzer bir şeytanı olduğunu itirafa yanaşırsanız!"

    ...

    "kim sarhoş? ben? hayır, hayır kaptan! olmaz böyle bir şey. şefin bir serçeyi sarhoş edecek kadar açık yürekliolmadığını bilmelisin artık
    tanrı adına! yaşamımda başım içkiden belaya girmedi daha; beni sarhoş edecek içki daha yapılmadı henüz. senin viskine karşılık yudum yudum içebilirim ben sıvı ateşi ve bir hıyar kadar soğukkanlılığımı koruyabilirim."

    ...

    "ama arasıra önüne geçilemez bir keder dalgası bedeninin her yanını sarıyor, battaniyeler altında soluğunu kesip sancılar içinde kıvrandırıyor ve sonra bu duyguların acısından sorumlu bir varlığın kavranamaz vahşeti ne pahasına olursa olsun umutsuz bir kaçış arzusuyla dolduruyordu onu."

    ...
  • "kalem" edebiyat ve sanat dergisinin su anda piyasada olan 'pismanlik' temali 5. sayisinda, otopsi adli kosede analizi yapilmis cok iyi roman.

    soz konusu yazinin giris kismi:

    "-dünyanın en ‘pişman’ mahluku: jim-

    bazı kitaplar vardır; kendinizi bırakın yazar olmaya, en azından elinizin kalem tuttuğuna inandırmaya başladığınız bir zamanda okursunuz ve yazdığınız ya da yazmaya muktedir hissettiğiniz her şeyi zayıf kılabilecek derecede kesin bir hayranlıkla afallatır sizi. bu özgüvensizliğe yol vermenin yanında bu romanlar, aynı zamanda size “yaşıyor olmak, bunu okuyabilmeme neden olduğu için bile güzel bir şey!” dedirtir. uyku uyutmaz, rahat konuşturmaz; sizi bir kapsülün içine hayranlık dumanıyla tıkar, okuduğunuz sürece sizi kendine tutsak eder. bitmesin diye sayfaları yavaş çevirirsiniz, iki sayfayı tek sayfa sanmış olma kaygısı veya isteğiyle parmaklarınızı birbirine sürtersiniz kağıt üstünden. son sayfalarında, en güzelinden bir kurabiyenin kırıntılarını ağzınıza çalar gibi hüzünlü bir memnuniyet duyarsınız. ya da duyar mısınız bilmiyorum, ben duyarım. az da değillerdir hani, iş farklarına varmakta. joseph conrad’ın ilk olarak ekim 1899 ile kasım 1900 yılları arasında blackwoods magazine’de tefrika halinde yayımlanmış romanı lord jim, benim için işte bu tür bir eserdi.

    lord jim, her şeyden önce, her büyük roman gibi, sapasağlam bir insanlık durumunun romanıdır; insana dair zor bir sorunun peşine takılmış bir eserdir. pişmanlık, korku ve vicdan kavramlarının derinlemesine analizinin yanında nasıl iyileşmek ve ‘doğrusu nasıl yaşamak gerektiği’nin sorgusunu yapar roman..."

    ve sonrasindan bir alinti:

    "böceklerin, özellikle de kelebeklerin kusursuzluğundan, yıldızlarla akrabalıklarından, göz alıcı güzelliklerinden, bir başeser olmalarından söz etmektedir stein.

    “bir böcekbilimcinin böyle konuştuğunu hiç duymamıştım,” dedim neşeyle.
    “başeser! peki insan ne?”
    “insan hayret verici, ama bir başeser değil o,” dedi, gözlerini cam dolabın üstünden ayırmayarak. “sanatçı belki de birazcık deliydi. ha? ne düşünüyorsun? bazen insanın istenmediği, yerinin olmadığı bir yere gelmiş olduğunu sanıyorum; çünkü böyle olmasaydı eğer, her yeri niçin ister olurdu? niçin oraya buraya koşturup kendini büyük bir gürültü kaynağı yapsındı, yıldızlardan konuşarak, bitkilerin yaprağını bozarak?...”

    …“doğrusunu söylersek, stein,” dedim beni şaşırtan bir çabalayışla, “bir örneği anlatmak için geldim sana…”
    “kelebek?” diye sordu, inanmaz ve şakacı bir hevesle.
    “o kadar kusursuz bir şey değil,” diye yanıtladım, her çeşitten kuşkuyla ansızın yüreksizleşmiş hissederek: “bir insan…”

    …kelebeklerin mezarları arasında sinsi sinsi dolaşan hortlak taşkın bir biçimde güldü. “evet! bu felaket şey çok gülünçtür. doğan bir insan denize düşen bir insan gibi bir düşün içine düşer. deneyimsiz insanların yapmaya çabaladıkları gibi eğer havaya doğru tırmanmayı denerse, boğulur… yok edici öğenin içine dalmışken, tek yol vardır: düşü izlemek ve yine düşü izlemek…”"
  • insanlık tarihinin en eski hikayelerinden biri anlatılıyor bu romanda. o kadar eski ki tanrıları bile birbirine düşürdük bu saçmalıklarla. (bu arada, nerede o eski tanrılar!)

    kahramanlıklar yapmak, dünyayı fethetmek, kibrimizi ve egomuzu her yemeği güzelleştiren tatlı bir sos gibi sürekli yanımızda taşımak; sorumluluk, görev bilinci, aidiyet duygusu vs. dediğimiz temel değerleri allayıp pullayıp ışıltılı bir elbise gibi sırtımıza geçirmek bizim doğamızda var. (gerçi sonunda aptal saptal diziler ya da survivor izlerken buluyoruz kendimizi ama "en azından denedik" diyoruz.)

    sandığımız kadar iyi değiliz, eksiksiz değiliz. daha da ileri gideceğim izninizle: bizler eksik yaratıklarız. birbirleriyle kavga edip duran tanrıların yarım yamalak düşleriyiz. gerçek filan değiliz, iyimser tanrıların idealiyiz. (kelebek koleksiyoncusu tüccar da benzer şeyler söylüyor romanda ama sesi pek çıkmıyor maalesef)

    jim'in hayatında iki büyük karar anı var, ikisinde de "aptalca" seçimler yapıyor. onun anlayamadığı şey aslında verdiği kararların hiçbir anlamının olmaması. her iki karar farklı olsaydı da onun hakkındaki fikirlerim değişmeyecekti. insan olmak bu kadar idealize edilmeyi hak eden bir şey(ney?) değil benim için. (biz ailecek marlowcuyuz zaten. marlow amca hikayenin anlatıcısı bu arada.)

    joseph conrad'ı severim ama sık sık fikir ayrılığı yaşıyoruz onunla. (duymasın üstat, üzmeyelim müellifimizi.) onun marlow'la anlaşamadığını hissettim bu romanı okurken. kendisi de denizciymiş biliyorsun komşum. belki anlatıcısına değil de jim'e yakın durmasını böyle açıklayabiliriz.

    ya da cesaret, kahramanlık, sorumluluk vs. gibi şeyleri gerçekten de idealize etmemiz gerekiyordur. (sonrasında ortamlarda "denedik" deriz kim bilecek. bir zamanlar bizim de tutkularımız vardı sonuçta.)

    yazdıklarımı okudum da... can yayınları'na bir özür borcum var galiba. bu yazıyı okuyan hiçkimse bu romanı satın almaz sanırım. ama silmeyeceğim.

    "kaba olma hakkını kendimde görüyor, bununla kendimi ödüllendiriyordum. kötü bir nükte, ama olsun, karalamayacağım. yazarken güzel olacağını sanmıştım, şimdi bakıyorum da çirkin bir böbürlenmeden öteye geçememişim. böyle olduğunu bile bile karalamayacağım işte!" diyor dostoyevski, yeraltından notlar'da.

    ben de sarhoş olma hakkımı kullanayım izninizle.

    ares'e içelim.
  • nadir edebi kaliteye sahip kitaplardan. elbette bir joseph conrad ürünü. çevirmen de türkiye'nin saygın çevirmenlerinden hasan fehmi nemli. durum buysa, gözleri yormak düşer bize.

    hint okyanusunda seyrüsefer haldeki bir geminin kaptan yardımcısı olan jim'in, geminin batmakta olduğunu sanıp, kaptan ve bir iki adamıyla birlikte, uyuyan yolculardan hiçbirini uykudan kaldırıp uyarmadan bir sandala atlayıp kaçmasıyla başlar her şey.
    jim kendisinin neden böyle davrandığını bilemez, anlam veremez bu duruma ve böylesi bir davranışla korkaklığını sergileyip utanca boğulmayı, sürekli iş ve yer değiştirip geçmişinden kaçmaya çalışmakla örtmeye çalışır.

    vicdanını da kendisiyle sürüklediği ve geçmişi her nereye kaçarsa kaçsın kendisini oraya kadar takip ettiği için, soluğu dünyayla irtibatı kopuk bir adada, patusan'da alır. burada yerlilerden başka kimse yoktur ve jim, geçmişindeki kara lekeden kurtulmak, kendisini ispatlamak için uygun ortamı bulur. kişiliği, tıpkı geçmişte olduğu gibi burada tekrar sınanır.

    evet, nefis bir kitap. insan psikolojisine eğilen ve ruhu didik didik eden o büyük kitaplardan. hem bir hesaplaşma kitabı, hem de serüveni eksik olmayan usta işi bir yapıt.
  • joseph conrad'ın geçmişiyle yüzleşme derdinde, yaptığı bir hatanın ardından kendini topluma ispat etme çabasına girmiş bir adamı anlattığı, denizle ilgili pek çok kitabının arasında otobiyografisinden bir şeyler katmadan yazdığı, pek güzel bir romanı.
  • muslumanlari mekke'ye ta$iyan patna isimli gemi batar ve jim dotu kurtarmak ugruna du$unmeden gemiden atlar. ama aslinda gemi batmaz ve jim ba$ina belayi almi$ olur ve yapmi$ oldugu "hata" hayati boyunca yakasina yapi$ir.
  • joseph conrad'ın kelimenin tam anlamıyla betimlemenin altından girip üstünden çıktığı kitabı. anlatımı oldukça yoğun ve karmaşık olmasına rağmen oldukça içine çeken bir modern klasik. kitaptaki bazı aforizmaları ve bazı tanımlamaları ne ingilizcesiyle ne de türkçesiyle anlamak kolay veya ben o kapasitede değilim. velhasıl iyi kitaptır, baba kitaptır, hazmede hazmede okumak lazım.
  • bulunduğu kitaba ismini veren joseph conrad karakteri.

    açıkçası tanıdığım en düzgün karakterlerden birisidir. john wayne sendromu tam karşılığı mıdır bilemiyorum ama ben, kendisinin probleminin büyük sorumluluklarla alakalı olduğundan eminim. yoksa pırlanta gibi çocuk. mesela borç istese düşünmeden, cart diye veririm ama dışarıya eğlenmeye çıksam çağırmayabilirim. eved. ben de böyle bir insanım. *

    öte yandan, can yayınlarına ait baskısının arka kapağında conrad'ın şöyle bir ifadesine yer verilmiş;

    “kitaplarımı okuyanlar bilmelidir ki, dünyanın dağlar, tepeler kadar eski olan basit fikirler, en çok da sadakat fikri temeline oturduğuna inanırım.”

    bu da kıssadan hisse dursun burada.
  • john wayne sendromuna tutulan, kahraman olamayan bir ana karakter.
  • a.g& sons ltd tarafından üretilen kktc cinidir. an itibariyle kktc marketlerinde 6 ytl civarında satılmaktadır. performans/fiyat oranı oldukça yüksektir ama kktc gibi içkinin ucuz olduğu bir yerde ithal içkileri tüketmek daha mantıklı olacaktır.
hesabın var mı? giriş yap