• mesut yeğen, 90'ların ortasında eskişehir'de anadolu sosyoloji'de hocaydı. ve anadolu üniversitesi edebiyat fakültesi 90'lar cehenneminde hele 28 şubat sonrasında gestapo şefleri tarafından yönetilen korkunç bir yerdi. ihsan güneş gibi adamlar vardı ki tanımak istemezsiniz. kampüste anlatılanlara göre, mesut hoca bunlarla bilim yapılamaz diye odtü'ye gitti. resmen adamı kaçırmışlardı yani. kürt sorununa karşı duyarlı ve haklı ilgisi yüzünden aslında ilk akademik sürgününe eskişehir'den çıktı. mesut yeğen'i kaçırma "şerefi"nde ikinciliği odtü kaptı. afferin onlara.
  • işin siyasi, yapısal kısmına -şimdilik- girmiyorum.

    salt teknik profesörlüğe terfisi önündeki en nitelikli itiraz şöyle özetlenebilir:

    ''akademik araştırma tabanını genişletememiş''

    feride acar'ın jüri raporunda da en net vurgu da bu zaaf'a yönelik yapılmış:

    ''...akademik kariyerde, özellikle de profesörlük aşamasına gelindiğinde, adayda bilimsel olgunluk, çeşitlilik, geniş alan hakimiyeti, farklı konularda özgün araştırma deneyimi ve yeni bilgi üretmiş olma gibi nitelikler aranması doğal ve gereklidir. böyle bakıldığında, kanımca, doç. dr yeğen'in eserlerinin çok büyük bir bölümünün doktora tezi kaynaklı olması profesörlük başvurusunun olumsuz değerlendirilmesi için yeterli nedendir.

    ''...bu vesile ile belirtmek istediğim bir husus ise şudur. esasen, dr. yeğen' in 2000 yılında geçtiği doçentlik aşamasında, yayınlarının doktora tezi ile adeta bire bir örtüşmesinin nasıl olup da dikkat çekmediği ve kendisinin doçentlik için gerekli yayın koşullarını sağlamış kabul edildiğini anlamak çok zordur. yıllardır doçentlik ve profesörlük jürilerinde görev almış bir öğretim üyesi olarak bu durumun çok olağan dışı ve dikkat çekici olduğunu ve sonuçları itibariyle de, gelinen noktada, dr. yeğen ' in mesleki ilerlemesinde olumsuz bir faktör oluşturduğunu belirtmek isterim.''

    buna mesut yeğen'in savunusu kısaca şu

    ''...kürt meselesi üzerine yazdıklarım doğru düzgün okunursa, doktoradan doçentliğe kadar yazdıklarımın devletin kürt meselesini 1980’e kadar nasıl algıladığına, doçentlik sonrası yayınlarımın ise bu algının 1980 sonrası biçimlerine ve kürt meselesinin sadece devlet değil milliyetçilikler, sol ve sıradan yurttaşlar tarafından nasıl algılandığına odaklandığı görülür.''

    ''...başvuru dosyamı incelemek üzere kurulan jüri, önceki başvurumda olduğu gibi sosyoloji bölümü başkanlığının görüşü alınmadan oluşturulmuş. rektörlükçe oluşturulan bu yeni jüride ikisi boğaziçi, biri sabancı, biri bahçeşehir üniversitesi, sonuncusu da odtü’de görev yapan beş profesöre görev verilmiş.... bu beş kişilik jüride yer bulan ilk dört üye, profesör olabilmek için gerekli şartları haiz olduğumu bildirmiş, bunlardan biri aynı kadro için başvuruda bulunan diğer adayla benim aramda seçim yapmayı uygun görmemiş, diğer üçü ise seçim durumunda oldukları için diğer adayın ilan edilen profesörlük kadrosuna atanmasını önermiştir. jüride yer bulan beşinci profesör, odtü sosyoloji bölümünden sencer ayata ise profesör olamayacağıma hükmetmiştir.''

    ---

    özetlersek, acar diyor ki: ''sürekli aynı konuyu işlediğin için, profesörlüğü geçtim, aslında doçent bile olamaman lazımdı.'',

    yeğen de diyor ki: ''aynı konu ile zaten doçent olmuşum, üstüne bir de profesör olabileceğime dair 4 kişi onay vermiş. bir kişi onay vermemiş, o da odtü'den, o da zaten şüpheli ekipten''

    ---

    ben burada ciddi bir 'teknik boşluk' umarım size de görünüyordur. eğer mesut yeğen 'doktoradan beri aynı konu'yu türevlendirerek yayın (t)üretiyorsa, ve bu çok bariz bir akademik zaafsa, 5 kişilik jürinin 4'ü nasıl oluyor da bunu göremiyor? eğer böyle bir zaaf yoksa, aynı konu farklı açılardan pekala irdelenebiliyorsa, feride acar nasıl oluyor da bütün argümanını böylesine muğlak bir temele oturtuyor?

    hah, işte buradan yapısal ve siyasi zaten'e gelebiliriz. o da, burada da tartışıldığı üzere şu:

    ''yapısal sorun'' tek taraflı okumayla sınırlanamıyor.

    daha düzleştirirsek, ''herkes kendi tarafından açık arayabiliyor.''

    orada da tarafların kim olduğu daha bir değer kazanıyor. ad hominem göt hominem edebiyatının da bittiği yer bence bu. kemalist bir akademisyenin 'objektif bakış ve gerekçelendirmeleri'ni niye ciddiye alayım? aynı şekilde, kürt bağımsızlık hareketini destekleyen (kürtçü de diyebilirsiniz) bir başkasının neden akademik teamüllere bekçi murteza hassasiyeti göstermesini bekleyeyim? aynı siyasi çerçevede, bir akademistenin kürt, ya da, kürtçü, ya da, özgürlükçü olduğu için ezildiği gibi, kürt/kürtçü/özgürlükçü vs. olduğu için kayırılması, torpil geçimesi de mümkün değil mi?

    'yapısal sorun'dan benim anladığım, en önce, bu belirsizlik.

    cynicism'den anladığım ise bu malum belirsizliği, bilişsel oynaklığı 'taraflar arasında mutlak eşitleyici' olarak belirlemek. o belirsizlik içinde de, tüm somut, nesnel ağırlığı taraflar içinde bir tarafa yaslayıp, tüm taraflara zihinsel olarak eşit mesafe koymalara doyamamak.

    o da pratikte, kah acar'ın saf akademik hassasiyetlerle yazılmış gibi görünen jüri raporundan cırt edip baş gösteren ''kuşkusuz adayın çalıştığı konunun siyasi popülaritesi ve uluslararası gündemdeki yeri, kendisinin doktora araştırmasının sonuçlarını ve ona dayalı görüşlerini böylesine yoğun biçimde tekrar tekrar basma yolunu seçmesinde etkili olmuştur'' tarzı imalarla;

    kah kurtarılmaya çalışılan zevahir'in arasına sandviç edildiği kabbak görünen ''güdümlülük zaten hep var. bir grup malum tvitırcı, blogcu toplanmışsınız, sol'u ve sol'un adamlarını gündeme taşıyorsunuz ama diğerlerini taşımıyorsunuz. dolayısıyla, körlük istenci içindesiniz. zaten yeğen'in retoriğinde arızalar var. keşke o konuya girmeseydi, elini zayıflatmış. tam destek olacakken şüpheyle doluvermeden edemiyor insan haliyle. ama zaten ben gerçek bir akademisyen olarak meselelerin üzerinden uçarak bakıyorum. siyaset-üstü olduğumdan kimin kim olduğunu zerre takip etmiyorum ama siz tvitır ve bloglarda faaliyet gösterip sadece sol'dakilerin ezilmişliğini gündeme taşıdığı için körlük istenci içinde olduğunu bir şekilde hissettiklerim... siz de zaten kim olduğunuzu çok iyi biliyorsunuz. ben her zamanki gibi öyle ortaya konuşurken istemeden kuyruğunuza bastıysam özür dilerim. cidden. gerçekten bilmiyordum. valla. '' tarzı retorisyen sahtecilikte kendini belli ediyor.

    sözüm meclisten içeri.
  • demirtaş'ın alkış polemiğine ilişkin eleştirilerin haklılığı, derinliği vs'nden bağımsız, berbat bir eleştiri kaleme aldı. analitik nitelikler açısından berbat kalabilmenin yöntemi kolay. başı sonu, tanım ve anlam sınırları belli olmayan "asabı bozuk memleket solcusu" ve "bizim tipik sekülerler" gibi soyut ve formel kategorileri bir kere ürettik mi içini dilediğimiz her şey ile doldurabiliyoruz: memleket geleceğine dair özlemleri otoriter bir sol hedeflemekle mahdut, akp eleştirisi ve siyasi ilgisini rte nefretine indirgemiş, öfke, hınç ve nefret dışında bir politik tavırdan yoksun, öyle oldukları için eleştirileri de siyaset dışında kalan (neyin siyasi olup olmadığına laclau'nun öğrencisi olan mesut yeğen karar veriyor) hayvansı tepkiler olagelen belirsiz -ama herkes olan- bir güruh.

    seçimlerin ve seçilenin meşruluğunu formel hukukun belirlediğini kabul ediyorsak (ki edelim) bu kişinin halen daha bir siyasi aktör olarak oyunun içinde kalmasının meşruluğu için de seçimlerin arefesinde gerçekleşen aşağıdaki* faaliyetleri hatırlatmakta fayda var. ki bu bak hiç mühim değil ha, mesele tekil hukuksuzluk "olayları"ndansa rte kişiliğinde tecessüm eden otoriter muhafazakarlığın hukuku "krizsiz" zamanlardaki formel niteliğini de anlamsızlaştıracak aleniyette istisna haline indirgediğini bağıra bağıra ilan etmesi. zaten hoca da umut özkırımlı'nın özensiz yazıldığı belli olan eleştirisine yanıtında meşruiyet sorgusunda cb "konumu" ile "yapıp etmelerini" ayıralım diye öneriyor. halbuki hukuk açısından bu ikisi arasındaki sürekliliği görmek için siyaset bilimci olmak filan gerekmez. konum'un meşruiyetini formel hukuka riayet belirliyorsa aynı hukuk o konum için yapıp etmelerin de meşruiyet sınırını belirler. biri meşru iken diğeri gayrimeşru, ya da tersi, olamaz. mesut yeğen açısından olabiliyor ("meşru bulunan tekil olarak, yalnız başına erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına seçilmesi; erdoğan’ın yapıp ettikleri değil"), çünkü belli ki konumun meşruiyetinden kasıt formel hukukken, eylemlerin meşruiyetinden kasıt eylemlerin "demokratik" niteliği. yani demokratik açıdan meşru değil, "tasvip etmiyoruz", ama hukukun biçimselliği açısından meşru. ikisini de özünde usuli olan meşruiyet kavramının içine yedirebiliyorsak, özkırımlı'nın örneklediği demirtaş alıntısına da ("bu seçimin adına demokratik bir seçim demedik, demeyeceğiz. halk tarafından seçilmesi tek başına demokratik olmasına yetmiyor") şarlamanın manası belli değil.

    soru şu: formel hukuk bir istisna haline indirgenirse ne olur? siyaset, en azından kurumsal anlamıyla, anlamsızlaşır. çünkü hukuk-dışı istisnanın kural olmadığı hiçbir an yoktur. dolayısıyla gayrimeşruiyet, tekil bir "olay" veya olay sonucu üzere yapışan bir leke değil, hukukun istisna halinde askıya alınabilirliğini imleyen bir bitimsiz, muğlak durum haline gelir. 17 aralık, veya roboski, gezi, soma tekil olaylarını ortak kesen bu muğlaklıktır: yasa'nın ne zaman geçer durum, ne zaman istisna olacağına ilişkin belirsizlik, aradalık. bu tür bir aradalık zaten en başta hukuk'un biçimsel, usuli niteliğiyle çelişir, yani formellik bir meşruluk referansı olmaktan çıkar. siyaset'ten anladığımız egemenin meşruiyetinin kaypak sınırlarını kendi belirlediği kurumsal iktidar oyunu, meşruiyet de "seçim" gibi tekil olayların formel hukuk muhasebesine indirgenince benim asabım hakkaten bozuluyor. bozmiyak mı?

    * (bkz: 18 aralık 2013 rüşvet operasyonuna savcı atanması)
    (bkz: 19 aralık 2013 sadullah ergin çolakkadı görüşmesi)
    (bkz: 20 aralık 2013 akp'nin hukuk devletine taarruzu)
    (bkz: 21 aralık 2013 adli kolluk yönetmeliği)
    (bkz: 26 aralık 2013 yolsuzluk dosyasına el konulması)
    (bkz: 26 aralık 2013 muammer akkaş'ın basın açıklaması)
    (bkz: 26 aralık 2013 turan çolakkadı'nın açıklamaları)
    (bkz: 26 aralık 2013 hsyk açıklaması)
    (bkz: 26 aralık 2013 türkiye sivil darbesi)
    (bkz: 27 aralık 2013 adalet bakanlığı açıklaması)
    (bkz: 27 aralık 2013 adli kolluk genelgesinin iptali)
    (bkz: 31 aralık 2013 yargıtay açıklaması)
    (bkz: 7 ocak 2014 hsyk kararları)
    (bkz: 8 ocak 2014 zekeriya öz'ün basın açıklaması)
    (bkz: 9 ocak 2014 istanbul barosu açıklaması)
    (bkz: 10 ocak 2014 hsyk açıklaması)
    (bkz: 16 ocak 2014 savcıların görevden alınması)
    (bkz: 16 ocak 2014 istanbul adliyesinde tayin depremi)
    (bkz: 16 ocak 2014 yargı darbesi)
    (bkz: 14 şubat 2014 süleyman aslan'ın tahliye edilmesi)
    (bkz: adli kolluk yönetmeliği'nde yapılan değişiklik)
    (bkz: yolsuzluk soruşturmasına iki imza zorunluluğu)
    (bkz: 1 savcı yanına 2 savcı verip onay için 2/3 istemek)
    (bkz: hsyk korsan bildiri yayınlamıştır)
    (bkz: savcının emrini yerine getirmeyen polis)
    (bkz: jandarmanın da gözaltı kararını uygulamaması)
    (bkz: muammer akkaş'tan alınan soruşturma dosyası)
    (bkz: yargıtay'ın dosyalarının pensilvanya'ya gitmesi)
    (bkz: yargıtay imamı)
    (bkz: bilal erdoğan'ın yakalama kararının kaldırılması)
    (bkz: hsyk teklifinin adalet komisyonunda kabul edilmesi)
    (bkz: bakanlık müsteşarının başsavcıyı tehdit etmesi)
    (bkz: izmir cumhuriyet başsavcısının görüşme tutanağı)
    (bkz: 97 hakim ve savcının yerinin değiştirilmesi)
    (bkz: bekir bozdağ fezlekesinin tapeleri)
    (bkz: 192 savcıdan 90'ının görev yerinin değişmesi)
    (bkz: celal kara'nın görev yerinin değiştirilmesi)
    (bkz: 18 aralık 2013 emniyet operasyonu)
    (bkz: 18 aralık 2013 emniyetin görevden alınması)
    (bkz: 19 aralık 2013 hüseyin çapkın'ın görevden alınması)
    (bkz: 20 aralık 2013 emniyet teşkilatının değişimi)
    (bkz: 25 aralık 2013 istanbul emniyetine operasyon)
    (bkz: 27 aralık 2013 taksim'e polis müdahalesi)
    (bkz: 7 ocak 2014 ankara emniyet müdürlüğü operasyonu)
    (bkz: 8 ocak 2014 16 ilin emniyet müdürünün değişmesi)
    (bkz: emniyet müdürleri operasyonu)
    (bkz: ankara'da 18 emniyet müdürünün görevden alınması)
    (bkz: 5 emniyet müdürünün görevden alınması)
    (bkz: 5 müdür görevi kötüye kullanmaktan alındı)
    (bkz: 6 emniyet müdürünün görevden alınması)
    (bkz: emniyet genel müdürlüğü'nde atama fırtınası)
    (bkz: yeni emniyet müdürünün özel uçakla getirilmesi)
    (bkz: bakan oğlunu gözaltına almaya gelen polis ekibi)
    (bkz: görevinden alınan 135 polis memuru)
    (bkz: emniyet müdürlüğüne giremeyen 450 polis)
    (bkz: kendini kaptırıp önüne gelene sıkan polis)
    (bkz: yeni atanan emniyet müdürlerinin görevden alınması)
    (bkz: bir gecede 600 polisin yerinin değiştirilmesi)
    (bkz: savcının emrini yerine getirmeyen polis)
    (bkz: yeni atanan polislerin ses kayıtlarını yok sayması)
  • mesut hoca zamanında profesörlük başvurusuna verilen red gerekçesi belgesi üzerinden ve diğer usulsüzlükleri sıra dışı uygulamaları yani zaten somut inkar edilemez şeyleri yazabilmiş: link
    herkesin bildiği ama bunun gibi belgelendirilemez türlü katakullileri yazamamış, belki bazılarını duymamıştır bile. her neyse odtü sosyoloji bence, bahattin hocanın emekliliği ünal hoca'nın gidişine ve birkaç kişilik ek kayıpla berbaber epey güç kaybetmişti, kaybetmiştir, bu olaydaki tavırsızlıkları da geri kalanların mevcudiyetlerinin sebebi olan liyakat kriterlerini şüpheye düşürmüştür.

    odtü; hocaların önemli çoğunluğu yurt dışı (amerika avrupa) görmüş, doktoralarını orada tamamlamış oldukları için, ülkemizdeki standart adam kayırma, ayak kaydırma oyunlarına meyletmeyen, zaten kişisel nitelikleri ile var olabilen insanlar diye bilindiği için bu tip işlerin en az yaşandığı kurumlardan diye bilinir, bilinirdi. yine de bir gazi vs., taşra üniversiteleri ile karşılaştırılamaz, ancak mesut hoca örneğinde başvurusunu reddettirebilmek için kürt sorunu çalışan birinin komisyonuna alakasız ülkücü profesör ayarlamak gibi katakullilerle beraber itibarından çok şey kaybetmiştir. konu milliyetçilik olunca laik atatürkçü ural akbulut ve ayata'lar döneminde bunlar yapıldı. kısmet diyelim.
  • öğlenlerden bir öğlen, mesut hoca gri kazağı ve elinde, beline yaslı taşıdığı kitaplarla, beşeri'den mimarlığa yürümektedir. o esnada, mimarlık havuzunun kenarına kondurulmuş, kartondan filan yapılmış garip cismin etrafına toplanmış, cismin ne olduğundan çok, niye orda olduğunu merak etmekte olan bir grup sosyoloji öğrencisine rastlar. hızını yavaşlatmadan, "neymiş o?" diye sorar (kaş gözle sormuş da olabilir). öğrencilerden acar bir tanesi, "hocam işte mimarlıktakiler yapmış gene postmodern bi şey," der ve hocadan şöyle bir cevap alır: "siz her anlamadığınız şeye postmodern mi diyorsunuz?"
    bu da böyle bir ayarımızdır; huzurlarında kendisine de*, sözkonusu gruba da selam ederim.
  • ya hu gecen gün yepisyeni,vintage, akapak shabby chic türkiye'nin yetenekli ms/mr törkis aydinlarina dair nuray mert karikatürü cercevesinde bir güzelleme yazmaya basladim, baktim ben yazmadan halkimiz el atmis, milliyetcisinden, solcusuna kim var kim yok altina döktürmüs, iyi bari ben eksik kalayim dedim. ki misal melyched gayet güzel yazmisti, ben yazsam o kadar derin olmazdi. (bkz: #45431294) sonra bu gün, mazlum yüzü gözümün önüne geldigi halde zafer acikgözoglu'nun adini unuttugumu farkettigim bir an, karsima hocanin yazisi cikti. buraya geldim, baktim ki... neyse iste...

    simdi vay efendim sadece bir yaziya, öncesi olan bir yaziya, üstelik rezil bir yaziya bakarak bir akademisyenin üzerinden tüm bu güruhla hesaplasilir mi, ayiptir diyenler cikacaktir. ciksin. ne ayibi be, allah adama aydinin da hayirlisini nasip etsin, elaleminki ücüncü dünya savasinin baslayip baslamadigindan, industrie 4.0'a, yeni kavimler göcüne toplumun önüne, sorular ve cözümlemeler koymak icin yirtinirken, bizimkiler memleket tüm dikis yerlerinden patir patir patlarken, kendi ego patlamasini polemik diye okutur. mesut bey, bu yeni kreasyonuyla bir akademisyen nasil tartismaz konulu basarili bir kompozisyon sunuyor ve gözümüzü bu barbarca fiille kamastiriyor. bunu okuyan anna wintour kör oldu o derece. yazi su:

    http://www.diken.com.tr/…-alkisi-ozkirimliya-yanit/

    siiimdi, olmaz da olur da buraya göz atarsa, bay mesut yegen olayi kisisel almasin, allah belami versin ona bir garazim yok, tanimam etmem, sorun böyle olabilecek en karikatür haliyle temsil ettigi kafa yapisinda ve onun karakteristiklerinde. neymis bunlar, su fakirin feraseti erdigince yakindan bakalim:

    karakteristik 1: "eger, yeterince konuya hakim degilsen, ya da "haksizligini" icten ice hissediyorsan, cigirtkanlik yapin, azarlayin, asagilayin, kafa bulun. bunu da iyisi mi ici doldurulamayacak genellemelerle yapin ki, muarriziniz dahi yahu sen bana bunu nasil dersin diyemesin, hayir ya ben o degilim diyerek sizden irak olsun, basiniz rahat olsun. egonuz tayland masajindan cikmis gibi hafiflesin, ucsun. fikri yok, güce tapar izleyici de nasi koydu ama diye mest olsun.

    hocamiz, olaya hasin bir giris yapiyor, rakibi agir ve alti doldurulmayan-ki teorik olarak zaten mümkün degildir bu- genellemelerle bastan ekarte etmeye odaklaniyor. for example veriyorum: "asabı bozulan solcuların yaptığı eleştiriler", "özkırımlı, kof bulduğum her üç eleştirinin de yerinde olduğunu savunmuş. savunmuş ama pek çok şeyi birbirine karıştırarak, bazı şeyleri hiç anlamayarak ve sonuçta eleştirilerin kofluğunu teyit ederek.", "..siviller tarafından paylaşılmadığını düşünmek için galiba saf olmak lazım.", "..eleştirini ise pek sevimli buldum." "dolayısıyla bu eleştiriye dair özkırımlı’ya ancak şunu diyebilirim: olmamış!", "solun epey bir kısmını meşgul eden erdoğan’ı indirelim motifinin, erdoğan hıncının ve dindarlıkla mesafenin, kürt hareketi kadrolarının önemli, tabanının ise büyük kısmında karşılığı yok."

    atarli, ayarli,sikmeli, sokmali dilin politik bir dil olarak kabul gördügü bu kültür ikliminde hoca bu trendi kapmis, allah ne veririrse dayamis. böyle bir dilin kullanilmasinin gerekli oldugu hatta tarihte böyle cuk diye oturdugu tartismalar yok mudur? vardir. lakin buradaki kullanim enflasyonu, derdin bu olmadigini adamin gözüne dürtü dürtüveriyor.

    bahsedilen "asabi bozulan solcular" kimlerdir? ideolojik ortakliklari, hedefleri nelerdir, bilmiyoruz. hocanin hedefi bu muglaklik üzerinden kendine ters herkesi vurmak oldugundan, arada kafamiza tas gelmesini engelleyebilmek icin, hocanin duyabilecegi sekilde" vay edepsizler" deyip geciyoruz. cikintilik etmeyelim arkadas, adam sana laclau'nun ögrencisi olarak bu lafi ederse internasyonal ortamlarda bile adin cikar maazallah!

    karakteristik 2-zorlandiginiz ya da yanit verirseniz tüm tezlerinizin boslugunun altini cizecegi sorulari, gargaraya getirin. misal:

    "peki ama kürt hareketine şu ana kadar yapmış olduğundan başka ne yapmasını öneriyorsunuz? chp’lilerin, yasal partilerin yaptığı ne var ki yasal bir partinin ve barış görüşmeleri yürüten silahlı bir örgütün takipçilerinden yapılmasını bekliyorsunuz? bu soruya doğru dürüst bir cevap verene şimdiye kadar rastlamadım."

    "özkırımlı’nın ‘demirtaş o gün meclise gitse, tüzük gereği ayağa kalksa ama alkışlamasa çözüm süreci sekteye mi uğrayacaktı’ eleştirisinin bir manası yok, çünkü bunu diyen yok. şeyleri, mevzuları birbirine karıştırmadan, konuşmak, tartışmak bu kadar zor olmasa gerek."

    ben demedim, sana söylemen icin izin vermedim, o zaman manasiz. sen nasil kendi basina fikir ifade ediyorsun, ben sana orada kal portakal demedim mi, eyyy özkirimli? rahmetli kelam sunal'in zübük'teki kürsü performansina bir gönderme, bir saygi durusu var burada, jijekci arkadaslar bir el atsin.

    karakteristik 3- okuyucuya/izleyiciye/ögrenciye sizin konuya iliskin fikirlerinizi bilmemesi gibi bir sansi olmadigini, dünyanin merkezi oldugunuzu kafasina vura vura, evire cevire ögretin.

    "kendi adıma sürecin işleyiş biçimine, kürt hareketinin programatik önerilerine ve ‘önderlik müessesi’ne dair demek istediklerimi hem söyledim hem yazdım. herkese tavsiye ederim."

    "çözüm sürecinin niye başlamış olduğuna dair yanılmıyorsam 2008’den beri yazıyorum ve aktörler analizi kadar durum analizi de yapmaya çalışıyorum. erdoğan’ın, ak parti’nin çözüm işlerine niye razı olduğu, pkk’nin, kürt hareketinin bu işlere katkısının ne olduğu hakkında çok yazdım. dolayısıyla bu eleştiriye dair özkırımlı’ya ancak şunu diyebilirim: olmamış!"

    karakteristik 4- götünüzden element uydurun:

    "özkırımlı’ya diyeceğim şu: ironi peşine düşmeden önce benim yazdıklarımla demirtaş’ın söylediklerini dikkatle okusaydın keşke. demirtaş seçimlerin demokratikliğinden bense meşruiyetinden bahsediyorum. demokratik olmayan her seçimi gayrimeşru sayacak olsaydık dünyada meşru hükümet ve devlet başkanı kalmazdı maazallah."

    so what? bir kere o secimlere sadece "demokratik degil" demek dahi durumun agirligi karsiliginda ciddiyetsizlik olarak tanimlanmasi gerekirken, eee böyle seyler oluyor o zaman digerleri de mesru degil diyemeyiz ne demek? dedim iste, eger bir yerlerde katakulli varsa, sonucu ne diye kabul ediyorum? kimsiniz olum siz? sizin keyfiniz icin millet artik yanlisa yanlis da demesin, memlekette feodal yetmedi, simdi de akademik derebeyleriyle yüz göz oluyoruz. mesruiyetin anlamindan bi haber olmak yetmezmis gibi, bu ne lan?
    haaa onu diyorum, nasilsa koyun koyun izleyen, olmadi dersten gecmek icin bas sallayanlari bulmussunuz, götünüzden element uydurun! akademisyen dürüstlügü filan lüks yeni türkiye'ye nasilsa.

    "solun epey bir kısmını meşgul eden erdoğan’ı indirelim motifinin, erdoğan hıncının ve dindarlıkla mesafenin, kürt hareketi kadrolarının önemli, tabanının ise büyük kısmında karşılığı yok."

    hocanin tanidigi solun epey bir kismi erdogan'a hincliymis, dindarlikla mesafeliymis. valla benim tandigim solun tamaminin adi ne olursa olsun diktatörlerle, fasistlerle, hirsizlarla, katliamcilarla, teröristlerle sorunu var. benim tanidigim solun tamaminin dindarlarla bir sorunu yok, dini kullanan diktatörlerle, fasistlerle, hirsizlarla, katliamcilarla, teröristlerle sorunu var. kafana göre sol tanimla, dindar tanimla oradan milete nispetli yaz hiti oku, zabbahlara kadar auditoriumlarda cilginca dans edilsin. havan kime kuzicigim? buradan ne anliyoruz: hoca isi "erdogan" ve "dindarlara" indirgeyerek, kürt hareketinin kadro ve tabaninin diktatörlere, fasistlere, hirsizlara, katliamcilara, teröristlere herhangi bir karsitlik duymadigini iddia edecek kadar "kürt ve kürt hareketi" düsmanligi yapiyor. buyur buradan yak canim.
    kürt milliyetci hareketinin sola bakisindaki carpiklikligin marifetleri bunlar. elinde devrimci kani olan adamlarin ve maddi/ manevi cephe gerilerinin solu nasil tanimladigi cok ilginc degil, haklisiniz da ah iste pragmatizm: isine gelince aydinlikcilara, türk solu fasistlerine solcu de, isine gelince berkin'li, sivas anmali secimlik solcu ol.

    karakteristik 5-uzmanlasacaginiz saglam bir konu bulun ve o konunun fikir önderleri/vitrini tezleriniz dogrultusunda hareket ettigi sürece onlara gelen en ufak elestirinin dahi aslinda size oldugu bilinciyle cenk meydanina cikin.

    (simdi hocanin kürt kimliginden, bu kimligiyle yaptigi akademik kariyerin yine bu sebeple sekteye ugratilmasindan/duyarli cevrelerin destegini almasindan bagimsiz duygusallasmayan bir tartisma zor burada. ne bileyim, nuray mert yerine mesut yegen'i böyle bir analizin odagina oturtmak netameli bir is. oysa ki, nuray mert'in aptalmisiz ama icimiz temiz, sizden ahlaki olarak üstünüz anafikirli yazisinda da vardi ayni karakteristikler, haa ona görmeyi reddettigi beyaz sünniliginden kurgulayacaktim burada yazdiklarimi, hocayi temel alinca odaklanilan kürt/türk sorunu oldu. o yüzden döne döne bak vallahi derdim kisisel degil diyorum, yuh bana. ki olsa ne olur? aha ben de buraya alevi kimligimle yaziyorum, simdi yazdiklarim sirf bu yüzden sempati ya da reddiye önkabuluyle okunuyorsa, o, o alginin sahibinin sorunudur, yazdiklarimin mahiyetini degistirmez. ha diyeceksiniz ki, ya hu millet yazmis sayfa sayfa gözbebegimiz metu filan national geographic tadinda bir ortamlar, sen neden bahsediyorsun? bir de biz birbirimizi yeriz, yutariz ama disardan kimseye laf ettirmeyizci cemaat var, onun da farkindayim. iyi de beni su karanligin ortasinda emegin cekip cevirdigi bir dünyanin umudu aydinlatiyorsa, bir ihtimal birilerinin yazdiklarimi aha kürtler dedi ovv kemalist, yok bilmem ne diye okumayacagina niye inanmayayim?)

    bir düsünceyle/fenomenle cok fazla özdeslesmenin insani sinirladigi muhakkak. hocanin sikintisi da burada. üstelik iki boyutlu bir sikinti: bir meshur laclau meselesi var, bir de kürt siyasi hareketi.

    "özkırımlı haklı. hakikaten anlamamış. ‘an’lık jest derken, söylediğim ‘demirtaş’ın alkışı bilmem kaç saniye süren kısa bir alkıştı, dertlenmeyin’ gibi şey değildi tabii ki. şunu demiştim: demirtaş’ın alkışı erdoğan’ın taç giyme anına ve vakasına dair bir jestti, genel bir onaylama jesti değil. yine anlaşılmaz diye başka bir biçimde bir daha ifade edeyim: demirtaş’ın alkışı erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına seçilmiş olması tekil olayını meşru bulan bir jestti, erdoğan’ın yapıp ettiklerini onaylayan genel bir jest değil."

    adini ne koyarsaniz koyun, buna sivil toplumculuktan da don dikseniz, mustafa sandal'dan jest oldu'yu dj topesto'ya da featuring ettirseniz, tiranin önünde ayaga kalkmanin, alkislamanin, vicdani oldugu icin otoriteye baskaldiranlari ikna edebilecek bir aciklamasini bulamayacaksiniz. biri bi zahmet hocaya mesrunun anlamini anlatsin, ikide bir yanlis kullaniyor.

    iyi de hoca bu utanc anina niye böyle ipe sapa gelmez kiliflar yaratiyor? an itibariyla akibeti mechul cözüm süreci denilen tiyatronun ciddiye alinabilmesi icin gramsci, derrida, lacan, laclau, mouffe, foucault, deleuze, zizek, butler vb. postmarxist, poststructralist, post-fenomenolojist, postmodernist ve dahi postoglupostist kim var kim yok tezlerini corba etmenin geregi bu da, o yüzden. kim bu arkadaslar, mani vardi böyle

    "kampüsleri fethettim
    siniflari pert ettim
    senin gibi marxizmi
    ben altima post ettim."

    yoksa ne gezi'de kürt milliyetci hareketinin konumlanisini, ne secim dönemi kesfedilen solculugu, ne akp'nin selametini kürt halkinin kaderiyle iliskilendiren yaklasimi, ne cabuk cilasi dökülen lgbti "acilimlarini", ne her derde deva bölgesel özerkligi aciklayabilirler. aydin sifatiyla, omurgasizliga, isbirligine teorik arkaplan yaratacagim diye ikinirsan, tabanin da sorgulanmama talep eder, tanrisallik bahseder, tabular yaratir, nihayetinde en politize partinin tabani, en apolitik partinin tabaniyla hülogg'da politik birlige varir. al misal:

    http://blog.radikal.com.tr/…ane-yermek-sahane-70839

    "wollt ihr die totaaaale verblödung?"

    ya ben bir de bir sey diyeyim mi, daha önce diyen oldu mu bilmem, bence bu ileri demokrasi muhabbeti, radikal demokrasinin ya milk port cevirisine ugramis hali, ya da kürtlerle ayni seyi söylemiyoruz ama cok da farkli bir sey söylemiyoruz tarzi bir algi yönetimi.

    hoca ve laclau demistik degil mi? sanki bir yerlerde laclau'yu az kullanmisim gibi, huzursuzum. laclau! laclau! laclau! allah kabul etsin.

    karakteristik 6: sekil yapin, sekil.

    simdi yazida yok, kabul. lakin bu yaziyi yazmadan, ya hu beser sasar, bu kiymetli hocamiz da neticede insandir, kimbilir hangi kafayla yazdi o yazdigini, belki sen hangi kafayla okuyorsun dedim ve kolektif üretime imanimdan sözlük'teki basligini okudum. ilac niyetine "ben su konuda arastirma yapiyordum ama hocanin su yazisini okudum/ hocanin tavsiyesiyle falan konuya basladim, iyi ki de yapmisim sunlari ögrendim" filan tarzinda bir kelama rastlamadim ama bol bol yok giydiginden, yok kapisina astigi yazilardan, yok hocasi laclau gibi ispanyol aksanli ingilizcesinden, yok seksi hallerinden söz eden entryler girla. simdi bu hocanin sucu mu? degil. belki de sözünü ettigim anlamda akademik etkilenenler gelip buraya yazmamis. hayir biz, teorisi ve pratigi örtüsmeyen ve pratigi sadece siyah ve beyazmis gibi yargilayan, üstüne özelestiri de vermeyen adorno'ya striptiz yapan gencligi birakalim, kirk yil sonra memleket gencligi kalksin hocaya memesini, olmadi büllügünü sallasin da demiyoruz ama biraz da bilincli olun genclik, kizli erkekli koskoca hocadan ala ala osbirlik malzeme mi aldiniz? askolsun. hocam üzülmeyin, bir gün muhakkak sizden akademik faydalanmak isteyen ögrenciler cikacaktir.

    ya bu böyle gider. kaynak bu olduktan sonra cok karakteristik bulunur arayana, memlekette haddini bilmeyen cok, aferdersin. torba da degil büzemiyorsun. belki, bu akademisyen güzellemesinin bir alt sinifi kürt konusunda uzman akademisyen, gazeteci üzerine yapilmali da, ben bayagi uzattim lafi. hayir gönül ister ki, alevilik konusunda da cok yazan, üreten olsun onlara da bakalim, encamini görelim.
    bilimsel yöntem yerine önümüze isik tutan kendi egomuz olursa, yasananlari zorla kafamizdaki kaliplara uydurmaya ter dökerken, duvara toslayip gercegin kafa göz yarabilecegini görmemiz de uzun sürmez. hani kürt milliyetci hareketi sürekli eteklerine yapisan solcu eskilerinden sikayetci ya, onlarin icinde az biraz solculuk bulasmis birileri olsaydi, rojava'dir, kanton'dur derken birileri yüregimizi yakan fatsa deneyimini ve daha o zaman soldan gelen hakli elestirileri anlatirdi, birileri emperyalistlerin himmetiyle o cografyadaki tüm halklarin ortak mali olan petrol kaynaklarinin üstüne yatmanin kör ve aptalca milliyetcilik oldugunu, sonunun felaket oldugunu anlatirdi, birileri dün kaz gelecek diye ayakta alkisladigin, yol arkadaslarinin dahi gözünün yasina bakmamis tiranin lüks kokteyllerinde giydigin elbise kuru temizlemeden dönmeden, kendini toz toprak icinde halkin icin tas atarken, kamyon direksiyonuna gecip kusatmayi yarmaya cabalarken bulabilecegini söylerdi. paris'te, roboski'de, rojava'da, irak'ta kürtleri coluk cocuk dograyanlar, kursunlayanlar, kadinlarini pazarda satanlar, senin daha dün amed meydaninda megri megri showu yaptigin adamin beslemeleriyse ve sen hala cehape'ye filan vurarak, istanbul'da isid'in degil, devrimcilerin, alevilerin yogun yasadigi semtlere yönelik eylemlere girerek, oralara diktatörün polisinin yerlesmesine, o semtlerin dagitilmasina zemin hazirlayip gününü kurtarmanin hesabi yapiyorsan, gün gelir devran döner sana da niyesini sorar o halk derlerdi. bu isin sirca kampüslerden teori dizmekle, iki kelimenin arasina bir yabanci isim karistirmakla alakasi olmadigini, aydinligin, olani biteni anlamanin, senin aldigin egitimi alma sansi olmamis yoksullara, halklara yol gösterici olmanin agir sorumlulugunu anlatirdi sana. selcuklu' dan bu yana ceberrutlugu miskal hafiflesmemis "devlet"i, kemalistlere, ittihatcilara ihale edip gerisini görmeyi reddersen...amaaan neyse, bunlar derin konular, dagittik toparlayamiyoruz. sürec hewal, hell yeah!

    haziran'in kiymetli cocuklarinin kani, hesaplasilmasi coooook gecikilmis pek bi sol, pek bi demokrat, pek bi liberal laf cambazlarini önüne katti, süpürdü atti, adlarini anilmaz etti, havayi degistirdi, o kokusmusluk kokusu olmadan nefes alir hale getirdi bizleri, haklari ödenmez. önümüzdeki dalga bizi sahile ulastirir mi, yoksa bogup atar mi bilmem, bildigim ne olursa olsun, orada bu tarz akademisyen modellerine yer olmayacagi.

    not niyetine milyoruncu kere valla billa hocaya bir garezim yok, o yazi o kadar fecaat olmasaydi, üstelik kendime de bu kadar kizginken * bu yaziyi üzerine kurgulamak aklima gelmezdi, agir tahrik var hakim bey.
    "bir tende can bulduk, bir bilinçle özgür olduk
    kişi kötü demeyelim, işi kötü diyelim"

    eyvallah.
  • uzuuuuuun bir süre sabrettikten sonra whistleblower olmasına verilen onyüzbinbaloncuklu tepkiyi nereden tutmaya çalışsam elimde kalıyor. o kadar laf kalabalığından sonra ‘’muhatap ve muarız’’ tanımamak da nasıl bir pompalanmış özgüven örneğidir bilemedim. müthiş (!) eleştiriden evvel yeğen’in ilgili yazısının üzerine sözlükte destekleyici rakamla 8 yazıyla sekiz entry girilmiş. orijinal yazı ve 8 entry ile ilgili –word count yapmaya üşendim- sekizyüzbin laf edilmiş ve bunların hepsi de ısrarla iddia edilen bir ‘’güdüklük’’ gösterilebilsin diye yapılmış. ortada gayet açık ve net bir haksızlık varken yeğen’in bunu ifşa eden metninin içeriğinde ve üslubunda ve aynı şekilde onu destekleyen yazılarda güdüklük arama çabasının altında yatan niyet nedir ve hangi zihniyetin ürünüdür diye sormuyorum. merak ettiğim şey ‘’ gemisini yürüten kaptan’’ın latince karşılığı.
  • turkiye'nin magdur ettigi binlerce aydindan yalnizca biri. odtu'deyken bir sureligine birlikte calistigim, doktorasini ofleye pufleye bitiren ve hep cok calismaktan dert yanan arkadasim doktorasini bitirdikten sonra (evet kendisi universitede arastirma yapacak) babasinin baglantilari ve baskisi sayesinde ankara'nin baska buyuk bir universitesinde kendi anabilim dalinda bir kadroya yerlestirildi. ailemde bircok insanin ve babamin universite camiasinda uzun yillar gorev yapmis olmasi nedeniyle turkiye'de universite kadrolarinda ne dolaplar dondugunu cok iyi bilirim. yok'un koydugu atamalara ait kurallar universiteler tarafindan islerine geldigi gibi kullanilir. politik baglantilariniz yoksa degil profesor kadrosunu, hakettiginiz yard. doc. kadrosunu bile senelerce bekleseniz alamazsiniz.
  • zeki, okumuş ve okuduğunu anlamış olmasının ötesinde akl-ı selim sahibi insandır. dün odtü'de yapılan (bir öğrenci topluluğunun düzenlediği) son diyarbakır olayları konulu forumda fevri, fevri olmanın ötesinde fanatik diyebileceğim, pkk sempatizanı olduğunu sandığım üniversitelilere akıl ve sağduyu gereği birliği, beraberce yaşamaya çalışmanın tek çıkar yol olduğunu, yaygın, toplumsallaşmış ve karşılıklı şiddet başladıktan sonra kimin ilk sebep, kimin masum kimin başlatan olduğunun öneminin kalmayacağını anlatmaya çalışmış türkiye'nin ve türkiye kürtlerinin ihtiyaç duyduğu kişiliktir.
  • yıllaaar, yıllaaar boyu hep aynı renk gomlegi, tisortu ve pantolonu giymistir. yesil, haki ve acık kahverengi tonları vazgecilmezleridir.

    aslinda kilik kiyafetle ugrasmaya hali zamani yokmus gibi gorunse de, derste dusuncelere dalarken bende yarattigi imaj aynı kiyafetten onlarcasina sahip olan; her sabah dolabi acip 20 ayni yesil gomlekten birini secen yarı metroseksuel imajidir.
hesabın var mı? giriş yap