• - saatin alarmi uyumak zorunda olduğunuz zamani anlatiyorsa
    - derslerde, özellikle de mimarlik tarihi ile ilgili olanlarinda, horlamak sizi rahatsiz etmemeye başliyorsa
    - insanlar kafein kokmanizdan rahatsiz oluyorsa
    - bir mekani insaa edebilecegini düsünüyorsaniz
    - bir haftasonu 20 saat araliksiz uyuyabiliyorsaniz
    - genelde hareketsiz nesneler ile kavga ediyorsaniz
    - tuvalette uyuyakaldiysaniz
    - kardesiniz tek çocuk olduguna inanmaya baslamissa
    - 48 saatten kisa bir sürede tüm cd'lerinizi dinlediyseniz
    - 48 saatten fazla bir süre ayni cd'yi dinlediyseniz
    - toplum içerisinde gözükmüyorsanız
    - ev anahtarlarinizi kaybediyor ve bunu bir hafta sonra fark ediyorsanız
    - dislerinizi okulda firçaladiysaniz
    - koca bir rulo filmi koridoru çekerek harcadıysanız
    - kahve ve yemek makinalarinin ne zaman yeniden doldurulacagini biliyorsanız
    - her zaman yanınızda deodorant tasiyorsaniz
    - maket yaparken geridönüşüm konusunda canavarlaşıyorsanız
    - kendinizle iletişim kurmaya çalıştığınızda tek duyduğunuz monoton ve sürekli bir sesse
    - saat 3:00'e kadar alkol almadan mükemmel kareografi ile dans edebiliyorsanız
    - bir öğünde kahvaltı, öğle yemeği ve de akşam yemeğini karıştırabiliyorsanız (ehe.. gerçek füzyon mutfağı)
    - tatiller sizin için iyi uyuma vakitleri ise
    - sevgilinizi buluşmaya şantiyeye götürüyorsanız
    - okumadığınız 100 $ kitaplar alıyorsanız
    - birileri size tatil fotoğraflarını gösterdiklerinde "insan ölçütü"nü soruyorsanız
    - autocad, 3d studio max ve photoshopu biliyor ve de ayrıca websayfası yapabiliyorsanız ama excel'in nasıl kullanılacağına dair fikriniz yoksa
    - ölü ya da diri büyük mimarlara, sanki ezelden beri onları tanıyormuşsunuz gibi lakaplarıyla hitap ediyorsanız
    - diğer insanlarla herhangi bir ilişki kurmadan, doğal ışık olmadan, yemek olmadan yaşayabiliyorsanız, ama plotter çalışmadığında bu sonsa
    - dışarıdan çöp toplar gibi maket malzemesi topluyorsanız
    - otobüse bindiğinizde bir türlü sığamadığınız için yanınıza kimse oturmuyorsa
    - dönem başlarında bakımlı, ortasında normal sonunda ise tamamen bir çöplük gibi gözüküyorsanız
    - sürekli mide ağrısı çekmeye başladıysanız
    - scrolling yapmaktan parmaklarınız sürekli seğirmeye başladıysa
    - gerçek yaşamda 3d orbit, undo komutu*, zoom all özelliklerini arıyorsanız ve bulamayınca şaşkınlığa düşüyorsanız
    - evlerin ve çevrenin konturlarini teknik çizim halinde görüyorsanız
    - gece rüyanızda -uyuduğunuz kısa süreler içerisinde görebilirseniz tabi- proje çözüyorsanız
    - hasta olduğunuzda konsept, biçem, hacim diye sayıklıyorsanız
    - evinizin en kalabalık üyeleri kırtasiye malzemeleri ve de küflenmiş yemeklerin üzerindeki yaşam formları ise
    - fotoğraf makinenize isim taktıysanız, ve her güzel iç mekan çekiminde "aferin oğluma" diyorsanız
    - en son sosyal aktiviteniz altı ay önceye tekabül ediyorsa
    - ozalitçide ve kırtasiyede sizi kırmızı halıyla karşılıyorlarsa
    - okunacak kitaplarınız başınızda dağ sıraları şeklinde biriktiyse
    - antik yunan ve romalılardan artık gina geldiyse ve hepsinin üzerlerindeki drapeli elbiselerini alıp müsait.... neyse.....
    - yine aynı bağlamda mimarlık tarihi derslerine rahat çalışabilmek için bir zaman makinesı yapıp bilinen tarihi daha kolay anlaşılabilir bir şekle sokmak amacı gütmeye başladıysanız.. hatta piramitlerin sizin düşündüğünüz fikri uygulayan birileri tarafından yapıldığına inanıyorsanız
    - zaman algılamanızda kaymalar başladıysa

    siz mimarlık öğrencisisiniz
  • uzun zamandır hakkında konuşmayı dilediğim ve sonunda düşünceleriyle boğulup artık çareyi yazmakta bulduğum öğrencidir.

    bundan 10 yıl önce (ne de çok olmuş) küçük hayallerle başlar her şey. biraz bulanık, biraz kendinden emin olmayan hayallerdir bunlar. bir mimarlık sözü edilir. tasarlamak, yeni bir şey üretmek ne de heyecan veriyordur. mimar sinan dışında kimse tanınmıyordur; ama olsun, bir bina yaratma isteği insanı insandan alıyordur. ara ara odtü mimarlık fakültesi kolaçan edilir, gizli gizli süzülür, oradaki insanlara hayranlıkla bakılır. hatta bir gün oradaki hocaların hepsine anlamsız bir e-posta bile gönderilir. yine de cevap veren birkaçı olmuştur, sağolsunlar. sonra da birkaç jüri izlenir. hiç unutmam, 2. sınıf 2.gün jürisi. her şeye rağmen öss'ye girilen ilk yıl en çok istenilen (odtü mimarlık) olmaz. aile de şehir dışındaki okulların yazılmasına razı gelmez. bir yıl daha öss derdiyle uğraşılır, sırf odtü mimarlığa girebilmek için. artık tek istek, tek hedef orasıdır. insanın kalbi orası için atıyordur. her gün göz önünde olan odtü mimarlık fakültesi ana giriş kapısının fotoğrafına bakmak insanı daha da kamçılıyordur. biraz stresli bir yıl geçmesine rağmen, odtü makine mühendisliğinde girilen sınavın üstesinden gelinir. bir gün, pastanede çalışırken öğrenilir, bölümün istediğinden çok daha fazla bir puan alınmıştır. o ne sevinçtir, gizli saklı; ama derinden, dünyanın en önemli şeyini başarmışçasına..

    ilk yıl hazırlık evresiyle geçer. hazırlık bu ya, biraz üniversiteye, biraz insanlara, biraz müziğe (bkz: çello çalmak) hazırlar sizi. ingilizce de öğrenirsiniz elbette; ama mimarlığa dair herhangi bir şey yoktur. mimarlık öğrencilerinin yaşadıkları ile ilgili bazı dedikodular duyarsınız, fakülteye daha sık uğrarsınız, o kadar.

    1. sınıf. 90 kişilik kabilenin bir parçası oluverirsiniz. hazırlıktan tanıdık birkaç kişi, beyaz bir muşambayla kaplamak zorunda olduğunuz kendinize ait bir masanız, hiçbir zaman kendinizi ait hissedemediğiniz koskocaman bir sınıfınız (bkz: stüdyo) vardır artık. daha ilk günden temel tasarım dersinden ödeviniz olur: belli ölçüdeki beyaz dikdörtgen bir kağıdın üzerine, belli ölçüde daha küçükçe siyah bir kareyi yerleştirmenizi isterler. başka hiçbir şey söylenmez, sadece bu. eh tabi, insan şaşırıyor, kuşkulanıyor, metafor yapması gerektiğini falan düşünüyor. öyle şeylere gerek yokmuş, insan o siyah kareyi kağıdın ucuna ondan ayrılacakmış gibi koyduğunda öğrenir. 90 kişinin yaptıkları asılır. benimkine "tasarım dışı" denir. daha o gün, "kaçış" temalı bir tasarım yapamayacağımı öğrenirim. 1-0 yenik başladım diyeyim.. haftada 3 gün olan tasarım dersinin her seferinde bir sonraki ders için ödevi olur. bu ödevler 2 boyutlu yüzeylerden başlayıp 3 boyutlu yüzeylerle devam ederek temel tasarım kurallarını öğretmeyi amaçlar. ama öyle bir şey ki hayatınızda daha önce hiç tanık olmadığınız bir alandasınız. benzetecek olursam belki en iyi ihtimalle ortaokul düzeyinde bir matematik bilginiz var ve adeta örnek soru çözülmeden sizden türev almanız (bkz: türev almak) beklenir. ödev kağıdında yazanı anlayanacı canınız çıkar ve dahası anladığınız şeyden çıkardığınız şeyi yapmak için saatlerinizi verirsiniz, ortaya çıkan şeyden kötü bir harf alarak yaptığınızın yanlış olduğunu öğrenirsiniz. işin garip tarafı ise size simetriden kaçınmanız söylenir ve simetrik işler yapanlar yüksek not alır. bunlara anlam veremeseniz de o ilk günkü heyecanınızdan her gün minik bir parça daha kopararak uğraşmaya devam edersiniz. her gün daha çok uğraşıp daha da yenilirsiniz bölüme karşı. tabi bu arada hazırlıkta edinmiş olduğunuz hayattan uzaklaşmaya başlarsınız. zaman yoktur. sürekli ödevler, sürekli tasarımı anlama çabaları, sürekli yenik düşmeler. bir yandan müzik iyi geliyordur; ama o bile hazırlıktaki kadar çok ses getirmez. temel tasarım dışında ders programınızı dolduran pek çok dersiniz vardır. lisede o hep duyduğunuz “üniversiteye gidince ders arasında boşluklarınız olacak, ders programınız daha hafif olacak.” cümlelerinden bir haber geçer mimarlık öğrenciliğiniz zira lise ders programı gibi bir programın da üstüne her gün derslerden sonra da çalışmanız beklenir. her şeye rağmen o ilk yıl kabus gibi geçer. hayatında ilk kez çalışarak başaramadığınızı görürsünüz. ortaokul ve lisede tam anlamıyla üstesinden gelemediğiniz fen derslerini bile öss’ye yeniden hazırlandığınızda en ince ayrıntısına kadar öğrenmenize rağmen, hiçbir şeyin imkansız olmadığını deneyimlemiş olmanıza rağmen bir türlü beceremezsiniz. her geçen gün stüdyo içinde daha çok boğulur, daha çok “öğrenilmiş çaresizliki” tadarsınız. güç bela ilk yıl biter. bir ara “devamsızlıktan kalmak” uyarısında bulunurlar. oysa siz oradasınızdır. onların rastgele aldığı yoklama zamanında muhtemelen çello çalmaya kaçmışsınızdır ve siz “yok” gözükürsünüz. şans işte.. yıl içindeki performansınızı düşününce, dönem sonunda ortaya çıkardığınız ürün adeta muhteşemdir. gel gör ki bu bile hocalarınızı tatmin etmez. ilgisiz (!) bir insanın iyi bir not alması ne mümkün? yıl sonu notlarında sizi zoraki geçirdiklerini görerek dehşete düşseniz de ses etmezsiniz. neden etmediniz, ben de bilmiyorum.

    yaz dönemi stajlarıyla karşılaşırsınız. artık mimarlıktan kaçışınız yoktur. neyse ki dönem içine göre daha eğlenceli, daha öğretici işler yaparsınız. iki hafta çimento karıp duvar örmekle, ahşaptan çatı yapmakla geçer. sonraki iki hafta inebolu’ya gidip röleve almayı öğrenirsiniz. sonraki iki hafta biraz autocad, biraz photoshop dersleri verilir de birazcık programlara giriş yaparsınız.

    2. sınıf. 1. sınıftaki hayal kırıklıklarınızı, umutsuzluklarınızı bir kenera bırakarak yepyeni bir sayfa açarsınız. sanki her şeye en başından başlamış gibisinizdir. her şey daha iyi olacaktır. öğrenecek daha çok şey vardır. yeni hocalar, yeni projeler, yeni dersler.. başta her şey normal gidiyordur. korkulu günler geride kalmış gibidir. her ne kadar birinci sınıftaki yoğunluğunuz devam etse de hayatınızın size göz kırptığını falan düşünürsünüz. oysa hiç de öyle olmaz. bir kere 2. sınıf mimarlık eğitiminin iskeletini oluştururmuş, bunu çok sonradan fark edersiniz. orada öğrendiklerin,z geri kalan eğitiminizin temeli olur, doğru yönlendirilmezseniz de sonrasında çuvallamanız (bkz: çuvallamak) kaçınılmazdır. bir kere o yıl ilk kez “arazi analizi” ve “kavram şeması” * gibi şeyler beklenir sizden. ne olduğunu, nasıl yapılacağını sonradan öğreneceğiniz bu şeylerin o yıl size öğretilmesi gerekirken bir kez daha yenik düşersiniz mimarlığa karşı. dahası o yıl organik şekillere * takılır kalırsınız. kuşkusuz sizi çok heyecanlandırıyordur; ama hiçbir şey bilmeden, hiçbir programa hakim olmadan organik çalışmak kulağınızı ayağınızla tutmaktan da beterdir. üstelik proje hocalarınız da durumun ne kadar trajik olduğunun farkında değildir. kusura bakmasınlar; ama 2. sınıfa misafir gibi gelmeselerdi belki sonraki paragraflara daha başka şeyler yazacaktım. daha da acısı ne biliyor musun sözlük? 2. sınıfın son jürisinde kendi proje hocan “enerjini yanlış şekilde kullandın” der. bu ne demektir biliyor musun? “çok çalıştın; ama boşa çalıştın. biz bunu fark ettik; ama bir şey yapmadık, zira içinde bulunacağın durumu kendinin görmesini istedik. artık bundan bir ders çıkarır ve ilerleyen dönemlerde enerjini yanlış şekilde kullanmazsın”. insana koyar tabi. iki yıl boyunca tasarım konusunda neden başarısız olduğunuzu, çalışıp çalışıp neden yapamadığınızı işte o an anlarsınız. bu tıpkı cumhuriyet tarihini sular seller gibi çalışıp sınava girdiğinizde osmanlı tarihiyle karşılaşmak gibidir. meğer siz yanlış döneme çalışmışsınızdır, haberiniz yok.

    yaz dönemi şantiye stajıyla devam eder. bir inşaat mühendisliği öğrencisinden de daha fazla şantiyede bulunmanız istenir (48 iş günü). görmeniz gereken belli iş kalemleri de vardır. en az 15ini görmezseniz stajın geçersiz sayılır. siz o kadar idealistsinizdir ki ilk gittiğin şantiyede yeteri kadar bilgilenmeyeceğini düşünüp şantiye değiştirirsiniz. ikinci yer evinize 1.5 - 2 saat (bir de dönüşü, etti mi sana 4 saat) yol mesafesindedir. ankara gibi bir yerde bu pek de normal bir şey değil, evet. sabah saat 8 gibi orada olabilmek için günün ilk otobüsüne binersiniz, gün boyu şantiye içinde gezer ve not alırsınız. evet kuşkusuz, binanın pek çok aşamasına tanık olursunuz. sizden istenilenin fazlasını öğrenirsiniz hatta; ama bu kadar uğraşmaya ne gerek vardır? sizin kadar yorulmayan da geçecektir, siz de geçeceksinizdir. ama işte öğrenme isteği o zaman bile sönmemiş, ne tuhaf. 48 günden daha da acısı staj raporudur. her staj günü için doldurmanız beklenen a3 boyutunda 2şer sayfa vardır, toplamda 96 adet a3 sayfası, hepsi de el yazısı. her gün yapılan işleri, ne kadar yapıldığını, işlerin numaralarını, üstelik bir de işlerle ilgili yorum yazmanızı isterler. “ehh bu kadar da olmaz!” diyeceksiniz, oluyor, üstelik o bile yıldırmıyor. (neyse ki bizden sonralarda bu rapor yazma sistemini değiştirmişler)

    3. sınıf. geçmişten ders çıkarmış olacaksınız. çılgınlar gibi bir ders yükünüz var ve ona rağmen her şeye hakim olma çabalarındasınız. yıla iyi başladınız. bunun şaşkınlığı var, ama yine de sürekli yeni bir şeyler öğrenme, yaptığınız işi en iyi şekilde yapma isteği var. en yoğun, en asosyal; ama dersler konusunda en başarılı (bkz: kime göre neye göre) olduğunız yıl bu yıl. tasarım bile sizi hayal kırıklığına uğratmıyor; ama yine beklediğiniz sonucu alamıyorsunuz. olmuyor işte, o kadar sabahlamalara rağmen ne projeniz yetişiyor, ne de jürileriniz keyifli geçiyor. hep duymuşsunuzdur ya hani “bir hocanın fd verdiğine bir diğeri aa verirmiş” diye, bu kadar abartılı olmasa da bunun gibi olaylarla karşılaşıyorsunuz, garipsiyorsunuz, üzülüyorsunuz; ama yine de yaşıyor insan bir şekilde. dedim ya hani, tasarım/proje derslerinde her şey yönlendirmeyle olur. muhakkak kimi öğrencinin buna eli yatkındır ve belki de yönlendirmeye pek ihtiyaç duymadan iyi yerlere gelir. gel gör ki, benim gibilerin öğretmek isteyen insanlarla karşılaşması gerekir. 3. sınıfta bu konuda çok daha şanslı olduğumu sanıyorum.

    yazın, sanırım her şey o yazın açığa çıkar. 48 iş günü sürecek bir ofis stajınız vardır. bakmayın 48 dediğime. haftasonları çalışmayan bir ofiste 48 iş günü 2 aydan fazla sürer. o vakit 2 aydan fazla süren bir stresin içinde bulursunuz kendinizi. stajyerken bile insan bu kadar stres oluyorsa, normal koşullarda çalışmayı düşünmek bile istemezsiniz. işte o zaman aslında doğru yerde olmadığınızın farkına varırsınız. stres, normal üstü çalışma koşulları ve yetersiz maaş üçlemesi mimarlık piyasasının gerçekleridir. üstelik odtü mezunu olmanız piyasanın umrunda bile olmaz. o zaman aslında “ben neredeyim, ne yapıyorum?” diye sorgulamaya başlarsınız. hayatınızın üç yılı gözünüzün önünden geçer ve bu kadar yoğun olmanın ne kadar da anlamsız olduğunu fark edersiniz. mimarlık size korkutucu gelmeye başlar. pek beceremeseniz de tasarım yapma isteğinden de uzaklaşırsınız.

    4. sınıf. gerçeklerin şılap diye yüze vurulmasının ardından erasmus ile italya’ya gidersiniz. korkularınızı, hayalkırıklıklarınızı da yanıbaşınızda getirmişsinizdir. belki de bu yüzden artık o idealist tavrınızdan sıyrılmışsınızdır. elbette hoşunuza giden dersleri almışsınızdır; ama o kadar. geçecek kadar uğraşmışsınızdır. 3 yıllık yoğun mimarlık öğrenciliğinden sonra gezerek mimarlık okumayı orada deneyimlersiniz. zaman zaman sabahlamalar da pek tabi mümkün olmuştur, ama bir ders yılına 12 ülke, 50 şehir sığdırmak, dahası aldığın bütün dersleri (10 ders) geçmek, her erasmuslu mimarlık öğrencisinin harcı değildir. (bkz: her yiğidin harcı değil) yine de, orada da “mimar olamayacağınız” gerçeğiyle karşılaşırsınız. ona karşı isteğiniz gitgide azalır ve işin kötü tarafı artık ne olacağınızı bilmiyorsunuzdur.

    4,5. sınıf. son yıl erasmus yapmak uzatmanın garantisidir. vakti zamanında uzatmamak için üstten ders alıp, erasmus iken derslerinizin hepsini verdiyseniz de (niye böyle şeyler yaptım ben de bilmiyorum) bölümünüz sizin orada aldığınız yüksek lisans proje dersini yeterli görmez, yeniden almanızı ister. böyle olacağını az buçuk tahmin etmişsinizdir; ancak yine de umudunuz vardır zira sizden once aynı okulda aynı dersi almış kişinin proje dersi geçerli sayılmıştır. işte, bazen bilmemek daha iyidir. belki o vakit, bunu dert etmeden yolunuza koyulabileceksinizdir, olmaz işte. bilmem kaç sıfır yenik olarak devam edersiniz mimarlığa. artık ne bir istek, ne bir heyecan, ne bir tutku kalmıştır içinizde. erasmustan gelince toparlanmak da güç olmuştur zaten. üstüne üstlük normal bir öğrenci gibi uzatmak yerine, bir mimarlık öğrencisi gibi uzatacaksınızdır. bir yaşlanmışlık, bir ne olacağını bilememezlik vardır. bocalarsınız. korkarsınız. bir türlü projeye de kendinizi veremezsiniz. dönem boyunca yaptığınız en büyük yanlışın sürekli projenizi değiştirmek olduğunu da, dahası projeye yeterince enerjinizi veremediğinizi de bilirsiniz. buna rağmen dönemin başından beri yanınızda olan saçmasapan bir ana fikriniz vardır o kadar. tabi bir de sizin o jüri öncesindeki halinize dayanamayıp yardım ellerini uzatan iki arkadaşınız olmuştur, sağolsunlar. her şeye rağmen, en dolu paftanızla jüri karşısında belirirsiniz. eksikliklerinize rağmen kendinizden eminsinizdir, pek çok yeri içinize sinmiştir ve üzerine konuşacak şeyleriniz vardır. ama, jüri işte, jüri konuşturmaz. jüri her şeyi bilir, her şeyi görür, kişinin konuşmasına fırsat vermeden, iki metre öteden gördüğü çizimlerden her şeyi anlar. iki dakika içinde size notunu da verir. sizse orada belki de model olarak durursunuz, belki bir süs eşyası. ama bu sefer jürilerde pek de rastlanılmayan bir şey olur. süs eşyası olarak söylenenlere susup gitmezsiniz. artık dolmuşsunuzdur, yılların birikmişliği vardır ve artık dayanamazsınız. konuşursunuz. jürinin konuşmasına fırsat vermemesinden yakınırsınız. daha sizi dinlemeden soru sormaya başlamalarının, sizi yargılamaya başlamalarının pek de anlamlı olmadığını söylersiniz. küçücük detaylara takılıp geneli hiçe saydıklarını dile getirirsiniz. inşaat haline geçmiş projelerin bile hatalarının olduğunu, inşaat sırasında bunların düzeltildiğini, bunun bir öğrenci projesi olarak hatalarının olmasının çok da normal olduğunu söylersiniz. ama sizin eleştiriye gelemediğinizi söylerler, jüri biter. ve o gün, hayatınızda ilk kez bir jüri sonrasında göz yaşlarınıza tanık olursunuz, o da birikmişlikten. emeğinizin itinayla yerlere serilmesinin anlamsızlığı karşısında bir şey yapamazsınız. insanların bu mevkiye gelip de kişisel düşüncelerini ön plana koyarak tarafsız davranmayışlarına anlam veremezsiniz. bilmediğiniz bir şey değildir elbette; ama günlerce, gecelerce uğraşıp projenizi anlatacak bu kadar çok malzemeyle çıkıp da bu kadar yapıcı olmadan yerilmeniz* size doğru gelmiyordur. üslup.. ve her şeyden sonra, son damlayı duyarsınız o en değerli hocanızdan. belki de o hiç tanımadığınız jüri üyelerinin söyledikleri bile onun yanında önemsiz kalır. bir diyalog gelişir ikinizin arasında. nasıl geçtiğini sorar. siz de kötü olduğunu söylersiniz. notunuzu sorar, siz de “dc” dersiniz. o da “biz kötü öğrencilere dc veriyoruz” der ve o gün, siz her ne kadar hiçbir şey yokmuş gibi davransanız da bu söz her şeyden çok yüreğinize oturur. onun yargısız infaz yapmasını hiç beklememiştiniz değil mi? ama en ummadığı, insanı üzer, öyle derler.

    ve mezun olmaya ramak kalmıştır. 4,5 yıllık mimarlık öğrencisi olarak söyleyecek daha fazla şeyinizin olduğunu bilseniz de bu kadarla özetleyebilirsiniz: sizinki tuhaf bir aşk hikayesidir. ona ilk görüşte tutulursunuz. sürekli peşinden gider, onu elde etmek için elinizden geleni yaparsınız. gel zaman git zaman onu elde edersiniz ve onu tanıdıkça o ilk görüşte tutulduğunuzdan bambaşka biriyle karşılaşırsınız. zaman zaman onu tanıdıkça daha çok sevdiğinizi düşünürsünüz; ama bu bir karşılıksız aşktır. zamanla körelmeye mahkumdur. öyle de olur işte. o sizi hiçbir zaman sevmez ve siz ona hiçbir zaman yetemezsiniz. acı çekmek hoşunuza gitmiş olacak. “arada çocuk var” diyerek ilişkinize yüksek lisansla devam edersiniz ya, evet bence siz kaşınıyorsunuz.
  • en karakteristik öğrenci tiplerinden biridir.

    buradan naçizane öğütlerim, ey mimarlık öğrencileri

    kendinizi paralamayın. epi topu okul bu. jüri dediğin adamlarla taş çatlasın üç sene sonra aynı mesleği paylaşıyor olacaksınız. hatta siz o koltukta oturacaksınız. ve geri dönüp baktığınızda manası yokmuş tüm bunların diyeceksiniz.

    en çok uykusuz kalan değil en iyi düşünen becerir bu işi.
    projeler, hiç bir zaman yetişmez, yetişemez. bırakın eksik kalsın ama akıl sağlığınızdan olmayın. hem 72 saat uykusuz kalıp yapmak yerine arada uyumak daha verimli olacaktır.
    uykuyu bir kenara atmayın.

    çizmeyi sevin. elinizi de çizime bulaştırın. değişiklikten korkmayın. cümlelerinizi yeniden kurup kurup yıksanız da öğeleriniz elinizde kalacaktır. eskiz çizin. bol bol çizin.
    en kısa yoldan en rahat nasıl anlatırsınız onu düşünün.

    etkili çalışın. çizgi hammaliyesi, çizim hammaliyesi yapmayın.
    her programı bilin, ama bir programın kölesi olmayın.

    renkleri sevin! malzemelerin ruhunu duyun. yerin getirdiklerini anlamaya çalışın. tabula rasa üzerinde çalışmıyoruz. ve idealize edilmişlikler bu dünyadan uzakta.
    <neden> sorusundan hiç kaçmayın.

    bulduğunuz kokteylleri kaçırmayın. bedava yemekleri de. bir de.. projenizi evladınız belleyin ama ona insan ismi takmayın! bilgisayarınız için de aynısı geçerli. vahit ya da rüstem bir bilgisayar için uygun olmadığı gibi tarçın dijital fotograf makinesi, zencefil usb bellek ve mac dreamy macbook olamaz. olmamalı. uzak durun elektroniklerden olmaya başladıysa.

    sabunlamaktan çekinmeyin. o sizin en büyük dostunuz. bir arsayı her yandan 5 metre ileriye çektiyseniz, izohipslerle oynadıysanız bile, herkesinkinin aynı olmasını sağlayın. ama sabunu da abartmayın. hem bir yerde ne kadar sorun varsa, orada o kadar tasarım vardır, unutmayın.

    mimarlığı sevin, ama ona aşık olmayın.

    mimarları bilin, ama onları idol bellemeyin.

    yaşam, mimarlıktan kısa bunu unutmayın.
    bu nedenle sizden yaşamınızı talep etse de ona kulak asmayın.

    ve kesinlikle ama kesinlikle iflah olmaz bir mimar olmayın.

    ve kendini bir şey sanan eski mimarlık öğrencilerine fazla kulak asmamayı da pek matah bir şey sanmayın.

    bunları neden dinlemeliyiz demeyin dostlarım, çünkü
    trust me i am the sunscreen
  • kıdemli bir mimarlık öğrencisi olarak, öğrenim süreci ile ilgili ahkam kesme hakkımı saklı tutuyorum. edindiğim tecrübe ve gözlemlerimden yola çıkarak başarılı(?) bir 4 ve üzeri sene geçirmek için gerekli olanları naçizane şu şekilde sıralayabilirim:

    bu işi sevin: genel olarak hamallıkla geçecektir bu süreç. uykusuz geceleri, mide ağrılarını, sinir krizlerini, bolca stresi, boyun-bel-baş vb. ağrıları, asosyalliği, hoca kaprislerini -ki sürecin bu denli stresli olmasındaki birincil faktör bu kaprislerdir- göze alıp eninde sonunda mezun olabilmek için mesleği sevmek şart. ıvır zıvır bir sürü şeyle uğraşılacaktır ama hemen hepsinin mesleki gelişim üzerinde olumlu etkisi vardır. ne kadar az isyan edip tecavüzden zevk almaya çalışırsanız o kadar az canınız yanacaktır.

    arkadaşlar: çalışkan, sorumluluk sahibi ve eğlenceli bir arkadaş ortamı, başarı üzerinde büyük etkiye sahip kanımca. yeri geldiğinde(boş vakit bulunduğunda) gezip tozmak, yeri geldiğinde okulda sabahlamak için birkaç tane de olsa yakın arkadaş sahibi olmak faydalıdır. ayrıca bu arkadaşlar, gücünüz tükenip de pes etmek üzere olduğunuzda sizi motive de edecektir. alınan-verilen dokümanlar, cizimler, kataloglar da cabası. unutmayın, mimarlık okumak zordur. ve bir mimarlık öğrencisini sadece bir başka mimarlık öğrencisi anlayabilir. anne, baba, kardeş, sevgili bir yerden sonra yalan olur.

    hocalar: kapris, kapris, kapris... genel kanı olarak mimarlar kendini beğenmiş insanlardır. henüz nedenini tam anlayamasam da sanırım yaratıcılık yeteneklerinin -ne kadar yetenek ister başarılı mimar olmak, bu ayrı konu- onları başka meslek gruplarından daha üstün yaptığını sanıyorlar. bu egosal sorunu olan insanlar üstüne bir de hoca sıfatı kazanınca hepten çekilmez olur. kendileri sanki hiç öğrenci olmamış gibi delicesine eleştirirler öğrenciyi. özellikle proje dersleri objektif olmayan bir değerlendirmeye tabi olduğu için, hocalarla arayı iyi tutmakta fayda var. ileride para babası şımarık müşteriyi avutmak gerekecek ya, sanırım okulda bunun alıştırmasını hocalar üzerinde yapıyoruz. evet.

    psikoloji: nedense rahat, sakin, sosyal insanlar daha başarılı oluyor. çok gezmek çok da şey öğretiyor sanırım. eğer benim gibi panik, strese yatkın, aşırı duygusal, hassas bir insansanız kolay gelsin. işiniz çok zor. hem zamanla yarışmak, hem bahsettiğim gıcık hocalarla uğraşmak hepten yıpratıyor bünyeyi. ihtiyaç duyduğunuzda bir psikolog/psikiyatriste başvurmaktan çekinmeyin derim çünkü her türlü destek işinize yarayacaktır.

    maddiyat: gündüz dünyanın parasını bayıldığınız kağıtları, a0 çıktıları akşam çöpe atacaksınız. kalemler, çeşitli cetveller, silgiler, aydınger/eskizler paranızı sünger gibi emecek. burda iş büyük oranda ailelere düşüyor, siz manen yıpranırken onlar madden çöküyor.

    yetenek: "başarılı olmak" dedim ancak tanıdığım mimarlara bakınca ne kadarı başarılı, başarılı olanlar ne kadar yetenekli bilemiyorum. çok çok çalışan ama yetenekten yoksun bir mimar, çok yetenekli ancak çalışmaktan hoşlanmayan bir mimardan daha fazla para kazanıyor. okurken de durum aynı. çalışkan ve yeteneksiz öğrencilerin ne iğrenç tasarımlarla ne kadar yüksek notlar alabildiğini görseniz şaşarsınız. yani demem o ki; sadece yetenekli olmak, tasarım konusunda sizi başarılı kılmıyor. çalışmak şart.

    juri: para babası şımarık müşteri dedik, alıştırma dedik, hoca dedik ya, işte o alıştırmalar adı geçen jurilerde yapılıyor. bilgi, performans, sinir, sakinlik, çene gücü ölçülüyor. mimar dediğin derdini düzgün cümlelerle anlatmalı. bilgisini sadece çiziminde değil çenesiyle de göstermeli. juriden önceki gece de uykusuzluk, açlık, olmazsa olmazımız stres, kas gücü(maket) konusunda sınanmakla geçer. juriye çıkan öğrenci önceki geceden kalan uykusuzlukla birlikte hem konuşmaya, hem eleştirileri algılamaya çalışır. sinirlerine hakim olamayan öğrenci eleştiriler karşısında hocalara sert çıkabilir, ki bu istenen bir durum değildir. kendini ve fikrini savunmaya çalışırken ağzından çıkacak cümlelere dikkat etmelidir. yoksa sonucuna katlanır- kalmak gibi. ayrıca juriye şık, bakımlı çıkmak hocaların gözünde olumlu bir izlenim bırakmada yardımcıdır. tabi mor göz altları, dinlenmemiş bir cilt, yağlı saçlarla ne kadar bakımlı görünülür o da öğrencinin becerisi.

    sigara: sağlığı pek çok yönden olumsuz etkileyen bu süreç, hayatınızın kalanını da etkileyecek kötü alışkanlıklar kazanmanıza neden olabilir. uzun çalışma gecelerinde öğrencilerin %89*'u sigaraya talim eder. en sigara düşmanı beni bile tiryaki yapmıştır. bu durumda irade devreye giriyor.

    adalet: sakin olun ve adalet denen şeyin olmadığını kabullenin. teknik derslerde bile hocalar fikir ayrılığına düşebiliyorken, son derece öznel değerlendirilen tasarım derslerinde hocaların neyi beğenip beğenmeyeceğini kestiremeyeceğiniz için; verdiğiniz emeğin karşılığını alamama olasılığınız çok yüksek. durumu baştan kabullenin. yenilgiye her zaman hazırlıklı olun. hayat böyle.

    şimdilik aklıma gelenler bu yazdıklarım. eminim zamanla başka maddeler de eklerim.

    ayrıca "ben yaptım, siz de yapın" diye yazmadım bunları. çoğu yapabilmek istediğim şeyler. ama dedim ya, uzun zamandır bu öğrencilik işindeyim ve çok şey gördüm mimarlık öğrencisi olmakla ilgili.
  • mimarlık öğrencisinin illet dersi olan proje onun herşeyidir. sırf o dersleri yüzünden tatil zamanları evlerine gidemezler, o dersi bırakamayıp kuzenlerinin nişan-düğün olaylarını kaçırırlar. akıllarında hep proje vardır, projenin jürisi-teslimi vardır. artık yolda, sokakta onu gören arkadaşları ''naber,nasılsın?'' yerine ''proje nasıl gidiyor? planın oturdu mu?'' diye sorarlar.

    kırtasiyecilerle kanka olmuşlardır. yeri gelir kırtasiyecilerle bile proje nasıl gidiyo? muhabbetleri yapılır.
    aileleriyle telefonda normal hava-su muhabbetleri yerine proje hakkında konuşulur.

    normal bir öğrencinin sadece sınav zamanları yoğun olurken mimarlık öğrencisi her zaman yoğundur. onun hep yetiştirmesi gereken ödevleri mutlaka vardır. mesela bir sınava girmeden önce hocası ondan 2 maket yapmasını istemiştir sınav için. ödevi yapmaktan sınava çalışamaz duruma düşmüştür.

    mimarlık öğrencisi okula hiçbir zaman eli boş gitmez. illa elleri dolu olur. koca koca maketleri, çizimleri taşırlar. çizim çantası taşırlar, t cetveli taşırlar. yağmurda, karda onunla mücadele ederler. normal bir öğrenci bir defter götürmeye bile üşenir.

    ellerinde yer yer falçata kesikleri olur. bazen iş öyle bir yere varır ki parmağını, tırnağını koparttıklarını görürsün hastanenin acil servisinde. bazen saatlerce maket yaptıktan sonra o kadar çok peligom koklamıştır ki, bayılır ev arkadaşları acile götürürler.

    kıyafetleri, eşofmanları yer yer peligom lekeleriyle doludur. arkadaşları dalga geçerler.

    sürekli yorgundurlar, uykusuzdurlar. kafaları yerinde değildir, sürekli birşeyler düşünürler. hafıza kayıpları da yaşayabilirler, beyinleri o kadar dolu ki!
    yatağa yattıklarında stresten bir süre uyuyamazlar, akıllarında proje vardır. ki artık bir süre sonra yatak artık yabancı gelmeye başlar. sürekli kabus görürler, jüriyi- teslimi görürler.

    mimarlık öğrencisi böyle bişey işte. hani derler ya öğrencilik ne güzel, bambaşka bişey. üniversite ortamı vs. afedersin ama bok öyle.
  • çok net bir şekilde söylüyorum, okul dışında, dönem boyunca, başıdır sonudur demeden en fazla ders çalışan öğrencidir. tabii şöyle bir şey var, buna alışması için üniversiteye başladıktan sonra 1 ayı vardır, ondan sonra düşünecek hali bile kalmaz. üstelik sırf masada otururken değil; otobüste, vapurda, tuvalette, rüyasında, içerken, sevişirken, yemek yerken sürekli beyninin bir bölümü projeleri üzerinde çalışır. sürekli yorgunluğu ve stresi de bu yüzdendir. o gün masa başına oturup çizmemeye karar vermişse bile bu kafa dağıtabileceği anlamına gelmez.

    durmadan kendini geliştirmek zorundadır, her konuda. çalışırken göz önünde bulundurması gereken onlarca durum vardır. o yüzden her konu hakkında bir şeyler bilmelidir.

    asla yere bakarak yürümez, hele ilk gözleri açıldığı zamanlarda boynu tutulur yolda yürürken etrafa bakmaktan. işin kötüsü, eğitimi ilerledikçe mutsuz olmak için yeni nedenler öğrenir durur. yaşadığı ev, okulun binası, karaköy vapur iskelesi, hepsinde ayrı sıkıntı sebepleri.

    her yaptığı bir öncekinden daha iyi olmak zorundadır. taşıyıcı sistemi, tasarımı, estetik algısı, sosyolojik ve psikolojik yaklaşımı, çevre sorunları, etik, her seferinde farklı ve daha iyi, daha doğru bir bakış açısı yakalamak zorundadır.

    herkes gibi vizeye finale girer, onun üstüne bir de üç ayrı proje çizer, teslim eder. her zaman bir işi vardır, ''çizim yapmam lazım.''. işini görmezden geldiği zaman vicdan azabı çeker. ilham gelir, gelmez. boş kağıtla bakışır, bazen boş kağıt bile bakmaz.

    okul bitmeden en az 3 programı çok iyi seviyede öğrenmiş ve kullanıyor olması gerekir. bunları da kendi çabasıyla öğrenir. kurs, arkadaş, eğitim videoları, deneme - yanılma, tecrübe, artık nasıl olursa.

    hem heyecanlıdır, hem bıkmış. hem çok sever, hem nefret eder. ''ya hep, ya hiç''i benimsemiştir bir kere. oturur, nasıl bugüne geldiğini düşünür.

    küçümseyenleri öpüyorum.
  • her teslim sonrası bu sefer son güne kalmayacak proje diye hiç hırslanmaması gerekir. yine son güne kalır.
  • kısaca ilginçlikler insanı. bir çeşit umut sarıkaya tiplemesi.

    mimarlık öğrencisi yetiştiremediği projelerle, sabahlamasıyla ve uykusuzluğuyla bilinir. bu durumda yaptığım geniş çaplı bir gözlem, öğrencilerden aldığım doku ve kan örnekleri iki sonuçtan birinin doğru olduğunu gösteriyor:
    1-mimarlıktaki akademisyenler sadisttir.
    2-mimarlık öğrencisi zaman planlaması diye bir şeyden habersizdir.

    mimarlık öğrencileri sürekli uykusuz. eved geceleri proje kasıyorlar. peki gündüz napıyo bu adamlar? sabah? araştırmacı gazetecilik adına; durmadım, gittim yerinde gözlemledim, takip ettim. sonuç: gündüz ayı gibi uyuyanları da var, şekil şekil giyinip ortalıkta dolaşanları da, ayyaş gibi içenleri de.. bir de şunu gördüm ki uyurken de şeklinden taviz vermiyorlar genelde. proje yaklaştıkça yusuf yusuf olan mimarlık öğrencisi, bazı gündüzleri de stüdyoda oluyor. çalışkanlar da var tabii.

    eved stüdyo. araştırmacı gazetecilik durmadı; oraya da gittim, hatta sabahladım! ilk olarak "3 facebook, 1 proje" şeklinde geçen bir çalışma anlayışıyla karşılaştım. saatler geçtikçe stüdyoda bulunan insanların ne kadar stresli ve yorgun olduklarını görmeye başladım.

    stüdyoda pek çok kişiyle tanışma ve konuşma imkanı buldum, gerekirse imkanı bizzat kendim yarattım. her şey araştırmacı gazetecilik adınaydı. çünkü mimarlık böyledir mimarlık şöyledir laflarından gına ha geldi ha gelecekti.

    stüdyoya çalışmaya gelen bazı insanların sevgililerini de beraberinde getirdiklerini gördüm. aslında onlardan birisi de bendim. biraz çalışıp lak lak yapıyorlardı. gece pizza sipariş etmek, kahve içmek, sevgilim gel şurada biraz öpüşelim seansları, kahve içmek, fecebook, kahve içmek, mimarlık hakkında konuşmak, bir miktar sigara-alkol tüketmek ve yine kahve içmek yapılan aktivitelerden bazılarıydı. sonuç olarak proje yapmak için gelen öğrenciler stüdyoda geçirdiği toplam saatin sadece dörtte birinde verimli olarak çalışmış durumdaydı. "biz mimarlar böyle çalışırız" gibi sözler de cehaletime ve şaşkınlığıma ışık tuttular.

    mühendislik öğrencileri onlar için, matematiğe az çok kafası basan herhangi biridir, normaldir, halktır; ahmet, mehmet veya ayşedir. fakat mimarlar kendilerinin sanatçı olduğunu düşünürler. bir ederde kimsenin görmediklerini görüp, kimsenin yaşamadığı hazları tadarlar. aslında gerçekten de mühendisler normal insanlardır. çünkü günlerinin 6-8 saatini mühendis olarak geçirdikten sonra, eve veya arkadaşlarına gidince yaptığı işi unuturlar. çünkü büyük hesaplar yapıp uzaya mekik göndermek bile o kadar da sanatsal/ilahi bir şey değildir. bakkal salihten, arap şükrüden, kel mahmuttan farkları yoktur.

    mimarlık öğrencisinin en çok hayatını etkileyen kısım da mesleğinden bağımsız bir karakter ve yaşam biçimi oluşturamamasıdır. bir mimar çalışırken de, otobüs beklerken de, kahve içerken de, sabahlarken hatta sıçarken bile mimardır. farklı dergiler alıp, farklı müzikler dinleyip, farklı giyinmeyi severler. sanırım mor veya bordo tişört kayıt günü dekanlık tarafından dağıtılmaktadır.

    verdikleri emek, yaptıkları iş gerçekten de saygı duyulacak şeylerdir. insan doğası gereği yaptığı şeylere tapma eğilimi gösterir. özellikle verilen bunca emek yaptığınız madde ile aranızda bir bağ oluşmasını sağlar. yarattığı şaheser karşısında, kişi sanatçı kimliğine bürünüp, az da olsa kibirlenir. yapılan şey eşsizdir. fakat kazın ayağı öyle değildir: sonuç olarak yapılan, tasarlanan her şey maddedir, maddeden ibarettir, yararsız ve zararsızdır. onlara anlam yükleyen, yararlı veya zararlı kılan yine insandır. canlılar dışında hiçbir şeyin anlamı olmadığını benimsemek gerekir. yani; tac mahal, mısır piramitleri veya muazzam rönesans yapıtları bir bok böceğinden daha değerli değildir aslında. hele ki insan hayatı, kutsaldır..

    kimsenin onlar kadar içemediği de gerçeklerden biridir. hepsi içmese de, içenler de sağlam içer. peki neden? hayatları boyunca pek çok kez sabahladıklarını ve normal insanlara göre gündüzleri daha çok uyuduklarını biliyoruz. gün ışığının insan üzerinde süpersonik etkileri olduğunu da biliyoruz. en basitinden seratonin hormonunun salgılanmasında oldukça etkili rol oynar ve bu hormonun diğer adı mutluluk hormonudur, insanları mutlu eder. normal insanlara oranla gün ışığından fazla yararlanamayan mimarlık öğrencilerinin genelde manik depresif olması da pek şaşırtıcı bir durum değildir.

    birlikte geçirdiğim onca zamandan sonra, insan ilişkilerindeki eksiklik gözler önündeydi. maddelerin bu kadar önemli olduğu bir yerde pek de şaşılacak bir durum değil.

    kendilerine yegane ve naçizane tavsiyem: zaman planlamasıyla ilgili bir eğitime ya da toplulukların düzenlediği bir seminere katılmak, bir haftalığına da olsa bakkalmış gibi davranmak, kahveyi ve içkiyi azaltmak, 1 hafta hiç sabahlamayıp gün ışığından yararlanmak. ve bir hafta sonunda pamuk gibi olmazsanız buyrun ben burdayım. *
  • işiniz kolay diyenleri ağzını burnunu kırmak istediğim. ve başlıktaki gruba girdiğim şey falan.
    ulan o mühendisler enazından yatarakta çalışabiliyo.
    allah için çemkirenlerden hangisi 18 saat durmadan oturmuş bi cevap versin bana
    bikere kurşun kalemle çalışıyosunuz lan
    o mühendis insana soruyorum hiç kurumamış çini mürekkebi ustune cetveli koymuş mu 5 saatlik uğraşinın amına konmuş mu
    hiç 1 haftada yaptığın ıslanmasın diye çamura battığın maketi hocası parçalamış mı gerildim ulan.
    evet 2 gündür uyumuyorum. evet haftaya lanet olası jüri var ve maketim yetişmeyecek!
  • jürilerde çok fazla eleştiri alıp yerden yere vurulmaları nedeniyle her zaman üste çıkmak için hazır lafı olan öğrenci türüdür. okul bittikten sonra ise özgüven patlaması yaşarlar. mimarlık öğrencisi her jüri sonrası küllerinden yeniden doğar.
hesabın var mı? giriş yap