• çocukluğunda mustafa kemal ile vals yapmış, büyükada'da sürgünde bulunan ve balık tutmakta olan troçki'nin teknesine kadar yüzmüş, sait faik ile rakı içmiş, ahmet haşim ile küçükken yakın bir ilişki kurmuş, yahya kemal beyatlı'nın karakterinden tiksinmiş, yaşar kemal'le paris'de kâh o yana, kâh bu yana gezmiş, selahaddin eyüboğlu ile ingilizceden kitap çevirmiş, halide edip'in üniversitede asistanlığını yapmış, mehmet ali aybar ile aynı davaya baş koymuş, küçük bir çayhanede neyini üflemekte olan tevfik'e rastlamış ve onunla konuşma şerefine nail olmuş, aziz nesin ile güzel bir arkadaşlık paylaşmış, behice boran ile yarım yüzyıla yakın bir dostluk bağı kurmuş, aile dostları olan nazım hikmet'i de küçükken birkaç defa görmüş, necip fazıl ile arası şair dine dönmeden önce sıkı fıkı olmuş, cevat şakir, abidin dino, orhan veli ve daha birçok insanla hayatının büyük çoğunluğunda bir arada bulunmuş olan edebiyat antolojisi gibi bir insandır mina urgan. unutmadan, üvey babası falih rıfkı atay, kocası da cahit ırgat'tır.

    kitabından çıkarttığım kadarıyla* siyasi görüşlerinde daima duygusal yaklaşımları ağır basar. herhalde bunu da biraz öğretim görevlisi olduğu bölüme* ve shakespear'in trajedyalarına bağlamamız gerekir. kendi de bir ütopik sosyalist olan thomas more'un ismini her zikretmesinden evvel kullandığı "sevgilim" hitabı da, kendisinin bazı eğilimlerine ışık tutması açısından önemlidir.

    ama çok da mühim değil bunlar, hatta hiç değil. mina urgan sonuç itibariyle bir politikacı ya da siyaset bilimci değil. o bir edebiyatçı. bu yüzden politik duruşunun şekillenmesinde mantığının değil de hislerinin aktif bir rol oynamasını yadırgamamak gerekir. yalnız bir tek oldukça varlıklı olmasına rağmen, maddî durumundan sürekli olarak yakınması, kendi kendini parasal yönden müşkül durumdaymış gibi inandırmasını zor aklım aldı. aklım nasıl aldı; onu da ingiliz edebiyatına bağladım, oldu.

    hatta aziz nesin birgün boğazda yürürken, deniz kenarında yeni yapılmış bir apartman görmüş. apartman da öyle böyle değil, adeta marmara'nın içinde tekne gibi yüzüyormuş, o derece içinde yani. aziz nesin binayı görünce içi gitmiş tabi. kendi kendine "kim bilir burada şimdi hangi şanslı pezevenk oturacak?" diye sormuş.

    gün gelmiş, öğrenmiş ki, o apartman mina urgan'a vefat eden bir akrabasından miras kalmış. mina hanım da oraya taşınma arifesindeymiş. aziz nesin işin aslını öğrendikten sonraki şaşkınlığını şöyle dile getirmiş:

    " o pezevenk sen miydin?.."
  • bir insanın başına gelebilecek en büyük felakete uğramış, yavrusunu kaybetmiş olmasına rağmen yaşamayı bir kahramanlık olarak görmüş olan ingiliz edebiyatı profesörü öğretim üyesi, yazar. ''akademisyen'' demiyorum, çünkü mina urgan çok da haklı olarak bu kelimenin ancak ''academie française''e üye olanların alabileceği bir unvan olduğunu, türkiye'de yanlış kullanıldığını, bunun yerine ''akademik'' denilebileceğini açıklamıştı.

    19. yüzyıl fransız edebiyatına daha çok ilgi duyduğumdan ingiliz edebiyatı üzerine yazdığı tuğla gibi kitaplarını hiç okumamıştım ama vefatına yakın zamanda kaleme aldığı iki ciltlik otobiyografik anı kitapları başucu kitaplarım oldular. 20. yüzyılda yaşamış bir türk aydınının maddi imkanları dahilinde renkli, hareketli, entelektüel bir çevrede birbirinden ünlü ve kıymetli şahsiyetlerle geçirdiği hayatına da, türkçeye olağanüstü hakim düzeyde olmasına da, kıvrak ve sürükleyici kalemine de hayran oldum, hala hayranım hep hayranım.

    aynı anda kemalizm ile komünizme inanmış olsa da, hayranlığımın eksilmeyeceği bu ''dinozora'' bodrum'da tesadüf edip onunla tanışma şerefine ermek isterdim. böyle bir ihtimal teorik olarak vardı da, ancak gerçekleşemedi. bir hayatı yaşama ustası olan, korkusuzca ve yiğitçe yaşayıp ölen mina urgan hanımefendinin aziz anısına saygıyla.
  • (bkz: bir dinozorun anıları)'ından bir alıntı.
    "bir dil fukarası olmamın nedeni, türkçe kitap okumamamdı elbette. öğrencilerime sabahtan akşama kadar söylediğim gibi, bir dili ancak okuyarak gerçekten öğrenebilirsiniz. konuşma dili, 1500-2000 sözcüğün sınırları içinde kalır. isterseniz fransa'da, ingiltere'de ya da amerika'da kırk yıl oturun, eğer kitap okumazsanız, ne doğru dürüst fransızca öğrenebilirsiniz, ne de ingilizce. bense, bu yabancı dilleri sürekli okuyor, ama kendi öz dilimi çok az okuyordum; çünkü 1940'tan önce, okuyacak
    fazla bir şey bulamıyordum. edebiyatımızda bir rönesans saydığım 1940'lı yıllardan sonra kendi ülkemin şiirlerini, romanlarını, öykülerini okumaya başladım. ondan önce ancak halk şairlerini okumuştum (şimdi de büyük bir haz alırım halk şiirinden). uşaklıgil, yakup kadri, hüseyin rahmi gibi belli başlı romancıları okumuştum. divan edebiyatı şairlerinden çok hoşlandığım halde, arapça ve farsça sözcükler engeli vardı aramızda. ahmet haşim gibi çok sevdiğim şairleri okurken de aynı engelle karşı karşıya geliyordum. iyi bilmediğim bir dilde yazılmış bir metinle uğraşıyordum
    nerdeyse. osmanlıca deyimleri anlayabilmek için sözlüklere bakıyordum. oysa sözlüklere bakarak şiir okumak güçtür. bu yüzden bütün şiir çevirileri iki dilde basılmalıdır bence. bir sayfada özgün metin, karşı sayfada çevirisi. o dili az bilenler, şairin tam ne dediğini daha iyi anlayabilirler böylece. o dili de daha iyi öğrenirler. ben lorca ve neruda'nm iki dilli baskıları sayesinde ispanyolcayı biraz sökebildim. şiir sevenlerin her yabancı dili biraz olsun öğrenmelerinin en güzel yoludur bu. "
  • kitabi en çok satanlar listesinde yer alinca "allah allah acaba kötü bir kitap mi yazdim, neden bu kadar çok satti?" sorusunu kendine sorabilecek kadar akilli, yasadigi toplumun farkinda bir yazar. bir gün tren camindan bakarken yoksul bir köylü kizi gördügünde "suan onun yerinde ben olabilirdim, o zaman o beni bu camdan izliyor, o bana aciyor olurdu" deyip kanini dondurabilecek kadar bilinçli, bilinç kazandiran.
  • gelmiş geçmiş en samimi ve en tatlı kadınların listesi yapılsa ilk 10 a girecek birisi belki de.

    dinozorluğuna övgüsünü ne güzel anlatmış;

    "çağımıza uymak zorundayız palavrasına da hiç mi hiç inanmıyorum. eğer yaşadığım çağın en yüce ideali köşeyi dönmekse; eğer yaşadığım çağ toplumsal adaletsizlik üstüne kuruluysa; eğer yaşadığım çağ inandığım her şeyi yadsıyorsa; eğer yaşadığım çağa bayağılık ve çirkinlik egemense ben böyle bir çağa neden ayak uydurmak zorunda kalayım? tam tersine baş kaldırırım, direnirim böyle bir çağa karşı. bu yüzden dinozorlukla suçlanmam da vız gelir bana. çünkü ben dinozoru tarih öncesi çağların nesli tükenmiş bir hayvanı olarak değil; geçmişin doğruluğu kanıtlanmış ve yadsınamaz değerlerini yeni sentezler yaparak geleceğe taşımayı amaçlayan bir yaratık olarak tanımlıyor, dinozorluğumla övünüyorum."
  • olmeden yaklasik bir sene once bir roportajinda ''insanlarin genc yasta oldugu bir dunyada, daha fazla yasamak onlara haksizlik gibi geliyor. zaten yasayacagimi yasadim ben.'' diyen yazar. nedense isminden bahsedildiginde, ilk olarak bu huzun kokan sozleri duser aklima.
  • "kedilere tutkuyla bağlananlar, öteki insanlardan bambaşka bir soydandır bana kalırsa. bu soy, gerçekten soylu bir soydur. belirli bir kültür düzeyi ve duyarlılık şarttır kedileri tutkuyla sevebilmek için. bu soydan olanlar genellikle kültürlü, ince, sanat meraklısı insanlardır. kaba saba bir hödüğün kedi sevmesinin yolu yoktur" açıklamasıyla beni bir kez daha fethetmiş, bir dinozorun anıları kitabıyla ergenliğimin bir bölümüne damgasını vurmuş hatun kişisidir.
  • anlatimi, tarzi ile sizi rastgele acilan bir sayfada bile yakalayip kitabina usta marangoz gibi mihlayan bir insandir.kendini oldugu gibi kabul etmesi, kendinden yana hic bir acmazi , rahatsizligi olmamasi, buna alisik olmayan, bunun realitede varolamayacagina inanmislari rahatsiz eder.burnu havada megolman, hatta hatta ota boka maydanoz olmus yasli bunak gibi gorulmesine sebebiyet verir.oysa ki yeri geldiginde kendisine cuvaldizi kanirta kanirta batirmasini bilmis bir insandir, o kisimlar dikkatlerden hizla kacar.kitaplariyla bana seyahatleri ve anilari anlatmanin, paylasmanin, paylastikca unutmayip, unutulmamanin guzelligini, ozelligini ogretmis insandir(ya da biz ogrenmisizdir ondan)
    cok yasa mina teyze diyebilmek isterdim kendisine, sagliginda yuz yuze gelip, diyemedim... hayat fani, olum ani ve bazilarina hayat herzaman bir boy kisa geliyor.
  • kitabında siyasi görüşünün bedelini yoldaşları gibi ödeyememekten hicap duyduğunu naifçe ifade eden kişi
  • 80'ine kadar halkımızca tanınmadan pek güzel eserler bırakıp gidecekken,giderayak anı kitaplarının neden ve nasıl çoksatar listesinin tepesine oturduğunu anlamadığını ifade eden,varlığını özlediğimiz teyze.
hesabın var mı? giriş yap