• iyi çevirmendir. ancak bence okura da yazara da biraz saygı duyması gerekiyor.

    the sea the sea çevirisinin 51. sayfasındaki uzun bir cümlede geçen "son tren seferi" ifadesinin türkçede bir karşılığı olmadığını iddia ediyor ve "son toplu taşıma seferi" olarak değiştirdiğini yazıyor.

    olabilir trenler hayatımızdan veya nuray önoğlu'nun hayatından çıkmış olabilir ama çevirmenler karşılığı yok diye uyarlama yapacaklarsa biz bir "çeviri" değil "uyarlama" okumuş olacağız.
  • nedense sayfanın hiçbir yerinde adı geçmemiş ama şu sayfada kendisini anlatan çevirmen. ben de adını zikrettiği çevirilerinden bakıp buldum kim olduğunu. bu arada çeviriyi bırakmış. ama dönüp dolaşıp gelecektir bence. "çeviriye başlamamın nedeni okuduğum kötü çevirilerdir" demiş çünkü.

    çevirmenlik zor zanaat
    http://www.arkakapak.com/…l/cevirmenlik-zor-zanaat/

    çeviriye başlamamın nedeni okuduğum kötü çevirilerdir. görece erken bir yaşta emekli olunca, daha iyisi yapılabilir düşüncesiyle çeviri yapmaya karar verdim. akademide bol bol çeviri yapmış, bir de ingilizce doktora tezi yazmıştım ama çeviri deneyimim mesleki metinlerle sınırlıydı. o yüzden de kaygılıydım ama talihim yaver gitti. ilk çevirilerimi kuraldışı yayınları için yaptım ve oradaki editörüm seyfi öngider’in rehberliği acemi bir çevirmen için bulunmaz bir nimetti. kendisinden çok şey öğrendim, minnettarım.

    yayınlanmış otuza yakın çevirim var. çeviri yaptığım sürece ücretlere, ilişkilere ve koşullara dair deneyimlerim, çevirilerin birçoğunun neden kötü olduğunu anlamamı sağladı. anlaşılan iyi çeviri yapabilecek kimselerin çoğu benim de şahsen deneyimlediğim bu koşullara razı olmuyor, olanların bir bölümü de ancak okuyup şikâyetçi olduğumuz o çevirileri yapabiliyordu. ortada çok ciddi ve işverenlerin yaklaşımlarına bakılırsa yakın gelecekte çözülmesini pek bekleyemeyeceğimiz bir yığın sorun var gibi görünüyordu.

    kitap çevirisi söz konusu olduğunda gözlemlediğim başlıca sorunları da sıralamak isterim: çevirmen seçilirken konuya ilişkin uzmanlık vs. gözetilmez. sırf benim çevirdiğim kitapların yelpazesine bakarak bunu anlamak mümkündür; siyasetten psikolojiye, edebiyattan popüler bilime, kişisel gelişimden alternatif tıbba kadar çeşitli alanlarda kitap çevirdim. aynı yazarın aynı yayınevi tarafından yayınlanmış kitapları bile kimi zaman başka başka çevirmenlere çevirtilir. oysa bir yazarın “havasına” girmek zahmetli bir iştir ve bunu bir kez yapmış çevirmenden mümkün mertebe yararlanmak rasyonel olandır; bu tür çevirmenlerin çok iyi ve tanınmış örnekleri de vardır. çeviri ücretleri son derece düşüktür ve bu düşük ücretler bile çoğu kez birkaç taksitte ödenir; bir yayınevinin çevirmen sözleşmesindeki ödeme maddesini yorumsuz şuraya bırakayım:

    “… tutarı, kitap’ın satışa sunulmasını izleyen üç (3) ay içinde, üç (3) eşit taksitte… ödenecektir.”

    “ödeme tarihi … kitap’ın teslim tarihini çevirmen’in geçirdiği oranda uzatılacak, taksitler uzama bitiminden sonra başlayacaktır.”

    kitabın adı vb. konularda çevirmenin tercihlerine saygı gösterilmemesi hayli yaygın bir tutumdur; sırf adı değiştirildiği ve isabetsiz bir ad seçildiği için ilgi görmediğine inandığım kimi kitaplar var. çoğu yayınevi çevirmenin adını kitabın kapağına yazma ihtiyacı bile duymaz. neyse ki son yıllarda bilinçli okur arasında giderek artan bir “çevirmen takip etme” eğilimi var. bu durumun yayınevleri üzerindeki etkisini ise zaman gösterecek.

    birkaç ay önce çeviriyi bırakmaya karar verdim. niyetim artık kitap çevirmemek. son olarak okuyan us yayınları’ndan brain up (beyninizi yeniden yapılandırın) adlı çevirim yayınlandı. iki çevirim de yolda; kuraldışı yayınları ve sola yayınları’ndan birer çevirim çıkacak önümüzdeki günlerde. adlarını henüz ben de bilmiyorum.

    bir süre önce şair cihat duman’la birlikte iki şiir çevirdik. bundan böyle olanaklar elverdiğince birlikte şiir çevirmeye karar verdik. kendi başıma asla kalkışmayacağım bir işti şiir çevirisi. bir şairle birlikte çevirmek hem çok zevkli hem çok öğretici oldu. devam edebilirsek mutlu olacağım.

    öte yandan, hayli etkin kullandığım sosyal medya hesaplarımda, karşılaştığım ilginç metinleri, pasajları, özlü sözleri çevirip paylaşıyorum; bu tür metinlerden biri bir feminist klasik olan judy brady’nin bir karım olsun istiyorum adlı denemesidir. çokça ilgi görüp farklı mecralarda yeniden yayınlandı. bu tür eylemlerim sürecek.
  • sosyal medyada sadece etkileşim almak için videodaki tik tok kullanıcısı gibi maymunluk etmesine üzüldüğüm çevirmen. altta yorumda kadının videoyu kendisinin çektiğini ve benzer bir çok videosunun olduğunun söylenmesi üzerine "aaa öylemiymiş çok şaşırdım" samimiyetsizliğine girmesi hakkındaki olumlu düşüncelerimi sorgulamama neden oldu. yahu sosyal medya üzerinden takipçi kazanmak uğruna insanların nasıl şebeğe döndükleri ortadayken, hiç gerek olmamasına rağmen kendi kafandan bir senaryo yazarak, sanal bir "erkek" düşman yaratıp likeları kaparım derdine girme yahu. sanki sokağa çıksan elli tane falso bulamayacakmışsın gibi, sanki fenomen olmak adına kadınlarda erkekler kadar kendilerini paralamıyormuş gibi yapmanın lüzumu var mıydı?

    gün içerisindeki ikinci falso paylaşımı da şudur bana kalırsa. yahu çocuk kendisi hakkında yapılan bir yorum için eğlencesine bir video çekmiş, bu hazımsızlık neden? ilk paylaşıma bakacak olursak videodaki elemanın cinsiyeti farklı olsaydı vereceği tepki helal olsun, hayatı böyle dalgasına yaşayacaksın diyeceğine adım kadar eminim.

    sadece şu iki paylaşıma bakarak bile bu kadının sözümona duyarlı davrandığı hiçbir şeyde samimi olduğunu düşünemem. yanlış oldukları için değil yanlış amaç edinerek (etkileşim almak için) savunulduklarından ciddiye alamam. çünkü bunlar tehlikeli sularda yüzmek, kantarın topuzunu kaçırmanın eşiğinde olmaktır. altında takipçilerinin yaptığı yorumlara bakarsanız cemaat gibi peşinden koşup bir linç ekibi oluşturdukları gözden kaçmayacaktır.
  • nostos/yuvaya dönüş

    bahçede bir elma ağacı vardı –
    bu kırk yıl evvel olmalı- ardında
    alabildiğine çayırlar. çiğdemler
    ıslak çimlerde sürüklenen.
    o pencerede duruyordum:
    nisan sonuydu. bahar
    çiçekleri komşunun bahçesinde.
    kaç kez çiçek açtı o ağaç,
    tama o gün ama, doğum günümde,
    daha önce ya da daha sonra değil?
    değişkenin, evrilenin
    sabitle ikamesi
    amansız yeryüzünün
    imgeyle ikamesi. ne biliyorum
    bu yere dair
    ağaç rolünü onyıllardır
    bir bonsai oynuyor, sesler
    yükseliyor tenis kortlarından —
    tarlalar. uzun çimenlerin kokusu, taze
    biçilmiş.
    lirik bir şairden bekleneceği gibi.
    dünyaya bir kez çocukken bakarız.
    gerisi hatıradır.

    louise glück / çev. nuray önoğlu
  • tatlı su solculuğunun ete kemiğe bürünmüş hali.

    eskiden önerdiği kitaplar için takip ediyordum fakat gerçekten artık çekilmez oldu. afgan istilasını savunması mı dersiniz, bunun için duyar kasan tweetler mi dersiniz, davasının belli olduğu siyasetçiler için destek tweetleri mi dersiniz.
    hayır ben de aynı tarafa oy veriyorum fakat ikimiz de aynı yolun yolcusu olamayız asla. özellikle afganlar için destek tweetlerini görünce troll sandım bir an.

    nuray hanım, kafanızda nasıl bir türkiye taşıyorsunuz bilmiyorum fakat ben bu ülkenin bir genci olarak sizin neslin, sizden öncekinin veya sonrakinin verdiği bombok oyların sonucuyla zaten ülkemi bu halde görüyorum. bir de başımıza sizin gibi duyar solcuları ne olduğu belirsiz, zihniyeti kirli, tenhada görse ne yapacağı belli olmayan çöl farelerini savunursa gerçekten kalbinizi kırarım davalık oluruz.

    yeter bıktım artık entel sanıp takip ediyoruz nelerle karşılaşıyoruz.
  • emekli akademisyen, çevirmen ve bir de kitabevi sahibi!

    yerdeniz kitapçısı'na gittiğinizde sizi güler yüzle karşılar, sohbet eder, kitap zevkinizi anlamaya çalışır.

    sonra bir çok kitabı önünüze serer, "ben sizi rahat bırakayım" diyerek kendi işine döner. oradan çıkarken almayı aklınızdan pek de geçirmeyeceğiniz kitaplar almış olarak çıkarsınız ve o kitapları okuduğunuzda ufkunuzu açtığı, yeni bir zevke vesile olduğu için de bu tatlı kadına minnet duyarsınız.

    o yüzden buradan kitap almak alelade bir kitabevi deneyiminden farklıdır.
  • twitter'da editör çevirmen kavgaları sürerken hakkında çok vahim iddialarla karşılaştığım çevirmen. şöyle alıntılayayım:

    "ya da kitabevi açıp öğrenciler ve yoksullar için askıya kitap asmak isteyenlere üzeri fiyatından kitap satsak? mesela, yazarım ben, kitabımı askı için bedava gönderiyorum, kitabevi şey diyor, pardon parayla kendi kitabınızı alacaksınız. yoksa askıya koymam. nasıl?
    ya da şey nasıl olur, meslektaşlarının ve yazarların rızkına çöküp sahte bandrol kullandığı kesinleşen yayınevine utanmadan çeviri yapıp, yine utanmadan o yayınevi para kazansın diye “kitabı alın bitirin” diye tweet'ler atsak. saydığınız isimler kadar şahsiyet sahibi olur muyuz?"
  • twitter'da kullandığı üslubu tek kelimeyle “berbat” olan şahıstır kendisi. özellikle evrim konusunda bir takipçisi ara formların olmadığını iddia etmiş, eğer ara form varsa kendisinin örnek bir fotoğraf atabilmesini rica etmiş ama kendisi “ben fotoğrafı atarım ama siz anlamazsınız” tarzında bir cevap vererek fotoğrafı paylaşmış.

    bu şahıslar insanları tanımadan etmeden nereden buluyorlar bu özgüveni? sen karşındaki insanı, bilgi-birikimini veya ıq seviyesini falan bilmeden “anlamazsınız” deme hadsizliğini nereden alıyorsun diye sorarlar adama. tamam abla en çok sen anlarsın, sadece sen bilirsin.
  • "insan sakince yaşayabilir ve minik iyilikler yapmaya ve kimseye zarar vermemeye çalışabilir."

    the sea the sea* çevirisini okuduktan sonra "yapacak minik iyi bir şey" olarak ekşisözlük başlığına övgüler dizmeye karar verdiğim insan. bu denli ağır bir metin için harika bir iş çıkarmış. ellerine sağlık. bundan sonra çevirmen olarak adını altında gördüğüm bir kitabı okumakta tereddüt etmeyeceğim kesin.
  • paylaşıp tavsiye ettiği kitapları dikkate aldığım kişiydi. hattâ kullanmayı pek sevdiği "duacım olursunuz" sözünü iddialı bulsam da üslup tercihidir, demek samimi bulanlar oluyor ki öyle demeye devam ediyor derdim hep. amma velakin, hasan ali toptaş vd. isimlerin mevzusunda birilerine tepki gösterirken, "tacize uğradım diyen kadını sorgulamak aklımdan geçmez, beyanına sorgusuz sualsiz inanırım." diye bir cümle kurunca pek tuhaf bulmuştum. zira bir kadın olarak, kadınların maruz kaldığı bunca şiddet ve taciz ruhumu sarsıyor, haberleri bile korkumdan izleyemiyorum çünkü tükeneceği yerde arttıkça artan kötülükleri yüreğim kaldırmıyor; fakat cinsimizin pek çok örneğinin de, istediğini elde edemeyince ve bazı durumlarda "kazanamayınca", kıskançlığın da pençesine düşerek gayet rahat suçlamalara başvurabildiğini de biliyorum, ne yazık ki biliyoruz. dolayısıyla, keşke o cümleyi kurarken "sorgusuz sualsiz" demek yerine, "hakkaniyetli bir soruşturma sonucunda" parantezini açıp şerhini düşebilseydi, mantığına daha çok yakışırdı.

    (o tweet'i gördüğümde yaşadığım şokla kenara bunları not düşmüşüm. umarım o düşüncesini daha aklıselim bir şekilde güncellemiştir.)
hesabın var mı? giriş yap