33530 entry daha
  • haşlanmış yumurtanın beyazını yemeyen sarısını sevenler için öneri;

    yumurtayı haşlamadan önce iki dakika boyunca hızlı hızlı sallarsanız yumurtanın içi komple sarı olmuş olur.
  • debe olmuş uydurma hikaye: (bkz: #125305558)
    ben de biraz araştırdım. tarihler, yaşlar vs. hepsi yerine otursa da; churchill'in kahire'de hasta olması ve onun penisilinle tekrar kurtulması bana şüpheli gelmişti. netekim araştırma sonuç verdi...

    gerçek:

    nazlı ılıcak siyasi konularda ne kadar külyutmaz ise... okurlarına karşı bir o kadar iyi niyetli. hatırlarsınız: saim güven adlı bir okuruna güvenerek, stanford üniversitesi'nin kuruluşuna ilişkin, baştan sona uydurma bir öyküyü köşesinde yayınlamıştı. (10 temmuz 2011)
    internet böyle hikâyelerle dolu. hangi amaçla uyduruldukları belli değil.
    acaba stanford hakkındaki o palavrayı kaleme alanların amacı, harvard üniversitesi'nin imajına çizik atmak mıydı? yoksa birileri, o uydurma öykülere inanıp yayanları mı izliyor?
    neyse... nazlı hanım bu kez de veysel eroğlu adlı okurundan gelen, "fleming ve churchill" başlıklı bir metni kontrol etmeden yayınladı. (19 şubat 2012)
    ***
    uydurma olay özetle şöyle:
    fleming adlı fakir çiftçi, bir çocuğu bataklıktan kurtarır. çocuğun zengin babası, bu iyiliğe karşılık olarak fleming'in oğlunun okul masraflarını üstlenir. çocuk iyi okullarda okur. londra'daki st. mary hastanesi tıp okulu'nu bitirir.
    bu çocuk alexander fleming'tir... yıllar sonra, zengin adamın bataklıktan kurtulan oğlu, zatürree olduğunda, hayatını, fleming'in bulduğu penisilin kurtarır. zengin adamın oğlu, büyük siyasetçi sir winston churchill'dir.
    ***
    ingilizcede "too good to be true" diye bir laf var. "gerçek olamayacak kadar mükemmel" diye çevirebiliriz. bu öykü de öyle...
    "şeyi şeyine denk gelme" deyimini hatırlatıyor insana: biri kurtarıyor, diğeri yardım ediyor, falan filan.
    öyküyü okuyunca içime kurt düştü. yoksa yeni bir "stanford vakası" ile mi karşı karşıyaydık?
    araştırdım. maalesef öyleydi. okurları bir kez daha nazlı hanımı kandırmıştı: öyküde yer alan bilgilerden sadece alexander fleming'in bir çiftçinin oğlu olması, st. mary hastanesi tıp fakültesine gitmesi ve (elbette) penisilini bulması doğruydu. diğer tüm bilgiler ise uydurmaydı.
    o kadar ki, ıı. dünya savaşı sürerken, başkan roosevelt ile buluşmak üzere 1943'te çıktığı kahire seyahatinde zatürree olan churchill, penisilinle değil, m&s adlı başka bir ilaçla tedavi edilmişti.
    ***
    peki bu uydurmanın kaynağı neydi? o da araştırılmış: öykü ilk kez 1944 yılında coronet adlı bir abd dergisinde, "dr. hayatkurtaran" başlığıyla yayınlanmıştı.
    uydurmayı kaleme alan ise arthur gladstone keeney adlı (büyük olasılıkla ailesi, fleming gibi iskoçya kökenli olan) abd'li bir gazeteciydi.
    bu uydurmacanın bana faydası dokundu: churchill'in, "sir" unvanlı tarihçi martin gilbert tarafından yazılmış, 1150 sayfalık devasa biyografisini okumaya başladım. churchill gibi muhteşem bir karakter üzerine yazılmış şahane bir kitap. (iş bankası yayınları)
    stanford öyküsünü deşifre ettikten sonra, "uydurmalara ne gerek var; gerçek zaten yeterince ilginç değil mi?" demiştim.
    fikrim değişmedi.
    not: nazlı hanım kotasını doldurdu. bundan sonra bir uydurmacayı daha yayınlarsa, bilerek yaptığını düşüneceğim.

    kaynak
  • arabayla yön değiştirmek için direksiyonun sol kısmında bulunan kolu kullandığınızda arkadaki arabaların ne tarafa döneceğinizi önceden öğrenebilmesi.
  • yeme alışkanlıklarımızı etkileyen pek çok faktör vardır:

    1- renkler: renkler hem yiyeceklerin tadını, hem de tüketim miktarımızı etkileyen önemli faktörlerden biridir.

    örneğin; kırmızı renk, yemeklerin daha tatlı olmasını sağlarken aynı zamanda sıcaklık ile de ilişkilendirilmektedir. charles spence‘in yaptığı araştırmada katılımcılara mavi, yeşil, kırmızı ve sarı bardaklarda kahve içirilip hangi bardaktaki kahvenin daha sıcak olduğunu belirtmeleri istenmiştir. sıcaklıklar eşit olmasına rağmen çoğunluk kırmızı renkli bardağı seçmiştir. sonuç olarak içecek ve yiyeceklerin ambalajlarında kullanılan renklerin, içecek ve yemeğin nasıl algılandığı üzerinde etkilerinin olduğu gözlenmiştir.

    ayrıca kırmızı renk tehlikeyi simgelemektedir. bu tehlike sinyali tüketim malzemelerinde görüldüğünde bilinçaltımız tetiklenip daha az yiyip ve içmemize sebep olabilmektedir. renkli tabak seçiminde kırmızı tabakların porsiyon kontrolü sağladığı gözlenmiştir.

    tasarımın ve renklerin bizleri nasıl etkilediğinin başka bir örneği ise coca cola firmasının noel için ürettiği özel tasarım beyaz şişelerdir. içeceğin tadının aynı olmasına rağmen tüketicilerden tat değişikliği olduğuna dair şikayetler geldiği için coca cola kısa süre sonra ürünü piyasadan çekmek zorunda kalmıştır. haber

    2- açlık hormonu : vücuttaki enerji düşüklüğünü veya midenin besin ihtiyacını uyaran ghrelin hormon (açlık hormonu) seviyesinin zihnin o anki psikolojik durumundan etkilenip etkilenmediğini ölçmek için bir araştırma gerçekleştirilmiştir. araştırmadakatılımcılara aslında içerik olarak aynı, fakat katılımcılara farklı olduğu söylenen iki bardak milkshake gösterilip, birinin düşük kalorili az yağlı diğerinin ise yüksek kalorili ve tam yağlı olduğu bilgisi verilmiştir.

    milkshakeler içildikten üç farklı zaman sonra (20-60-90 dakika) katılımcıların ghrelin hormon seviyeleri ölçülmüş ve daha sonra karşılaştırıldığında “yüksek kalorili” olanın “düşük kalorili” etiketli olana göre ghrelin hormonunu üç kat daha fazla düşürdüğü gözlenmiştir.

    iki içeceğin aynı içeriğe sahip olmasına rağmen, üretilen hormon seviyeleri arasında böyle bir fark olması düşüncelerimizin bedenimiz üzerindeki etkisinin ne derence fazla olduğunu göstermektedir.

    3- sosyal ortam: ne kadar çok kişiyle beraber masaya oturursak o kadar çok yemek yediğimizi gösteren bir araştırma yapılmıştır. masa kalabalıklaştıkça masada geçirdiğimiz zaman artmakta ve bununla paralel olarak da sofradaki yemeklerle temas süremiz uzamış olmaktadır.

    yapılan bir araştırmaya göre tek başımıza yediğimiz yemeklerle karşılaştırıldığında +1 kişiyle yenilen yemekler %33 oranında artarken, +3 kişiyle %58, +5 kişiyle ise %70 daha fazla yenmektedir.

    4- mesafe : uzakta olan yiyecek ve içeceklerin tüketimi daha az olmaktadır. bir araştırmada, ofis çalışanlarının iki gruba ayrılmıştır. birinci grubun masasına, ikinci grubun ise masasından iki metre uzağa çikolata konulmuş ve çalışanların günlük olarak ne kadar çikolata yedikleri ölçülmüştür. elde edilen veriler karşılaştırıldığında birinci grubun, ikinci gruba kıyasla günde ortalama 6 adet daha fazla çikolata tükettiği ortaya çıkmıştır. fiziksel mesafe tüketim miktarımızı olumlu yönde etkilemektedir.

    5- etiket : yediklerimizin etiketinde “düşük kalorili”, “düşük yağ” ya da “düşük şeker” ibaresini gördüğümüz anda o yiyeceğe bakış açımız tamamen değişmektedir. düşük kalorili beslendiğimizi düşünmeye başlarız ve bunun sonuncunda daha fazla yeme eğilimi gösterebiliriz.her ne kadar bu etiketler diyet kültürünün bir parçası gibi görülse de çoğu zaman bedenimize yaptığımız en büyük aldatmacalardan biridir. en kötüsü de “düşük yağ” ibareli çoğu ürünün standart versiyonuyla neredeyse aynı miktarda kalori ve şeker içermesidir.

    örneğin, üç adet standart oreo ve üç adet düşük yağ içerikli oreo’yu karşılaştırdığımızda çarpıcı bir sonuçla karşılaşabiliriz. yağı azaltılmış halinde yağ içeri daha düşük olsa da (6,6 g yerine 3,5 g), 2,5 g daha fazla karbonhidrat, potasyum ve 1 g daha fazla şeker içermektedir. bunlara karşılık düşük yağlı olanlar, standart olanlara göre sadece 10 kalori daha azdır.

    6- organizasyon : örneğin bir tabaktaki yiyeceklerin dağınık bir şekilde yerleştirilmesi daha çok yeme eğilimi göstermemize neden olmaktadır. araştırmacılar, yiyecek düzeninin beslenme üzerindeki etkisini anlamak için bir deney yapmışlardır. katılımcılara üç yüz adet şeker verilmiş ve gizli kameradan davranışları takibe alınmıştır. katılımcıların yarısı şekerleri renklerine göre organize bir tepside alırken diğer yarısı ise karışık bir tepside almıştır. dağınık tepsiyi alan katılımcılar diğer gruba göre neredeyse iki katı kadar daha fazla şeker tüketmişlerdir.

    sonuç olarak tabağımızdakilerin düzeni, ne kadar yediğimiz konusunda yardımcı olmakta ve doygunluk hissini tetiklemektedir.
  • arapça kaynaklarda isa mesih olarak bilinen peygamberin ardından gidenlere hristiyan denmesinin sebebi "mesih"in (hastaları mesh ederek yani ovalayarak iyi etmesinden gelir adı) yunanca çevirisinin hristos olmasındandır.
    ki mesih adı kuran'da da geçmektedir.
    isa ismi ise ibranice yeşua dan gelmiştir, sık kullanılan bir musevi ismidir.
  • vücuttaki en sert doku kemik olarak bilinse de aslında kemik 4. sıradadır. 1.si; %96 oranında matriksi kalsifiye olan dişin mine (enamel) tabakası, 2.si; %80 oranında matriksi kalsifiye olan dişin dentin tabakası, 3.sü; %68-70 oranında matriksi kalsifiye olan dişin sementum tabakasıdır. kemiğin inorganik matriksi %65 oranında kalsifiye olup sertlik bakımından vücutta 4. sıradadır. hepsinde de ortak olan şey; matriksin mineralizasyonunu sağlayan şey kalsiyum hidroksiapetit kristalleridir. alkalen fosfataz, tüm bu dokularda ca ve p iyonlarının çöktürülmesinden, yani; matriksin kalsifikasyonundan esas sorumlu enzimdir.
  • koyun gütmek.
    kurbanlık koyun bakarken bir çobandan öğrendiğim şeydir.

    diğer büyük baş hayvanlar için geçerli olsa gerek.

    efendim çoban seçtiği bir kuzuyu annesinden daha süt emerken ayırır, sonra onu eşeğinin bacağının arasından annesinin sütüyle beslermiş. kuzu, böylelikle eşeği annesi sanarak büyüdüğünde dahi yeni annesinin peşini bırakmazmış. boynuna çan bağlanan koyunu da, bütün sürü takip edermiş. hatta eşeği sağlam bir kazığa bağlayıp sürüyü orada bırakıp gitsen bile bütün sürü iki üç gün boyunca orada öylece dururmuş.

    bu arada hani şu bize dayatılan hayat standartlarını saymazsak, yemin ediyorum dağdaki çobanın hayatı çoğumuzun hayatından daha güzel.
  • progresif kas gevşeme tekniği

    yoga, namaz, tibet gençlik hareketleri ve diğerleri

    kadim inanç ve şifa tekniklerinin bir çoğunda karşımıza çıkan bir şey var. beden hareketleri.

    peki bu neden önemli?

    artık şunu biliyoruz beyin bedenin içinde yaşayan bir organ değil, bedenle birlikte yaşayan bir organ.

    hani o çok bilindik söz!
    sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.
    gerçekten öyle!

    bilimsel olarak bağırsak floramızla psikolojik durumumuz arasındaki ilişki artık üzerine tartışma götürmez bir gerçeklik halini aldı.

    ya da

    mutlu olduğumuzda gülümsediğimiz gibi
    gülümsediğimizde mutlu olduğumuz da.

    dik vücut pozisyonunun olumlu etkileri vs

    bunlar artık üzerine spekülasyon yapılacak konular değil. böyle birşey var.

    beyin bedeni etkiler, beden de beyini

    beden de beyin gibi hafıza kayıtları tutar. postür olarak bu kayıt dışarıdan bile görülür. yıkık insan pozu diye birşey var.

    peki beden nelerin kaydını tutuyor? aslında herşeyin.

    ama en çok da kaygıların. kronik stresin.

    beyin bedene göre bir parça şanslı, kaygının kaydı tutuluyor olsa da bilinçle onu bastırıp bir futbol maçı izleyip televizyon karşısında bir filme takılıp en önemlisi de uyuyarak bir parça kendisine gevşeme şansları tanır. yemek yiyerek bilgisayar oyunu oynayarak yalancı doyumlar ile kendi üzerindeki yükü hafiflete bilir. ama beden bunları yapamaz.
    evet uyurken bile
    çenemiz uyurken bile kaygı ile kasılıyorsa rahatlayacak kadar gevşemeyebilir.boyun ve sırt kaslarımızda

    gün içinde sırtımızdaki kredi kartı borçlarının yükü ile kasılmış kasların izleyerek rahatlayacağı avrupa futbol şampiyonası yok.

    onu biz rahatlatmalıyız. çünkü beyin beden bağlantısı çift yönlüdür. o rahatlamadan beynin rahatlamaz. beynin rahatlamadan o gevşemez.

    işte progresif kas gevşetme tekniği yoga gibi disiplinleri uygulama imkanları olmayan ya da uygulamak istemeyenler için güzel bir alternatif.

    dr.edmund jacobson tarafından geliştirilmiş sistematik orjinal teknikte 200 farklı kas grubu için ayrı ayrı teknikler olsa da uygulamanın zor olması nedeniyle ben sonuçta büyük vücut bölümlerinin büyük kısmını kapsayan modifiye kompakt progresif kas gevşetme tekniğinin 17 adımını sizinle paylaşacağım.
    her bir adımda 7 saniyelik kasılma ve onu takip eden 5 saniyelik gevşeme süreci sonrasında yeni adıma geçmeyi öneririm.

    7 saniyelik kasılma sonrası 2 derin nefes ile dinlenmek hem 5 saniye gevşemenize yardımcı olur hemde vagus siniri aracılığıyla parasempatik sisteminizi aktive eder.

    17 adıma başlıyoruz.

    1. kaşlarınızı olabildiğince yukarı kaldırarak alın kaslarınızı gerin. kaslarınızı böyle tutun … ve daha sonra gevşetin.

    2. gözlerinizi sıkıca yummak suretiyle göz çevresindeki kaslarınızı gerin. kenan doğulu şarkısı gibi.
    sımsıkı sıkı sıkı
    bu şekilde tutun … ve daha sonra gevşetin.

    3. ağzınızı olabildiğince geniş bir şekilde açmak suretiyle çene kaslarınızı gerin. bu şekilde tutun … içine sinek değil elma kaçacak kadar geniş açıyoruz. olabildiğince geniş. hem kaslarınız hem çene ekleminiz üçin önemli. sert gıda tüketimimiz azaldı. ısırma hareketimiz azaldı. çene eklem sağlığı içinde çok kıymetli bu adım. yogacı tayfa bacaklarını açıyor ya! biz de çenemizi. onlar amuda kalkmakla gurur duyuyor ya bizde timsah gibi açılan çenemizle.
    önemi yeterince vurguladıysam bir sonraki adıma geçiyorum. ağzınızı olabildiğince kocaman açın ve daha sonra gevşetin.

    4 başınızı, sanki sırtınıza değecekmiş gibi geriye doğru çekerek boyun kaslarınızı gerin (bu işlem sırasında bu kas grubunu incitmemek için nazik olun). bu kas grubu çoğu kez özellikle gergin olduğu için germe-gevşetme işlemlerinizi iki kez yapmanız daha iyi olur. derin bir nefes alın, durun ve yavaşça verin.

    5. omuzlarınızı sanki kulaklarınıza değecekmiş gibi yukarı kaldırın. bu şekilde tutun … ve daha sonra gevşetin.

    6. kürek kemiklerinizi birbirine değecekmiş gibi yaklaştırarak omuzlarınızı geri çekin ve omuz kaslarınızı gerin. ve daha sonra gevşetin. bu kas grubu özellikle gergin olduğu için, germe-gevşetme uygulamasını iki kere yapın.
    kredi kartınızın askari tutarını değil tamamını ödemiş gibi olacaksınız. kürek kemikleriniz sırtızda duran iki kemik iyice birbirine yaklaşacak sonra gevşeyecek.

    7. yumruklarınızı sıkın. 7-10 saniye boyunca yumruklarınızın bu şekilde sıkılı kalmasını sağlayın ve daha sonra serbest bırakın. kollar için 7 saniyeden biraz daha uzun süre kullanabilirsiniz. bence 10 sn altına düşmeyin.

    8. omuzlarınızı kaldırmak ve ön kollarınızı kendinize çekmek suretiyle pazularınızı şişirin. bu şekilde tutun … ve ardından gevşetin.

    9. kollarınızı yana açıp dirseklerinizi kilitleyerek “triceps” (kolunuzun arka tarafındaki kas) kasını gerin. bu şekilde tutun … ve daha sonra gevşetin.

    10. derin bir nefes alarak göğüs kaslarınızı gerin. 10 saniye süreyle böyle tutun … ve daha sonra gevşetin.

    11. karnınızı içeri çekerek karın kaslarınızı gerin. bu şekilde tutun … ve daha sonra gevşetin.

    12. bir köprü kurmak suretiyle sırt kaslarınızı gerin. bu şekilde tutun … ve daha sonra gevşetin. geriye doğru esnemeden söz ediyorum. geri yönlü esneyebildiğiniz kadar çok.

    13. her iki kaba etlerimizi birbirine yaklaştırarak kalça kaslarınızı gerin. bu şekilde tutun … ve daha sonra gevşetin.

    14. kollarınızı arkaya alıp ellerinizi bağlayın. emekli amca maaş kuyruğunda bekleme pozisyonu dersem gözünüzde canlanır. sonrasında sanki birileri omuzlarınızda iki taraftan çekiliyormuşsunuz gibi tüm vücudunuzu iki yana itin. vücudunuzu bu şekilde kasılı tutun … ve daha sonra gevşetin.

    15. dizlerinizden tutun ve göğsünüze doğru çekin. bu şekilde tutun … ve daha sonra gevşetin.

    16. ayak uçlarınızı kendinize çekerek baldır kaslarınızı gerin. bu şekilde tutun … ve daha sonra gevşetin.

    17. ayak uçlarınızı aşağıya (yani geriye) doğru kıvırarak ayak kaslarınızı gerin. bu şekilde tutun … ve daha sonra gevşetin.
  • birçok kişi, topluma ayak uydurma gereksiniminin farkına bile varmaz. bunlar, kendi özgür düşüncelerini ve eğilimlerini gerçekleştirdikleri, bireyci oldukları ve düşüncelerine kendi başlarına düşünerek ulaştıkları -ve çoğunluğun düşünceleriyle kendi düşüncelerinin aynı olmasının tamamen bir rastlantı olduğu- düşüyle yaşarlar.

    sevme sanatı
  • 30 sayfalık bilgiyi gelip buraya yazarsanız zaten ufkumuz skilir okurken.
8274 entry daha
hesabın var mı? giriş yap