• tıbbi adı fibula olan, halk arasında kamış kemiği olarak bilinen, (en azından genelinin böyle bildiği ) alt bacak kemiğinin adının kamış olmasının bir anlamı var. ve oldukça düz bir mantık işlemiş, bulan gerçekten güzel oturtmuş.

    vücut dengesinde ve ağırlığı taşımada görevini kaval kemiğine bırakan bu kemik plastik cerrahlar tarafından çok sık tercih ediliyor. sebebi ise penis boyutuna benzerliği.( tabiki çap olarak. )

    ağır penis hasarı ve tekrar kullanılamama gibi irreversibl durumlarda cerrahlarımız bu kemiğin ayak bilek eklemine katılmayan üst 2/3'lük kısmını alıp, gerekli oyma işlemi ile bir corpus=gövde hazırlıyor ve ardından ön kol derisi ile kaplanıp rekonstrükte ediliyor. ve kullanıma hazır, erektif-ejekülatif fonksiyonu korunmuş bir penis oluşuyor. hastamıza ise güle güle kullanmak düşüyor.
  • en tehlikeli kimyasallar, ama neredeyse saygıyla onunde egilinecek kadar(!) tehlikeli kimyasallar. en yanıcılar, en yakıcılar, en patlayıcılar, kokusuyla felc edenler ve hatta nazilere bile "oha bu sanki cok tehlikeli oldu, korkuyorum fuhrer" dedirten o maddelerden bir kuple. siyanur, ricin, botox gibi cok bilinen zehirlerden ve radyoaktif maddelerden bahsetmiyecegim cunku bence bunlar cok sıkıcı :) entry biraz uzun fakat sizi temin ederim ilginc ve eglenceli. mumkun olan en az miktarda teknik terim kullanıldı.
    uyarı: olur da bir gun listedeki kimyasallardan herhangi biriyle karsılasırsanız (ki nerede karsılasıcaksınız, nalburda mı?) arkanıza bakmadan kacın!
    önsöz:
    "biz daha tehlikelisini yapana kadar en tehlikelisi bu" - alman kimyacı

    hf - hidrojen florur
    televizyona cıkıp unlu olmayı basarmıs nadir kimyasallardan olan hf asidi ile baslayalım. breaking bad'i hala izlememis olanlar bu paragrafı okumasın cunku hafif spoiler iceriyor. hf'den cok daha kuvvetli asitler varolmasına ragmen hf bir ozelligi ile digerlerinden ayrılır. icerisindeki florur silisyum atomuna asıktır, gordugu yerde dahil oldugu gruptan onu sokup alır. dolayısıyla hf asla ama asla cam, porselen, seramik(!) gibi malzemeler icerisinde saklanmaz. yani tırtıllar kahverengi bot giyer ama hf cama girmez. walter white'ın jesse'ye ısrarla "plastik kap" bul demesinin sebebi budur. oysa ki jesse baska bir asit kullansaydı kuveti delmeyecekti, peki jesse neden hf kullandı? florur tıpkı silisyum gibi kalsiyuma da asıktır. bunun anlamı su; elinize dokmeniz durumunda diger asitler gibi hf de derinizi ve etinizi yakar fakat bununla kalmaz, kalsiyumu alarak kemiklerinizi de eritir. bu yuzden is arkadasları hf'e "herseyi yiyen asit" derler ve bircok dizi/filmde ceset yok etmede kullanılır. hf aynı zamanda solundugunda olumculdur ve duzenli olarak zehirli f2 (florur gazı) salınımı yapar. bence urkutucu olan, risk faktoru cok yuksek olmasına ragmen hf'in hala endustri ve arastırmada sıkca kullanılmasıdır.

    fluoroantimonic acid
    asitlerden ve sevgili dostumuz florurden bahsetmisken, dunyanın en asidik asidini atlamak olmaz. hf'in yaptıgı herseyi ve fazlasını yapabilen, suyla temas ettiginde patlayan bu asit, sulfirik asitten tam 2 uzeri 1019 kat daha gucludur (hesap makinem hesaplayamadı ama sanırım yaklasık 10000 katrilyon yapıyor). fluoroantimonic asit normal asit terimi kifayetsiz kaldıgı icin superacid olarak adlandırdıgımız maddelerin kralı olarak kabul edilmektedir. notr bir maddenin ph'ı 7, mide asitimizin ph'ı yaklasık 3, kezzapın ph'ı 1 iken fluoroantimonic asitin ph'ı -19.2'dir. herseyi (ama bak herseyi) eritebildigi gibi surekli zehirli gaz salınımı yapmaktadır. takdir edersiniz ki fluoroantimonic asit pek bir iste kullanılmaz.

    hexanitrohexaazaisowurtzitane a.k.a. cl-20
    harika bir potansiyel sozluk nick'i olmanın yanı sıra bilinen ve kullanılabilen en patlayıcı kimyasaldır. ne kadar patlayıcı oldugunu anlamak icin hesaplayan adamlar modumuzu acıyoruz. bir patalyıcının gucunu arttıran faktorlerden biri molekul icerisindeki nitro grubu sayısıdır. tnt var bilirsiniz, ismi acıyoruz trinitrotoluene, tri diyor 3 nitro diyor. hexanitrohexaazaisowurtzitane hexa diyor 6 nitro diyor! 1980'lerde cinli bir grup tarafından roket yakıtı olması amacıyla sentezlenen bu molekulun reaktivitesi o kadar yuksek ki kullanılmadan once tnt, hmx gibi patlayıcılar ile seyreltiliyor. evet patlayıcıyı patlayıcı ile seyreltiyorlar daha az tehlikeli olsun diye; sonucta kontrolsuz guc guc degildir.
    bir baska cılgın cinli arastırma grubu 90'larda kubik yapıdaki 7 nitrolu heptanitrocubane ve 8 nitrolu octanitrocubane molekullerini sentezliyor. beklenen patlama etkisi bu yeni iki molekulde daha yuksek olsa da nitro grupları karbonlara guclu bir sekilde baglı oldugu icin bizim hexanitro kadar kolay tetiklenemiyorlar.

    azidoazide azide
    dunyanın bilinen en salak isimli ve en patlayıcı kimyasalı. molekul o kadar guclu ki patlayıcı olarak bile kullanılamıyor. yapısında tamı tamına 14 cok mutsuz azot atomu bulunduran bu kimyasal kendisini sentezleyen alman kimyacıların makalede belirttigi uzere;
    ısındıgında,
    suya, havaya, ısıga ya da x-ray'e maruz bırakıldıgında,
    sarsıldıgında,
    titrediginde,
    dokunuldugunda,
    uzerine uflendiginde,
    kulagına fısıldandıgında
    ve hatta hicbir sey yapılmadıgında havaya ucuyor.
    tamamen izole edilmis, kuru, karanlık, sabit sıcaklıkta, sıfır sok test ortamında kendi kendine patlamıs. su an bu molekulu dusunuyor olmamız bile bir yerlerde patlamasına sebep oluyor olabilir. makalenin "cok heyecan verici bir bulus" diyerek baslayıp "maddenin hassaslıgı elimizdeki olcum imkanları ile belirleyebilecegimizin cok uzerinde bu yuzden soka ne kadar hassas bilmiyoruz" diyerek bitmesi, laboratuvar guvenlik onlemlerinin 1. maddesinin "bir cift iyi kosu ayakkabısı" olması, maddenin basit bir analizini yapan teknisyenin bomba imha ekiplerinin giydigi koruyucu giysiyi giymesi cok komik! eminim sentezi yapan gariban doktora ogrencileri de cok gulmustur :/ ironik olan ise azidoazide azide patladıgında hergun soludugumuz, tamamen zararsız ve masum, atmosferin %80'ini olusturan n2 azot gazına donusuyor olması. ama iste patlamaya bir seyler yapmak lazım.

    clf3 a.ka. substance n ya da n-stoff
    1939'da dusmanın yeraltı sıgınaklarını eritmek icin nazilerin sentezledigi bu kimyasal bilinen en yakıcı (ya da tutusturucu) madde. hava ile temas ettiginde kaynamaya baslıyor, suyla temas ettiginde patlıyor, solundugunda olumcul ve duzenli olarak hf uretiyor. clf3 o kadar guclu ki onune gelen herseyi ates, kıvılcım ya da ısı olmadan yakabiliyor, hava ile temas etmesi yeterli. bilinen en "yanmaz" maddeler asbestos, kum, tas, toprak, tugla, yanmıs komur (charcoal) ve hatta beton bile gazabından kurtulamıyor. sonucta nazi askerleri maddenin cok tehlikeli olduguna karar veriyor ve baslangıcta her ay 90ar ton uretmeyi planladıkları bu kimyasalın sentezine son veriyorlar (canıms ya :) yani substance n'e nazileri imana getiren kimyasal diyebiliriz.
    fuze/roket yakıtı olarak kullanılabilecegi dusunulse de 1950'lerde ilk defa toplu olarak tasındıgında icinde bulundugu celik tankı eritiyor. yere dokulen 1 ton clf3 betonu tamamen yakıp yedikten sonra 1 metre de toprak ve tası yok ediyor. maddeyi fuze yakıtı olarak kullanma planı da kelimenin tam anlamıyla yanıp kul oluyor. fakat hala gunumuzde yarı iletken madde uretiminde temizleyici olarak kullanılmakta.

    batrachotoxin
    bilinen en guclu norotoksinlerden biri olan bu molekul muhtesem renkli ve aynı zamanda muhtesem olumcul poison dart kurbagalarının derisinde bulunuyor ki kimyasal ismini yunanca kurbaga anlamına gelen batrachosdan alıyor. buyuk hayvanları avlamak icin gecmiste yerliler bu kimyasalın etkin felc edici ve oldurucu gucunu kullanıyorlar. oklarının ucunu kurbagaların sırtına degdiriyorlar ve kurbanlarını hedef alıyorlar. poison dart (zehirli ok) ismi de buradan geliyor. ama batrachotoxini diger cok bilinen zehirlerden ve doga ananın diger kimyasal silahlarından daha urkutucu yapan henuz herhangi bir panzehiri bulunamaması.

    dimethylcadmium - cdme2
    gelelim panzehiri olmasına ragmen sizi olduren bir kimyasala. dunyanın bilinen en en en ennnnn toksik kimyasalı cdme2 ilk defa 1917'de (yine!) alman kimyacı erich krause tarafından sentezleniyor. kimya tanrıları kızmıs olucak ki erich krause 37 yasında labta yanlıslıkla cl2 (klorur gazı) soludugu icin oluyor. cdme2 yuttugunuzda, soludugunuzda ya da cildinize temas ettirdiginizde inanılmaz bir hızla en cok kan bulunduran yani en hayati organlarınıza saldırıyor. diyelim ki bir mucize oldu ve hastaneye yetistiniz, panzehiri aldınız, o an kurtuldunuz. fakat her cadmium iceren molekul gibi cdme2 de inanilmaz kanserojen ve en iyi ihtimalle bir yıl sonra helvanızı yiyoruz.
    diyelim ki bir kaza oldu cdme2 dokuldu, temizlemek de biraz mesele. cunku kimyasal suyla patlıyor, surtunme gibi mekanik etkilerle anında alev alıyor, kendi haline birakirsaniz zamanla dimethylcadmium oksite donusuyor ki bu da oldukca vahsi bir patlayıcı. neyse kısaca, yemek buldun ye cdme2 buldun kac.

    thioacetone
    gelelim dunyanın en kokulu kimyasalına. oje cıkarmada kullandıgımız asetonu alıyoruz, yapısındaki tek oksijen atomunu cıkarıyoruz yerine kukurt atomu koyuyoruz ki oksijenle kukurt periodik tabloda altlı ustlu komsu yani birbirlerinden cok farklı degiller, sonuc; "kokudan olmek!"
    yapısında kukurt atomu bulunduran butun kimyasallar kotu kokar. ornegin bir cok deniz urunu piserken kukurtlu molekuller acıga cıkarır ve mutfagı kokusuyla batırır. hele thiol dedigimiz kukurtlu molekuller kotunun kotusudur. kokarcaların salgısı iki farklı thiol karısımıdır. thiollerle calısmıs biri olarak ben sahsen kokularını hayvan lesi+curuk yumurta+cehenneme benzetiyorum. kotu kokmada thiollerin reisi olan kimyasal ise anakahramanımız thioacetonedur.
    bilinen en guclu kokuya sahip bu kimyasalın yalnızca bir damlası saniyeler icerisinde yaklasık 500 metreden algılanabilir. kokuya maruz kalmak bilinc kaybına, felce ve kontrolsuz kusmaya sebep olur. 1889'da freiburg'da whitehall soap works sabun fabrikası (ironik olarak) hos kokusundan faydalanmak icin bir baska molekul olan trithioacetoneu kullanmak ister fakat fabrika kimyasalın sadece bir kac litresini damıtmaya kalktıgında acıga kokulu canavarımız thioacetone cıkar. fabrikanın 1 km cevresinde bulunan herkes zararlı etkileri hissetmeye baslar ve sonuc olarak tum sehir bosaltılır. insanlara kokuyu nasıl tarif edicekleri soruldugunda cevapları "dehset verici" olur.
  • neşet ertaş için bozkırın tezenesi yakıştırmasını ilk olarak yaşar kemal'in kullanması.
  • https://www.facebook.com/…m/videos/1843453752549033

    evrenin büyüklüğüne ve insanın küçüklüğüne dair ufuk açan bir video. evreni böyle düşününce ne kadar da anlamsız geliyor çoğu şey.
  • neden gençler ev veya araba almak istemiyor
    geleneksel düşüncenin aksine günümüzde evin veya arabanın olması artık bir başarı ölçütü değil. tüm dünyada artan sayıda genç insan artık araba veya ev almak istemiyor.
    araştırmalar sonucunda şu an 30-35 yaş aralığında olan milenyum nesli diye tabir edilen bu insanlar artık çok nadir ev alıyor ve daha nadir olarak araba satın almak istiyor. doğrusu bu insanlar ultra pahalı eşyalar almak istemiyor. bu yüzden abd’de yaşayan 35 yaş altı kişilere kiralık nesli denmeye başladı.
    peki bu neden oldu?
    bazı sosyologlar bunun nedenin finansal krizler olduğunu söylüyor. bu sebeple bu insanlar ciddi borç yükü altına girmekten korkuyor.
    fakat daha önemlisi asıl neden milenyum nesli bir önceki nesilden farklı olarak başka değerlere sahipler.
    günümüz gençleri başarı tanımını yeniden yorumladı, onlara göre:
    - başarılı insanlar ev almaz, kiralar.
    - eğer başarılı görünmek istiyorsanız, tecrübe edinin: yeni yerler görün, extrem sporlar yapın, yeni bir girişim kurun.
    insanlar artık materyalist değil
    taksi tutmak varken neden araba satın alayım? taksi tutunca şoför de var ve sigorta, bakım, vergi gibi şeyleri düşününce araba satın almaktan daha ucuza geliyor. güzel bir yerde ev alıp oraya gitmek yerine, airbnb üzerinden dünyanın her yerinde kalacak yer bulabilirim. çok pahalı bir yerde ev tutmak yerinde kendi memleketimde düzgün bir evde kalırım diye düşünmektedirler.
    - şu an kaldığın yerde ne kadar kalacağını bilmiyorsun.
    - uzun yıllar sürecek ev kredisi yükü altına girmek yerine bütün hayatını kirada geçirebilirsin.
    - belki birkaç yıl içinde işini değiştirebilirsin. eğer kirada kalırsan yeni girdiğin işte, işe yakın bir yerde ev kiralama konusunda seni engelleyen bir neden kalmaz.
    forbes’a göre günümüz gençliği ortalama 3 yılda bir iş değiştirmektedirler.
    sahiplik kavramı artık geçerliliğini yitirdi.
    james hamblin, atlantic yazarı, bu durumu şöyle izah ediyor: psikologların son on yıldır yaptıkları araştırmalar neticesinde şunu gördük, mutluluk veya kendini iyi hissetmek için bir şeyler satın almaktansa yeni deneyimlere para harcamak insanları daha çok tatmin ediyor.
    yeni deneyimler bize yeni dostluklar kazandırıyor.
    sosyal etkileşimler insanların mutlu olup olmaması konusunda oldukça önemlidir. başka insanlarla konuşmak bir sürü dost edinmek sizi daha mutlu bir insan yapar. fakat insanlar sizin şimdiye kadar kaç ev aldığınızı mı dinler yoksa yabanda geçirdiğiniz bir yılı mı?
    hamblin’nin makalesinden bir parça:
    “insanlar başkalarının sahip olduğu maddi şeyleri duymak veya konuşmak istemiyor, ama bir müzik grubu hakkında konuşmak onların daha çok hoşuna gidiyor.”
    şunu asla unutmayın kötü bir hayat tecrübesi bile iyi bir hikâye olabilir. materyalist şeyler asla.
    yeni bir şey almak bizi endişelendiriyor.
    bir şey daha var. sahip olduğumuz bir eşya, hele ki pahalıysa onun başına bir şey gelmesi düşüncesi bizi oldukça olumsuz etkiliyor. eğer bir arabanız varsa herhangi bir araba alarmını duymanız bile sizi gerebiliyor. eğer evinizde pahalı eşyalarınız varsa, hırsızlardan korkmaya başlıyorsunuz. arabanın çizilmesinden veya bozulmasından ve çok pahalı televizyonun uzun kullanımdan sonra bozulmasından bahsetmiyorum bile. fakat hiç kimse sizden daha önce yaşadığınız bir anı veya tecrübeyi alamaz. o hep sizinle birlikte kalır.
    satın aldığınız her şeyin fiyatı zamanla düşer.
    ailemiz bizim kadar kolay seyahat etme şansına sahip değildi. eskiden bu kadar çok eğlenebilecekleri ortam yoktu. yeni bir iş kurmak için çok fazla fırsat bulamıyordu. bu yüzden, onlar araba ve ev alarak yatırım yaptılar, fakat artık biz bunları istemiyoruz. sonuç olarak aldığımız çoğu şey ev veya arsa değilse zamanlar değerini yitiriyor. ve biliyoruz ki kriz çıktığında bu gayrimenkullerin nasıl değersizleştiğini, tüm bunlar neticesinde her şey artık daha net.
    yeni şeyler denemek, yeni tecrübeler edinmek gerçekten değerli olandır: değeri düşmez ve hiç kimse onu sizden çalamaz.

    edit:kaynakça https://brightside.me/…d-apartments-anymore-238710/
    ben kendimce çevirdim hoşuma gittiği için.
    direct my wrath nickli arkadaşa hassasiyetinden dolayı teşekkür ederim
  • yoktur hocam tek bilgi ile hiç bir ufuk 2 katına çıkmaz
  • seri katillere seri katil denmesinin nedeni sanıldığı gibi seri cinayetler işlemeleri değil "hızlı, elini çabuk tutan" katiller olmalarıdır.

    bir seri katil seri (hızlı) bir biçimde cinayeti işleyip polis olay yerine gelene kadar ortadan kaybolur. bu nedenle yakalanması güç olduğundan başka cinayetler de işleyecek cesareti kendinde bulur. birden fazla cinayet işleyince seri cinayetler işlediği söylenir ancak kastedilen kurbanın işini hemencecik halledip oradan sıvışmasıdır. ne zamanki nasılsa yakalanmıyorum ya diyerek ağırdan alır işte o zaman polis tarafından enselenirler.

    not: şu başlığa hep yazmak istemiştim meğer hiçbir şaşırtıcı şey bilmiyormuşum baktım olacak gibi değil bari götümden uydurayım dedim. bu haliyle öğrenildiginde ufku yarıya indiren şeylerden oldu ama idare edin.
  • seri katillere seri katil denmesinin nedeni sanıldığı gibi seri cinayetler işlemeleri değil "hızlı, elini çabuk tutan" katiller olmalarıdır.

    bir seri katil hızlı (seri) bir biçimde cinayeti işleyip polis olay yerine gelene kadar ortadan kaybolur. bu nedenle yakalanması güç olduğundan başka cinayetler de işleyecek cesareti kendinde bulur. birden fazla cinayet işleyince seri cinayetler işlediği söylenir ancak kastedilen kurbanın işini hemencecik halledip oradan sıvışmasıdır. ne zamanki nasılsa yakalanmıyorum ya diyerek ağırdan alır işte o zaman polis tarafından enselenirler.

    not: şu başlığa hep yazmak istemiştim meğer hiçbir şaşırtıcı şey bilmiyormuşum baktım olacak gibi değil bari götümden uydurayım dedim. bu haliyle öğrenildiginde ufku yarıya indiren şeylerden oldu ama idare edin.

    edit: bu bilgi yanlış diye mesajlar geliyor. iş bu entryde yazar şaka yapmaya çalıştı. anlaşılmıyor mu yahu? kesin bilgi değil yani yaymayalım.
  • bir insanın acı çektiğini gördüğümüzde bizim de beynimizdeki acı merkezi aktive oluyor, buna empati diyoruz. bir grup araştırmacı farklı etnik köken ve dinden deneklere 6 el göstermiş. ele iğne batırılıyor, bunu gören deneklerin fiziksel acı bölgesi aktifleşiyor.

    sonraki bölümde ellerin üzerine etiket yapıştırıyorlar. tek kelime: müslüman, hristiyan, budist, yahudi, ateist, bilim adamı gibi. denekler aynı görüntüyü etiketle izlediklerinde kendi gruplarından olmayana empati seviyeleri düşüyor. fizyolojik olarak beyin, bizimle aynı gruptan gördüklerimizin acısıyla özdeşleştiriyor kendini, diğerleriyle özdeşleştirmiyor. din ile alakası var mı derseniz ateistler de ateistlerin ve hatta bilim adamları bilim adamlarının acısına daha çok empati duyuyor.

    dünyadaki sorunların büyük kısmının nedeni bu deneyde gizli. ırkçılık, ayrımcılık, açlık, savaş... iğrenç bir türüz ve bu bize bağlı değil. fizyolojik olarak resmen kötü yaratılmışız.

    kaynak: david eagleman, the brain.
  • yamyamlık ve en enteresan hayatta kalma hikayelerinden biri
hesabın var mı? giriş yap