• oldukça aktif kullandığım evernote'un logosundaki fil'in, fil hafızasından geldiğini anlamak. şok !
    tamam suç bende, olmayınca olmuyor :)

    avis'in * araçlarındaki çoğu plakanın kh olması ise koç holding imiş dediler, bilemiyorum
  • karbonat, ter kokusunu önlemek için kullanılabilecek en doğal ve sağlıklı maddedir.

    sıcak yaz günlerinde terlememek için henüz bir çözüm üretilmedi ne yazık ki. akşam yatarken, sabah evden çıkarken günde 2 defa duş alsanız bile gün boyu dışarıda olup duş alma imkanı bulamayınca insan leş gibi kokuyor normal olarak. bunu bir miktar önlemenin yolu da duştan sonra deodorant, roll-on gibi hem çevreye hem vücuda zararlı kimyasal maddeler kullanmak.

    hem ter kokmayıp hem kimyasal kullanmak istemiyorsanız da çözüm basit: duştan sonra koltuk altlarınıza bir miktar karbonat sürün. bu aynı zamanda koltuk altı kararmalarını da geçirecektir.

    karbonatı hindistan cevizi yağı ve ilave olarak kokulu bir bitki yağıyla karıştırarak yapılan tarifler de okudum aslında ama içeriğinde yağ olduğu için kıyafetlerde leke bırakıyor, tavsiye etmiyorum. en temizi sade sade karbonat sürmek. yapın, yayın, ter kokusunu önleyelim artık kusucam.

    not: aramaya inandım ve geçen sene bu bilginin yazılmış olduğunu gördüm. ama sıcak havalar nedeniyle her yaz yazılsa hatta broşür yapılıp dağıtılsa az diye düşünüp tekrar yazdım. pişman değilim.
  • ünlü kitaplar hakkında ilginç gerçekler

    1) sefiller – vıctor hugo

    romantik akımın kurucusu victor hugo’nun en etkileyici romanlarından “sefiller” (les miserables) eserini okursanız çok uzun bir cümle ile karşılaşacaksınız. bu cümlenin içinde tam 823 kelime var! cümle kitabın 3. bölümünde yer alıyor ve tam tamına 3 sayfa sürüyor. ilgili cümlenin, fransız edebiyatının en uzun cümlesi olduğu kabul ediliyor.

    2) gadsby – ernest vıncent

    ernest vincent’ın 1939 yılında yazdığı “gadsby” isimli roman tam 50.110 kelime içeriyor. buraya kadar her şey normal görünüyor. ancak romanın ilginç yanı 50.110 kelimenin hiçbirinde ‘e’ harfinin bulunmaması!

    3) tom sawyer’ın maceraları – mark twaın

    ünlü yazar mark twain, remington firmasının daktilo alan ilk müşterilerinden biridir. 1876 yılında daktilosunda ilk yazdığı ünlü eseri de “tom sawyer’in maceraları” adlı meşhur kitaptır. bu kitap aynı zamanda dünya edebiyatında daktiloda yazılan ilk kitap olarak biliniyor.

    4) sherlock holmes – sır arthur conan doyle

    efsanevi roman sherlock holmes’un yazarı a. conan doyle aslında bir göz doktoruydu. ancak tıbbi çalışmaları karşılığında iyi bir gelir elde edemeyen doyle, günlük ihtiyaçlarını karşılamak için yazar oldu. şu an tüm zamanların en iyi yazarlarından kabul edilen doyle, geçim sıkıntısı çekmeseydi belki de bugün “sherlock holmes” olmayacaktı.

    5) savaş ve barış – leo tolstoy

    leo tolstoy’un yazdığı “savaş ve barış” isimli klasik eser en önemli başyapıtlardan kabul ediliyor. henüz kopyalama makineleri ve bilgisayarların icat edilmediği dönemde yazar tarafından kaleme alınan bu eserin el yazmasını, tolstoy’un eşi yedi kez elle yazarak kopyaladı.

    6) güliver’in gezileri – jonathan swıft

    ingiliz edebiyatının önemli isimlerinden olan jonathan swift, “gulliver’in gezileri” isimli kitabında mars gezegeninin iki uydusu olan phobos ve deimos’u tam boyutları ve dönüş hızlarıyla yazdı. gökbilimciler isimleri kitapta geçen bu uyduları kitabın yazılışından yaklaşık 100 yıl sonra buldular. swift’in bu bilgileri nasıl öğrendiği ise hala bir sır.

    7) kumarbaz – dostoyevskı

    kumarbaz, dostoyevski’nin gençlik yıllarını, dramatik aşk ve kumar tutkusunu en yalın hali ile kaleme aldığı yapıtlarından biridir. ilk büyük romanı olan ve büyük bir kitleye ulaşan suç ve ceza’dan sonra yayınevi ile yaptığı anlaşmaya bağlı kalmak mecburiyeti üzerine (kumarbaz romanının 25 gün içerisinde yazılmaması halinde dostoyevski ileride yazacağı romanlardan herhangi bir hak talep edemeyecekti) romanın yetişememe telaşı ve en önemlisi iyi bir roman yazmak düşüncesiyle tuttuğu stenograf anna grigoryevna’nın yardımı ile yazmış ve kendinden genç olan bu kadınla daha sonra evlenmiştir. roman 25 günde tamamlanmıştır.

    8) lolita – vladımır nabokov

    rus asıllı vladimir nabokov’un paris’te ingilizce yazıp yayımladığı “lolita” adlı romanı, müstehcen olduğu gerekçesiyle fransa, ingiltere, kanada, yeni zelanda, güney amerika ve arjantin’de yasaklandı. ancak, amerika’da kitabın ilk üç hafta içinde 100.000 kopya satması, büyük bir başarı olarak kabul ediliyor. romanda 12 yaşındaki bir kız çocuğuna ilgi duyan orta yaşlı bir adamın öyküsü anlatılıyor.
  • kadın(khatun) türkçe kelime. kraliçe anlamına gelir.
    avrat(avret) arapça kelime. ayıp yerler anlamına geliyor.

    sanırım türk ile arap arasındaki kadına bakış farkı daha güzel yansıtılımazdı.
    not: arap tecavüzüne uğramış, yozlaşmış, islamcı, dinci türkleri de araptan sayabiliriz.

    not kısmında belirttiğim kişilerden gelen tepkiler üzerine edit:
    (#70246445) bahis entry'de avret kelimesinin arapçada kadın anlamında kullanılmadığından bahsedilmiş. "sadece türkler kadın anlamında kullanıyor." denilmiş.
    birincisi bu kelime bizim dilimize arapçadan gelmiş, bu aşikar. şu anda araplar tarafından kadın anlamında kullanılmaması eskiden hiçbir arap topluluğu tarafından kullanılmadığı, bizim dilimize onlardan geçmediği anlamını taşımıyor bu iki.

    üçüncü olarak kaynaklara gidelim;

    bir anlamı;
    "kadın, zevce" [ mukaddimetü'l-edeb terc., y. 1300]
    kenç oğlanlu boldı ?avrat

    diğer anlamı;
    ~? ar ?awrat ????? [#?wr çoğ.] (kadının) edep yerleri, zaaf ve kusurlar < ar ?awra(t) ???? [t.] kusur, özür, edep yeri
    kaynak:nişanyan sözlük

    "mukaddimetü'l-edeb terc., y. 1300; zemahşeri el-harezmi'nin 1127-1144 yılları arasında yazdığı ve harezm şahı atsız b. muhammed b. anuş tigin'e sunduğu arapça sözlük."

    el-harezmi'nin özbek kökenli olması sözkonusu durumun gerçekliğini değiştirmiyor. dikkat edilirse sözlük arapça sözlük, harezmi arapçayı iyi biliyor ki sözlük dahi yazabiliyor. "awrat" kelimesi bu büyük matematikçi tarafından arapçadan "kadın, zevce" olarak çevrilmiş. daha fazla söze gerek yok sanırım.

    diğer bir tepki; "kadın sözcüğü soğdça kökenlidir, türklükle alakası yoktur." denilmiş. kısmen haklı, ancak oradaki asıl vurgu anlama yapıldı. "kraliçe" anlamının türkler tarafından benimsenip türkçeye aksettirilmesi, bizim kökenimizde kadına bakışımızı yansıtan gerçeği değiştirmiyor. kadın bizim için kraliçedir, orhun kitabelerinde dahi vardır.

    etü: [ orhun yazıtları, 735]
    ögüm ilbilge ?atunı [anam ilbilge kraliçeyi] etü: [ ırk bitig, <900]
    avınçu ?atun/?atun bolzun [cariye kraliçe olsun] etü: [ kaşgarî, divan-i lugati't-türk, 1073]
    katun [[afrasiyab'ın kız soyundan gelenlere (hakan sülalesinden kadınlara) verilen ad]] ttü: [ meninski, thesaurus, 1680]
    ?adın, ?adün vulg. pro ?atun: matrona, domina, materfamilias [hanımefendi]. ytü: kadınsı [ cumhuriyet - gazete, 1951]
    likomediya kızları arasında kadınsı bir ömür sürerken ülis geliyor

    << etü ?atun/?atun kraliçe, hakan eşi veya kızı ~ sogd ?waten a.a.
    kaynak; nişanyan sözlük

    son tepki; "bu gerçekse bile her insanı aynı olmakla suçlayamazsınız." denilmiş. her insanı aynı olmakla suçlamıyorum, ama bizi cinsiyetçi yapan, kadına salt cinsel obje olarak baktıran, küçük yaştaki kız çocuklarını çarşafa, türbana dolattıran; kadın-erkek ayrı eğitim yapması için basbas bağırtan bu köhne, kokuşmuş arapçı zihniyettir.
    islam arap kültürüdür. türk toplumunu büyük oranda özünden, kültüründen koparmıştır. hatunlar bir zamanlar devlet yönetirken islam'dan sonra padişahın hareminde cariye olmuşlardır.
  • iki yaşına kadar bebekler gördükleri, ilginç buldukları hemen her cismi ağızlarına sokarak incelerler. oral hislerini kullandıkları bu dönemde bu yüzden ailelerin ekstra
    dikkatli olmasında fayda var.

    peki neden ellerine aldıkları nesneleri bir yetişkin gibi incelemek yerine ağızlarına götürerek tanımaya çalışıyorlar?

    bize sevimli gelen bu durumun sebebi şöyleymiş: bunun sebebi ne bu nesnelere ekstra ilgilerinin ne de ekstra bir sevgilerinin olması. bu durumun tek sebebi bebeklerin o nesneyi tanımlayacak ellere sahip olduğunun bilincinde olmamasıymış. doğdukları ilk andan beri nadir eylemlerinden biri karınlarını doyurmayı da emme şeklinde gerçekleştirdikleri ve bu yolla anneyle bağ kurdukları için onlar için tek tanıma yöntemi budur. bu yüzden nesneyi en iyi kavrayabileceklerini düşündükleri yol oral yolmuş. bu yolla ağzına götürdükleri nesnenin nasıl olduğu hakkında bilgi sahibi oluyorlarmış: sıcak mı, soğuk mu, keskin mi, yumuşak mı, ekşi mi, tatlı mı, tatsız mı daha nice şey.

    sadece nesne gözüyle bakmayıp daha geniş düşünürsek bebeklerin insanlarla bulunduğu temasta da ağzı açık biçimde yanaklarımızı içine alma çabası da var. sebebi karşındaki kişiyi daha iyi tanımaktır.

    yaklaşık olarak iki yaşına kadar bu durum böyle seyrediyor ve daha sonrasında bebekler oral hislerinden ziyade daha gelişmiş yeteneklerinin farkına varıyor. diğer duyu organlarını da tanıma sürecine dahil ediyorlar.

    bu süre zarfında bebeklerde boğulma vakaları da daha fazla yaşanabilir. bu yüzden ebeveynlerin çok daha dikkatli olması gereken bir süreçtir.

    kaynak: http://www.hurriyetaile.com/…zina-goturur_2562.html
  • ilginç bilgiler olarak ortada dolaşan şeylerin büyük bir kısmı yanlış, uydurma veya varsayımdır.
  • matematik kelimesinin ilk olarak pisagor okulu öğrencileri tarafından kullanıldığı ve kelime anlamının ‘öğrenilmesi, bilinmesi gereken şey’ olduğu iddia edilir. iddia etmek derken bile yazıyı matematiksel olarak bir temele oturtmak istiyoruz. ortaya çıkışı ile ilgili çeşitli görüşler var; heredot ve aristo’nun yazdığı metinlerden edinilen bilgilere göre matematiğin çıkış yeri olarak mısır gösterilmiş. heredot, mısır topraklarının sadece %3-5’lik kısmının verimli olduğunu, geri kalan büyük kısmın tarıma elverişsiz olduğunu belirtmiş. nil nehrinin her sene taşmasından dolayı bu verimli toprakların sınırları birbirine karıştığı için burada üretim yapan ve buna göre vergi ödeyen çiftçilerin sınır sorununa çözüm olması için, toprakları ve sınırları düzgün çizgilerle ayırmışlar ki, nehir taşkınlarından sonra tarlaların kapladığı alan belli olduğundan, sınır tonçlarını tekrar yerine koymak daha kolay bir hale gelmiş ve haksızlıkların önüne geçilmiştir. tabii, bu işi yapmak geometricilerin işi olmuş, yani yer ölçümcülerinin. (dünya haritasını açın, bakın, hala kuzey afrika ülkelerinin sınırları genel olarak dümdüzdür, lakin aşağılara doğru inildikçe nehirden uzaklaşmanın ve sömürgeleştirilmenin gereği olarak sınırlar girintili çıkıntılı çizilmiştir). başka bir görüşe göre aristo, zamanının din adamlarının çok boş vakitleri olduğu için kendilerini bilime verdiğini, bunun doğal sonucu olarak matematik biliminin de ortaya çıktığını söyler. hangisi aklınıza yatıyorsa ona inanın. matematik gelişmiş gelişmesine de, hep bir eksiklik hissedilmiş. dünya tarihinin en geniş sınırlara sahip, dolayısıyla en büyük imparatorluğu bile sıfır’ı bulamamış, roma rakamlarıyla dokuz (vıııı)’dan sonra bilinmeyen anlamında x yazmışlar. hala internette gezinirken karşınıza bir reklam sayfası çıkınca üst köşede genellikle ‘5,4,3,2,1,x’ yazar, sıfır yazmaz. akıl onu sıfır olarak algılar çünkü. o yüzden en geç bulunan rakam sıfır rakamı. böyle olunca da matematik biliminin gelişmesi biraz uzun sürmüş. yaygın görüşe göre sıfır rakamını araplar ve aristo tanımına göre arapların boş adamlarından al-harezmi bulmuş. (algoritma kelimesi de ‘al-harezmi’ kelimesinden çıkmış ortaya). ama başka kabul gören bir görüşe göre hindu matematikçi brahmagupta’nın 628 yılında yazdığı ‘brahmasputha siddhanta’ isimli eserinde sıfır rakamını kullandığı belirtilir. kimin ilk kullandığı meçhul ama avrupa dillerine arapça’dan girmiş; ‘sıfr’ boş, boşluk demek arapça’da. ingilizce’de ‘küre’ anlamındaki ‘sphere’ kelimesi de şeklen sıfıra benzediği için ‘sıfr’ kelimesinden gelmiş. ‘zero’ kelimesi de uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra ‘sıfr’dan varmış. yine ingilizce’de ‘cypher’ veya ‘cipher’ kelimesi, ‘şifre’ anlamında ‘sıfr’ kelimesinden doğmuş. sıfır ile şifre’nin alakası nereden diyeceksiniz. şöyle ki, arapça’da her bir harfe bir sayı atamak suretiyle kelimelerin toplam sayı değerine bir anlam kazandırmaya gayret eden bir ilim dalı oluşmuş ve bilinmeyenden hareketle ‘sifr’den bozularak ‘cifr’ ilmi demişler. boş adam işi yani. ama arap feylesoflar en büyük sırrı varlık değil, yokluk olarak tanımlamışlar, ve yokluğun varlıkta anlam kazandığına hükmetmişler, ki şifre de budur (burada siz okuyanlara hallac-ı mansur’un hayat hikayesini okumasını tavsiye ederim).
    aslında her bir birey birer şifre analiz uzmanıdır. anlatmak istediklerimiz, davranışlarımızla, jest ve mimiklerimizle karşımızdakilerin anlayabileceği şekilde ‘kod’lanmıştır. her bir kod, önce bireyler, sonra zümreler ve topluluklar aracılığıyla normal olan herkesin anlayacağı şekle bürünür. etrafınızda davranışlarını anlayamadığınız ve garip gördüğünüz kişiler aslında bu kodlamaların haricinde davranış sergileyen kişilerdir. yani size öğretilenlerin dışına çıkarsanız, normal olmadığınız varsayılır. şifrenin mantığı budur; sadece anlaması gereken kişilerin anlamasını sağlayan bir sistemler bütünüdür. kültürleri oluşturan da bu şifrelerdir. bu soyut kavramlara nazaran, somut şifreler ise coğrafyaları belirler. savaşlar, şifreler olmadan sadece bilek gücüyle kazanılmaz. yani, kültürü hars, coğrafyayı hırs belirler. şifre; bilen için anahtar, bilmeyen için kilit olur. her kırılamaz denilen ‘enigma’yı kıran bir ‘turing’ mutlaka vardır. herkesin anlamaması gereken bir ‘da vinci’ her zaman olacaktır (buradaki –da, dahî anlamında olduğu için ayrı yazılmıştır).
    somut vereceğim bazı örneklerle biraz ufkumuzu genişletelim. (öncelikle hans zimmer’in düzenlediği – chevaliers de sangreal soundtrack’ini açıp geri kalan kısmımızı öyle okuyalım). nüfuz cüzdanınızı elinize alın ve tc kimlik numaranıza dikkatlice bakın, herhangi bir şey ifade etmiyor gibi gelebilir ama ilk dikkat etmeniz gereken tc kimlik numaralarının 0 rakamı ile başlamayacağı ve aslında tc kimlik numaralarımızın 9 rakamlı olup son iki rakamının doğrulama amacı ile konmuş olduğudur. son rakam daima çifttir. ve bütün rakamlarının toplamı da çifttir. bu kadar değil elbette, ilk 10 rakam toplamının 1’ler basamağı 11. rakamı verir. hoş oldu değil mi? devam edelim, 1.,3.,5.,7.,9. basamakların toplamının 8 katının 1’ler basamağı da, 2.,4.,6.,8. ve 10. basamakların toplamının 4 katının 1’ler basamağı da daima 11. rakamı verir. ayrıca, 1.,3.,5.,7. ve 9. rakamların toplamının 7 katı ile 2.,4.,6. ve 8. rakamların toplamının 9 katının toplamlarının 1’ler basamağı da 10. rakamı veriyor. 10. rakamı bulmanın bir yolu daha var; 1.,3.,5.,7. ve 9. rakamların toplamının 7 katından 2.,4.,6. ve 8. rakamların toplamını çıkarırsak elde ettiğimiz sayının 1’ler basamağı da 10. rakamı verir. şimdi sıkı durun; dedik ya, tc kimlik numaraları normalde 9 rakamlıdır. ilk 9 rakamın oluşturduğu sayıdan 29999 sayısını çıkarırsanız elde ettiğiniz yeni sayı ailenizde sizden sonra doğan kişinin (kayıtlara geçtikten sonra yaşamıyor da olabilir) tc kimlik numarasının ilk 9 rakamlı sayısıdır, alın size dna testi. bu kadar bilgi verip de atatürk’ün tc kimlik numarasını paylaşmazsak yazımız yarım kalır. tc kimlik numarası 0 ile başlayamayacağına göre ilk tc vatandaşı olarak tanımlanan atamızın numarasının ilk 9 hanesi 100000001 olmalıdır. 10. ve 11. haneyi bulmayı yukarıda öğrendik, bu durumda atamızın tc kimlik numarası 10000000146 çıkıyor. bu bilgiler ışığında birinin hatalı kimlik numarası verip vermediğini anlarsınız böylece.
    geçelim 2. örneğimize (bu örneğimizi okurken de teybimize chris de burgh’ün ‘carry me’ şarkısının bulunduğu kasetimizi koyarak hislenelim biraz); şimdi artık yavaş yavaş karekod sistemi kullanılıyor ama eskiden ve halihazırda kullanılan bir barkod sistemi var. şifrelemenin güzelliğini burada da anlatayım size. 10’lu barkod sisteminde ilk 9 rakamın yanında tire işaretiyle ayrılmış 1 rakam daha bulunur. ilk 9 rakamı soldan sağa sırasıyla 1’den 9’a kadar olan sayılarla tek tek çarpıp topladığımızda elde ettiğimiz rakamdan kendisine en yakın 11’in katını çıkarırsak, sürpriz, barkodda ki eksik 10. rakamı buluruz. örnek vereyim: barkod numaramız 975263025-x olsun, x’, bulalım. 9x1 + 7x2 + 5x3 + 2x4 + 6x5 + 3x6 + 0x7 + 2x8 + 5x9 = 155 (bu kadar rakam gözünüzü korkutup da 155 polis imdat’ı aramayın sakın). 155’e en yakın 11’in katı 154’tür (14x11). 155’ten 154’ü çıkarınca elde ettiğimiz 1 rakamı barkodumuzun 10. rakamıdır. başka bir rakam olamaz, çünkü bunu okuyan sistem 1’den başka bir rakam okursa sıkıntı yaratır size.
    peki 13’lü barkod sisteminin şifresi nasıl çalışıyor, ona bakalım. 13’lü barkod sisteminin şifresi daha karışık doğal olarak, çünkü teknoloji geliştikçe çözümün zorlaşması için şifreler daha karmaşık hale geliyor. bu sistemde 13. rakamı nasıl bulacağız? öncelikle 13. rakamı hesaplama dışında tutup ayıralım. ilk 12 rakama bu kez sağdan sola 1’den 12’ye kadar birer rakam verelim. 1.,3.,5.,7.,9. ve 11. rakam toplamının 3 katını alıp bir kenara yazalım. 2.,4.,6.,8. ve 10. rakamların toplamını da bulalım. ilk bulduğumuz sayıyla ikinciyi toplayıp kendisine en yakın 10’un katı olan sayıyı veya sayıdan çıkaralım, bingo, son rakamımızı bulduk. örnekleyelim, barkodumuz 869975263154x olsun, x’i saymazsak sağdan sola ilk rakam olan 4 rakamı 1 numaralı rakamımız, en soldaki 8 rakamı ise 12 numaralı rakamımız olacak. başlayalım işleme: (4+1+6+5+9+6)x3 = 93 (bu dursun bir kenarda), (5+3+2+7+9+8) = 34. 93+34 = 127 ve 127’ye en yakın 10’un katı 130 ise 130-127 = 3, barkodumuzdaki eksik rakamımızdır.
    kredi kartı numaralarının da şifresi var ama bunu vermem sıkıntı yaratabilir, bu kadar bilgi yeterlidir.
    görüldüğü üzere, günümüz dünyasında şifreler ve kodlar genellikle kullanıldığı askeri ilgi alanından çıkarak meraklı olan herkesin ilgi alanına girdi. yaptığımız her görüşme, gönderdiğimiz her mesaj, kullandığımız her numara algoritmalar tarafından otomatik olarak şifreleniyor. elektronik çağda hem mahremiyeti korumak, hem de saldırılardan korunmak zihin yoran problemler olmaya başladı. sen ne kadar gelişmiş bir fare kapanı yaparsan doğa da o kadar zeki fareler yaratıyor. siz siz olun, şifrenize diş fırçanız gibi bakın; ortalık yerde bırakmayın, başkasına vermeyin ve düzenli olarak değiştirin.
  • age of empires 'de pikeman yani en ucuz askerin en pahalı asker olan fil ve paladin 'i yıkması.

    çok can yaktım böyle. ahhaha
  • leyla ile mecnun izleyenler bilir, dizide iskender baba kullandığı arabaları bir türlü çalıştıramayıp yokuştan aşağı vurdururdu. bu entry'in konusu da bu, vurdurmak nedir?

    vurdurma, aracı marş motorundan alınan güçle değil, bizzat tekerlekten alınan güçle çalıştırmaktır. bu yönteme normal yolla çalıştırılamayan araçları çalıştırmak için başvurulur (başka ne olacaksa zaten). fakat vurdurma yoluna, mecbur kalınmadıkça başvurulmaması gerekir çünkü zararlıdır. özellikle de, dişlilerde, krank milinde ve triger kayışında bazı problemlere yol açabilir, hatta triger kayışını kopartabilir. bu nedenle de mümkün olduğunca bu yola başvurulmaması, başka bir seçenek kalmaması hâlinde ise vurdurmadan sonra bir an önce aracın teknik muayeneye sokulması önerilir.

    peki vurdurma nasıl gerçekleştirilir? öncelikle, hareketi daha kolay sağlamak için aracı hafif eğimli bir noktaya getirmek gerekir. bu şart olmamakla birlikte aracın hareket etmesini kolaylaştırmak içindir. vites boşa alınıp kontak açık duruma getirilir ve araç hareket ettirilir. yeterli hıza ulaşıldığı takdirde (20-25 km ve üstü yeterli kabul edilir) ikinci vitese alınarak bir anda ayak debriyajdan çekilir ve gaza basılır. motor çalışmaya başlayana kadar bunun tekrarlanması gerekebilir. burada ileriye doğru hareket için vurdurmaktan bahsetsek de, aracı geri vitese takıp geriye doğru vurdurmak da mümkündür. burada da aynı prosedür uygulanır.

    özellikle de, yeni nesil araçlarda bu yola hiç başvurulmaması öneriliyor. bilhassa dizel araçlarda, araç çalışmıyor iken yağ basıncı olmadığından, vurdurma sırasında dizel pompası büyük bir basınca maruz kalarak zarar görmekte. otomatik vitesli araçlar için de aynı şey geçerli. burada, vites dişlileri arasındaki mesafe normalden daha az olduğundan buradaki hasarın riski de daha fazla.

    aslında her araç için bu yöntem sakıncalı olsa da, eski tip arabalarda bu zararın oranı daha düşük. neden diye soracak olursanız cevap, yeni model araçlarda daha fazla elektronik donanım olması, ve bu donanımın, dolayısıyla da aracın vurdurmanın doğal sonuçlarından etkilenmesidir.

    vurdurma dışında uygulanabilecek başka bir yol var mıdır diye soracak olursanız, bu soruya takviye cevabı verilebilir. bu da, yeterli gücü olan bir aküden araca enerji verilmesidir. fakat bu da başka bir entry konusu olsun.

    kaynaklar

    https://forum.donanimhaber.com/…l-yapilir--23209222
    http://motosohbet.net/…-vurdurarak-araç-çalıştırmak
    http://www.toyotaclubtr.com/…ndex.php?topic=20039.0

    edit: dilbilgisi hataları
  • metal olan mangal ızgaralığın üstünü dolup folyo ile kaplayarak etin yanmasını engellemek ve kömürün zehirinden kurtulmak için mantıklı :)
hesabın var mı? giriş yap