• zamanında müthiş bir avantajdır ve gurur duyarım. fakat 2015 e girmek üzere olduğumuz şu günlerde rakibim dediğin devletler fiziğin-kimyanın-biyolojinin amına koymuşken, daha anaokulu çağında ki çocuklarına fen bilimlerini aşılarken sen ve senin gibi deve hörgüçleri, 240 km hıza ulaşan okun yönünü çevirip götüne sokabilir bizde bu anı izlerken zevklere gark olabiliriz sayın amına koyduğumun...
  • okumayı, araştırmayı bilmeyen tv de sadece acun programları bir de penguen haberler izleyip belgesel kanalını görünce 240 km hızla zap yapan anlamsız insanların çok geç haberdar olduğu, bir de bunun için bile mağduriyet açıklaması yaptığı yay tipidir.
    hiç değilse tarihin arka odasıizlesen yine haberin olurdu be yetersiz.
  • kompozit bir yaydır, farklı bileşenlerden oluşur. nedir onlar? öküz tendonu, akça, kızılcık ve onların kalitesinde birkaç ağaç daha, ayrıca boynuz ve kemik kullanılır. tüm bunlar yayı oluşturan parçalardır. bunları birleştirmek için mersin balığının hava kesesinde oluşan tabii bir yapıştırıcı kullanılır, başka hiçbir yapıştırıcı bu kadar farklı ve güçlü malzemeyi birleştiremez.

    osmanlı yayları mühendislik harikasıdır. biraz araştırırsanız göreceksiniz, dönemine göre diğer milletlerin kullandıkları yaylara oranla çok çok küçük, esnek, kullanışlı ve aynı zamanda kuvvetli yay olma özelliğine sahiptir.

    çok kuvvetlidir: benim bildiğim kadarıyla 140 libreye kadar çıkan savaş yayları vardır, bu sayı daha da artabilir. 140 libre yay da 70 kiloya tekabül eder ki böyle bir yayı germek ciddi kol kası ister. herkesin harcı değildir bu yayları gerebilmek. artık siz düşünün osmanlı askerlerinin ne kadar fiziksel bir kuvvete sahip olduklarını...

    çok esnektir: içinde kemik, boynuz gibi maddeler barındırmasına rağmen kırılmaz, ziyadesiyle esnek yapılıdır. ki bu sayede yayı gerdiğiniz zaman müthiş bir enerji biriktirmiş olup bıraktığınız zaman o enerjiyi ok alarak çok hızlı bir şekilde gider.

    çok küçüktür: küçük olması çok büyük bir avantaj. zira longbow gibi 2 metreye varan upuzun yayları at sırtında kullanamazsınız. at sırtını geçtim, yaya iken bile kullanması zor oluyor. ama küçücük bir yay, hem at sırtında, hem yaya olarak çok kullanışlıdır. at üstündüyken onu sağa-sola ve ileri-geri olmak üzere 4 farklı noktaya çevirip atış yapabilirsiniz, yay ata çarpmaz küçücük olduğu için.

    tekrar söylemekte fayda var, bu yay dönemine göre en teknolojik silahtır. bu mühendislik harikası yay sayesinde osmanlı yüzyıllarca ayakta durmuş, savaşlarda atlı okçuların hünerleriyle galip gelmesini bilmiştir. yani mübalağa etmeden söylüyorum, böyle bir yay üretilmeseydi ciddi manada türkler bu kadar ilerleyemezdi.

    yabancılar da türklerin okçulukta dünya 1.'si olduğunu kabul etmişlerdir. tabi şu an için demiyorum, tarihe bakarak söylüyorlar bunu. şu an zaten bu işi yapan insan sayısı çok az olmakla birlikte yavaş yavaş yayılıyor da. atatürk'ün ölümünden sonra duran geleneksel okçuluk faaliyetleri 2000'li yıllara girdiğimizde yeniden hayat buldu ve son 4-5 senedir de ciddi talep görmektedir; yapılan etkinlik ve okçuluk şenlikleri bunu kanıtlıyor.
  • ilkel silah. ilkel dediğime bakmayın, dönemine göre en teknolojik, en kaliteli yay osmanlı'dan çıkmıştır. osmanlı savaşlarda bu yüzden başarılıydı desek, abartmış olmayız sanırım.

    osmanlı yayı, yabancıların kullandığı yaylara göre (mesela meşhur ingiliz uzun yayı) çok daha küçük, çok daha teknolojik ve çok daha kaliteli idi. yapımında kullanılan malzemeler bunu kanıtlıyor zaten. ancak benim burada vurgulamak istediğim başka bir konu var: osmanlı yayları ''gagalama'' yöntemi dediğimiz 3 yöntemi kapsayan bir teknik ile at sırtında çok rahat kullanılıyordu. yani bir sipahiyi düşünün, at üzerinde son sürat düşmana doğru giderken ok atabiliyordu, sonra bir de geri dönmek için ''u'' dönüşü yaptığı sırada yanlamasına ok atabiliyordu ve en son kendi askerlerinin arasına dönerken, at üzerinde vücudunun bir kısmını geriye döndürerek çok rahat ok atabiliyordu. çok rahat diyorum ama çok zordur tabi ki, ben bu gün yaya halimle geriye dönerek zor atıyorum, at sırtında zıplaya zıplaya nasıl atılır? siz hayal edin artık. sipahilere göre kolaydı tabi, zira onlar müthiş bir talim yaparak, eğitim alarak usta bir kemankeş oluyorlardı.

    mesela ingiliz uzun yayları sadece savunma amaçlı kullanılan bir silahtı. adı üstünde ''uzun'' yay. insan boyunu geçen, 2 metre boylarında upuzun bir yaydan bahsediyoruz. bunu at üstünde kullanabilir misiniz? tabi ki hayır. bu açıdan baktığımızda avrupalılar sabit durarak atış yapıyorlardı düşmana karşı, kesinlikle hücum etme söz konusu değildi. zayıf ve kalitesiz yaylar zaten, ortalama 200 metre menzili var. 200 metreden düşman gelene kadar ağır ağır ok atıyorlardı, düşman iyice diplerine gelince de kılıçları çekiyorlardı. yani bu açıdan baktığımız zaman osmanlı yaylarının çok büyük bir avantajı olduğunu görüyoruz.
  • bendenizden vakti zamanında bir iş istenmişti. osmanlı yayı yapmak için gerekli bir miktar malzemenin yurtdışından temini olarak tanımlanabilecek bir işti bu. işverenim doğrudan benimle iletişim kurmamış, ortak bir tanıdık vasıtasıyla bu işi benden rica etmiş fakat kimliğini gizlememişti. pek tanınan bir kişidir.

    tedarik listesini sayacak olursak :
    akçaağaç (maple) kereste
    dünyanın en pahalı havyarının elde edildiği mersin balığı hava kesesinden elde edilen balık tutkalı (sturgeon fish air bladder)
    her biri en az 70 cm uzunluğunda ve sadece spesifikasyona uyan şekillerdeki manda boynuzu (water buffalo horn)
    en az 40 cm uzunluğunda olmak şartıyla büyükbaş hayvan ayak siniri ( tendon ).

    en kolay tedarik edilecek olan malzeme akçaağaç kereste idi. bartın'da istemediğin kadar bulmuştum aslında. yok biz yerli istemezük dendi. illa ki ithal olacaktı. pekala dedim. fransız alplerinde bulduk ve bir parsiyel konteyner ile getirttik ister inan ister inanma. bir sürü nakliye, gümrük, evrak işlemi... yerli ağacı beğenmediler. dedim ki "demek ki bizim yerli akçaağaç kalite olarak uygun değil. iş bilenin, kılıç kuşananın. sen senden isteneni yap!" 1 ton akçaağaç kereste, kilosu 11 euroya geldi istenen esvaftaki mala. etti mi sana 11 bin euro. bunun nakliyesi, şusu, busu tuttu 5 bin euro. akçaağacın maliyeti 16 bin euro oldu. benim seyahat masraflarım ile etti mi sana 20 bin euro. kenarda dursun.

    dediler ki "5 kg mersin balığı hava kesesi istiyoruz, biline!" bir internet araşrırması yaptım, baktım ki alman firması kremer pigmente satıyor ben diyeyim gramı 50 euro'ya, sen de 60 euro'ya (avro). yuha dedim, alınmaz bu rakama. gidip kendim bulayım. rusya havyarı sever, onlarda vardır değil mi ya? gittim moskova'ya. akli melekelerini çoktan kaybetmiş olduğunu orada görüp anladığım bir çocukluk arkadaşımın dairesinde kaldım. herif delirmiş ama eski günlerin hatırına katlandım. lakin geceleri bildiğin tırsıp uyuyamıyordum. neler çektim neler...

    gündüzleri gezdim, tozdum, hava kesesini buldum, bulduğumu sandım! 5 kiloya bastım 4 bin euro aldım. dedim ulan ucuza kapattık. türkiye'ye yolladım ve hadi dedim paramı yollayın da gerisine bakalım. uzmanlar dediler ki, benim bulduğum o hava keseleri mersin balığına değil ama yayın balığına aitmiş. ruslar beni manipüle edip cima eylediler demek ki! ne yapalım, aslını bulana kadar aramaya devam! yılgınlık bir kenara, durmak yakışmazdı! aynen devam!

    devasa bir havyar tesisi buldum kazakistan'da. moskova'dan bastım gittim. dili ballı yapımla kendimi sevdirdim, ben de muhataplarımı baya sevdim. at eti barbeküsü, kımız mımız, dünyanın en pahalı havyarını sabah akşam kahvaltıya, ekmek arasına, akşam yemeğine sıkıladık, yaladık, yuttuk derken yedik içtik eğlendik. aradığım mersin balığı hava kesesini 5 kg olmak şartı ile en iyi kondisyonda bulup, alıp türkiye'ye nakliyesini gerçekleştirdim. teşekkür ettiler, dediler ki "en güzel mal. bundan öyle bir tutkal olur ki ve o tutkal süper kompozit osmanlı yayı yapımında kullanılacak. kültürümüze katkı yaptın aga! cennetlik oldun şimdiden!" dedim sağolun evet, yaw he he. masraf 25 bin euro ve üzerine de harcanan seyahat giderleri olarak tecelli etti. hepsi 30 bin euro. bu da kenarda dursun.

    büyükbaş hayvan ayak siniri isteniyor ama ölçü olarak illaki de en az 40 cm. olacak. ülkemizin güzide firmalarına sordum. dediler ki ; "kanka, bizde hayvan kesildikten sonra ayak kemiği bilekten kırılır, ayak sinirleri değil 40 cm, 20 cm zor çıkar. boşuna arama, bulamazsın!" derin bir nefes aldım, dedim ki "arayıp tarayıp bulacaz illa ki!" dur şu manda boynuzunu hindistan'a gitmeden bulabilecek miyim bir bakalım? avustralya'da buldum allah'ı var. çifti 120 dolar. bana lazım 400 çift. para mı yeter allah aşkına! istemeye istemeye hindistan'a gittim.

    hindistan zaten genelde pis bir yer ama, hele ki böyle hayvan uzvu ve sürüntülerini satın alacaksanız, bu şeylerin hindistan'da satıldığı yerler daha da bir pis, bakarken kusarsınız değil ki kokusuna katlanasınız! kusmuk tadında insanlarla da tanışırsanız değmeyin keyfinize. bende de aynen öyle oldu. teharet tadında bir seyahatti ama aradığım manda boynuzlarını buldum. tek tek seçtim, satın aldım ve yüklettim. acilen uçak kargo ile yollattım. mallar türkiye'ye varmıştı ve ben onay bekliyordum, onayın ardından ayak sinirlerine yoğunlaşacaktım.

    onay gelmedi, gelmedi, gelemedi... hatta kötü haber geldi! boynuzlar aranan speasifikasyona uygun değildi! nasıl olabilirdi bu? halbuki ellerimle tek tek seçmiştim boynuzları! babam kişisi bana resimler yolladı gelen malla ilgili! resimlere baktım, sol yanıma felç geldi o an! gelen mallar benim seçtiğim boynuzlar değildi! delhi'li şoparlar ben boynuzları seçtikten sonra toplam malın ağırlığını değiştirmeden seçili boynuzları spesifikasyona uymayan ama miktarı tutan daha kötü ve şekilsiz boynuzlarla değiştirmişler! salaklık bende tabi. işini sağlama al değil mi?

    babama sordum osmanlı yayı yapımına yaramayacak 400 çift manda boynuzunu değerlendirecek bir yol var mı? dedi ki meraklanma, tarak ve hediyelik eşya yapanlara verilir. oh dedim, bir nefes aldım ve yeniden spesifikasyona uygun olacak 400 çift manda boynuzu aramaya koyuldum. kâh kusarak, kâh yiğrenerek tek tek seçtim ve buldum da! bu sefer nakliye acentası malzemeyi kamyonuna gözümün önünde yükleyip, kamyon yola koyulup ufuk çizgisinde gözden kayboluncaya kadar bekledim. o işi de hallettik. maliyet 35 bin euro kılçıksız. bu da burada kenarda dursun!

    hazır hindistan'dayız, inek kesmek, yemek falan yasak ama manda yasak değil! daha yeni boynuzunu satın aldık. acaba bu mandanın ayak sinirleri de alınır satılır mı bu hindistan'da? alınıp satılıyorsa, 40 cm ve üzeri ölçüde bulunabilir mi? dediler ki evet! dedim ki tamam o zaman, gelmişken alayım da gideyim! tek tek seçtim, paketledim, paketi mühürlettim. ama asıl sorun o zaman başladı...

    bu ürün bir büyükbaş hayvan uzvu! ama kim biliyor inek olmadığını? neticede bunun hindistan'dan yasal bir şekilde nakliyesini yaptıracaksan, evrak çıkartman lazım ve evrakta da işbu malzemenin manda olduğunun kanıtlanması lazım! konuştuğum bir eleman aynen şunu söyledi ki dübürde bir sıkma, büzme ve sonuçta bir kıl sıçma oluşturdu bildiğin; "sana bunu manda diye sattılar tamam, ama ya bu inek tendonu ise? linç ederler, liğme liğme ederler senin etini, gebertirler!"

    e ne yapmak lazım? ilgili devlet dairesinden evrak çıkartacaz! e o devlet dairesi buna manda demezse ne olacak? toplu cîmâ! ilk defa cümle hindistan'ın beni iğfalini gözümün önüne getirip " ey şiva, elma dersem çık, armut dersem çıkma" diyerek başka bir dinin ögesine seslendim. stresli zamanlar geçirdim. evrak çıkana kadar ishal, nefes darlığı ve öküz gibi baş ağrısı geçirdım. hem ishal, hem kabızlık aynı bünyede vücud buldu. gerçi ishalin sebebi sürekli olarak yediğim chicken masala olabilirdi. pislik icinde bir mekandan alıp duruyorduk. elimizi, kafamızı yemeğe soka soka yiyorduk.

    kaldığım otelde uyuyordum. uykudan uyandırdılar otelciler ve dediler ki uyan seni görmek isteyen var. orada en fazla güvendiğim ( tam olarak güvenmemekle beraber en çok güvendiğim ) kişi olan raja isimli arkadaş elinde evraklarla geldi. dedim ulan raja, ne len bunlar? dedi "tendonlar onaylandı, bunlar da evraklar!" bir ohhh çektim ve hemen biletimi ilk uygun uçağa göre ayarlayıp yaşadığım ülkeye volta! masraf 5 bin euro! bunu da kenara yazdık!

    malzemeler eksiksiz bir şekilde memlekete varmış ve hepsi tek tek onaylanmıştı. sonunda hakedişimi uzun bir süre sonra alabilmiştim fakat bu süreç bana illallah ettirmişti! ve lakin faturalarımı kesmiş ve kârım dahil paramı son kuruşuna kadar tıkır tıkır almıştım. 90 bin euro maliyet ve benim kârım olan 30 bin euro ile birlikte 120 bin euro hesabıma yatmıştı. bir rahatlamış, keyiflenmiştim. iki ayda 30 bin euro'yu kim kolayca kazanabiliyordu ki? artık arkadaşlarımla buluşup eller havayaya mı giderim, ustaların karışımı iki şişeyi balık eşliğinde mi açarım? sabahlar olmasın!

    sen zaten farketmişsindir ama ben de bir diyeyim de haydi bir gülelim:)) osmanlı yayı dersin ama malzemenin tamamı ecnebi! neyse! yayı kullanan osmanlı tabi doğru ya!

    o aralar muhasebecim aradı. dedi ki söz konusu zaman itibari ile vergi dönemi bağlamında ödenecek 179 bin tl para var! ödeyelim vergimizi öyleyse. o ara aklıma düştü! bu yayların malzeme tedariklerinden ben para mı kazanmıştım yoksa aslında finanse mi etmiştim?

    bir de bunu buraya bırakayım. nası bişeymiş ki bu osmanlı okçuluğu? merak dağları delmesin!
  • (bkz: ok)
  • medeniyetin okla gelişmediğini anlamamakta 2014 yılı itibariyle hala ısrar edenlerin takıntı haline getirdikleri silahtır.

    bırak oku, topu, şunu, bunu...

    senin okun propagandasını yaptığın site de batının bir ürünü, dininin diyanetinin başı olan adamın bindiği mercedes de...
hesabın var mı? giriş yap