• 1980’lerin sonları ve 1990’ların başlarında çocuk olan pek çok erkeğin hayallerini süslerdi… elbette bizim hayallerimizde de liste başıydı…

    bilenler bilir, eski evlerde gömme dolaplar olurdu. yüklük denirdi onlara. onların içlerinde ise bir sürü yün yorgan ve döşek bulunurdu… altı çekmeceli, üstü yüklük şekilde olan bir dolabımız vardı bizimde böyle evimizde… başlarda birer tekli kapı, ortalarda ise 2 tane ikili kapısı olan büyükçe bir dolap… işte o dolap bizim otobüsümüzdü.. mutfaktan bir tane yuvarlak tepsi aşırıp kaçardık dolabın içine.. dolabın bir tarafını ön belirlemiştik… şoför kapısı solda olacağı için ön tarafta dolabın sol tarafıydı elbet.. bazen ben olurdum şöför elimdeki tepsiyle, bazen hala oğlu… şoför olmamak dert değildi aslında.. çünkü şoför olamazsak muavin olurduk… otobüsün arka kapısında ayakta durur yolcu çağırırdık… bazen oyuna dahil ettiğimiz eli bavullu kuzenleri toplardık odadan.. yorganların üstüne oturturduk yolcularımızı… genelde oyunumuzdan bir bok anlamazdı kız olan kuzenler… yolcu olmak istemezlerdi.. o zaman otobüsle kovalardık onları evin içinde.. oyun genelde babaannemin bizi kovalaması ile sona ererdi… çünkü yüklükte ki canım yorganları ezik büzük bir hale getirirdi bizim minik bedenlerimiz… babaannem de elinde terlik sokağa kovalardı bizi… bizde bisiklete biner soluğu şehrin çıkışındaki otogarda alırdık… yaşadığımız şehir küçüktü zaten… en uzak yer bile bisikletle 10 dakika sürüyordu.. zaten bir çocuk için zamanın bir önemi de yoktu… otogar’a bisikletle giderken yanımıza biraz da çekirdek alırdık hep.. sonra otogarın otobüslerin girdiği kapısının duvarına otururduk… omuzu rütbeli beyaz gömlek, yumurta topuk siyah ayakkabı, lacivert pantolon giymiş ağabeylere, amcalara hayranlıkla bakardık…saat başı kalkan otobüslerin girişteki çukurlardan geçişlerini izlerdik… onların o iri gövdelerinin tıs tıs sesleriyle asfaltta ilerleyişlerine bakarken bir yandan da çekirdek yerdik…o kocaman araçların motorlarının gürültüsü ile mest olurduk… yeni çıkan otobüs modelleri hakkında tartışırdık.. 302’ler kraldı misal o zamanlar.. bizim de hayalimizdi öyle bir otobüsün direksiyonuna oturmak… bizim oralarda havaalanı yoktu, deniz de yoktu… belki olsa, başka hayaller kurardık… ama yoktu işte… haliyle bizim erişmek istediğimiz tek mertebeydi, otobüs şoförlüğü... o hayallere dalıp bir yandan çekirdek çıtlatırken otogar'ın bekçisi farkederdi bizi... yere attığımız çekirdekleri temizlemek ona kalacağından olsa gerek elinde süpürgeyle kovalardı bizi... kovalanmaya alışmış çocuk bedenlerimizi atardık bisiklere, kaçardık son sürat, otobüs gibi homurdanıp tıslayarak...
  • şehirde iett ya da halk otobüsü soförü olsun, yol verdikleri görülmemiştir. öyle bir şey ki kocaman otobüsleri umarsızca üstünüze sürerler. eğer ki arabanın burnunu ileri çıkarmak gibi bir gaflete düşerseniz sürtmekten çekinmezler. uzak durmakta fayda var.
  • (bkz: iett 99 806)
  • dünyada sadece iki tip vardır bu insanlardan. ya manyak ve tepkili* olurlar, ya da haddinden fazla sevecen ve yolcusu için kaygılı; ortası yoktur nitekim, aristo'ya havale edilesidirler.
  • 16 ve üzeri yolcu alabilen araçları kullanma yetisine sahip* kişilere verilen sıfat.

    --- spoiler ---

    gerçek şoförleri tenzih eder, kimsenin üzerine alınmamasını dilerim.

    --- spoiler ---

    otobüs kullanmak, yani otobüs şoförü olmak g*ö*t* ister. tüm bu meziyetlerin yanında olmazsa olmazlardan birisi de, her meslekte olması gereken, beklenen, yeterli düzeyde olduğunda $ukela bir insan olmanızı sağlayan nezaketdir. bu konuda taa çocukluğumdan kalma şöyle bir hikaye duymuşluğum vardır;

    seksenli yıllarda bir otobüs firması için şoför ihtiyacı doğuyor. o yıllarda cv, referans, vb şeyler olmadığı ya da az bulunduğu için, alınacak elemanın kim olacağına otobüsü kullanan diğer şoför veyahut otobüsün sahibi karar veriyor. bulunan elemanlardan ikisini sınava sokuyorlar ve biri direksiyona geçip istanbul'dan izmit'e kadar gidiyor. izmitte bu vatandaşa "tamam sen burdan geri dönebilirsin" diyorlar ve karşı yönden gelen başka bir otobüse bindirip, cebine de biraz harçlık verip evine doğru paketliyorlar. diğer eleman bursa'ya kadar gidiyor ve "işe alındın" tebrikler mesajı ile sevinçlere gark ediyor. gelelim elemanlarımızın akıbetlerinin neden böyle olduğuna:

    1. numaralı eleman, istanbul izmit arası yolculuğu boyunca gaz/fren bileşkesini çok sert kullanması, öndeki araca çok yakın seyir etmesi ve biraz da dikkatsiz araç kullanması, kısacası araca göstermediği nezaket nedeniyle babayı alıyor. (burayı aklımızda tutuyoruz)

    2. numaralı eleman, izmit'ten bursa'ya kadar olan yolculuğunda, topu topu (anlaşılır düzeyde) 3 defa fren yapması, hız limitlerine uyması, kısacası daha dikkatli araç kullanması, ve dolayısıyla araca gösterdiği nezaket nedeniyle işi kapıyor. (burayı unutun)

    velhasıl kelam, otobüs kullanmak nezaket ister. taşıdığınız yolcular vites değiştirdiğinizi, fren yaptığınızı anlamamalılar ki iyi şoför olduğunuz çıksın ortaya. can taşımak büyük sorumluluk* ister. her babayiğidin harcı değildir saatlerce dikkatinizi bir noktaya odaklamak, dümdüz otobanda uyumadan direksiyon sallamak... iş bu sebepten dolayı herkes kaşık yapar* ama sap işin içine girince samanla karışıverir anlayamazsınız.

    şimdi, burayı aklımızda tutuyoruz kısmına gelelim: bundan önce yazılan entrlerin hemen hepsinde anlatılmak istenen ana tema bu olsa gerek. domates kullanmadan salça yapan, yoğurtsuz tereyağı çıkaran şoförler... ne becerikli insanlar ki kullandıkları otobüsten indiğinizde (tek parça olarak inebilirseniz eğer) kendinizi salça ya da tereyağı gibi hissetmenizi sağlıyorlar. çalkala babam çalkala*..! çoğu özel halk otobüslerinde direksiyon sallayan bu şahıslar insanların güne süper bir başlangıç yapmalarını, iş dönüşü akşam finalinde ise sabah başladıkları süper günü nirvanaya ulaşmış bir şekilde kapamalarına sebep oluyorlar. zaten üzerine mavi gömlek giyen oturuyor direksiyon başına, bir de üzerine insanları nankörlük ile suçluyorlar...

    şimdi de burayı unutun kısmına geliyoruz: yok öyle bir şey dememek için kendimi tutsam da malesef durum bu kadar vahim. artık uzun yol şoförleri bile yolcuları, taşıdıkları birer insan, canları kendilerine emanet edilmiş velinimetler olarak değil, sadece ve sadece maddi getirisi olan kargo malzemesi olarak görmeyi kendilerine düstur bellemişler. taşı malzemeyi, al parayı... yazık ki günden güne de kötüye gidiyoruz.

    son olarak; bindik bir alamete, gedeyoz gıyamete* diyor, ve cem karaca'yı da anmış olmanın verdiği haz ile entariyi bitiriyorum.
  • sıkışık trafikte inmek isteyen yolcuyu indirmeyen embesil otobüs şöförü versiyonu vardır bunların efendim.

    inönü stadı önünden beşiktaşa doğru gelinmektedir, ama ilerleme santim santimdir. 15 dakkada 20 metre anca alınmıştır. bendeniz sıkılır yola yürüyerek devam etmek ister. nasılsa daha önceki otobüs şöförleri burada inmek isteyenleri hep indirmişlerdir.
    şöfer beye yanına gidilip başvurulur "orta kapıyı açabilir miyiz" diye. gelen tepki son derece kaşlar kalık istif bozulmamış bir şekilde kalkan hayır arkadaşım anlamındaki eldir ve "indirmem arkadaşım" diye cevap alınır. sebep falan diye sorulur, ses yükselir ve gergin bir ses tonuyla "sen nerde bindin? duraktan mı"- tabii ki evet -" durakta bindiğin gibi durakta ineceksin" şeklinde cevap alınır.
    embesil şöför bey şimdi de bize otobüse nerden binilip binilmediğini öğretmektedir.
    neyse kuralı vardır bişeyi vardır bu işin denir içten ama şöföre tavrından dolayı da, indirmediğinden de sövüle sövüle dönülür tekrar oturulunur.
    asıl sinir eden olay ise devamındakidir.
    5-6 dk. sonrasında 40lı yaşlarında işadamı kılıklı bi amcamız gelir. şöföre aynı soruyu sorar ve kapı anında açılır. amcaya tüm duyulmuş ve duyulmamış küfürler birkaç saniye içerisinde sayılır. aynı amca 5 dk. önce karşısındaki üniversiteli genci (bkz: entry arasında hava atmak) s.klememiş, üstüne sesini yükseltip artistlik yapmış, gencin üzerinde egosunu tatmin etmiş ardından orta yaşlarda bi amcanın aynı önerisine hemen hay hay etmiş ve kapıyı açmıştır. bunun üzerine şöföre "hani durak olmadan indirmiyordun" diye bağrılır ve otobüs terk edilir. taze bir anıdır...
  • halk otobüsü şoförlerinin bir kısmının halkla alıp veremediği var. linç kültürü böyle yerlerde işe yarar aslında, ama saçma sapan yerlerde kullanılıyor.

    kendi çoluğu çocuğu beleş kullanır metroyu, otobüsü; ama keyfine göre elin çocuğunu ümüğüne yapışır paso diye. sanane birader? pasosu yok diye 15 yaşındaki çocuğa kartı 2 kere bastırınca daha mı adam olmuş hissediyorsun? eğer öğrenci pasosu sormak görevinse de sorma. harbi bak, belediye görevini yapmıyor, sen niye yapıyorsun? belediye halkına zammı sokuyor, sen niye halkın da bir şeyler sokmasına müsaade etmiyorsun? belki denetim vardır, ondan yapıyordur diycem ama bazısı öyle bir hırsla saldırıyor ki yolcuya, sanırsın ki yolcular toplanıp anasını sikmiş.

    geçenlerde çocuğun teki kartı basıp, otobüsün dışındaki arkadaşına verdi. öyle bir olay çıkardı ki herif, millet bomba falan var sandı. neymiş, o kartı metroda kullanırlarsa transfer sayılırmış. sanane? belediyeye çalışıyormuş beyefendi. bizim halktaki şu "ekmeğini yediğim yer" zihniyetini spatulayla kazımak gerek. lan olm, kimse kimsenin ekmeğini yemiyor. akşama kadar eşek gibi çalışıyorsun. sen kendi ekmeğini yiyorsun. o çocuğa bir kart daha bastırdın da noldu? boyun mu uzadı?

    1-2 sene evvel de başıma şöyle bir olay gelmişti. batıkent-eryaman ringine binip arkadaşımı durağına bırakıyorum ve aynı otobüsten hiç inmeden geri dönüyorum. hemen her gün yaptığım bir rutin. günün birinde şoförün biri bana seslendi. gittim yanına. bu gezme aracı değil, batıkent'e döneceksen bir tane daha basacaksın dedi. ba ba ba. bacısı sikiğe bak. oturmuş benim güzergahımı takip etmiş. belediyenin böyle bir kuralı var mı, yoksa sen şimdi mi uydurdun dedim. sustu. döndüm yerime oturdum, batıkent'te indim gittim. şimdi bu şöyle de olabilirdi (başka bir durumda olmuşunu biliyorum); şoför otobüsü durdurur, ya kartı basarsın ya da bir metre bile gitmem der. sen ister haklı ol, ister haksız ol. o otobüste ne kadar koyun varsa, sana yüklenir. bir kart için eyleme bizi der. senin ananı eyleye eyleye sikeyim de zevkten ölsün yavşak. otoerotik asfiksiden beter orgazmlar yaşasın.

    bak dediğim gibi, denetim ihtimalinden korkup yapıyorsa ayrı. ama kimisi kan davası var gibi davranıyor. çok belli bu durum. sanki karşısında babasının katili var pezevengin. suyunu çıkarmak istiyor. garibana bir kart daha bastırınca bir şey başarmış hissediyor. sikik hayatına bir tatmin olma yöntemi sokuyor. taşıdığı yolcunun üzerinde bir tahakkümünün olduğunu hissetmek istiyor.

    insanlarla bir arada yaşadıkça daha çok tiksiniyorum.
  • bu adama trafiğin sıkıştığı bir anda e5'in orta yerinde "arka kapıyı açar mısınız?" denebilir. açmazsa "midem bulanıyor" diye eklenir ki hem kapı açılsın hem kapıya giden yol...
  • bana bir otobüs şoförü verin, “kaptan orta kapıyı açar mısın?” sorusunu bir kerede anlasın. istediğin kadar bağır ilk seferde imkansız.
hesabın var mı? giriş yap