• ikinci savaş sonrası 50'li yıllarda başlayan soğuk savaşla birlikte abd, avrupa'ya eşitlikçi bir ülke olduğu imajını vermeye başlamıştı. avrupa'lı entelektüel ve sol çevrelerin abd'yi en yoğun eleştirdikleri alan ırkçılık olmuş ve bu durum da sonuç olarak abd ırkçı yönetiminin siyahların eşitlik / özgürlük mücadelesinde göstermelik bile olsa siyahlardan yana bazı tavizler vermesini sağlamıştı. bununla birlikte sscb'nin başını çektiği sosyalizm, kapitalist batı toplumlarında kamucu politikalara özenilmesini sağlamış ve halklara çeşitli özgürlükleri de beraberinde getirmişti (kolay değil elbet, yanı başınızdaki komşuda eğitim, sağlık hizmetlerinin parasız olması, insanların gelecek güvencesi içinde yaşamaları). o yüzden de özellikle kuzey avrupa'da "sosyal refah devletleri" kurulmaya başlamıştı.

    60'lı yılların heyecanı tüm batı dünyasını alıp götürmüşken abd'de öğrenci hareketlerine koşut olarak siyahların özgürlük faaliyetlerinde de gözle görülür bir artış yaşanmaktaydı. martin luther king, malcolm x ve kara panterler'in ortaya çıkışı bu dönemdedir.

    siyahların kendilerini rahat ifade edebildikleri ender alanlarından birisi olan caz müziği de bu süreçte doğal olarak biçim değiştirmeye başlamıştı. eğlence sektörünün bir parçası olarak kabul görmüş caz müziği, ornette coleman'ın başını çektiği özgür caz hareketi ile politik bir haykırış biçimine dönüşmüştü. özgür caz hareketi her ne kadar new york'da ortaya çıksa da, müzikal olarak topluluk içinde bireysel özgürlük bilincinin sunulduğu yer asıl olarak chicago'dur. yaratıcı müzisyenleri geliştirme birliği (aacm) siyahlara yalnızca yaratıcılıklarını geliştirmesi için bir ortam sunmamakta, aynı zamanda çocuklarınnın da bilinçli, donanımlı bireyler olarak eğitilmesini amaçlamıştır. siyah müzikte müzikal "doku"nun sorgulanması bu birliğin çatısı altında chicago'da yürütülmüş, müzikle ilgili tartışmalar ve yönlenmelerin sonucu olarak da ilk kez ortaya çıkmıştır. muhal richard abrams, roscoe mitchell, lester bowie, anthony braxton'ın ilk eserlerine bakarsak bunları gözlemleme imkanımız vardır.

    toplumsal hareketliliğin sanata etkisinin son derece katışıksız yürüdüğünü tartışmasız kabul etmek zorundayız. bir sanatçı ayrıksı, yalnız ve güvenli dünyasında yaşarken, dışarıda olaylar sürüyorsa kendisini tamamen soyutlayarak yaratıcı olamaz. ya kendisi de sokakta düzeni sorgulayanlardan birisidir ya da duyarlığı gereği tüm olaylardan doğrudan etkilenen ve olayları etkileyen kişidir. sanatçının rolü ve sanatın gerekliliği de bu karşılıklılık ilkesinde yatmaktadır. bu bilinçle yaklaşıldığı zaman avrupa'da da aynı dönemde, yani 70'li yıllara yaklaşırken, sanatta ve konumuzun özeli müzikte çok benzer tartışmalar yürütülmekteydi: bir yandan caz müziğinin tarihsel olarak abd'de aşağılık bir müzik olarak görülmesine karşın, avrupa'da entelektüel çevrelerce sanat müziği olarak kabulü, diğer yandan da klasik müziğin çağımızdaki uzanımları, sanatın işlevi ve biçim sorgulamaları sonucunda, müzikte temel ögelerin sorgulanması ve ifade için yeni araçların türetilmesi ya da üzerinde pek durulmayan öğelerin ön plana çekilmeleri vs. bu tartışmalara verebileceğimiz en radikal örnekler ise ingiltere'de ortaya çıkmıştır. bazı ingiliz müzisyenler klasik batı müziğinin temel öğeleri olarak kabul edilegelen armoni, melodi ve ritmin kutsanmasını reddetmiş, bu öğeleri dıştalayarak müzikal dokunun ön plana çıkarılmasına önem vermiştir. asıl önemlisi, daha önceden yazılmış notalar, grafikler aracılığıyla yeniden üretilebilen yapıt kavramından uzaklaşmışlar, yapıt kavramını üretildiği o ana ait ve seslendirildiği anda özgür iradenin de bir sonucu olarak geliştirmişlerdir. bu kavram, klasik batı ve caz müziğine hiç yabancı değildir. bach çok önemli bir doğaçlamacıdır örneğin. kiliselerin aranan orgçusu olduğu söylenegelir. satie 1900'lerin başında paris'te kafelerde doğaçlama çalmaktaydı. new orleans'da doğan caz müziğinin ilk dönemlerinde son derece yaygın olan kolektif doğaçlamayı da unutmamamız gerekir elbet.

    örneğin, ingiltere'de derek bailey, john stevens, tony oxley, evan parker gibi caz müziğine ilgi duyarak yetişmiş müzisyenler, siyah amerikalı'ların müzik geleneğinden tamamen ayrı bir biçimde klasik batı müziğinin geleneğini omuzlarına yüklenmiş müzisyenlerdir. enstrümanlarını yalnızca bilinen, tanınan sesler üreten değil, farklı sesler de üretebilen araçlar olarak düşünmüş, klasik müziğin günümüzdeki bestecilerinin, john cage'in luigi nono'nun, pierre boulez'in, karlheinz stockhausen'ın kompozisyonlarında yaptıklarından da esinlenerek anlık olarak masa üzerinde çalışmalar yapmadan, üretildiği an oluşan kompozisyonlar biçiminde kurgulamışlardır müziklerini: üretim yapan bireyin bir kısıt altında kalmadan bağımsız ve özgür iradesiyle topluluğa karşı sorumlu, sazın teknik kısıtlarından başka kısıtlara bağlı kalmaksızın şimdiki ve gelecek zamanı, geçmiş zamanın birikimlerine dayanarak.

    özgür doğaçlama aslında hepimizin çok da iyi bildiği ve yaşamımızı sürdürürken sürekli uyguladığımız bir araç. örneğin siz şu anda bu satırları okurken bir kompozisyonu yeniden seslendiriyor gibisiniz. kompozisyon şu anda okuduğunuz bu metinken, yorumcu ise bu yazıyı okuma zahmetine katlanan sizsiniz. siz önceden var olan yazılı, belirli ve değiştirilemeyen bir metni okuyorsunuz. bu yazıyı herhangi biri sesli okusa, kendine göre kimi yerlerde vurgular yapacak, kimi yerlerde virgüller koyacak, kimi yerlerde de belki noktayı es geçerek iki ayrı cümleyi birbirlerine virgülle bağlı cümleciklermiş gibi okuyacaktır. farklı insanlara aynı metni okuttuğumuz zamanlarda farklı anlamlandırmalara doğru yönlenmemiz yanlış bir durum değildir. dolayısı ile, kompozisyon varsa onu yeniden üretecek bir yorumcuya da ihtiyaç vardır. ancak örneğin burada anlatmak istediğim fikri sizin karşınıza geçip de anlatmayı istesem, eğer ezberlemediysem söyleyeceklerimi, farklı sözcükler kullanarak, farklı cümleler kurarak, farklı yerlerde yapacağım vurgularla, bir de en önemlisi sizlerin de tepkilerinizle, beni yönlendirici sorularınızla, bakışlarınızla, vs. anlatımımı farklı noktalarda daha da açımlamaya çalışarak yapacaktım. şimdi bu durumda, ortada anlatılacak bir durum var ve ben bu durumu anlatırken sizin tepkileriniz ve benim sözcük dağarcığımın kısıtıyla özgür doğaçlama yapıyorum. anlattıklarımı teybe kaydedip, bunu yazılı hale getirirsem, ya da hiç anlatmadan doğrudan yazarsam işte o zaman kompozisyon bulunmaktadır işin içinde.

    özgür doğaçlamalar salt müzikal bir performans (etkinlik) değildir, olmamalıdır. dolayısı ile, özgür doğaçlamayı görsel, işitsel ve duygusal etkilenmelere açık bir performans sanatı olarak tarif etmemizin daha doğru olacağını düşünüyorum. ayrıca işin içinde o anın etkisinin, ruhunun da bulunduğunu yabana atmamamız gerekir. sanatçıyı (ne müzisyen, ne oyuncu... en az her ikisi de olan bir "performer") yalnızca işitmek, üretilen müziğin yeterince doğru algılanmamasını sağlar. onu, aynı zamanda izlemek, izlerken dinlemek, dinlerken düşünmek, düşünürken de karşılıklılık ilkesinden yola çıkarak sanatçının etkilenmesini sağlamak gerekmektedir. aynı şey üreten için de geçerlidir. ortada tüketilen bir meta yoktur. ortada kolektivitenin, karşılıklı üretilen bir yapıtın olduğunu düşünmemiz gerekir. dolayısı ile konserler özgür doğaçlanan müzik için vazgeçilmez üretim olanakları sağlar. konserlerde oluşan canlı performansa birebir katılmanın vermiş olduğu etki, hiçbir zaman istendiği an yeniden üretilebilecek müziğe sahip cd'lerle, plaklarla ya da diğer ortamlarla karşılaştırılamaz bile bence. batı dünyası birçok özgür doğaçlama müzik festivallerine sahip. müzik "endüstrisi" nin çarklarından kopuk, ticari kaygıya asla sahip olmayan festivaller bunlar. en önemlileri londra'daki "freedom of the city", berlin'deki "total music meeting", fransa mulhouse'daki "jazz a mulhouse", varşova'daki "plain improvised music" bunlardan bir kaçı.

    ülkemizde de müzik islak köpek (#8529615) tarafından temsil edilmektedir.

    ayrıntılı bilgi için:
    (bkz: http://efi.group.shef.ac.uk/)
    (bkz: http://www20.brinkster.com/improarchive/)

    bir de derek bailey'nin doğaçlama kitabı var. pan yayınlarından* çıkmıştı...
  • geleneksel anlamda armoni, ritm,önceden kararlaştırılmış bir form, melodi içermez. geriye de doku kalmıştır, önemli olan sestir. grup içinde hiyerarşi yoktur. (lider-eşlikçi durumu) özgür cazı, amerika ve avrupa'daki çağdaş klasik akımları takip eder. (bkz: fluxus) john cage: "sesler arasında hiyerarşi yoktur, hiçbir ses diğerinden üstün değildir."
  • john cage, müzisyenin belleğine yerleşmiş kalıplardan oluştuğunu düşündüğü için, doğaçlamayı bir seçenek olarak görmemiştir.
    (bkz: john cage/@ibisile)
hesabın var mı? giriş yap