• guy standing'in 'yeni tehlikeli sınıf' alt başlığıyla iletişim yayınları'ndan çıkan kitabı. tanıl bora'nın editörlüğünde ergin bulut çevirmiş.

    öncelikle:
    (bkz: precariat)

    alıntılar da içeren tanıtım metni aynen şöyle:

    prekarya… bu “yeni” kelime, yeni zamanların toplumsal gerçekliğinin çarpıcı bir yüzünü tanımlıyor: alabildiğine “esnekleşmiş” bir istihdam rejiminde sürekli değişen işlerde, adeta hep geçici bir statüde çalışanlar… düzenli olarak düzensiz işlerde çalışanlar…

    bütün dünyada giderek genişleyen bu kitleyi “çalışan yoksullar” veya “güvencesiz işçiler” diye tanımlayanlar da oldu. guy standing, prekaryayı teşhis edebilmek için onların kimliksizliğini göz önüne almak gerektiğine dikkat çekiyor: bir geleceği olmayan ve “toplumsal hafızadan yoksun” işlerde çalışıyorlar…

    guy standing’in prekarya olgusu ve kavramı üzerine referans olan kitabı, “yeni tehlikeli sınıf” alt başlığını taşıyor. birçok düşünür ve sosyal bilimci, prekaryayı zamanımızın proletaryası olarak tanımlıyor zira. en azından, günümüzde prekarya gerçekliğini ve kavramını hesaba katmadan işçi sınıfı, proletarya üzerine düşünmek mümkün değil.

    standing, “küreselleşmenin çocuğu” dediği prekarya olgusunun oluşumunu, dünyasını ve çelişkilerini büyük bir sarahatle tasvir ediyor kitabında. prekaryanın iç ayrımlarını, tâbi olduğu sömürü mekanizmalarını zengin bir örnek dökümüne dayanarak inceliyor. yeni bir emek hareketi için ipuçları çıkartmaya da yarayan bir analiz bu.

    "guy standing, kullanım süresi geçen proletarya ve orta sınıf terimlerinin yerine prekaryayı koyarak hedefi on ikiden vuruyor."
    zygmunt bauman

    "prekarya fikrinin teorik ve ampirik açıdan eksikleri var fakat doğru anlaşıldığında bir çoğunluk inşa edecek yeni bir radikal projeye temel oluşturabilir."
    richard seymour
  • 20.yüzyılda, emek örgütlenerek yükselen bir güç haline gelmesi üzerine sosyalizmin yaygınlaşmasından korkan kapitalistler sendikal hakları kabul etmek zorunda kalmışlardı.

    ne var ki sovyetler birliği’ nin çöküşü sonucu soğuk savaş sona erince meydanı boş bulan kapitalist dünya işçi sınıfının haklarını aşındırmaya başladılar… sonucunda ortaya güvencesiz, dayanaksız, tutamaksız; sürekli değişen, düzensiz işlerde, geçici statüde çalışanlar olarak prekaryalar çıktı

    prekarya, ingilizcede “güvencesiz” anlamında kullanılan precarious ile “proletarya” anlamına gelen proletariat kelimelerinden oluşturulmuş bir terim...
    ingilizcede precariat olarak kullanılan bu terim türkçeye prekarya olarak geçmiş…
    günümüzün “yeni tehlikeli sınıf”ına, ”geleceksizler” denilebilirdi belki ama benim aklıma “tutunamayanlar” geldi…

    ingiliz profesör guy standing bu konuyu ele alan “the precariat the nev dangerous class” “prekarya, yeni tehlikeli sınıf” adlı kitabında prekaryayı “küreselleşmenin çocuğu” olarak tanımlayarak, “gittikçe büyüyen ve kendi için sınıf olamayan “prekarya”, eğer müdahale edilmezse sağ/faşizan hareketlerin yedeğine girebilir. dolayısıyla bu anlamda yazara göre prekarya bir an önce “devletin kafasını karıştıran ya da kafasını bozan bir yapıdan, birtakım taleplerle devleti karşısına alan bir safhaya geçmesi gerekiyor” (s. 14)… diyor

    bu “sınıf “ (grup mu desek, yoksa sınıfsız sınıf mı) çoğaldıkça çoğalıyor…
    her an işsiz kalma – işini kaybetme endişelerini, korkularını kabullenmiş biçimde yaşıyorlar…
    günü birlik sosyal, kültürel masraflarını karşılayabilecek ücret karşılığında plazalarda, marketlerde, cafelerde, çağrı merkezlerinde “güneş yüzü görmeden” fazla mesai almadan, iş güvencesiz çalışıyorlar…
    kolektif bir güvencesizlik içindeler…

    hemen hemen hepsi hiç bir zaman gerçekleştiremeyecekleri kendi işini kurma hayali içindeler…
    içlerinde bu hayalini gerçekleştiren çıksa da başarılı olabilenler çok çok azdır…
    kimliksizdirler…

    prekaryayı “küreselleşmenin çocuğu” olarak niteliyor guy standing… küreselleşmenin örgütsüz, tutamaksız, yalnız ve dayanaksız çocukları!..
    rekabetin, hırsın, piyasanın, kâr ve tüketimin azgınlaştırılması karşısında fırsat eşitliğinden yoksun, emeklerinin sömürülmesine; piyasanın ve devletin ellerini sorgusuz, sualsiz ceplerine sokmasına seslerini çıkaramamaktalar; çaresizlik içinde ha bire iş kovalıyorlar, kendilerine göre iş kurmanın yollarını arıyorlar…

    proletaryanın uzun mücadele deneyimine, örgütlenme pratiğine, kazanım ve yenilgilere sahip geniş bir tarihi vardır; ama, prekarya bu geçmişin kazanımlarından,deneyimlerinden, bilincinden yukarıda yazdığım süreç sonucunda proletaryanın deneyimlerini, kazanımlarını, pratiklerini iş yaşamlarına geçirme şansları ellerinden alınmış olmaktadır…

    iyi bir işe ve dolgun bir kazanç elde etmek hayaliyle bireysel olarak iş gücüne dahil oluyorlar. sanayi işçileri gibi kollektif çalışma koşullarına sahip değiller…
    örgütsüzdürler, dağınıktırlar, birbiriyle bağları, ilişkileri yoktur.
    yalnız insanlar topluluğundan oluşurlar. kasiyerler, garsonlar, kargo elemanları, pizza dağıtıcıları, bilgisayar programcıları, grafik tasarımcıları, güvenlikçiler, şoförler, bodyguardlar, barmenler, taşeron işçileri gibi...

    prekarya proletarya gibi, varoşlardan, köylerden kopup gelen dar gelirli, eğitimsiz, toplumun diplerinde olan kişilerden oluşmuyor…
    daha çok şehirleşmiş orta sınıf kesimin eğitimli, diplomalı çocuklarından oluşuyor…
    bu çocukların çoğu yüksek okul bitirdiklerinde iş bulamayacaklarını bildiklerinden, hiç inançları olmadığı halde sözüm ona vasıflı olmak, emsallerine fark atmak için master, doktora peşinde koşup, sertifika kapmak için yeni bir eğitim süreci içine tekrar girmekteler… bir yabancı dille yetinmeyip yanına bir iki yabancı dil daha eklemeye, bilgisayarda daha da uzmanlaşmak için eğitimlerini sürdürmekteler…
    amma lâkin bitmek bilmez bir eğitim süreci sonucunda onca çabalarının; sadece cv’ lerini daha parlak hale getirmekten başka bir işe yaramadığını görmekteler…

    üstelik sermayenin desteğini kaybetmek istemeyen iktidarlar sözüm ona “insanı değerler” adına yurda kabul ettikleri göçmenleri ucuz ve elden çıkarılabilir iş gücü olarak prekaryanın karşısına çıkarmaktadır…
    böylece emek daha da ucuzlatılmış; iş güvenliği, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, sosyal haklar talep edilemez hale getirilmiş oluyorlar… çünkü işsiz kalma,işlerini kaybetme korkusu yüzünden bunları akıllarına bile getiremiyorlar…

    prekarya çalışıyor olsa bile (ister evli olsun ister bekar) ana-babalarının maddi desteğine muhtaç haldedir. bu aile desteğinin sonu gelecek gibi değildir…

    peki ne kadar sürecek bu halleri?..
    bir gün bir sosyal patlama ile mi haklarını elde edecekler?..
    kapitalistleri şimdilik huzursuz eden bu olasılıktır…
    işte fransa’ daki sarı yelekliler olayı….

    ama bizimkiler onun da çaresini buldular…
    gezi olayları orta sınıf çocuklarının (solcu prekarya) direniş hareketiydi bir anlamda…
    bu direnişten ürken egemenler gezi direnişini tehlikeli bir uyarı olarak görerek önlemler almaya başladılar…
    prekaryayı sol zihniyetten uzaklaştırarak muhafazakar bir kimlik giydirme amacına yöneldiler…
    dindar nesil yetiştirme projesini sürüme soktularsa da bu proje gençlerin dinden uzaklaşmaları gibi bir sonuçla ters teptiği için vazgeçilerek milliyetçi çığırtkanlığa başladılar; “vatan haini” “vatan sever” söylemlerine başladılar…

    böyle “milliyetçi” bir kimlik sonucunda oluşturulan gençliğin muhafazakar kesiminin bir bölümünün lümpenliğe kaymış olması umursanmadı;üstelik, sola karşı bir kalkan olarak kullanıma başlandı… tıpkı soğuk savaş sırasında bilinçlenen proleterya karşısına faşistlerin çıkartılması gibi…
    nitekim guy standing, “gittikçe büyüyen ve kendi için sınıf olamayan “prekarya”, eğer müdahale edilmezse sağ/faşizan hareketlerin yedeğine girebilir. ..” (s. 14) diye uyarıyor.
    kapitalizmin de istediği bu zaten…

    konu hayli uzun, tartışmaya son derece açık…
    hakkında kitap üzerine bir kitap daha yazılsa bile az gelir….
    yani diyeceğim kapitalizmin kitlelere geleceksizliği kabul ettirmesi sonucunda örgütsüz, dağınık, birbirleriyle bağlantısı olmayan, tutunamayan bir gençlik çıktı karşımıza…
    eğitimli, diplomalı orta sınıf çocukları bunlar…
    yani sen, ben, biz, siz…
  • fordist üretim döneminde "bir yastıkta 40 yıl kocayan çiftler standarttı. çünkü fordist üretim demek zaten disiplinler " ve talimatlar bütünüydü. fordist yapının tıkandığı ve tükendiği dönemlere bakarsak cinsel devrim ve özgürlük olaylarının arttığını görürürüz. günümüzde önce postfordist yapı sonrasında prekarya emek esnek, güvencesiz, kök sağlamayan ve hak iddia edemeyen ve sürekli bir emek sürecine dönüştü. buradan yola çıkarak günümüz ilişkilerinin de prekarya emek gibi olması, toplumsal ilişkilerin bu neden sonuç ilişkisi üzerinde incelenmesini gerektirir. günümüz ilişkilerine baktığımızda güvencesiz ilişkilerden, gelip geçici temaslara olur diyenlerden ve bir aşk bulduğunda bile ayrılık tehdidini içinde hissedenlerden oluşmakta. latince güvencesiz anlamına gelmekle latince dua anlamına gelen kelimeyle aynı kökten gelmesi başka ilginç bir noktadır.
  • bir de bunun "akademik prekarya" tabir ettiğimiz akademik versiyonu var ki yurdumun doktoralı perişanlarının alemeti farikasıdır. yıllarca amerika'da orada burada dirsek çürütüp ömrünü tüketip asosyalleşme pahasına phd ünvanını alıp sonra türkiye'de bir tabela üniversitesine mecbur kalıp orada dumur üzerine dumura uğrarlar. zira, girdikleri yer üniversiteden ziyade diploma satan bir işletmedir ve sabah 9 akşam 5 kart basmak yoluyla yoklamaları alınır, üniversitenin tanıtım günlerinde broşür dağıtmaları istenir, 20 yaşını geçmiş adamların "velileri"ne verdikleri paranın karşılığı olarak neden evlatlarına doğru dürüst not vermediğinizi açıklamak zorunda kalırlar. sürekli olarak birer senelik sözleşmelerle asgari ücretin biraz üzerinde çalışırlar ve bir dahaki seneye bir işleri olup olmayacağının garantisi yoktur.
  • şansını deneme şansı olmayan insanlar, insancıklar. marx tarafından bile pek dikkate alınmamış, zincire vurmaya dahi gerek görülmemişler.
  • guy standingin "isgucu-piyasa esnekliginin artmasindan dolayi olusan istikrarsizliklarin isciler uzerine yikilmasinin yarattigi sinif"olarak tanimladigi, kuresellesmenin olusturdugu makroekonomik sikintilarla bogusan insanlar butunu precariattir. occupy wall street muhabbetine giren insanlar precariatlara ornek teskil eder mesela.
    precariat, (sendikal hareketlerin aksine) sinif sikintilarindan dem vurmak yerine odaksiz tepkimeler ortaya koymaktadir, cunku ezilmenin kaynagini olusturan sinifsal ya da sag-sol ikileminden cok makroekonominin ontolojisine dayanir. bernard shaw precariat konsepti tanimlanmadan once bu konsepti super aciklayan ongorulerde bulunmustur.
  • sosyolojide „korunmasiz isci ve işsiz“lerin olusturdugu sosyal tabakayi tanimlayan kavram. „prekär „ ve „proletariat“ tan türetilmistir, yeni bir sözcüktür.
  • küreselleşme ve teknolojik gelişmeler sonucunda az gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan emekçi katmanına/grubuna verilen addır. bu emekçiler esnek, güvencesiz şartlarda ve genelde yarı zamanlı olarak istihdam edilirler. büyük ölçüde kadınlardan, gençlerden, engelli işçilerden, tekrar çalışmak zorunda kalan emeklilerden ve işsizlerden oluşur.
  • medyascope sayesinde öğrendim anladığım kadarıyla sınıflaşamayanlar sınıfı gibi bi şey. örgütlenmeleri yok gücenceleri yok. kimlikleri belli değil. sektörleri bile belli değil bulutumsu. yani garsonundan, sanayide küçük bir kobide çalışan vasıfsızına, plaza da çalışan ama az maaşlı sözde beyaz yakasına...
    tükiye'de hizmet sektörünün ve inşaatın bu kadar genişlemesine ve üretimin %94 ünün kobilerin yaptığını düşünürsek ülkemizin çok büyük bir kitlesini oluşturuyorlar. ülkemiz nüfusunun en az %20 si denebilir mi acaba?
  • sınıf olduğu iddiasına karşı ciddi anlamda tavır alınması gerektiğini düşündüğüm tanımlama.

    "prekerleşme (güvencesizleşme) toplumun hemen bütün tabaka ve sınıflarında gözlemlenebilir. güvencesizleşme veya güvencesizleştirme süreci bu tabaka ve sınıflarda (göçmenler, kadınlar, işçi sınıfı) çok değişik biçimlerde gerçekleşebilir. güvencesizleştirme sadece toplumun alt tabakalarını etkileyen ya da sadece son 30 yılda ortaya çıkmış bir süreç de değildir. güvencesizleştirme kapitalizmin doğasında vardır. yirminci yüzyılın ikinci yarısında şahit olduğumuz görece güvenlikli çalışma şartları kapitalizm tarihinde daha çok bir istisnayı gösterir. bilindiği gibi karl marks ve friedrich engels, manifestoyu bitirirken, proleterleri “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri” olmayan insanlar olarak tanımlamışlardı. bundan daha güvencesiz, daha “preker” bir yaşam olabilir mi?"*

    *meselenin 2014 temmuz sayısından alıntılanmıştır:
    prekarya: güvencesizlik yeni bir sınıf mı yaratıyor? - selim ergunalp
hesabın var mı? giriş yap