• sahabelerin yolu, farzlari en iyi sekilde yerine getirmeye calismayi, haramlardan kacinmayi, bilhassa namazi tadil-i erkana dikkat ederek kilmayi, namazin sonundaki tesbihati terketmemeyi, sunnet-i seniyyeye hassasiyetle uymayi gerektirir.
  • minicik bir çınar ağacı tohumu, koskoca bir çınar ağacının tüm özelliklerini ve potansiyelini, icmali(özet) olarak kendinde barındırır veya bir başka tabirle o tohumda bir çınar ağacı bâtıni olarak mevcuttur.

    çınar ağacının kendisi ise tohumunun tafsile gelmiş, ayrıntıya dökülmüş ve zâhire çıkmış halidir. tohum, allah'ı hafî(gizli) olarak ve "ya bâtın" diye zikrederken, ağaç cehrî(yüksek sesle, aşikare) "ya zâhir" diye zikreder.

    peygamberi bir tohum olarak düşünürsek, onun ve sahabilerinin oluşturduğu kolektif yapı ağaçtır. dolayısıyla her bir sahabi o tohumun zâhire çıkmış dalları, budakları, yaprakları hükmündedirler ve bu noktada şu kesin hükmü vermek durumunda kalırız:

    "dalın münkiri, kökün de münkiridir"

    o yüzden dostlar, siz siz olun, hiçbir sahabi hakkında ileri geri konuşmayın ve negatif bir tutum takınmayın; yoksa yanarsınız. evet, sahabinin içinde her türden adam vardır; ama unutmayın ki, eğrisiyle doğrusuyla, budağıyla onlar o tek ağacın dallarıdır.

    en çok yapılan bir diğer yanlış, sahabeyi günümüz insanlarına doğrudan referans göstermektir. böyle bir tavır kesinlikle yanlıştır. bunun iki sebebi vardır:

    1. sahabenin nefsleri peygamberin sohbetinde emmarelikten kurtulmuştur. peygamberin sohbeti iksir-i azam'dır. bizlerin böyle bir şansı yok maalesef.

    2. sahabenin bilinen manada velayet yolları ile yani tasavvufla bir alakaları yoktur. onlar tamamen nübüvvet kemalatının güneşinde pişmişlerdir. nübüvvet kemalatının günümüz insanlarınca anlaşılması pek olası değildir. velayet yolunu bile anlamaktan aciz olanların, nübüvveti anlaması düşünülemez. hele hele kuru aklın nübüvveti anlaması hiçbir şekilde mümkün değildir.

    bu noktada ilgilisinin şu soruyu yöneltmesi kaçınılmaz olacaktır: " sahabenin tasavvufla alakası olmadığını kendin söyledin. eee...o zaman bu yaptığın bid'at* olmuyor mu?"

    hayır olmuyor; çünkü nübüvvet güneşi ilk üç nesilden sonra batmıştır; zira nübüvvet zamanla mukayyettir. değişik zamanlarda değişik peygamberlerin gelmesi bunun göstergesidir. velayet ise ruhani bir kemalattır ve zaman üstüdür. her dönem geçerlidir ve kendisine has yöntemleri vardır. güneş battığı zaman ay ışığına muhtaç olursun. eğer ay ışığını dahi reddedersen, zifiri karanlıkta kalmak senin için artık mukadderdir.

    sonuç: peygambere ve ashabına asla kem gözle bakma ve onlarda gördüklerini günümüze doğrudan doğruya nakletmeye kalkma. aksi takdirde fena halde sapar ve saptırırsın. nakil işi ancak hakikat ehli bir zatın şuur süzgecinden geçtikten sonra söz konusu olabilir.
  • "islâm'ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, allah onlardan razı olmuş; onlar da o'ndan razı olmuşlardır. allah onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. işte bu büyük başarıdır."

    9. sure (tevbe suresi), 100. ayet.
  • dönemin iktidar öznesi islam peygamberinin çevresinde toplanmış yandaşlar grubudur.

    biat etmiş olmaları dışında hangi vasfa sahip olduklarına dair asırlardır retorik üretiliyor.
  • (bkz: #158870725)

    bir savaşa dahil olan kişi sayısının azlığı, o savaşın büyüklük ya da küçüklüğüne tek başına işaret etmez.

    bir savaş ya da daha genel bir ifadeyle, bir olayın büyüklüğü, onun temas kuvveti ile, bu temas ile aralanan önce ve sonra arasındaki farkın büyüklük ve derinliği ile ilgilidir.

    bazen bir ölüm, milyonlarca kişinin ölümünden daha büyük tesir gösterir. bu, o kişinin doğrudan ve dolaylı yollarla tesir ettiği kitlenin kalabalıklığı ile, bilhassa niteliksel kalabalıklığı ile ilgilidir. bıraktığı hikayeyle, bu hikayenin samimiyeti, dolayısıyla içselleştirilebilirliği ve tabii olarak derinlik ve büyüklüğüyle ilgilidir.

    insan aşık olur. o an dünya artık sekiz milyar kişi değil, bir kişidir. böyle bir durumda aşık olan kişiye sorulursa; bir, sekiz milyardan daha büyük olur.

    böyle bakıldığında 176 muazzam büyük bir rakamdır. 1, muazzam büyük bir rakamdır.

    bir insan, nefes almayı bıraktığında ölmez. hakkında edilecek söz bittiğinde, nefes alıp verenlerle teması son bulduğunda, ameli kapanır ve ölür. sadaka ömrü uzatır. bir kalpte yaşamak, yaşamaktır.

    "onlara ölüler demeyiniz, onlar ölü değil, diridir."

    lineer yaklaşımla, bin yılı aşkın zamandır hakkında söz edilen, sevilen, muhabbet duyulan, hayran olunan 176 kişi. sözü bitmiş, sesi kesilmiş, konuşanı ve duyanı kalmamış milyarlarcasından daha büyüktür.

    mesele sayı değil yani. hiçbir zaman olmadı ve olmayacak. mesele tesir.
  • ssahh (sah) kökünden türemiş, "doğruya erişmiş" manasındaki kelimedir

    (bkz: disciple)
  • "sohbet" kelimesiyle aynı kökten gelir.
    peygamberle kısa da olsa sohbet edebilme şansını bulmuş kişilere denir.
  • allâhü teâlâ şöyle buyurdu (meâlen): “(öyle) adamlar (vardır ki) onları hiç bir ticâret, hiç bir alışveriş allâh’ı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymaz. onlar, kendisinde kalblerin ve gözlerin (dehşet ve ızdıraba) düşeceği günden korkarlar.” (nûr sûresi, âyet 37)

    sahâbe-i güzîn’in kur’ân-ı kerîm’deki güzel sıfatları pek çoktur. onlar hep bu dîn-i mübînin terbiyesiyle yetişmiş ve peygamber efendimiz (s.a.v.)’in izinden gitmiş bahtiyar kimselerdir. onlar hakkında kur’ân-ı azîm’de: “sâdıklar, vefâkarlar, tevbe ederler, ibâdet ederler, iyiliği emir ve fenalığı nehyederler, cenâb-ı hakk’ın emir ve yasaklarına riâyet ederler, sadaka verir ve allâhü teâlâ’yı çok zikrederler.” gibi sıfatlar zikredilmiştir.

    bazı âyet-i kerîmelerde de şöyle buyurulmuştur:

    “namazlarında huşû üzere olurlar, lağviyattan (boş konuşmaktan) kaçınırlar, zekât verirler. mallarında muhtaç olanların hakkı olduğunu bilip gerek kendilerinden bir şey isteyenlere ve gerek çekindikleri için kimseden isteyemeyenlere kendi mallarından verirler.” (müminûn sûresi, âyet 1-3)

    “kâfir ve dinsizlere karşı şiddet üzere olup kendi aralarında gâyet şefkatli bir şekilde davranırlar, ibâdetleri sayesinde yüzleri nurludur.” (fetih sûresi, âyet 29)

    sahâbe-i kirâm’dan mekke-i mükerreme’nin fethinden önce medîne-i münevvere’ye hicret eden mekkeli müslümanlara muhâcir; muhâcirlere yurtlarını açan ve onlara yardımcı olan medîneli müslümanlara ensar denir. sahabe-i güzîn’in tamamının en fazîletlisi hz. ebûbekr-i sıddîk ve hz. ömerü’l-fâruk ve onlardan sonra hz. osmân-ı zinnûreyn ve hz. aliyyü’l-mürtezâ’dır. bu dört muhterem zâta hulefâ-i râşidîn ve çehâr yâr-ı güzîn (peygamberimizin dört seçkin dostu) diye de tabir olunur.

    aşağıda sahâbe-i kirâm’dan isimleri sayılacakların tamamına aşere-i mübeşşere denilir ki dünyada iken cennet ile müjdelenmiş on zât demektir: hz. ebûbekr-i sıddîk, hz. ömerü’l-fâruk, hz. osmân-ı zinnûreyn, hz. aliyyü’l-mürtezâ, hz. talha, hz. zübeyr, hz. abdurrahman bin avf, hz. ebû ubeyde bin cerrâh, hz. sa’d bin ebî vakkas ve hz. saîd bin zeyd (rıdvânullâhi aleyhim ecmaîn)
  • ibn-i sem'un(rahimehullah) dedi ki:

    "seleften bazıları derlerdi ki:

    sahabeler gözler gibidir. gözlerin dermanı ise ona dokunmamaktır."

    emeli, s. 85

    sahabelerin dindeki konumu vücuttaki gözler gibidir. kişi gözleri olmadan nasıl yolunu bulamaz ise sahabeler olmadan kur'ân ve sünnetin doğru anlaşılması, hidâyet üzerine olunması mümkün değildir. yüce rabbimiz kurtuluşu, bu topluluğa tabi olmaya bağlı kılmıştır;

    "öne geçen muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle uyanlar varya; allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da o'ndan hoşnut olmuşlardır ve onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. işte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur." tevbe/100
  • islam tarihine bakıyorsun, baslangıcta her zorluga gogus germis, malını canını tehlikeye atmıs sahabeler.
    cennetle mujdelenmis 10 kisi.
    hristiyanlık tarihine bakıyorsun, roma askerleri mesihi tutuklamaya gelince sesini bile cıkarmayan, mesihi(hatta belki onlara gore tanrıyı) inkar eden havariler.
    tam bu noktada garip birsey oluyor. peygamberler oluyor. havariler davalarına sessiz sekilde devam ediyor.
    sahabelere bir bakiyorsun, olunca cennetle mujdelenmis, 4tanesi kucuk bir devletin halifeligi icin senelerce mucadele ediyor. onlarca oldurulen, katledilen sahabe.
    hikayenin bası ne kadar romantikse,sonu o kadar fena.
    hic unutmam, peygamber olum doseginde, hz aliye git sor diyorlar,kendisinden sonra kimi halife ister.
    -verecegi cevabı gonlume geciremeyebilirim
    minvalinda birsey soyluyor. 4halifeden 3(belki 4u) öluyor, hz osman feci sekilde öluyor.siz cennetle mujdelenmediniz mi?
    bu hırs ne hırsı anlamak mumkun degil.
hesabın var mı? giriş yap