• merhum ulus baker hoca’nın enfes çevirisiyle, önce öteki yayınevi ve ardından bu günlerde makyaj malzemesi satıcısı kabalcı yayınları arasında çıkmış bir adet gilles deleuze kitabı olup, gilles deleuze’ün 1972 ilâ 1986 yılları arasında verdiği derslerin bant kayıtlarının deşifre edilmesinden oluşuyor ancak, ulus baker öyle biz dizmiş ki bu dersleri, kronolojinin dışına çıkmış ancak, baruch spinoza gibi gayet derecede zor ve gilles deleuze gibi söylemi (yazını da böyledir, şizofrenik) gayet geniş bir alana yayılan iki filozoftan birinin diğerini şerh etmesine değil de farklı bir yöntemle anlatmasına dair ‘çok zor’ bir kitap, biraz daha anlaşılabilir olmuş. bu açıdan, uzun süre ali akay tercümeleriyle idare etmek zorunda olanlar için, devasa bir okyanustur ulus baker tercümeleri.

    kitap, toplamda 11 ders notundan oluşuyor ve spinoza’nın etika’sı üzerine (hassaten deleuze’ün hayran olduğu 4. ve 5. kitap üzerine elbette) çokça sarfı mesai harcanmış derslerden oluşuyor. deleuze, bu dersleri öyle garip bir metotla işlemiş ki, bazen durup, “her şey yolunda değil mi?” diye sormayı da ihmal etmiyor. kitap, ders bant kayıtlarının deşifresinden müteşekkil olduğu için, arada gülmekten gözlerden yaşlar getirecek kadar komik pasajlar da var ancak, fevkalade zor bir kitap. cevher (spinoza cevherleri), varlık, duygu, duygulanış, ahlak, süre, ödev, işlev ve teoloji ile örülü bir kitap.

    ancak, sağlam bir spinoza’cı olan deleuze, bu kitapta fazlasıyla âşık ve taraflı duruyor. sağlam bir nietzsche ve spinoza hayranı olan deleuze’ün, spinoza ve nietzsche arasında bağlantılar (hatırlanacağı üzere deleuze köksap’ı da kendi düzleminde, yani içkinlik düzlemi içerisinde kavramsallaştırmıştır) bir harika.

    gerçekten, çok zor bir kitap bu, boğucu.. ama yavaş yavaş içine girdikçe bir şeyler belirmeye başlıyor, sonra çok ağır adımlarla ilerlenebiliyor, gayet zorlu bir yol. gerekli midir? işte bu yüzden sorular farklı tonlar taşırlar ve gerekli olup olmadığı gerekli değildir bu kitabın.

    bunun yanında zaten bu kitabı (ve her kitabı) ezberlemek ya da deleuze seviyesinde bir spinoza okuması yapabilmek değildir önemli olan. burada önemli olan ritimlerdir, ‘ritim yakalamak’ asli amaç olmalıdır.
  • kitapta herşey çok düzgün, anlaşılır. spinoza ustaların dili ve üslubu ile ( gilles deleuze, ulus baker) müthiş işlenmiş. ancak gilles deleuze, belli ki öğrencilerine daha çoğunu vermek istiyor ve bunun için hassasiyetleri var ki spinoza'da halkın anlayabileceği felsefe gibi bir iddaa var. o halde öğrencilere doğru intikal ettirilmeli endişesi var. ancak anlatım bu kadar netken birçok yerde deleuze'ün "sanırım buraya kadar sorun yok", "sanırım bunu anladınız", "bunu anladığınızı zannediyorum" gibi endişeli bir şekilde öğrencilerini yoklaması beni öğrencileri ve avrupadaki eğitim konusunda kuşkuya düşürdü, ya da ulan ben mi çok biliyorum anlamadım. bu adamlar ens, sorborn falan buralarda ders veriyorlar ee öğrenciler de o minvalde, hayret..

    edit: bir takim dis mihraklar ın uyarısı üzerine yaptığım küçük bir araştırma üzerine gecikmeli de olsa belirtmek de yarar var ki, bu dersler vincennes üniversitesinde verilmiştir. dışarıdan da talebeler alan ve bir nevi açık üniversite olan bu okulun öğrencileri seçkin felsefe öğrencierinden vesaire oluşmamaktadır. işbu nedenle kitabın dili daha basittir, ancak belirtmek de yarar var ki ben kabalcı yayınevinin yerinde olsam sorbonne ve diğer paris üniversitelerinde verdiği derslerin de dökümanlarını çevirir ve yayınlardım.
  • deleuze'ün spinoza'daki 'keder' duygusu ve bununla beslendiğini söylediği iktidarlar arasında gayet makul bir köprü kurduğu; duygular, duygulanışlar, ebediyet ve karşılaşmalar üzerine şaşırtacak denli kolay okunabilecek ders notları. spinoza'nın o ağır kapısını aralayabilmek için iyi bir fırsat..
  • "...ölçüde"lerin kitabıdır. olduğu ölçüde, olabildiği ölçüde, büyük ölçüde, belli ölçüde, geniş ölçüde, önemli ölçüde...

    benim için diğer her "...ölçüde"den daha çok, yalın ölçüdedir. spinoza, deleuze ve baker; karşılaşmaların dibine vurduklarında, bağıntıların ve çözüntülerin upuygun* idealarına hakim olduklarında, hakikat yolunda en zor karşılaşmayı yaşayıp, bu karşılaşmadan mercek ustası olarak ayrılmayı başardıklarında hikaye de kendiliğinden akmaya başlar. kollar sıvanır. yanlarına nietzsche'yi de alarak, oz büyücüsü karakterlerinin kol kola girip şarkılar söylediği yola çıkılır. konu çok "bizden" veya daha doğru bir deyişle "bizim" olduğundan, araya girebilecek her şey "bize" katılım göstermek zorundadır. tanrı bile. aksi düşünülemez. ihtiyaç da yoktur zaten. yeğinlik, 2.5-3 saatlik bir müzikal bittiğinde, "ee daha yeni başladık" tepkisini verdirtecisine akar gider. kudret; keskin şapkalı, koca burunlu, yemyeşil özden kaçar durur. finalde onu da alt edecektir. bu alt ediş, epik olmaz. yanlış olmasın. kudret, özü çamaşır makinesine atar ve kısa program düğmesine basar. öz, aynı çamaşır makinesinde birkaç kez yıkanır, ezeli ve ebedi olarak makineden çıkar. öz yine giyilir de, makineden çıktığı andan itibaren artık öz olmaz, kudret olur.

    spinoza üzerine onbir ders'ten hiçbir şey kazanmasam, spinoza'nın hassasiyetle kullandığı sonsuz* ve sınırsız* mefhumlarını, deleuze'ün bu mefhumların bir ve aynı şey olmadığına dair sorgulamasını ve baker'in onları, bir şeyi üç dubleden sonra kısaca anlatabilen akşamcı tadında anlatmasını sanırım hiç unutamam. bunca yıldır, birbirinin aynısı zannedilen ama aralarında sadece benzerlik olan kavramları düşünmek için geometriye başvuruyorsam sebebi platon olmamıştır. ha bir de gregory bateson ile tanıştırmışlardır.

    iyi karşılaşmalardan sonra şükran duymak iyidir. insanı daha güzel bağıntılara sokar, anlık duygulanışları iyi kılar. düşünmeden bu bağıntıya giriniz sevgili suser.
  • piyasadaki butun baskilari tukenmis ve maalesef artık yeni baskısı yapılmayan kitap. sanırım hiçbir kitabı bu kadar aramadim. hicbir kitapçıda yok. ne idefix'te ne de d&r'da var. ne de sahaflarda. gecen ay beyoğlu sahaf festivaline sırf bu kitap için gittim. orada da bulamadım. beyazıt' taki sahaflardan umudu çok zaman önce kesmiştim zaten.
    e kitaba karşı çok mesafeli biri olmama rağmen nihayetinde orada buldum. ama okuyamiyorum. beyazit'ta bir fotokopiciden basmasini istedim gecenlerde. bir kaç güne geçecek elime. nihayet " tanrı ya da doga." diyen adama kavuşacağım. ethica mi? ona daha var. daha mı?
  • piyasada baskısı bulunmamakta fakat çok kolay internette pdf şeklinde bulunmakta. gerçek bir ders notunun çevirisi olarak okurken keşke o sınıfta ben de olasıydım isteği uyandırmaktadır. ilk dersteyim, bitince buraya bir edit gelebilir.
  • dolaylı ya da doğrudan olarak spinoza okuyanlar bilirler ki, spinoza’da mutlak iyi ya da mutlak kötü diye bir şey yoktur. ahlak yerine etik vardır. yani iyi ve kötünün ne olduğu mutlak değildir, duruma göre değişebilir spinoza’da. verilen örneklerden biri de ilaç örneğidir. “pharmacy” kelimesi deva anlamına geliyorken, zehir anlamına da gelir. bir şey hem deva, hem zehir olabilir.
    deleuze birinci derste bunu oldukça güzel bir dille anlatır. şöyle ki, “karşılaşma” diye bir kavramdan bahseder deleuze ve bunları ikiye ayırır: iyi karşılaşmalar, kötü karşılaşmalar. ve bu karşılaşmalara bağlı olarak da insanın eyleyebilme gücü artar ya da azalır. x kişisiyle karşılaşmak bizi hoşnutsuz edip, enerjimizi düşürürken, y kişisiyle karşılaşmak bizi mutlu edip enerjimizi ve dolayısıyla eyleyebilme kapasitemizi artırabilir. hepimiz bunun bir örneğini kendi hayatlarımızda görebiliriz diye düşünüyorum.

    ve umut vaat edici bir üslupla şöyle der deleuze:

    “insanın sahip olduğu fikirlere bağlı olarak eyleme gücünün veya varolma kuvvetinin artma-azalma-artma-azalma şeklinde süregiden devamlı bir varyasyonu vardır. bu zor deneyim içinde güzelliğin nasıl çiçek açtığını hissedin. varoluşun böyle sunulması hiç de kötü değildir daha şimdiden; tam anlamıyla sokaktaki varoluşumuz bu.”
  • 12 - 'varlığın var olmaktan başka şansı yok' söylemini saçma buluyorum. 'tanrı kötü olamaz' benzeri bir uslamlama. einstein gibi 'şeytan yoktur. ısının eksikliğini soğukluk , ışığın eksikliğini karanlık diye betimliyorsak şeytan da tanrının eksikliğidir' şeklinde tanımlasak bile bu kez 'tanrı eksik olur mu , evreni çepeçevre kuşatmıştır' diyenler çıkacaktır.

    benim sonuçlandırmam şöyle. evet spinoza'nın panteizmi etkilenilecek çok nokta barındıran muazzam bir çalışmadır. lakin pan- olanın tanrı olması fikri beni çekmiyor. yoklukta dahi bir hareketlenme ve dalgalanma olduğunu bugün bilirkene. o zaman şöyle düşünüyorum, bu benim fikrim.

    varlığın var olmak iyi olmak dışında seçenekleri vardır. ama onları bu yolda tutmak için müthiş kapsamlı bir takip ve telkin gerekmektedir. bizim matematiksel örüntüler olarak gözlemlediğin bu pan-çabanın arkasında bir mimar veya bir kök-tanrı var mı bilemeyeceğim ama matematiksel düşünceye alışmış bir beyin er geç hikmete (tek hükümle bir çok şeyi düşünüp hedefleme becerisine) ulaşacaktır.

    daha basit (veya daha karmaşık) bir ifade ile:
    pan- her- demektir. bu öntakıyı kullanan kişinin dünyasının genişliği ile ölçemlidir. yani sınırlıdır. doğa-tanrı ifadesini kullanan spinoza aslında tanrı üzerine o dönem konulan kısıtlamaları aşmayı denemişti. bilimin tekniğin ve varoluşsal düşüncenin daha ilerlediği bu yüzyılda spinoza'nın panteizminin sınırları da daha genişletilmelidir diye düşünüyorum. sayqılar
  • spinoza'yı kavramada önemli bir kaynak. çeviride ulus baker faktörünün hakkını vermeden geçmeyelim elbette.
hesabın var mı? giriş yap