• iki gün önce bir film sitesi aracılığıyla izlediğim film.

    ölümü anlayamam. bu sağlıklı vücudumla ölümcül bir hastalığa sahip olup yavaş yavaş ölmeyi düşünemem bile. her bir sonraki saniyenin belirsizliğini kaldıramaz beynim, hazırlık yapamam yani.
    ölümü kabullenebilirim. bir gün geleceğini bilip ona göre yaşayabilirim. kendimi yaşama dair motive edebilirim, korkabilirim o kaçınılmaz sondan.
    ve bir gün öleceğimi bile bile bir adamla mutlu olmaya çalışabilirim.

    boğazıma oturan yumruyu yutkunurken büyüttüğüm ve bir türlü gönderemediğim bir sahne vardı. hani hazel'in augustus için hastanede beklediği sahne. o sırada sen geldin aklıma sevgilim. ya dedim, ya seni benden alacaklarını bilsem, zamanımızın çok sınırlı olduğunu...
    keşke sen de anlasan ne demek istediğimi.

    hani bi kere demiştim ya 'ömrümden ömür versinler sana.' diye. acını görmek istemem, istemiyorum.
    belki de yakında buluşacağımız düşüncesi beni rahatlatırdı ama inanmadığım bir yer için böylesi bir hayalin mantığı yok beynimde.

    ölümü hayal edemem, yavaş yavaş ölmeyi de. ama nasıl bir paradokstur ki yavaş yavaş ölüyorum aslında.
  • divergentda ki hatunun kısa saçlı halini görünce saç modelini incelemek amacıyla konusunu bilmeden açtığım, 5. dakikası dolmadan kızın benim de sahip olduğum hastalığın ayvayı yemiş evresinin üzerine kurulmuş olduğunu görünce videoyu durdurup bir süre "izlemeli miyim", "izlememeli miyim" diye kendimi yoklamama neden olmuş sonra merakıma yenilerek salya sümük izlemiş olduğum ve "küçük sonsuzluklar"ı günün her anı kaçırmaya endekslenmiş bir hayatta neden hep o büyüklerin peşinden koştuğumuzu sorgulatmış film, kitabı da varmış ama okuyabileceğimi sanmıyorum.
  • son zamanlarda izlediğim konusu en güzel, kurgusu en saran filmlerden biridir. 90ların filmleri gibi aksiyondan uzak, konusu daha içten, abartıdan ve gösterişten uzak sıcacık bir film. artık bugünlerde maalesef filmlerdeki en önemsiz şey senaryoyken, bu filmde senaryo ve oyunculuğu baskın görüyoruz.

    yine son zamanlarda hiçbir film beni ağlatmamıştı. çünkü filmde ne kadar acıklı bir sahne olursa olsun bana hissettirmemişti. son 40 dakika salya sümük ağladım. çünkü ben hazel'dim, gus'tum. oradaki duyguyu yaşadım. aynı zamanda güldüm bol bol yüzümde gülümseme de oldu, çünkü ağır dram yapmak yerine her duygudan bir parça buldum. azmi gördüm, hayata tutunmayı ama bir yandan ölüme bile gülmeyi gördüm.

    kanser teması genelde acındırıcı ve izleyenler tarafından sevilmezken, burada çok doğal alınmış. boş dram yok, aşırıya kaçılmamış. belki bu nedenle içinde bu denli tehlikeli bir hastalık bize kasvetli iki saat yaratmadı.

    özetle mutlaka izleyin diyebileceğim bir film.

    --- spoiler ---
    son 40 dakikada ters köşe olmaya hazırlıklı olun.
    --- spoiler ---
  • hakkında hazırlanmış çok kapsamlı bir blog sitesi bulunan film.
    bir kaç haftadır extended versiyonu bilgisayarımda duruyordu , altyazı eksikliğinden ancak dün gece seyretmek nasip oldu. garip bir şekilde düzgün ingilizce altyazısı bile bulunmuyordu .
    türkçe altyazısını 3 günde yaklaşık 10 bin kişi indirdiğine göre benim gibi bekleyenleri çokmuş.
    filmin müzikleri de güzel lakin 126 dakika bana çok uzun geldi.kitaba uydurmak istediklerinden midir nedir bilmem bir sürü gereksiz sahne vardı.benzer bir konunun işlendiği now is good 20 dakika daha az sürdüğünden sanırım daha akıcı gelmişti bana.
    --- bundan gayri spoiler ---

    örneğin havaalanında küçük bir kız geliyor hazelin yanına oksijen borusunu ona da takıyor. niye ?
    .amsterdamda yazarın asistanı *bunları müzeye götürüyor habire merdiven çıkartıyorlar garibime . ???
    hazelin babası gus la konuşurken bak deliganlu benim kız senin gibi değil daha hasta diyemedi bi türlü.
    --- spoiler ---

    birde filimle çok alakası yok da amsterdam filmde çok güzel görünüyor.
    keşke diyorum birgün niğde ye de geldikleri için sevinen insanların bulunduğu bir filim de seyreder bu gözlerim
    .filimden etkilenip gezmek isteyenler burdan bakabilir.kitapdaki oranjee sahnesinden farklı olarak filmi soğuktan iç mekanda çekmişler.
    shailene kızımız filmden önce saçlarını kestirip bağışlamış bence daha da hoş olmuş.
  • filmini, kitabını falan geçtim de şu aq hastalığının icabına baksınlar artık. daha 18 yaşında ki gencin hikaye üzerinden bile ölme kurgusu iç parçalayıcı.
    fuck u cancer.
  • şu kocca evrende -ki sonu var mı yok mu o bile belli değil, nerede başlar nerede biter bu gezegende yaşayanlar henüz bilmiyor bile- çok çok daha gerçek ve büyük sorunların içinde bile... aşk var...

    --- spoiler ---

    - okay?
    - okay.

    --- spoiler ---

    senenin en çok ağlatan filmiymiş, öyle diyorlar. izleyenlerin yalancısıyım. ağlamak bazen iyi gelir. içinizdeki zehri atarsınız. belki o yüzden bile izlemek istersiniz filmi ya da kitabı okursunuz. çünkü:

    --- spoiler ---

    acı hissedilmeyi talep eder.

    --- spoiler ---

    bu da sondu.
  • çok duygusal tarzda film izlemeyen ve bu tip filmlerden pek etkilenmediğimi düşündüğüm şahsım adıma, ağlamaya çok yaklaştığım* film olmuştur benim için.* açıkçası ergen filmi diye yaftalamak ağır bir itham olur, bence duygusal yoğunluğu yerinde, fazla klişeye kaçmayan, hatta yer yer eğlendiren güzel bir film olmuş.
  • bugün korka korka okumaya başladığım kitap, sence dağıtır mı beni sözlük? neyse ne, yine de okuyacağım sanırım
  • katılmamanın mümkün olmadığı şöyle bir cümle barındıran kitap:

    --- spoiler ---

    there is only one thing in this world shittier than biting it from cancer when you're sixteen, and that's having a kid who bites it from cancer.
    --- spoiler ---
  • kitabi hakkinda hicbir fikrim olmadan izledigim; oldukca huzunlu film. duygusal acidan kendinizi zayif (mutsuz, kirilgan vs) hissettiginiz bir anda uzak durmaniz salik verilir. gerisi spoiler icinde. ayrica askin ben bu kadar guzel bir ifadesini daha once duymamistim. onu da spoiler icine atayim ki; icine etmiyim izlememis/okumamis olanlar icin.

    --- spoiler ---

    evet. spoiler icine hosgeldiniz. soz konusu ask tanimi suradadir efendim:

    “there are infinite numbers between 0 and 1. there's .1 and .12 and .112 and an infinite collection of others. of course, there is a bigger infinite set of numbers between 0 and 2, or between 0 and a million. some infinities are bigger than other infinities. a writer we used to like taught us that. there are days, many of them, when ı resent the size of my unbounded set. ı want more numbers than ı'm likely to get, and god, ı want more numbers for augustus waters than he got. but, gus, my love, ı cannot tell you how thankful ı am for our little infinity. ı wouldn't trade it for the world. you gave me a forever within the numbered days, and ı'm grateful.”

    sozlerdeki incelige bakar misiniz sevgili suserler: but, gus, my love, ı cannot tell you how thankful ı am for our little infinity. ı wouldn't trade it for the world. you gave me a forever within the numbered days, and ı'm grateful.

    burada gercekten duygulandim ya. adam kendi cenaze toreninin provasinda sevdiceginden bu sozleri duyuyor; yurek mi dayanir. saka maka film beni hirpaladi ya.

    neyse; filmle ilgili kendimle baglantigi kurdugum seylerden biri de amsterdam sahneleri oldu tabii. bir sahnesinde benim resmen amsterdam'da en sevdigim yerlerden birini bulmuslar. rijksmuseum'un altinda sokak muzisyenlerinin oldugu yer. geceleri oradan gecerken arada bir dururum; dinlerim kim caliyorsa. dusuncelere daldirir, uzaklara baktirir beni. filmin kanserden/olumden dolayi duygusallastirmayan sahnelerinde de; romantizmden dolayi seyircinin cigerine kastetmisler resmen. insanin kisa sure sonra olecegini bilerek yasamasi ne kotu sozluk. hele bir de kisa sure sonra olecegini bilirken asik olmasi?
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap