• çerezlik dizi değil arkadaşlar, benim yaptığımı yapıp arka planda çalsın hem de ingilizceye maruz kalayım falan diye salaklık yapıp dikkatsizce izlemeyin. ilk sezonu öyle gibi gözüküyor ama işler öyle değil. sonra benim gibi eşekler gibi pişman olup tekrar izleme isteği duyarsınız. gördüğüm en derin en öğretici komedi dizisidir kendisi, en komik olmasa da.

    --- spoiler ---
    hem felsefe, hem varoluş, hem iyi-kötü insan konularına değineceksin, hem alttan alta ideal evren tartışacaksın hem de bunu bir komedi dizisinde, acayip doğru zamanlarda yapacak ve aynı zamanda dizinin plotunu da bu sayede ilerleteceksin... bu nasıl bir ekibin işidir, kimin aklına gelmiştir inanılmaz. üstelik gerçekten komik bir dizi olmuş, güzel karakterler yaratmış dizi. ilginçtir ki dizinin yazarı ya da yazarları tahani karakteri üzerinden sık sık popüler kültüre de göndermeler yapıyor. insanlar nasıl beyinler taşıyorlar, bu kıvama o beyni nasıl getiriyorlar hayret ediyorum bazen gerçekten. bakın en komik dizi diyemem size, ama çok eşsiz, çok beklenmedik ve çok derin kesinlikle. sanırım ben netflix'ten sitcom izlemeye devam edeceğim, kaç tane bitirdim hiçbiri pişman etmedi. gerçi bu diziyi büyük bir dikkatle izlemediğime pişmanım ama ne yapacaksın artık. (belki tekrar da izlerim).
    --- spoiler --
    tavsiye edilir efendim.
  • bu kadar çerezlik durup bu kadar derin bir dizi yoktur.

    hayatta bu kadar kafamı açan bir şey izlemedim. her şeye farklı bakıyorum artık.
  • dizinin en önemli karakterlerinden olan eleanor, ölüm kavramını idrak edince varoluşsal kriz yaşayan bir demon olan michael'a şunları söyler,

    "all humans are aware of death. so we’re all a little bit sad all the time. that’s just the deal . . . but we don’t get offered any other ones. and if you try and ignore your sadness, it just ends up leaking out of you anyway. i’ve been there. and everybody’s been there. so don’t fight it.
    //
    bütün insanlar ölümün bilincindedir. bu yüzden hepimiz, her zaman biraz hüzünlüyüzdür. bu iş böyle...başka bir seçenek de sunulmadı bize zaten. ve eğer hüznünü yok saymaya çalışırsan bir yerlerden sızmaya başlar. bunu yaşadım. hepimiz yaşadık. karşı koymayı bırak."

    tatlı bir komedi çerçevesi içinde, iyi, kötü, doğru, yanlış, yaşam ve ölümlülük gibi hayata ve etiğe dair kavramlar üstüne düşündüren harika bir dizi. bunaltıcı salgın sürecinde hem izleyeni düşündüren hem de düşündürürken boğmayan bir dizi izlemek isteyenlere öneririm.
  • son zamanlarda izlediğim en güzel dizi. son zamanlarda izlediğim diğer dizi :tam bir şive fiyaskosu olan akasya durağı. (bunu neden izlediğime yeri geldiğinde değineceğim.)

    --- spoiler ---

    beş yaşındaki oğlan çocukları gibi sürekli popo, osuruk diyen kötü janet'in, insanlarla konuşurken yüzlerine bakmadan, elindeki telefonla daima mesaj yazması gerçekten muhteşem bir detaydır.

    kötülük gibi kötülük. düşüneni kutlarım.

    --- spoiler ---

    akasya durağı'nı neden izlediğimin yeri gelmedi, o yüzden değinmiyorum haklı olarak. tüm saçmalıklarıma rağmen kendi içimde tutarlıyım.
  • adamlar absürt komedi dizisiyle ahlak felsefesini öğretiyor. neden iyi olmalıyızın cevabını veriyor. dizide bahsi geçen bütün kitapları alıp okumak istiyorum.
  • son zamanlarda izlediğim en zeki dizilerden biri kesinlikle.

    1. sezon finali ise plot twist in kralıydı bana göre.

    --- spoiler ---

    2. sezonda ise, eleanor'un 150. kez kötü yerde olduklarını çözdüğü kısmı muhteşem örneklerle anlatmışlardı, bayıldım o bölüme.

    hatta bir keresinde jianyu çözüyordu kötü yerde olduklarını,
    michael'ın "yok artık yaaa, jianyu mu çözdü, yok yok bu kadar da olamaz" şeklinde serzenişlerle kalp krizi geçirecek olduğu sahne filan efsaneydi
    --- spoiler ---
  • bu diziden grammy zamanı haberim oldu. ted danson taa cheers'tan beri sevdiğim bir oyuncudur. dizi hakkında araştırma yaparken felsefi konulara değindiğini öğrendim. bir yapımın felsefi altyapıya sahip olması beklenir zaten. ancak felsefeye olayların genel akışı içinde yer vermek zor bir iştir. çünkü felsefenin temelinde soru sormak vardır ancak cevaplar sorular kadar kesin değildir. dolayısıyla bir dizide sürekli kesin olmayan alanlarda gezerseniz izleyiciyi kaybetme olasılığınız yükselir. çünkü seyirci kesinlik bekler. eğer düşünce yolları ile ilgilenecekseniz sorduğunuz soruların ve kurduğunuz argümanların çok doyurucu olması gerekir. durumun zorluğunu yeterince anlattım sanırım. bu yüzden elinizde çok iyi bir yazar kadrosu yok ise başarısız olmanız kesindir. bu dizide ise bu zorlukları aşıp başarılı bir iş ortaya koymuşlar.

    izlemeyi düşünenlere şunu söyleyeyim dizinin gerçekten garip bir havası var. ekran başındayken gerçeklik algınız kırılıyor. community'nin zar atmalı bölümü gibi kafanız karışabiliyor. ancak bazı diyaloglar da çok basit yazılmış çünkü dizide anlatılması gereken çok fazla mesele var. genel olarak ahlak felsefesinin temel argümanları içinde geziyorsunuz. ana yön bu. ancak dizi aynı zamanda felsefenin pek çok başka alanına da gönderme yapıyor. hatta her karakter felsefenin farklı bir sorusunu yada kavramını temsil ediyor. bunu da şuradan anladım. dizide bazı şeyler çok tekrar edilmiş. mesela chidi'nin kararsızlığı. bu tekrarlar beni biraz sıkmaya başladığında şöyle düşündüm. acaba buradan çıkarmam gereken bir şey mi var? senaristler bir şeyi mi işaret ediyor? ve michael'ın ikinci sezon üçüncü bölümdeki bir diyalogu sayesinde çözmem gereken şeyi anladım. ne yapılmaya çalışıldığını anlayınca diğer karakterler de çorap söküğü gibi geldi. madem çözmüşüm paylaşmam gerek diye düşündüm. o yüzden bu entry'de her ana karakterin temsil ettiği felsefi temayı madde madde aktaracağım.

    --- spoiler ---

    ilk karakterimiz başrol olan eleanor. bildiğiniz üzere kendisi aslında the bad place'e gönderilmiş bencil bir insan. ancak chidi ile tanıştıktan sonra iyi bir insan olmayı öğrenmeye çalışıyor. kendisi üzerinden ahlak felsefesinin uygulaması konusunda adımlar atılıyor. aynı zamanda ahlak felsefesinin temellerinde bulunan "iyi insan nedir? bir insan nasıl iyi olur? insan kötü mü doğar yoksa daha sonradan mı kötü olur?" gibi soruları temsil ediyor.

    ikinci sırada hikayedeki yol göstericimiz olan chidi var. chidi hayatı boyunca hiçbir şeye karar veremeyen bu nedenle etrafındaki insanları süründüren bir karakter. bu yüzden de the bad place'e gönderilmiş. kendisi varoluşçuluğun seçimlere bakışını temsil ediyor. varoluşçuluğa göre insanı oluşturan şey kendi seçimleridir. basitçe kim olduğumuzu kendimiz seçeriz ve yaptığımız seçimlerin bütün sorumluluğu da bize aittir der. chidi de yaptığı seçimlerin sorumluluğundan korktuğu için seçim yapamıyor dizi boyunca.

    üçüncü karakterimiz benim dizideki favorim olan michael. bu entry'nin fikri de dediğim gibi kendisinin bir diyalogundan çıktı. michael zamanın başından beri var olan ve dizinin dört ana karakterini cezalandırmak ile görevlendirilmiş bir karakter. dizi boyunca kendisinin insanları tam olarak anlayamadığını görüyoruz ve bu anlar komediye katkı sağlıyor. ancak dikkatli incelerseniz bu anlamama durumunun michael'ın bilgisizliğinden değil insanlardan çok daha üstün olmasından kaynaklandığını görürsünüz. neredeyse bütün evrene ulaşabilen her şeyi yapabilen bir varlık o. insanların hayal bile edemeyeceği şeyleri yapabiliyor ve ne düşündüklerini umursamıyor. onlardan sıyrılmış durumda. onlar gibi ihtiyaçları yada güdüleri yok. tanıdık geldi değil mi? sizin de anladığınız üzere michael, friedrich nietzsche'nin übermensch'ini temsil ediyor. kendisinin diğerleri gibi etik değerleri yok. çünkü o etik olarak yargılanacağı bir sistemden daha yukarıda. bunu da insanlara bakış açısından anlayabiliyorsunuz.

    dördüncü sırada michael'a yardımcı olan janet var. janet aslında bir karakter değil. kendi karakterini zamanla geliştiren evrendeki bütün bilgiye sahip bir arayüz. ancak evrendeki bütün bilgiye sahip olması için yeniden başlatıldığında yükleme yapması gerekiyor. bu yeniden başlatılma sırasında ise bilgi olarak sıfırlanıyor. bu da john locke'un ortaya attığı tabula rasa kavramına bir örnek. bu argümana göre insan bilgiye sahip olabilir ancak doğduğunda yada janet'in durumunda sıfırlandığında boş bir sayfa olarak başlar. janet'in bilgi edinme yöntemleri insanlardan farklı ancak geri döndüğündeki komik halleri locke'un görüşlerini destekler nitelikte.

    beşinci sırada jameela jamil'in canlandırdığı tahani var. tahani çok zengin bir aileden geliyor ancak kız kardeşinin gölgesinde kalmış. bu nedenle kendisini öne çıkarmak için pek çok farklı şey yapıyor. bütün iyiliklerini kişisel yarar için yaptığından the bad place'e gönderilmiş. bu nedenle pragmatizm ve bireyciliğin mükemmel bir karışımını temsil ediyor. ayrıca söylemeden geçemeyeceğim jameela jamil'in çok başka bir güzelliği var. eleanor'a hak vermemek elde değil bu konuda.

    son karakterimiz olan jason mendoza'yı başlarda stoacı sanıyordum. çünkü içten gelen bir mutluluğu var gibiydi. ancak sonradan fark ettiğim üzere doğasına uygun hareket etme ve sonuçlarına katlanma gibi bir durumu yoktu. bu nedenle asıl temsil ettiği alanın hedonizm olduğunu anladım. jason için bulunduğu kasabanın yok olması, arkadaşlarının the bad place'e gönderilmesi yada iyi bir insan olmak aslında önemli değil. onun tek istediği kısa zamanda daha fazla hazza ulaşmak. bunun da pragmatizm ile bir alakası yok. mesela ileride kendisini riske atacağını bildiği halde rolünün dışına çıkmaya çalışıyor. çünkü konuşmaya başlaması o an için kendisine en çok haz verecek şey.

    --- spoiler ---

    gördüğünüz üzere dizinin ana felsefi söylemleri arasına farklı kavramlar da dahil edilmiş. bu nedenle dizi ben ehil ellerden çıktım diye bağırıyor. daha önce de dediğim gibi felsefi altyapı oluşturmak gereklidir ancak diyaloglara bu denli dahil etmek zordur. bütün bir diziyi felsefi tartışma zeminine oturtmak ve gidişatını verilen argümanlardan devam ettirmek ise cehennem ıstırabına dönebilir. ki eminim diziyi yazan ekip çok kereler chidi gibi karın ağrısı çekmiştir. ayrıca dizi böyle bir gidişatı olmasına rağmen komik olmayı başarmış. ki bu da azımsanacak bir şey değil. sırf bu yüzden bile izlenmeyi hak ediyor sanırım.
  • güzel ve sürükleyici dizi.

    kişisel tavsiyem 1. sezonu bitirmeden kesinlikle diziyi bana göre değil diye bırakmayın. 3-4 bölüm izleyip bana göre değil diye bırakırsanız emin olun çok şey kaçıracaksınız.

    --- seyretmeyen okumasın ---

    1. sezon finalinde ortaya çıkan durum bana dizinin senaristlerinin jean-paul sartre'ın "l'enfer c'est les autres" yani "cehennem başkalarıdır" sözünden yola çıktıkları hissini uyandırdı.
    --- seyretmeyen okumasın ---
  • çerezlik bir komedi dizisi gibi görünse de alttan alta etik ve ahlak felsefesini işleyerek insanı derin sorgulamalara iten dizi.

    mesela bir ara michael "ahiretin varlığını öğrendiğiniz anda iyi niyetiniz lekelendi. artık puan kazanamazsınız" diyor. sonrasında tahani yaptığı iyiliklere rağmen cennete gidemediğini fark edip "erdemli olmak için erdemli olmak istiyorum. gösteriş için değil" diyor. çünkü o zamana kadar sırf millete göstermek için iyilik yapıyor aslında. sırf gösteriş için namaz kılan, oruç tutan, hacca giden insanlar geliyor aklıma.

    veya buradaki bazı yazarlara bakıyorum birer iyilik meleği resmen. aslında insan bir sürü duygu veya hırslara sahip bir canlı özünde. kendini bu şekilde yansıtanlar ne kadar doğru/iyi veya ne kadar inandırıcı? bunun altında yatan temel sebep ne? yoksa bunlar freud'un dediği gibi birer savunma mekanizması mı?* sadist eğilimi olan birinin doktor olması veya şiddet eğilimi olan birini polis olması gibi...

    insan da haliyle sorguluyor. peki, biz neden iyilik yapıyoruz?

    machiavelli ve hobbes'un dediği gibi insan özünde kötü müdür yoksa rousseau'nun dediği gibi iyi midir?

    bir insanının sırf cennete gitmek için veya cehennem korkusundan dolayı yaptığı şeyler iyilik olarak değerlendirilebilir mi?

    iyilik yapmak bizi neden mutlu eder?

    iyilik yapmamızın altında yatan sebep nedir?

    yapılan iyiliğin altında yatan temel tatmin duygusu tamamen kendimizle mi alakalıdır yoksa karşımızdaki ile mi alakalıdır?
  • dördüncü turunu bitirdiğim, gelmiş geçmiş en underrated, en müthiş dizilerden; bir michael schur harikası.

    spoiler sayılmaz sanırım:

    öyle müthiş ki, ahlak felsefesiyle yola çıkıp sonunda din eleştirisine dönüyor ve aslında tek, hakiki "huzur"un ateizmde, materyalizmde olduğunu söylüyor. üstelik bu son şeyi yalnızca bir bölümde başarıyor, çünkü oraya kadar kurduğu muazzam evren sayesinde artık izleyici her şeye, her yeni bilgiye hazır. hayatın -hatta ölümün bile- anlamı, bitimli olmasında. "ölümlülük, hayatlarımıza anlam katıyor, ahlak da o anlamı yönetmemize yarıyor."

    her bir bölümü bir diğerinden muhteşem olan, hem ağlatıp hem kahkaha attıran insanüstü dizi.
hesabın var mı? giriş yap