• bu film ismen, sömürgecilik durumuyla ilgili daha doğrudan, daha kesin bir yaklaşım kullanılacağı beklentisi doğurmuştu bende. filmin bir belgesel tadında başlayıp selvi boylum al yazmalımboyutuna geçmesi , filmin başlangıçtan uzaklaşması, olduğundan daha uzun olduğu izlenimi yarattı ama sonuçta bıraktığı etkiyi sıkıcı kelimesiyle nitelemek istemem. bir aşk hikayesi üzerinden, bu konunun daha derin olarak irdelendiğini düşünmek mümkün.

    --- spoiler ---
    modern insanın içinde bulunduğu hırs ama öte yandan silinmeyen naif ve fedakar yanı; kendi içindeki çatışması, en iyi bir aşk hikayesi üzerinden verilebilirdi. bu belki bu konuyu tartışmak için en uygun nokta değil ama samimi bir nokta. bir avuç toprakta, aç ve sefil haldeyken bile, nüfusları elli bile değilken, hala iktidar mücadelesi içindeki modern insanın iki ayrı yönü birden gözler önüne seriliyor. hep, acaba modern olmak istedik mi acaba her şey olduğu gibi daha mı düzenliydi sorusu çeşitli kuramlarla desteklenerek, aklımızın bir köşesinde durmuştur ama herkeste artık dönüşü olmayan bir noktada olduğunu bilmektedir. hatta buna inanmaktadır.çünkü bu modern insanın, bütün varlığına yedirilmiş ,bir düşünme biçiminden başka bir şey değildir. modernizm bir gelişme süreci olarak tanıtırken kendini bu sistem içinde devinen insan bundan başka şey düşünemez: kendi gibi olmayan bu süreci layığıyla yaşamayan bir toplum geri kalmıştır. vahşi(!) yi ehlileştirmek ona yapılacak bir iyiliktir. işte film en çok bu bakış açısının belki etkisinde olmakla suçlanabilir. yerli kadının yaşadığı aşk, ikilem ve yaptığı tercihler insanın özünden gelen bir şey miydi. yoksa yaşadığı değişim onu bu tercihe sürüklemiş midir?ne olursa olsun, kadının artık bilince erdiği, öncesinde, anlayamadığı, ve sonuçta bunu istermiydi fikrinden çok , "bu durumda iyi" olduğu izleniminin yaratılması, ortada çoklu bir bakıştan ziyade modernist bir bakış olduğu sonucunu doğuruyor.
    film, bir yerlinin değişim süreci üzerine seyirciye böyle bir ikili okuma sunmak zorunda değil. son derece emperyalist bir noktadan da yaklaşabilirdi tabi .ama çok geniş başlayıp, bir hikayenin içine daralması çok alternatif bir fikirde doğurabilirdi. seyirci yer yer, tamamen modern karakterlerin bakış açısıyla filmi izlemeye mecbur bırakılmayabilir, kesinkes bir ikili okuma amacı güdülmesede, en azından bu noktadan yaklaşmak isteyenlere bir açık kapı bırakılabilirdi.
    en azında yerli kadına isim verilmesi(rebbeca)vaftiz edilmesi vs gibi noktalarda, bu kadın üzerinden sömürge kavramının tartışılmaya açıldığı anlamına gelebilir. ölmüş annesinin nerede olduğunu sürekli sorgulayan kadının, yıllar sonra ingilterede, artık nerede olduğunu anlamaya başladığını söylemesi ,ilk sevgilisi ve kocası arasında, sevgi-aşk ikilemi yaşaması, kesinlikle modernizmin yarattığı çelişkilere dikkat çekiyordu.çünkü birisinin burada değilse bir yerde olması fikri, ya da sevgi ve aşkın birbirinden ayrılması modernist bilincin gereksindiği noktalar olarak, kadının sadece kıyafetleriyle değil, benliğiylede bir değişime, bir içselleştirme sürecine girdiğinin göstergesi.
    peki ona yapılan neydi?bunu istiyor muydu?kaptan simth ona aşık oldu ama yıllar sonra ingiltere'de "sanki seninle ilk defa konuşuyorum" dedi. kadın neyi isterdi bilmeyi mi sevmeyi mi?en iç burkan yan, bilinç ve sevginin, mantık kavramıyla karşı karşıya gelmesiydi. filmin en çekirdeğinde görülebilecek bu durum, modern insanında en önemli trajedilerinin nedeni.
    --- spoiler ---
  • kurtlar vadisi irak'a benzemeyen bir film

    girdiğim iç bayıcı bir politik tartışmanın kurbanı olarak taaaaaa zamanın ötesine gitmistir. ağlarım. çok güzel filmdir vesselam, zaman ötesi takmayınız, izleyiniz, izleyiniz..
  • yataklı sinemalarda izlenme rekoru kırabilecek bir film. uyku problemi olanlar için ilaç gibi.
  • --- spoiler ---
    şahsen son zamanların beğendiğim filmlerinden biri olmuştur bu film, yeni dünyayı adından veya fragmanından truva'ya benzetip gidenlerin elleri boş dönmelerine şaşmamak lazım, zira aksiyondan başka herşey vardı bu filmde. film bana rüzgar gibi geldi, serinletip kendime getirdi, o yüzdendir belki 3 saat olduğunu bile anlamadım. filmi izlerken düşüncelerden düşüncelere salınmamak pek de mümkün değil, en başta neden kızılderililer gibi yaşamadığına kızıyor insan, kinin, kıskançlığın, ihanetin olmadığı yemyeşil topraklar, hem de su kenarı, tavşan gibi hoplaya zıplaya yaşama dürtüsünü ortaya çıkarıyor. ilginç sahnelerden biri, ingilizlerin o kadar doğal yaşamın içinde, kendilerine saldıran eden de yokken uzun direklerden kale yapıp manzaralarını kesmeleri, sonra da içerdeki çimenleri söküp, yaşam alanlarını kapkahverengi bir çamur deryası haline getirmeleri, girdiği yeri kurutmak tam buna deniyor sanırım...bir de ayranları yokken içmeye hala madalya verip lider seçmeleri...
    daha sonra da işin içine giren aşk konusu da ilginç olduğu kadar gerçekçi işlenmiş. insanın içinde ukde bırakan ama bir boktan ziyade bir şeye yaramayan ilk sevgili, ve herşeye rağmen seven, değer bilen, "ağaç gibi koruyan" koca...pocahontas'ın doğru yola gelişini "my husband" deyip christian bale'in koluna girdiği sahnede apaçık görürüz, eski sevgili de kendisine "hayatın ne güzelmiş bensiz, kuşlar böcekler" demiştir zaten, pocahontas'ın ağzından bir kelime çıkacak olsa da kesin "ben sana bana güvenme demiştim zaten" çingeneliğine gireceği bellidir...neyse ki pocahontas birşey demez. bu haliyle kadınların yaşadığı "ilk sevgiliden koca olmaz" fenomeninin nedenlerine de ışık tutuyor ayrıca film. az konuşma, akan bir piano sesi, güzel sahneler de mevcut, e daha ne...
    --- spoiler ---
  • düş gibi bir film..arşivime katacak kadar sahiplendiğim..

    --- spoiler ---
    pocahontas/ rebecca:

    “ bir ağacın dalı kırıldığında, kökü durur. gittikçe güneşe doğru yükselir. hep yükselir”

    “bir ağaç gibiydi. beni korudu. gölgesini verdi bana.”*

    “ sen düşündüğüm gibisin. hatta daha fazlası..”*

    “anneee, artık nerede olduğunu biliyorum.”

    john smith:

    smith giderken.. “2 ay sonra öldüğümü söyleyin ona..”

    aradığını buldun mu smith?
    aradığında mı kayboldun yoksa?

    “ aradığımın önünden geçip gittim, sanırım”

    “ rüya gördüm sandım. o zamanlar bir rüya idi sanki. değilmiş, tek gerçek o imiş.”

    tek gerçeğin asla aşk değil, sevgi, sadakat, destek olduğunu anlamayıp, kaybolduğunda ama sonra çok geç olduğunda tokat gibi yüzünde hisseden smith..

    değdi mi..?

    john rolfe: adam gibi adam. “sevme”yi bilen.

    “onun bu şüpheyle yaşamasını istemedim.”

    ömür boyu bir john rolfe aratacak bir film..
    --- spoiler ---
  • filmden ote gorsel bir siir gibi film gibi siir.
  • yaw nerde görülmüş bi esirin esir oldugu yere dilini ögrettigi. adama s.ke s.ke yamyamca ögretireler walla. bu arada film tamamen fiyasko elle tutlcak hiçbi tarafı yok ama hayatımda ilk kez bi sinemada film biter bitmez bukadar kişi bagırarak ohhhhbeee dedi ve koşmaya başladı. imdb gibi bi siteden ilk kez yanlış haber aldım.ama mutlaka izleyin daha sıkıcısını bulamazsınız.
  • hipnotize olmus bir sekilde dalgin dalgin seyretmenizi saglayan, terence malick filmi. yeni dunyanin kesfi gibi hollywood klisesine donusmesi cok kolay olan konu nasil bu kadar zemine itilir basariyla, nasil da bir sis gibi orter ama gizlemez bir filmi hala anlamis degilim. hakettigi sekilde agir ilerleyen, son zamanlarda seyrettigim en guzel ask filmi..yonetmen neler dusunmus bu filmi cekerken, aklindan neler gecmis merak ettigim, siirsel sinemaya en guzel orneklerden..
  • yeni dünya meyvesinin başarısız bir şekilde ingilizceye çevrimi. zira bu meyvenin ingilizce ismi loquat olmaktadır.
hesabın var mı? giriş yap