• hakkında sözlükte yazılmış ilk yazılar olumsuz eleştiri ağırlıklıyken sonradan yazarlar nezdinde de iyi toparlamış yapım.

    ilk entry'lerin olumsuz ağırlıklı olmasına şaşırdım. gerçi burası da ekşi sözlük, neyine şaşırıyorsam?

    --- spoiler ---

    gemi batıyor.
    --- spoiler ---
  • tanrının bile batıramayacağı söylenen geminin filmi.
    2017 itibariyle 20 yıl geçmiştir film yapılalı. en iyi görsel efekt dalında oscar ı kazanmıştır. tabi gününüzde geminin efektleri artık çok belli olmakta. ama dönemi için oldukça başarılı.
    ayrıca filmin hemen başlarında picasso ve freud göndermeleri de oldukça güzel.
  • onca yil geçer ama yine de bu film gibi film gelmez. gelemez çünkü bu filmin müzikleri gibi müzik yapacak insan kalmadı. o sonda calan ''hymn to the sea'' sonda ufak bir parça dramla birleşince hiç ağlamayan insan bile ağlatır. evet ağladım ulan erkeklerde ağlar
  • küçükken soundtracklerini indirmiştim. hayatında türk halk müziğinden başka şarkı/türkü bilmeyen dedemin yanında çalmaya başladım. adamcağız o kadar içlendi ki filmi bile izlemeden "bu şarkılar çok hüzünlüymüş." dedi.

    hüzünlendiğimde kendimi bulduğum yerdir bu filmin soundtrackleri.
  • ilk izledigim filmlerden biri.cok etkilendigimi hatırlıyorum sadece.sonraki yillarda birkac kez bastan sona izledim, daha onceden fark etmedigim bazi detaylari fark ettim her izledigimde.hala ne zaman bu trajediyle/filmiyle ilgili bir belgesel, haber gorsem aninda incelerim.titanic kalintilarina dalis yapmayı cok isterdim mesela.ınsanlar ne derse desin her zaman gozumde cekilmis en iyi filmlerden biri olarak kalacak.o zamanin teknolojisini olabilicek en iyi sekilde kullanmislar ve bence aldigi butun oscar odullerini de hak etmistir. soundtracklerini hala dinlerim ara sira.(rip james horner).oyunculuklar sahane midir bilemem ama dekor, cekimler, senaryo, muzikler kesinlikle etkileyici.romantik film denildiginde aklima ilk gelenlerden.ızledikten sonra umarim boyle ugruna olmeye deger bir ask yasarim diye dusundugumu hatirliyorum.leo ve kate ikilisine olan sempatimi baslatmis filmdir ayrica.ıkisinin de hicbir filmini kacirmam.ne zaman birlikte fotolarini gorsem seviniyorum hala.2008'de bir filmde yine basrolu paylasmislardi. (bkz: revolutionary road) keske yine boyle bi reunion yapsalar da izlesek.
  • antipopülist kişiliğimi yıkmaya başladığım şu son dönemlerde izleyerek en büyük tabularımdan birini yıktığım filmdir. evet, tabum bu titanic'i izlememekti. zira herkesin dilinde olan bu film her yıl 2 kere türk televizyonlarında yayınlanıyor. haliyle antipopülist takılan insanlar irrite oluyor.

    neyse efendim, bu filmi dün izledim, ve pişman oldum. bunca senedir izlemediğim için kendime kızdım. cidden oldukça etkileyiciydi. aşk filmlerinden pek haz etmem, pek duygusal bir insan da değilim hatta odunum diyebilirim. ancak bu filmde boğazım düğüm düğüm oldu. kate winslet'e de aşık oldum bu arada hehehe. tabii aradan 20 yıl geçti. 97'deki haline diyelim.

    filmi izledim, imdb'ye girdim. bir baktım 7.6. şöyle bir şok geçirdim. kardeşim ülkede kendimi bildim bileli bu film konuşuldu, edildi. her sene tekrar tekrar yayınlanıyor. nasıl böyle olabilir? hayır cidden iyi bir film. imdb top 250'de olmalı en azından. eleştirilecek fazla yanı da yok bana göre. aşağıda değerlendirmede de değineceğim zaten. ama sanırım en başta dediğim gibi popülizm karşıtlığına kurban gitti bu film diye düşünüyorum.

    gelelim filme... efendim filmi nasıl nitelersin dersen, "nereden baktığına bağlı" derim. ister tarihi bak, ister aşk olarak bak, ister de sosyolojik olarak bak. üçünde de iyidir.

    tarih olarak:
    öncelikle titanic faciası filmle biraz ters orantılı. neden? titanic faciası 20. yüzyılın en büyük trajedilerinden birisi. ha, filmde de o trajediyi görüyor muyuz? görüyoruz. hissediyor muyuz? hissediyoruz.* lakin filmin bir büyüsü var, izleyen tekrar izliyor. "135 kez izledim" diyen sözlük yazarı var. neyse "titanic" denince aklımıza ilk önce o meşhur kaza gelmeli. zira titanic ile birlikte 20. yüzyılın felaketler zinciri başlamıştır: hemen 2 yıl sonra patlak veren 1. dünya savaşı ve sonrasında 2. dünya savaşı...

    paragrafın giriş cümlesidir titanic. gelişen sanayi devrimi ile birlikte ilerleyen makine teknolojisi, gemi teknolojisi, savaş araçları teknolojisi, silah teknolojisi derken avrupa'da oluşan kibrin ilk tosladığı duvardır. zira bu dönemde bu gemi için "tanrı'nın bile batıramayacağı gemi" iddasında bulunanlar aslında insanoğlu-doğa savaşı'nın fitilini ateşlemiş oluyorlardı. ancak bu yarım yüzyılda hep doğa galip geldi.
    -titanic faciası
    -1. dünya savaşı, batı cephesi: çamur savaşları.
    -2. dünya savaşı, doğu cephesi: hitler'in rusya harekatı.

    tabii örnekleri çoğaltmak mümkün. lakin bu açıdan bakarsak boyutu anlarız. özetleyecek olursak: sanayi devrimi kibrinin ilk aldığı yaradır.

    filme dönecek olursak, bu denli önemli bir tarihi olayı bence gayet güzel işlemiş. gemi batarken çalmaya devam eden orkestradan, gemi kaptanı ve mühendise kadar birçok ayrıntıya yer verilmiş. atladığı bir olayı görmedim şahsen. aynı zamanda 1997 yılında çekilmiş olmasına rağmen görüntüler oldukça iyiydi. o trajediyi, o hengameyi, o faciayı resmen yaşıyorsunuz. şimdi bazı eleştiriler gördüm:

    1) "faciadan aşk filmi yapmış, vıcık vıcık. çok kötü film"

    öncelikle, aşk unsuru eklenmeseydi o film değil bildiğin belgesel olurdu. ve emin olun bu kadar geniş bir kitleye hitap etmezdi. örneğin sinemada 2. dünya savaşı akımı yaygın. örneğin savaş filmi izlemeyen bu konulara ilgisiz birine "normandiya çıkarması" deseniz bilmeyebilir, lakin bu filmi herkes biliyor. ve tarihte oldukça önemli olan titanic faciası da herkes tarafından biliniyor. üstelik bu derece popüler bir ikon olmuş tarihi filmde herhangi bir mantık hatası ve tarihi hatanın olmaması bile oldukça başarılı. he, örneğin aşk faktörünü gözardı ederek izleyince de gayet de tarihi bir filme dönüşüyor.

    2) "sonunda gemi batıyor işte abi, büyütülecek bir film değil"

    hayatımda duyduğum en saçma argüman. o zaman savaş filmi de izlemeyelim. sonunda hep amerikalılar kazanıyor.

    tarihsellik bakımından başarılı diyorum ve diğer faktöre geçiyorum: aşk.

    bu klasmanda pek yorum yapamıyorum. ancak çok etkilendim. boğazım düğüm düğüm oldu. aşk filmlerini sevmiyorum dediğim gibi ancak bunda sıkılmadan izledim, o kate-jack aşkını hissettim. başarılı kısaca.

    evet, gelelim sosyolojik tabanına:

    öncelikle filmde sınıfsal ayrım oldukça derin işlenmiş, hatta izleyicinin gözüne gözüne sokulmuş. bizim yeşilçam'ın klasiği zengin kız-fakir oğlan olayını bile işlemişler. bu konuyu zaten birçok kişi yazmış. o yüzden aynı şeyleri yazmayayım diyorum. ben farklı bir nokta yakaladım, ondan bahsedeceğim:

    filmde 3. sınıf yolculardan yani halk sınıfından olan jack kardeşimiz 1. sınıf yolcuların olduğu burjuva sınıfının yemek masasında. evladımızı bir güzel eziyorlar. akabinde bir burjuva klasiği olan smoking yani yemek sonrası duman odasında erkeklerin sigara,puro-viski eşliğinde yaptığı sohbete geçiliyor. tam o esnada zengin iş adamı rolünü üstlenen cal denen herif jack kardeşimize gelip "biz odaya geçiyoruz. orada iş ve politika konuşacağız" diyor. jack kardeşimiz de gelmeyeceğini söyleyince cal üstten bakan bir tavırla "zaten senin ilgini çekmez, sıkılırsın" diyor.

    bu konuşma tarihi: 1912.

    hemen 2 yıl sonraya gidelim: 1914.
    yani birinci dünya savaşı. savaşın çıkış noktası: politika, ham-madde ve yeni pazarlar.
    kısaca savaşı çıkaranlar: politikacılar ve sanayi devrimi ile büyüyen burjuvalar.
    ölenler: büyük çoğunluğu jack'in mensup olduğu halktan insanlar.

    jack'in ilgisini çekmez değil mi cal efendi, ama o adam ölüyor. neyse sakinim.

    yani yazılacak daha çok şey var film hakkında. ancak zaten uzun bir entry oldu daha da uzatmayalım.

    kısacası izlenilmesi gereken bir filmdir, ben film çıktıktan 20 sene sonra izledim. ve oldukça memnun kaldım.

    puanım 8.5/10
    imdb'de kanaat notu kullanarak 9/10 verdim o ayrı.

    edit: telaffuz konusunda "taytanik"e uyuz olanlar olmuş. şöyle açıklayalım titanic, grekçe titan'dan türemedir. mitolojide oldukça baskın bir olgu zaten. sanırım "devasa, büyük" anlamına geliyor. titan'ın ingilizce'de "taytın, taytan" tarzı bir telaffuz şekli var. dolayısıyla oldu sana "taytanik".

    ha mesela fransızlar "tiğtağn" diyor, almanlar bizim gibi "titan" diyor. neyse gidip ingilizlere kızmak lazım.
  • 20. yılı şerefine oturup yeniden izlediğim başyapıt. izlerken üst sınıfa mensup kadın karakterlerin dönemi yansıtan giysilerinden ve aksesuarlarından gözlerimi alamadığımı itiraf etmeliyim.

    --- spoiler ---

    jack'in rose'u korumakla görevlendirilmiş bir time traveler olması fikrine ben de kendimi yakın hissediyorum. jack yalnızca rose'un intihar etmesine engel olmakla kalmamış onun gemiden kurtulmasını sağlamış, canından bezdiren nişanlısından ayrılmasına vesile olmuş, amerika'da kendi ayakları üzerinde duracağı yepyeni bir hayata başlayıp kendisine söz verdirdiği gibi upuzun, güzel, anlamlı, keyifli, birçok bebekler doğuracağı ve en sonunda da yaşlı bir kadın olarak sıcacık yatağında huzurla öleceği bir hayatı ona sağlamıştır. jack rose'u ilk kez kadınlığı ile tanıştırmıştır. nişanlısının rose'a verdiği kolye ait olduğu boynu süslemek yerine bir kasanın köşesinde gün yüzü görmeden saklanacak kadar değersizken, jack ile anlam bulmuş ömür boyu rose'a eşlik etmiştir. jack, rose'un ileride öyle veya böyle "yaşamış olmaktan gurur duyacağı" yeni hayatının temelini atmış, onu bu yeni hayata hazırlayıp yüreklendirmişir. bu sebeple yaşlanmış rose nereye gitse hayatına dair fotoğrafları beraberinde götürür. bu, o kocaman anlamlı hayatını yaşamasını sağlayan jack'e bir saygı duruşudur. hayatımızın bazı dönüm noktalarında tanıştığımız insanlar vardır ve bu insanlar hayatımıza adeta sihirli bir değnekle dokunup onu bambaşka bir hale getirirler. misyonlarını tamamlayıp hayatımızdan çıksalar da bir daha hayatımız hiçbir zaman onlardan önceki hali gibi olmaz, artık onların çizdiği yoldan yürürüz. işte jack de rose için öyle bir karakterdir ve bu sebeple misyonunu tamamlayınca teknik olarak aslında ölmeyebileceği halde ölür.
    bana göre yaşlanmış rose da kolyeyi okyanusa fırlattıktan sonra yatağına dönüp, bir zamanlar jack'e söz verdiği gibi upuzun anlamlı bir hayat yaşamış, bebekler doğurmuş, torun torba sahibi olmuş, yaşlanmış bir kadın olarak sıcacık yatağında huzur içinde uykusunda ölür. rüyasında (öte alemde) bembeyaz bir elbise içinde titanic'in balo salonunda daha önce birbirlerine söz verdikleri gibi duvar saatinin önünde jack'e kavuşur.

    --- spoiler ---
  • büyük lokma ye büyük söz söyleme lafını akıllara getiren gemi.
  • filmde "hard to starboard" yani "sancak alabanda" yani "tam sağ" komutu alıp, neden tam sola döndürülmeye çalışıldığını anlamadığım transatlantik. akabinde "hard to port" yani "iskele alabanda" yani "tam sol" komutu gelmiş o da tersine uygulanmıştır.

    oha: "hard a starboard" isimli bir soundtracki bile varmış filmin.
hesabın var mı? giriş yap