• "şimdi, geriye dönüp bakınca, o zaman hiç kimsenin ne yazdığının ya da ne dediğinin beni zerre kadar ilgilendirmemesi formumun ya da formsuzluğumun harikulâde bir kanıtıydı diye düşünüyorum. sadece nesneler büyülüyordu beni; ayrık, kopuk, önemsiz şeyler. bu insan bedeninin bir parçası ya da bir varyete tiyatrosunun merdiveni olabilirdi; bir baca ya da yerde bulduğum bir düğme. her ne idiyse açılma, teslim olma, imzamı ekleme olanağı tanıyordu bana. bir yamyam, uygar toplumun sınırlarından ne kadar uzaksa ben de onların dünyasından o kadar uzaktım. kendinde -şey'e karşı saplantılı bir aşk duyuyordum - felsefi bir bağlılık değil, tutkulu, umutsuzca tutkulu bir açlık; herkesin göz ardı ettiği, ıskartaya çıkmış, değersiz şey, sanki benim dirilişimin gizemini barındırıyordu."
  • "sanildigi kadar deli degildi. gerektiginde davranislarini aciklayabilirdi"
  • "nedir fanatik? tutuklu bir biçimde inanan, inancı dogrultusunda umutsuzca giden biri. ben sürekli bir şeylere inanıyor ve basima bela aciyordum. ellerim tokatlandikca inancım pekisiyordu. ben inanıyordum ve dünyanın kalanı inanmıyordu! sadece cezaya dayanma meselesi olsaydı insan sonuna kadar inanmaya devam ederdi. fakat dünyanın yolları çok daha sinsiydi. cezalandırılmış yerine baltalaniyor,altın oyuluyor, celmeleniyordun. ıhanet bile değil aklimdan geçirdiğim. ıhanet anlaşılabilir. karşı konulan bir şey. hayır, çok daha kötü, ihanet ten çok daha aşağı; seni fazla ötelere uzanmaya iten bir karşı gelme eğilimi bu. enerjimi sürekli kendini dengelemeye harcarsin. bir tür ruhsal vertigo yaşarsın. uçurumun kenarinda titrersin. saçların havaya dikilir. ayaklarının altında sınırsız bir boşluk yattığına inanamazsin. heyecan fazlaligiyla birlikte gelir, insanları kucaklayıp sevgini ifade etme arzusuyla birlikte. sen dünyaya uzandikca dünya geri çekilir. kimse gerçek sevgi, gerçek nefret istemez.

    ...

    yaşarken kan henüz sicakken teninin altında kan ve iskelet gibi şeyler yokmuş gibi yapmak zorundasın. çimlere basmayın! budur insanların yaşam düsturu.

    uçurumun kenarında dengede durmayı uzun zaman boyunca surdurebilirsen hayli ustalasir ve hangi yöne itilirsen itil her seferinde doğrulursun. haciyatmaz misali. form kazanmış biri olarak muazzam bu neşe geliştirirsin, açıkça söylemem gerekirse yapay bir neşe"
  • “he’s got no moral character,” hymie would say. “and what about you, your moral character?” i would ask. “oh me! shit, i’m too old to have any moral character.”
  • bir çırpıda bitirmek için acele etmediğinizde ve göndermeleri anladığınızda daha keyifli okunan henry miller kitabı.

    "bana venüs kılığında geldin, ama aslında lilith'sin, biliyorum... kandırılayım ve hayal kırıklığına uğrayayım istiyorum, öyle ki üst üçgeni tamamlayayım ve sürekli uzaya uçup durmayayım istiyorum. bana söylediğin her şeye inanıyorum, fakat her şeyin farklı sonlanacağını da biliyorum. seni bir yıldız ve tuzak olarak, terazinin dengesini bozacak taş olarak, yürünecek bir patika olarak, bir haç ve ok olarak kabulleniyorum... bu dünyanın nimetlerinden yararlanan bir konuğum bundan böyle ben. ne hizmet edeceğim ne de hizmet talep edeceğim. sonu kendimde arayacağım."
  • "kanımı emebilmek için yerime oturmamı kollayan bütün o masum görünüşlü dostlarla el sıkışıp nasılsın demeyi de öğrendim."
  • günahıyla sevabıyla henry miller kitabı, bu kitaptan önce okunursa, eserin teması okurun zihninde daha iyi oturur. çünkü amerikan kültüründe fakirlik, başka yerlerde olduğu gibi acı ya da bahtsız bir kavram olarak değil, bir insanın utanması gereken niteliği olarak ele alınır. miller'ın en büyük acısıdır bu, beş parasız ve yarınsız paris sokaklarında dolaşmayı düşsel bulduğunu ifade etmesi, paris'te fakir olduğu için kınanmamasından ileri gelir. işte bu kitap, amerikan kültürüne bir cehennemi yaşar gibi maruz kalan henry miller'ın, bence, en dokunaklı ağıtıdır.

    "köprüde bir ileri bir geri yürüyüşüm, ölümden farksız bir işe gitmek, morgdan farksız bir eve dönmek, aşağıdaki mezarlığa bakarak faust ezberlemek, trenden mezarlığa tükürmek, her sabah platformda duran o geri zekâlı nöbetçi, gazetelerini okuyan öteki geri zekâlılar, yükselmekte olan yeni gökdelenler, içinde çalışıp ölünecek yeni mezarlar, aşağıdan geçen gemiler, fail river hattı, albany dav hattı, neden işe gidiyorum, bu gece ne yapacağım, yanımda oturan ateşli amcık, yumruğumu yarığına sokabilir miyim acaba, kaç git kovboy ol, alaska’yı, altın madenlerini bir dene, trenden in ve topukla, ölme henüz, bir gün daha bekle, şansın döner belki, nehir, bitir, aşağı, aşağı, tirbuşon gibi, başın ve omuzların çamurun içinde, bacaklar serbest, ısırığı bekle, yarın yeni bir hayat, nerede, her yerde, yeniden başlamanın anlamı ne, her yerde aynı şey, ölüm, tek çözüm ölüm, ama henüz ölme, bir gün daha bekle, şansın döner belki, yeni bir yüz, yeni bir dost, milyonlarca fırsat, çok gençsin henüz, melankoliksin, henüz ölme, bir gün daha bekle, şansın döner belki."
  • "şu birisini çok sevme olayı. bunun ilk kez başıma birisine sevdalandığımda geldiğini anımsıyorum. o zaman bile gerektiği kadar sevmiyordum. o kadar çok sevmiş olsaydım şimdi oturup bundan söz etmezdim. ya kalbim çok kırıldığı için ölür ya da kendimi asardım. kötü bir deneydi. çünkü bana bir yalanı yaşamayı öğretti. içimden gelmezken gülmeyi, çalışmaya inanmazken çalışmayı, yaşamak için bir neden yokken yaşamayı öğretti. onu unuttuğumda bile, inanmadığım şeyleri yapma alışkanlığını, aldatmacasını sürdürdüm."

    "avrupa'da modernleştirilen bir kentte bile eskinin izi kalır. amarika'daysa eskinin yaşayan izleri yeni tarafından silinir, bilinçten atılır, ezilir, bozulur, hiçleştirilir. yeni, günden güne yaşamın dokusunu kemirip onu büyük bir çukura dönüştüren bir güvedir."

    "işleri yoluna koymak ya da unutmak için ellerinden geleni yaptıklarını söylerlerse onlara deyin ki, ellerinden gelen yetmez. bizler de artık bu "elinden geleni yapma" mantığından bıktık."

    "cömert olmak, biri daha ağzını açmadan 'evet' demektir."

    "delilik, mantığı yitirmektir. gerçeği değil, mantığı. çünkü öteki insanlar suskun kaldığından gerçekleri söyleyen kanıtlar vardır."

    "yaşlara boğulana, karnınız sancıyana dek güldüğünüzde gerçekten damın pencerisini açıp beyinleri havalandırmaktasınız. o anda hiç kimse sizi bir silah alıp düşmanınızı öldürmek için kandıramaz; yine hiç kimse, dünyanın fizikötesi gerçeklerini anlatan kalın bir kitabı açmak ve okumak gerektiğine sizi inandıramaz. eğer görece değil gerçek özgürlüğün ne olduğunu biliyorsanız, ona en yakın noktanın bu olduğunu anlamalısınız."

    "okuldaki başarılarım için kafamı okşarlarsa daha öğrenecek çok şeyim olduğunu göstermek için yere tükürüyordum."

    "ben yirmi birimdeydim. o ise otuz altısında olduğunu söylüyordu. ne zaman ona baksam kendime -ben otuzken o kırk beş, ben kırkken o elli beş, ben elliyken o altmış beş yaşında olacak diyordum. "
  • vahşi kapitalizmin kalbinde oturup o kalbi tekmeleyerek acımadan yerlerde sürüklüyor henry miller. ona sempati duymanız zor ama haksız da bulamıyorsunuz anlattıklarına bakınca. amerika'ya dair rezil, aşağılık, leş denebilecek ne varsa döküyor önünüze. insanlarından binalarına, havasından suyuna her yerine ayrı ayrı küfürler ediyor ve öyle güzel gömüyor ki amerika'yı, kadınlar üzerinden yer yer saçmalamasını bile görmezden gelebiliyorsunuz.

    kentin herhangi bir kaldırımına çöküp o sokaklarda gördüğü rezilliği öyle müthiş bir nefretle tarif ediyor ki sonsuz bir boşlukta düşüyormuş gibi, asla bir nihayete varmayacakmış gibi betimleme içinde betimleme, eleştiri içinde eleştiri yaparken mind fuck yaşatıyor insana. sırf o cümlelerin başını ve sonunu toparlayabildiği için bile bu itici adama saygı duyabiliyorsunuz.

    amerika bütün ihtişamı ve iğrençliğiyle hala yerinde boy göstermekte ve bu kitap yazıldığı tarihten bugüne amerika'nın iğrençliğine dair altını çizdiği hiçbir detayda modasını geçirmemeyi başarmış gözlemler içeriyor. üstat o nasıl bir laf sokuştur buyur gel bize de sok deme isteği yaratacak kadar şapka çıkarttıran cinsten bir anlatım var kitapta, bir nefret en fazla bu kadar güzel kusulabilirmiş dedirtiyor. amerika'yı pek beğenmeyen biri olarak, ulan helal be, hah şöyle biri de bundan bahsetsin diye diye okurken içimin yağları erimişti.

    kitapta en çok hoşuma giden kısım hararetli ve öfkeli tondan biraz uzaklaşıp dinginleştiği, yani çocukluk arkadaşlarını anlattığı bölümdü. çünkü mahallede farklı milletlerden insanlar*yasadıgı icin fazla renkli karakterler ve müthis detaylar vardı, yazarın bir cocuk olarak gözlem gücüne hayran kalmıstım, eğer cocuklugumu yazsam tıpkı böyle olurdu diyebileceğim kadar detaylı anlatıyordu herkesi hem bedenen hem de ruhen. cocukların arasında geçen diyaloglar oldukca doyurucuydu, kendisi de cocukken galiba kafamız daha iyi çalışıyordu büyüdükçe aptallaştık tarzı bir şeyle açıklıyordu bu durumu. kitabın en insani ve sıcak kısımlarıydı cocukluk arkadasları ve mahallesinin geçtiği bölüm. satırlarca küfürler dizmiş adamın da yumuşak bir kalbi, bir vicdanı oldugunu hatırlatıyordu mahalleye dair gözlemler. mesela cocukuk arkadaslarından bahsederden bir kısımda diyordu ki, ''hayatın onlara ne yaptığını düşününce ağlamak geliyor içimden, çocukken mükemmellerdi.'' herkesin böyle mahvına şahitlik ettiği bir ya da birkaç çocukluk arkadaşı vardır, bana onları hatırlatıp içimi sızlattı. bu satırları kitabı okuduktan sonra sıcağı sıcağına yazmak ve o mahalledeki herkese dair yorum yapmak isterdim ama cogu isim kalmadı aklımda. sadece roy hamilton karakterini hatırlayabiliyorum, hikayesini ve hayata karşı tutumunu çok beğenmiştim. miller ondan, '' hamilton dosttan ziyade dostlugun ta kendisiydi'' diye bahsediyordu. bu cümle beni çok etkilemişti. ne güzel bir övgüydü bu böyle, mazhar olmak istenecek cinstendi. imrenmiştim hamilton'a.

    miller'a dair pek çok şey yazılıp çizilmiştir ama ilginç bulduğum bir es geçme durumu var ki o da pek az yerde bu adamın bir flanör oldugundan bahsedilmesi. özellikle tropic of capricorn özelinde hep benzer yorumlar var evet amerika'yı gömüyor, evet küfürbaz, evet cinselliği metafor olarak bayağı bir sekilde kullanmıs falan filan. fakat neredeyse hic kimse bu adamın oturup kenti aylak aylak dolasıp hatta bunu kendine iş edinip o sokakları uzun uzun izleyip anlattıgından yani ciddi ciddi bir flönör oldugundan bahsetmemiş. inanılmaz.

    maalesef kitabı itici yapan bir şey var o da kadınları anlatış biçimi. kitaptaki kadın karakterler sadece vajinaya indirgenmiş, yani şimdi buna ne gerek vardı denen cinsellik tabanlı abuk subuk metaforlar kullanılmış fakat özünde çok sıkı bir american dream eleştirisi olduğundan okunmaya değer buluyorum bu kitabı. şimdi resesyona giren ve muhtemelen önümüzdeki birkaç yılda bretton woods'un çöküşü gibi yeni bir çöküş yaşayacak olan amerika'nın çirkin yüzüyle bir kez daha çarpıcı şekilde yüzleşecek olan insanlar eğer okumaya fırsat bulurlarsa bol bol henry miller alıntıları yapıyor olacaklar ve bu kitap yine çok konuşulacak diye de bir düşüncem var. bekleyip göreceğiz.
hesabın var mı? giriş yap