• insani oldugundan cok farkli $ekillere deforme edebilen ve bir sure sonra dayanilmaz uyku istegine yol acan zorunlu oldugunda kendinden nefret ettiren ruh hali.
  • bazı zamanlar, sıcak bir evin huzurunda uyumak için tüm imkan ve şeraitlerin birbiri ardına bağlandığı sıralarda kısa bir uyku girizgahından sonra istemsiz ve sebepsiz bir şekilde irkilerek uyanıyorum. iki elimi dizime bastırıp doğrulduğumda gecenin eve bıraktığı sessizliğin içinde yatağımın ucunda oturuyor ve 1985 yılından kalma tiktaklı duvar saatinin durmak bilmeyen tınısına kendimi bırakıyorum. o hareketsiz kalışın ve sessiz gecenin ortasında aklımın ucundan gözbebeklerime bir görüntü gelip donuyor...

    yıllar yıllar öncesi şahane bir ağustos gecesinde, yazlık mekanda arkadaşlarla harcanmış bir alkol mesaisi ve şahane bir yaz aşkı busesinden sonra sahilin köpüklerini ardıma bırakıp evin balkonundan mümkün olduğunca ve sessizce odama kıvrılmıştım. boğaz kuruluğuna ilaç olsun, içilen biraların mayası hoyratça midemde sallansın diye mutfağa su içmek için hareket ettiğimi hatırlıyorum. amerikan tezgahın tam karşısında duran açılır kapanır yataktan bozma divanda dedem yatardı. odanın diğer ucunda ise mütemadiyen horultularla eşlik eden anneannem olurdu. normal zamanda her ikisi de o saatlerde bilmem kaçıncı rüyalarını görmeleri gerekirken o gece enteresan bir şey oldu. uzun antreden parmak uçlarımla geçtikten sonra buzdolabına yöneldiğim vakit, yattığı yerden doğrulmuş bir şekilde yere sabit bakan, hırıltılarıyla baş etmeye çalışan dedemi gördüm. nedensiz bir şekilde, zor nefes alan göğsünün üstündeki yükü bırakmak isteyen bir ömür hamalı gibi duruyordu. buzdolabının kapağını açtığımda hafifçe kafasını kaldırıp bana baktı. ayışığı denize, oradan da ışıltısını pencerenin içinden ufak parçalar halinde evimizin içine bırakırken, denizden gelen rüzgarın uğultusu yükselip alçalan perdenin kıvrımlarından şakaklarıma kadar gelirken, dedem döndü ve bana baktı...

    yaşlılığın, çaresizliğin, celladını bekleyen kurbanın o yenik bakışlarında insan kendisini kaybeder. her gece ölüme biraz daha yaklaşmış olmanın verdiği idrak ve akabinde hiçbir şey yapamayacak olmanın verdiği mağlup olma hissi birleşince o gözlerdeki bakışı insan biraz daha anlıyor. aslında anladıkça içinden bir parça daha yırtılıp gidiyor ama sen de o sahnenin eli kolu bağlı seyircilerinden biri olduğun için sadece izlemekle ve iç geçirmekle yetinebiliyorsun. hayatın en delikanlı, taze çağında böyle bir bakışla karşılaşmak, dağ gibi bildiğin adamın gözlerinin önünde erimesini izlemek insana ayrı koyuyor...

    4 ay sonra aralık soğuğu kendisini hafiften hissettirmeye başlarken, yağmur dört bir yana hunharca çiselerken kendimi mezar başında buldum. feryat figan ağlayan kadınlar, ürkek gözleriyle etrafa bakan çocuklar ve omuzlarına tonlarca ağırlık çökmüş gibi duran genç, yaşlı adamlar. önümde dedemin mezarı, içine beyaz kefende bir şey indirdiler. ağlayışların sesi arttıkça, donuk gözlerimle etrafa bakınırken 40 yıllık aile dostumuz ekrem amca omzumu sıktı. titrek dudaklarından ancak "git...sustur..sustur şunları" çıkabildi. ömrüm boyunca en ufak bir insani, duygusal tepkisine şahit olmadığım heybetli ekrem amcanın bile gözlerinden damlalar düşüren o kapkara cenaze merasiminde verilen direktif neticesinde iki adım ilerledim ve durdum. o gençliğimle, diriliğimle, hayatı milisaniyeler halinde yaşayan zihnimle o attığım iki adımdan sonra durdum. dermanım kesildi, damarlarımdan kanlar çekildi. kimseyi susturamadım...

    uykusuzluk, nazarımda uyuyamamaktan ziyade o geceden beri benim için başka bir şeye tekabül ediyor. uykusuzluk, dedemin gözlerinde şahit olduğum çaresizliğin mührüdür. binlerce vakaya örülüp geçen bir hayatın terkisinde, insana yaşama hazzını sonuna kadar verecek her türlü melankolik, alkolik, romantik nesnenin kol gezdiği bir anda, huzur için her şey sıraya dizilmişken; kıvrımlar halinde sıralanmış kan kokulu hırıltıların arasında uyuyamamak ve ölümcül bir bekleyişin ziyaretçi odasında kapana kısılmaktır uykusuzluk...

    işte o yüzden istemsiz uyanışlarımın hepsinde kaderime yaftalanmış bir vasiyet gibi dedemin gözleri geliyor aklıma. onun gibi irkilerek kalkıyorum yataktan. ellerimi dizlerimin üstüne koyup eğiliyorum. zemine bakıyorum uzunca bir süre. sonra tiktaklı saatin uyarı veren sesiyle kendime geliyorum. ürperen bedenimi tekrar yorganın altına gizleyip ölümden bir süre daha uzak kalıyorum. sabah oluyor, günün ilk ışığı tepemde, yarenime günaydın diyorum...
  • bende şizofreni etkisi yapan zıkkım. konuşacak kimse bulamayıp kendi kendime konuşuyorum kargaların kahvaltı saatinde. sadece konuşsam iyi, espri yapıp gülüyorum, salak diyip kendimi aşağılıyorum falan. milletin pireleri bini geçti, sabah hatır hatır kıçlarını kaşıyarak uyanacaklar ama ben bu arada sıkılmış olucam. uyanın lan!

    not: uykusuzluk bir yerden sonra insanı sadist de yapıyor. yoksa uyuyan insan hiç uyandırılır mı?
  • yaşam formum. nefes alabilmem için gereken habitatın ilk basamağı. fibromiyaljimin beslendiği yeraltı kaynağım. bırakıp gitmeyen sevgilim. koynumda beslediğim sevimli koalam. asla nesli tükenmeyecek olan vahşi dinozor. karadutum, çatalkaram, çingenem.

    ölümüm elinden olacak bu gidişle. "overdose uykusuzluk" yazacaklar. varsın olsun, varlığım varlığına armağan olsun.
  • darphane kelimesini darfın diye okumak yetmezmiş gibi tutup zargan'da anlamına bakmak...

    sana da günaydın pazartesi.
  • kibirden kaynaklanır. (ey yolcu, eksiyi basmadan önce dinle lütfen.)

    yeterince yaşadım. kendimi bildim bileli uyuyamıyorum ve uyanamıyorum. çitten koyun atlatmak dışında her şeyi denedim. (aslında onu da denedim de allahın belası koyunlar bir türlü sıraya girmiyorlardı ilk gençliğimde, şimdiyse o engeli geçmeyi bile reddediyorlar.) *

    zengin olup bir sahil kasabasına yerleştiğim de oldu, bir futbol yıldızı olup dünyayı ayaklarımın altına aldığım da... bazen ünlü bir yazar oldum, bazen rüyamda bile göremeyeceğim bir kadının aşığı... (ah belucci!)

    bazen ateş başında oturup ormanda duyduğum fısıltılardan medet umdum, bazen de gökyüzünde parlayan yıldızlardan. (hoş, başka nerede parlayacaklar!)

    dünyanın bütün ambülans seslerini duydum ve bütün köpek havlamalarını... (hayatı boyunca tokluk hissi duymayan sokak köpekleri varmış biliyor musunuz? o kıyma paketini çoktan helal ettim can düşmanıma.)

    hepinizi bağışlıyorum!

    kaç gece hırsız aradım evde, kızım yorganını üzerinden atmış mı diye kaç gece odasına girdim. kaç sigara içtim, kaç yazarı düş kırıklığına uğrattım okuyormuş gibi yaparak.

    kaç gece sarhoş oldum?

    başka insanları düşündüm, düşünemeyeceğiniz kadar büyük bir merakla.

    "acaba" dedim "patronum şimdi ne yapıyor? iş arkadaşım salih ne rüyalar görüyor? karım ne tür bir motivasyonla terk etti gerçek dediğimiz şu rüya alemini?"

    sonra uyudum ve uyanamadım yıllarca. yıllarca annem baktı yüzüme, karım baktı, patronum baktı... oldukları gibiydiler, olacakları gibi... dostoyevski yoktu yüzlerinde, atay yoktu, nabokov yoktu, sevdiğimi sandığım hiçbir yazar yoktu. koşma hevesim sonra, "ter"im yoktu. bir ormanda kaybolma hayalim, etrafımı kuşatan rüzgarlar yoktu.

    hiçbir şey yoktu. lisa ekdahl bile!

    onlar sadece uyuyordular.

    uykusuzluk kibirden kaynaklanır ve kibir kuşkusuz şeytanın -ya da psikiyatrların- en sevdiği günahtır.
  • gündüzleri yakamı bırakmayıp bana hayatı zulmettirse de geceleri bana eşlik etmesinden zerre gocunmadığım yegâne sevgilim.
  • koskoca 80 kiloluk beden yorgunluk içinde sürünse de, o bedenin 40ta 1i kadar olan beyinde bir şeyler dolaşıyor diye yaşanan anlamsız dönemdir.
  • biyolojik saatin çakılması, halüsinasyon falan gibi ileri semptomlara gelmeden bir önceki durakta her şeyi italik görmeye başlıyorsun. benim öyle şu anda. yazdıklarım italik, monitor italik, kedim bile küçük emrah gibi bakıyor. çok eğlenceli. delirmeye ilk başladığın an da böyleyse yaşadık. iki eşit derecede sağlam gerçeklik algın var, ama birinin yanılsama olduğunun hala farkındasın. elindeki elmaya "aslında bir fil olmadığının farkındayım ama harbiden fil gibi görünüyosun" diyebiliyorsun. sonra kayış kopunca başladığın yere geri dönüyorsun, her şey eşit derecede gerçek. elimde fil var oluyor olay. eğlence bitiyor.
  • her saate baktığınızda "ha tamam saat üçte uyumuş olsam üç buçuk saat uyumuş olurum" gibi tekrar eden iç seslerden medet ummanıza yol açan gece şakası.

    bir de içinizdeki en leş, en pis tarafınızla; çoğu kez teğet geçtiğiniz yalnızlığınızla koyun koyuna ilerler, göğüs kafesinizde ip atlar.
hesabın var mı? giriş yap