• ne kadar uzağa bakılırsa o kadar geçmişe baktığımızdandır belkide. şu an bilinçli bir canlının çok uzaktan dünyayı görebilecek teknolojiyle dünyaya(ışık vasıtasıyla) baktığını varsayarsak dinozorları seyrediyordur .
    edit: dinozor falan tersine mübalağa. muhtemelen hiç görünmeyebilirizde.takılan olmasın buna.
  • tek sebebi insanlığın yeterli teknolojiye ulaşamamasıdır. yaygın kanının aksine, yaşam için gerekli koşul dünyanın güneşe tam olarak bilmem kaç ışık yılı uzaklıkta olması değildir. dünya yaşam için oluşmamış, yaşam dünyaya göre şekillenmiştir. evrendeki insan aklının henüz anlayamayacağı kadar çok olasılık var ve dışarıda bir yerde hayatın olmaması bir çok matematikçiye göre düşük bir ihtimal
  • mantıken en yüksek olasılıklar:

    -biz tek akıllı yaşam formu değiliz, bizden başka akıllı yaşam formları var
    -bunlarla iletişime geçmemiz mümkün değil

    evren çok büyük, çok sayıda gezegen yaşamın oluşması için gerekli koşullara (goldilocks zone, likit su) sahip, dünya'da biogenesis olduysa (yani yaşam başladıysa), demek ki başka gezegenlerde de bu gezegende olan evrimin olmuş olması lazım, istatistiksel olarak. biz uzaydaki konumumuzu anlayabilecek kadar yüksek zekaya evrildiysek, bu yaşam formlarından bazılarının da evrilmiş olması kaçınılmaz.

    buraya kadar bildiğiniz başlıkları özet geçtim.

    peki herkes nerede? (bkz: fermi paradoksu)

    insanlığın var olduğu zaman dilimi, evrene kıyasla çok çok çok ... çok küçük bir zaman dilimi. dünya dışını dinleme yeteneğimiz radyo dalgalarıyla sınırlı ve radyo dalgalarını keşfedişimizin üzerinden daha 100 yıl bile geçmedi. gözünü henüz bir saniye önce açmış, daha burnun ucuna bile odaklanamayan bir bebek gibiyiz. radyo dalgalarını dinliyoruz ama hangisini dinliyoruz? inanılmaz büyük bir spektrum içinden tahmini frekansları dinliyoruz, en yaygın element olduğu için hidrojen molekülünün frekansını mesela. burnunun ucuna bile odaklanamayan bebeksin ve diyorsun ki nelson mandela diye birisi var olamaz çünkü ben onu göremiyorum.

    nelson mandela örneğinden devamla, yine, insanlığın var olduğu zaman dilimi çok kısa, yani homo sapiens'ten günümüze geçen süre yine evren skalasında çok küçük. belki 50 yıl sonra, belki 250 bin yıl sonra yok olmuş olabiliriz. ki bu bile evren söz konusu olduğunda çok minik bir zaman dilimi. diğer yaşam formlarının da bizimle aynı süre içerisinde medeniyetlerini kurup yaşattığını var saymamız gerekiyor. belki bebeğin nelson mandela'yı görme ihtimali yok çünkü nelson mandela zaten çoktan vefat etti. onun gibi bir çok başka hayat formu var oldu, evrildi ve yok oldu. aynı zaman dilimi içinde var olmamız lazım ki karşılaşalım ama süreler çok büyük, insanlık çok küçük.

    başka bir mesele, yine nelson mandela örneğine benzetilebilir, türkiye'de ankara'da etimesgut'ta hastanede, bir odada, annesinin koynunda yatan bu bebeğin, nelson mandela ile aynı anda doğmuş olsa bile ta güney afrika'nın mvezo şehrindeki diğer yaşam formunu gözleriyle görmüş olması mümkün değil. hatta güney afrika'nın türkiye'ye ne kadar uzak olduğunu tahayyül etmesi de mümkün değil. henüz sadece kendi içinde bulunduğu odayı haya meyal görebiliyor ve etrafta dolaşan şekilleri anlamaya çalışıyor. mesafeler bizim algımızın çok daha üstünde olacak derecede büyük. bu kadar büyük mesafeler üzerinden iletişime geçmek için belki de henüz varlığını bile hesap edemediğimiz teknolojilere ihtiyacımız olabilir. o bebeğin skype'ı asla anlayamayacağı gibi.

    son madde ise form ve yaşamın şekliyle alakalı. iletişime geçmeyi umduğumuz yaşam formları

    -bizden çok daha farklı kütle ve hacime sahip olabilir. bizim boyumuz ve kilomuz civarında olduklarını var saymamız için geçerli bir sebep yok. mikroskopik ya da bizim ay'ımız boyunda yaşam formları olmadıklarını nasıl bilebiliriz?
    -çok daha farklı moleküler yapıya sahip olabilirler. karbon ya da silikon bazlı olabilirler diye tahmin ediliyor ama kim bilir? belki bizim henüz keşfetmeye bile yaklaşmadığımız bir yapıya sahip olabilirler. belki ışığı yansıtmıyorlar, belki üç boyutlu değiller, belki katı formları yok.. bilme şansımız yok.
    -zeka seviyesi olarak çok çok üstün olabilirler. bir medeniyetin bu kadar büyük ayırımlara rağmen bizimle iletişime geçebilecek teknolojiye sahip olması demek, bizim şu an sahip olduğumuz teknolojiden çok daha üstün teknolojiye sahip olmaları demek. bu kadar üstün teknolojiye sahip bir medeniyet bizi konuşmaya değer bulmuyor olabilir, ya da bizimle iletişime geçtiğini biz anlamıyor olabiliriz. bebek örneğine geri dönersek, henüz gözünü odaklayamayan bebeğin kendisine agucuk bugucuk yapan babasını düşünün. o baba birazdan akıllı telefonuyla taze babaanneyi arayıp iyi haberi verecek 'torunun oldu' diye, sonra da bebeğe dönüp 'hanimiş anne, hanimiş baba, bak bu senin amcan' filan diyecek. bebek bunları ne kadar anlayacak? cep telefonunun nasıl çalıştığını, amcanın, babanın hastaneye gelmek için binip sürdükleri arabanın nasıl çalıştığını ne kadar anlayacak? baba bu teknolojileri bebeğe açıklama zahmetine ne kadar girecek?

    son olarak da bütün bu bebek metaforunun çok büyük bir açığı ile bitireyim; biz bebeğiz ama bu yaşam formları bizim anamız babamız değil. tek bildiğimiz tarih insanlık tarihi ve insanlık tarihi boyunca gelişmiş bir medeniyet daha az gelişmiş bir medeniyetle iletişime geçtiğinde, sonuç az gelişmiş toplum için hiç bir zaman iyi olmadı. stephen hawking'in sözü bu. bu lafını da şöyle bitiriyor; belki de henüz kimsenin bizimle iletişime geçmemiş olması bizim için en hayırlısı.
  • nasanın kepenk kapatması, insanlığın mal mal gezip gelişimlerini durdurması demektir.
    bana şunu hatırlattı.
  • en güncel tezlerden birine göre, canlılığın oluşması için gereken elementlerin ancak aynı bölgede birkaç yıldız yaşam döngüsü yaşandıktan sonra yeterli miktarda ortaya çıkabileceğinden hareketle evrenin son iki üç milyar yılı içinde canlılığın gerçekleşebileceği sebebine bağlanan durum.

    evet, böyle bir olasılık da, özellikle zeka ve medeniyet sahibi olası türler kapsamında, artık konuşuluyor ve dünyanın "şanslı" konumuyla belki de ilk zeki ve medeniyet kurmuş canlı türüne ev sahipliği yaptığı değerlendiriliyor.

    bu tezin altyapısını yıldızların ve gökadaların büyük patlamadan bu yana geçirdiği yaşam döngüsüne bağlıyorlar. sonuçta, bizim bildiğimiz şekliyle canlılık için gereken belirli elementler var, örneğin karbon, oksijen, hidrojen ve azot gibi (ki daha potasyum falan da var). hidrojende sorun yok, uzayın her yeri hidrojenle dolu. fakat, diğer elementler yıldızların çekirdeklerinde üretildiğine göre, zeki ve medeniyet kuran tür içeren bir canlılık oluşabilmesi için goldilock bölgesi, manyetik alanı olan gezegen, aklı başında bir yıldız (ne çok küçük ne çok büyük, ne de dengesiz), karadelik vb. gibi devasa değişimler yaratacak astronomik oluşum ve olaylardan uzakta bulunma gibi bir çok şarttan önce ilgili yıldız sisteminde bu elementlerin yeterli miktarda bulunması gerekiyor. yani, o yıldız sistemi belki de uzayın o bölgesinde 2 ya da 3 defa patlamış (karadelik, pulsar, beyaz cüce vb. olduysa da şansını kaybediyor, çünkü yeni yıldız oluşumu söz konusu değil) ve 3. ya da 4. defa doğan bir yıldız sistemi olması gerekiyor.

    işbu gereklilik de, canlılığın zaten evrenin 9., 10. milyar yılı döneminde ortaya çıkmasını gerektiriyor.

    a, koca evrende sadece dünya mı var?

    zannetmiyorum. bu yukarıda anlattığım mekanizmaya evrimin mantığını uygularsak (ki ayan beyan öyle de), evrenin çeşitli yerlerinde son 3-4 milyar yıldır gelişmekte ve büyümekte olan zeki canlı türlerinin olması gayet mantıklı. lakin, evrendeki mesafeler ve ışık hızı sınırı düşünüldüğünde de bu zeka sahibi medeniyetlerin birbirini dolaylı ya da dolaysız biçimde görememesi çok doğal, hatta bir zorunluluk.

    özetlersek... hem canlılık için gereken elementlerin yeterli miktara ulaşması gerekliliği, hem de canlılığı kanıtlayacak ya da siz bulmadan sizi bularak rastlaşma olasılığını artıracak zeka ve medeniyet sahibi türlere ait sınırlamalar nedeniyle canlılık yokmuş gibi gözüküyor.
  • olm iyice bi bakın la, oralarda vardır bişiler
  • bulunamadığı olmadığının kanıtı değildir.
  • son tahlilde, bir kişi hem evrimi kabul ediyorum hem de evrende sadece insan yaşıyor diyemez. yani bu iki cümle birbirini yalanlar. yani genelde deli saçması olarak görülen "uzaylılar" fikrinin bilimle en haşır neşir olan evrimciler tarafından kabulü gerekir. dolayısıyla bir evrimcinin kesinlikle bunların var olduğunu ancak bizimle iletişime geçmediklerini söylemesi gerekir.

    o zaman şöyle söyleyelim: bütün evreni canlılık var mı diye tarayacak bir teknolojimiz olsa, imkansız bu biliyorum, ve olmadığını söylerse bu tanrı'nın varlığının ispatı anlamına gelir bence.

    tuhaf bir düşüncem var: dini ya da değil ama ben öldükten sonra varoluşumuzla ilgili bütün sırları bir şekilde öğreneceğimizi ya da anlayacağımızı düşünüyorum. lost'un son sezonu gibi. o zaman bize "lan tabii ki evrende yalnızdınız." denirse amma gülerim ha.
  • uzaydaki canlilar ya da uzaylilar derken nedense aklimiza hep kendi boyutlarimizda ama tipleri farkli yaratiklar geliyor. oysa olay sandigimizdan cok daha farkli olabilir. mikroskobik olculerde oldukca ileri bir yasam olabilecegini de dusunmemiz gerekir. dogal olarak bu boyutlardaki bir yasami teleskoplarla gozlemleyebilmek bugunun teknolojisiyle pek mumkun degildir.
  • bir zamanlar da insanlar yeryüzünün düz bir satıh olduğuna, gökyüzünün atlas bir çadır olduğuna inanıyordu.
    ayrıca uzayda canlı olduğunun kanıtı yine dünya üzerinde yaşayan milyonlarca türdür ve dünya uzaydadır.
hesabın var mı? giriş yap