• "film ekimi" festivali dahilinde gösterilecek christian frei filmi.
    en ilginç yanı;ünlü bir savaş fotoğrafçısının fotoğraf makinasının üstüne yerleştirilmiş minik kameranın görüntülerinden oluşmuş belgesel tadında bir film olmasıdır.
    (bkz: tadından yinmez)
  • savas fotografcisi james nachtwey'i savas alaninda goruntuleyen, 2001 oscar en iyi belgesel adayi film.
  • izlediğim "en iyi" filmlerden biri. bu filmi izleyip anlayabilen insanların sayısının artışı ile dünya gezegeni üzerindeki gerizekalıların ve savaşanların sayısının azalacağına ilişkin bir his var içimde. (bkz: bak seeen)

    izledikten sonra her ne yapıyorsanız "ben ne yapıyorum yaa?" diye günlerce sorgulamadan edemiyorsunuz.
  • savaş fotoğrafçılığı üzerine yapılmış, içerik ve teknik açıdan mükemmel olan belgesel. betacam vemicro kamera` ile ayrı ayrı çekilmiştir. etacam normal sahneler, micro kamera ise fotoğrafçının gözünü temsil amacıyla kulalnılmıştır... bir savaş fotoğrafçısının aklından geçenleri ve göz* ile gördüklerini mükemmel şekilde bize yani seyirciye iletmektedir.
    ayrıca (bkz: james nachtwey)
  • yıllardır zaten bildiğimiz şeyleri basit bir kurguyla ısıtıp tekrar önümüze sunan sıradan bir belgesel film değildir. pulitzer ödüllü fotoğraflara baktığımızda ilgili olayın en çarpıcı en inanılmaz okumasını görürüz. buna neden olan da sadece o anın gerçekten çok büyük tarihi bir önemi olması veya görülmesi çok nadir olan bir an olması değil, tüm bunlara en önemli etken olan estetik öğesinin katılmasıdır. dünyaca ünlenmiş, tartışma yaratmış, tarihe yön vermiş fotoğraflar çekenleri sayesinde çoğu zaman bilinçli olarak bu estetik öğeleri barındırırlar ve etkileyicilik inanılmaz ölçüde artar. parça-bütün ilişkisi, kadraj, renk, uzaklık yakınlık, alan derinliği, göstergeler vb.. bir çok kriterin tek bir kadrajda toplanması o fotoğrafın tarihi önemiyle ve an'la birleşince ortaya çıkan işin etkileyiciliğini tartışmaya gerek kalmıyor. ama iş bu karelerin devamını veya öncesini en ham haliyle görmeye geldiğinde durum hiç de öyle değil.

    filmde nachtwey'in fotoğrafları gönderdiği gazetenin editörlerinin aralarında tartışarak kapak için en uygun fotoğrafı seçmeye çalıştıkları sahnede fotoğraflardan birine (bosnalı ölen bir askerin yasını tutan aile) söylediği yorum inanılmazdır: "bu tablo gibi gözüküyor, uygun değil" gerçekten de fotoğraf rönesans tabloları gibidir. fotoğraftaki kompozisyon, figürler arasındaki ilişkiler, ifadeler bunu kanıtlar. alman editörlerin rahat ofislerinde insanların acılarına sanat eseri muamelesi yapmaları nachtwey'in yeteneği sayesinde kaçınılmaz oluyor (burada fotoğrafı çekenin makine değil insan olduğunu bir kere daha hatırlıyoruz) buraya kadar her şey normal. peki editörlerdeki o soğukkanlılık nereden geliyor? nasıl oluyor da röportaj yapılırken bu kadar rahat ve teknik açıdan değerlendirmeler yapabiliyorlar? acaba sadece o fotoğrafları görmekten, fotoğrafların hikayelerinin hiç birine tanıklık etmemekten dolayı olabilir mi?

    hemen ardından james nachtwey le yapılan röportajı gördüğünüzde bu teorilerin doğru çıkmaması için hiç bir sebep yok. bire bir tanık olduğu onca dehşet, savaş, açlık, ölüm içeren zamandan sonra kibir, heyecan vb.. insani bir çok duygudan arınmış, donuk gözlerle röportajı yapan ama buna rağmen insana olan saygısını kaybetmeyen, bu kadar ölüm görmesine rağmen(belki de bunun sayesinde) insan hayatının değerini çok iyi kavrayabilmiş birinin konuya yaklaşımını görüyorsunuz. kevin carter'ın intiharının tek bir fotoğraf yüzünden değil, belki de bazı şeyleri artık taşımak istemediğinden, kabullenemediğinden olduğunu düşünebiliyorsunuz ya da farkediyorsunuz.
  • fotoğrafla ilgiliymiş gibi görünen ama tamamen insanı anlatan film. herkesin bir şekilde izlemesi gerekli, fotoğrafı, savaş fotoğrafçılığını anlamak için değil, hayatı anlamak için.
  • 2002 viewpoint belcika en iyi film, 2002 docaviv tel aviv en iyi film, 2002 koln anka kusu odullerini almis film, belgesel.
  • insan(!)ı feci halde rahatsız eden bir belgesel* ve sadece buna dayanarak bile başarılı olduğu söylenebilir, söylenmelidir.
  • defalarca izlediğim, her izlediğimde bittikten sonra, öylece durup uzun süre düşüncelere daldığım film. böyle bir dünya, böyle bir dünyayı anlatma ve belgeleme kaygısıyla makinemi alıp yollara düşmek isteğini içimde ateş gibi yakan bir film. film değil, daha ötesi.

    çok zor geçen zamanlardan, anılardan, çalışmalardan sonra, bu yükü üzerinden atmak için arkadaşlarıyla eğlenip kafasını boşaltmaya, omuzlarını silkmeye çalışan bir adamı değil, bu yükü hazmetmek için bir bardak su içip uyumaya çekilen bir adamın hikayesi aynı zamanda...
hesabın var mı? giriş yap