• facebook'da döktüren amcam. korkuyorum acaba benim babam da o yaşlarına geldiğinde böyle mi olacak diye. çocuklar duymasın'da emekli müsteşar vardı bir. aynı onun hesap. hele hele yaşına aldırmadan siyaset kapıştırması gençlerle yok mu. takdir ediyorum kendisini. çok sevimli bir üslubu var. köpeği çakır'a buradan selamlar..
  • facebook'ta şöyle bir şey paylaşan bi arkadaş:

    "türkiye cumhuriyetini savunma refleksini içinde hissetmeyen insanları sevmiyorum. tarihimin, vatanımın, kimliğimin düşmanı gibi algılıyorum böylelerini. zerre kadar ilgimi de çekmiyorlar. içinden geçtiğimiz dönem bir iç savaş provasının yapıldığı bir dönemdir. vatanınız neresi, kimsiniz, karar verin. eger pkkcı kürt ya da ihtilalci sosyalistseniz zaten siz türkiye cumhuriyetinin düşmanı olmaya karar vermişsiniz demektir. ama değilseniz, nezaketçilik ya da salakça bir güya liberalizm oyunu yüzünden fark etmeden ihanet çizgisine kaymayın."

    https://www.facebook.com/…l/posts/10152351331567111

    liberal diye bilinen bir adamın böylesine amiyane bir faşizme meyletmesine ne demek gerekir bilemiyorum. ama buraya bir not düşmeden geçemedim.
  • üzerine uzunca düşünülmeyip, tekil paylaşımlar üzerinden yola çıkınca kendisini rahatlıkla faşist, anti komünist, liboş vs. olarak tanımlama şansınızın olduğu, çok önemli bir sosyal bilimcidir. genelde marksist solcuların eleştiri oklarını üzerine çeker. çünkü bu ülkede marksist olmak, önce karşındakini gözünü kestirdiğin bir kategoriye sokmak, daha sonra da o kategori için hazırladığın eleştiri matrisini pat diye ortaya koymak demektir! halbuki yahya hoca, zihninizde bulunan herhangi bir kategoriye sığmayacak kadar derindir ve meseleleri bugünden yarına değişecek fikir teatileriyle değil, belli bir dünya görüşünün tutarlı çerçevesi içinden ele almaktadır. onun en büyük sıkıntısı, özgün bir düşünce yapısı ve enfes bir belagatla sunduğu fikirlerini kendisinden önce sunan veyahut da kendisiyle birlikte sunan bir takım fikir insanlarının olmayışı veya varsalar da, yekpare bir platformda bulunmamalarıdır. bu durum onu, en başta facebook'taki şahsi sayfasında olmak üzere, büyük bir itirazcı grubuna karşı yalnızlaştırmaktadır. o da bu durumda, belagatinin sağladığı berraklıkla zihnini açtığı takipçilerinin lütufları ile ilerlemekte ve takipçilerinin büyük ilgi ve takdirini görmektedir. benim en çok üzüldüğüm şey, 70'ini devirmiş bu "egzantirik ihtiyar"ın müthiş bir kıymet görmesi için, her zaman olduğu gibi, vefatının bekleniyor oluşudur. zira bu memlekette biz, yaşayan büyük mütefekkirlere, onlar henüz hayattayken vermemiz gereken değeri, her zaman onları kaybedince vermeye kalkışmışızdır. gerçi en azından yahya hocanın onu çok seven öğrencileri vardır. kendisine aristo'nun nick'iyle seslenen öğrencileri; "the master".

    bu arada transformation of state and society in turkey kitabı iş bankası yayınlarıyla amazon.com'da da satışa çıkmıştır. isteyenler oradan kapabilirler. bunun dışında yanlış bilmiyorsam yeni kitaplar hazırlıyor. marmaris bozburun'daki evinde mükemmel bir hayat sürüyor.

    son olarak osmanlıca ile ilgili yapılan tartışmalarda, abdulhamid ile ilgili yazdığı bir notu alıntılayayım buraya:

    "siz abdulhamid'in tırnağı bile olamazsınız.

    kör kütük cahil yobazlara söylenecek bir çift sözüm var. abdulhamid taşranın görgüsüzlüğünü fetiş haline getiren bir gerici değildir. meclis-i mebusan'ı kapatıp otoriter bir padişahlık yapmış olması onu osmanlı imparatorluğunu çağdaşlaştırmaya çalışan reform hareketlerinin karşıtı yapmaz. tam aksine abdulhamid bu reform hareketlerini eğitimde, silahlı kuvveterde ve sivil bürokraside zirveye çıkartmıştır. siz abdulhamid'in açtırdığı sultani'lerde hangi dersleri okutturduğunu sanıyorsunuz? onların her biri ciddi liselerdi ve müfredatları avrupa'daki benzerlerindekilere yaklaştırılmış müfredatlardı. abdulhamid iyi fransızca bilirdi. yazdığı fransızca piyesleri istanbul'a gelen fransız tiyatro guruplarına, yıldız sarayı kompleksinin içinde yaptırttığı "tiyatro" binasında oynattırırdı. gelen bütün avrupalı guruplar bu tiyatroda temsiller verdiler. sarayında alla franka müziğin en iyisi yapılırdı. liszt başta olmak üzere istanbul'a gelen sanatçılar sarayda konserler verirlerdi. siz abdulhamid'in tırnağı bile olamazsınız. büyük şehir varoşlarına sıkıştırılmış ve eğitimsiz bırakılmış seçmen yığınlarını kömürle ve benzeri ayni rüşvetlerle kandırıp başka kendiniz olmak üzere bir yeni zenginler sınıfı yarattınız. ama sizin ne tiyatro ile, ne müzik ile bir ilişkiniz yok. türkiye'yi geri döndürebilir misiniz? yıkabilirseniz, gücünüz buna yeterse maalesef evet. ama o enkazın size asla yararı olmayacaktır. o enkazın altında sadece çağdaşlığı arayan bizlerin mi kalacağını sanıyorsunuz. hayır. aynı akvaryumda yaşıyoruz. havamızı zehirliyorsunuz. sizin davanız adalet, eşitlik refah değil. siz osmanlı'da başlayıp cumhuriyet'te devam eden yenileşmeden intikam alma oyunu ile saltanatınızı inşa etmeye çalışıyorsunuz."
  • cahil paylamada eline ilber hocanın bile su dökemeyeceği akademisyen.
    konuyu bilir tartışırsan gerçekten enetelektüel orgazm yaşarsın. bilmiyorsan sakın ağzını açma çok üzülürsün.
  • ankarada okudugum donemde sbf de ders veren kiymetli bir hocamiz. ısmini yazdigi kitaplardan bilirdim ancak facebook da var oldugunu kesfetmemle birlikte hemen arkadaslik istegi gonderdim ve kabul etti beni kirmayip. hepsine katilmamakla birlikte cok degerli dusuncelerini paylastigi facebook platformunda nasil bir düşünceye sahip olduguna dair bazi kanaatlerim olustu elbette.

    oncelikle marksizmden hic haz etmez ve bunu bir din gibi algilar. yakin zamandaki bir paylasiminda neden boyle dusundugunu gayet mantikli bir sekilde acikladi ki ben de buna katiliyorum. ozetle marksizmin utopik bir olgu oldugu, insan yaratilisinin buna el vermedigi, esit kabul edilen tum insanlarin esit olmadigi ve tum bunlarin bir kutsalmis gibi marksizmin temel yapi taslarini olusturmasinin ve sorgulanamaz olmasinin tipki bir dine benzedigi ve dinlerde de bu sekilde bir tartisilamazlik oldugunu savunmustur ki bu goruse kesinlikle katiliyorum. yani zeka seviyesi ust duzey olan bir kisi ile cok daha az bir kisinin topluma yaptigi katkinin ayni olmadigini soylerken , bu goruse sanki bir kutsalmis gibi inanan insanlarin da dindar bir insandan farki olmadigini soylemistir.

    diger bir siklikla dile getirdigi husus, kendisinin dinsiz olmasidir. bunun nedeni de sanirim usteki yazdigim konudan dolayi gayet acik. yine bu konuda son derece hakli zira bu kadar dogmatik ve sorgulanamaz olan bir şeyi desteklemesi, kendini ona ait hissetmesi beklenemez zira kendisini her şeyi sorgulayan insan olarak tanimliyor ve ogrencilerine ve takip edenlerine surekli bunu ogutluyor.

    ancak is vatan olgusuna gelince en büyük savunucularından biri gibi olabiliyor ki bu benim aklima yatmayan dusuncesidir. kendisi aslinda bir donem, "hayvanlardan insanlara sapiens" adlı kitabı önermişti takip edenlerine. ben de eşimin de bir paleontolog olmasından dolayı kitaba ilgi duydum ve okumaya başladım. bu kitapta savunulan en önemli argümanlardan biri de sapiensin yükseliş döneminde diğer insan türlerine üstünlük kurmasının bir numaralı nedeninin insanların kendilerine sanal bir amaçlar yaratarak bunların etrafında milyonlarca insanı aynı amaç doğrultusunda güdeleyebilmesidir ki diğer türlerin en fazla 150 kişilik komunler olarak yaşadığı düşünüldüğünde bu muazzam bir üstünlüktür ve bu sayı üstünlüğü ile diğer insan türlerini yok etmiştir sapiens. bu sanal amaclardan bazıları, din olabilirken bazıları global bir şirket ( kitabın yazarı burada bir araba firmasını örnek vermiş) bazıları da bir vatandır. yani biliyoruz ki tüm bunlar aslında tamamen sanaldır. sınırlar sanal, farklılaştırılan dinler sanal, dinin kendisi sanal, şirketler sanal, vatan sanal. aynı dili konuşan ülkeler arasında bile cografi sınırlar olması gerçekten vatan olgusunun sanal bir oluşum olduğunu gösteriyor. sonuç olarak söylemeye çalıştığım, yahya hocamın tüm tabulara karşı çıkarken vatan olgusunu bu kadar içselleştirmesi bana bir çelişki olarak geliyor. hâlbuki bir bilim adamı olarak yaklaşımının tam tersi olması gerekirdi. kendisinin bir milliyetçı ve ırkçı olmadığını soyluyor ve bunu soylerken “nation” tanımının amerikada görülen “nation” ile aynı olduğunu dile getiriyor. yani esas olanın etnik, din ve ırk anlamında bir millet olmadığını, yurtdaşlık anlamında bir millet veya sınırları çizilmiş bir ülkede yaşayan yurtdaşların kurduğu bir vatan olduğunu söylüyor. bana göre amerikadaki sistem tamamen bir şirket gibidir. yani win-win üzerine kurulmuş bir düzen ve bu düzenin üyeleri olan çeşitlı dinlerden, ırklardan, milletlerden gelen ama amerikaya gelerek daha iyi bir yaşama ve dolayısıyla daha iyi bir gelir düzeyine ulaşacağını düşünen insanlardan oluşmaktadır. amerikada da bulunmuş biri olarak nacizane gözlemim, burada yaşayan insanların coğunluğu kendini gerçek bir amerikan gibi hissetmez ancak tam bu noktada halkın coğunluğu da bu şekilde hissettiği için kimse kimsenin hayatına karışmaz ve bir özgürlük ortamı doğar. işte bu özgürlük ortamı insanları cezbedendir. yani amerikan “nation” ı bizim ülkemizde veya vatanımızda uygulanması çok zor bir şeydir. bunun olması için bizim ülkemizin de bir şirket gibi çalışması lazım tıpkı dubai gibi, amerika gibi ki bu şirkette sanaldır. yani amerika adında bir şirket kurulmamıs olsa böyle bir “nation” dan da bahsetmeyecektik. demem o dur ki, laf biraz fazla uzadı, yahya hocam bir milliyetçi olmadığını savunurken verdiği amerikan ulusu örneği bir şirketten farksızdır ve türkiye’nin böyle bir şirket mantığı ile yakın bir gelecekte yönetilmesi imkansızdır zira bu topraklarda türk milletinin ırkçı yaklaşımları çok fazladır. bu işin sosyolojik yanı. bilimsel taraftan ise sınırların savaşlarla belirlendiği bir dünyada bu sınırların insanlara bir “vatan” ve en önemlisi bir “aidiyet” vermesi tamamen duygusal bir konudur ve bilim adamlarının bu duygusallıkla başa çıkması gerekir. ben yahya hocamın, diğer konuların aksine vatan konusunda bu duygusallıktan arınamadığını düşünüyorum. kendisinden beklentim, tipki dinsizim dedigi gibi vatansizim demesi idi. ancak burada pek tabiki hemen hemen her insanin yasadigi aidiyet duygusu devreye giriyor sanirim.

    kendisinde birçok konuda çok şey öğreniyorum. önerdiği kitaplardan tutun, facebook daki değerli paylaşımlarına kadar. öğrenmeye de devam edeceğim. kendisine burada saygılarımı sunuyorum.
  • facebook'taki sayfasında halil berktay'la ilgili tadından yenmez bir yazı paylaşmış, yaşayan tarih:

    "nette gezinirken çok ilgimi çeken bir yazıya rastladım. halil berktay'ın bir iç hesaplaşma yazısı.

    halil berktay, türkiye'deki komünist hareketin önemli adlarından erdoğan berktay'ın (mahlas soyadı ile erdoğan başar) oğludur. halil berktay'ın ölümünden sonra babası için yazdığı biyografi+anı yazısını severek okudum. halil berktay'ı bir ara yakından tanıdım. yollarımız kesişmişti. cambridge'de doktora çalışmamın ikamet gerektiren dönemini bitirmiş hem araştırmamı tamamlamak hem de iş bulmak için türkiye'ye dönmüştüm. daha önce anlattığım odtü'de ve hacettepe'deki girişimlerim sonuçlanmadı. sbf'de iktisat tarihi ve uluslararası iktisat ve iktisadi gelişme kürsülerinde asistanlık sınavları açılmıştı. benim doktora çalışmam bir iktisat tarihi çalışması idi. kürsünün profesörü aydın yalçın milletvekili idi. kürsü önde gelen marksistlerden doçent mehmet selik'in yönetiminde idi. selik benim cambridge'de olduğum sırada bir yıl bilgi görgü arttırmak faslından maaş transferi ile cambridge'e gelmişti. aynı yıl korkut boratav'da aynı şekilde cambridge'deydi. selik ordayken kapital'in birinci cildini türkçe'ye çevirdi. boratav ve selik'le özellikle öğle yemeklerinde bir araya gelirdik. ikisi de benim hala chp'li olmamla biraz dalga geçerlerdi. ama yakınlaşmıştık birbirimize. 1969'daki asistanlık sınavına girmek istediğimi sbf'de selik'e söyledim. hiç şansın yok, çünkü o karoya şimdi yale'de öğrenci olan halil berktay'ı alacağım. deha düzeyinde parlak biridir dedi. ben de besim üstünel'in yönettiği öteki kürsünün kadrosuna başvurdum. besim bey dürüst davrandı ve asistanlık sınavını kazandım. halil geldi. asistan oldu. basın yayın binasının en üst kadında bir ara koridora açılan birbirine nerede ise bitişik küçük odalarda çalışmaya başladık. atletik bir fiziği, baby face yüzü vardı. başka hiç kimsede görmediğim bir kendini beğenmiş ifadesi vardı. adeta "tanrı" oteritesi sahibi imiş gibi konuşurdu. buz gibi bir iticiliği vardı. ama etkiliydi. türkiye'deki sosyalistlerin oldu olacak diye bekledikleri ihtilalin muhtemel liderlerinden biri gibi görünüyordu. selik'in bolşevik aren boran kliğinden olmasına karşın halil berktay maocuydu. cin gibi zekiydi. muazzam bir okuma birikimi vardı. öteki maoculardan doğu perinçek, şahin alpay, cüneyt akalın, ömer madra gibi halil berktay da uzun bir süre mihri belli ile birlikte hareket ettiler. 9 mart solcu darbesi yapılamadı. 12 mart sağcı darbesi yapıldı. sonrasi ise bilinen tarih.

    benim halil berktay'la 1983'te iki daha oldu. 1982'de mehmet gönlübol odtü'ye rektör tayin edildi. 1980 cuntası, yök kanunu çıkarmış, üniversitelerin yeniden yapılanmasını 1982'de ihsan doğramacı'ya emanet etmişti. ihsan doğramacı dünyanın en önemli masonlarından biri idi. türkiye'de süleyman demirel, mehmet haberal'le aynı locadandılar. ben 1982 şubat'ında harvard'dan döndüm. asla üniversitede devam etmek planım yoktu. 1976-1980 arasında chp sistemi içinde mkyk'da yazılı davetle çağrılmış danışman olarak çalışmıştım. ecevit'in partiyi ve ülkeyi felakete götürdüğünü görenlerden biriydim. 1978-1980 arasında turan güneş, ali dinçer, semih eryıldız'ın desteği ile demokrasi için toplumcu düşün dergisini çıkardım. 1980'de turan bey, derginin yayın kuruluna alarak chp ile ilişki sağladığım haluk özdalga aracılığıyla bana yeniden sivil siyasete geçilecek. amerika'da oyalanmasın. gelsin. bir fikir üretme yayın yapma birimi kuralım. dükkanı sabah açıp akşam kapatacak biri lazım diye haber gönderdi. 1982'de dönme kararımda bu amil oldu. geldiğimde sbf'yi azgın bir "devrimci" hezeyan içinde gördüm. mümtaz soysal gibi devletle çok sıkı ilişkileri olan marksistler yeni kanuna rağmen üniversitelerin yönetiminde etkili olacakları havasında idiler. 1982 yazında yök yeni rektörleri atadı. yeni rektörler de kanunu uygulamaya başladılar. turan güneş mayıs 1982'de gemiyle izmir'e giderken kalp krizi geçirdi ve vefat etti. bizim düşünce, politika üretme yayıp yapma şirketi projemiz tek önemli destekçisini kaybetti. haluk özdalga, etyen mahcupyan'la birlikte istanbul'a gittik. aytekin kotil, ali topuz gibi tanıdığımız eski chp milletvekilleri ile temas ettik. aytekin kotil'in bürosunda yaptığımız bir toplantının sonucunda bizim kafamızdaki projenin karşılığının bu chp'lilerde olmadığını gördük. ve projeden vaz geçtik. ben kendimi saçma bir durumda gördüm. sbf'de bilsay kuruç, korkut boratav, ahmet taner kışlalı gibi marksistlerle ecevit döneminde chp içinde açıkça mücadele etmiştim. bana yönelik bariz bir düşmanlığı üretmiştim. ne yapabilirim derken, sosyal demokrat olarak bildiğim mehmet gönlübol odtü'ye rektör oldu. bana yeni kurulacak sosyal ve beşeri bilimler "graduate school"u, yani enstitüsü'nün müdürlüğünü teklif etti. değişiklik olur diye kabul ettim. etmez olsaydım. tsk'nın bünyasi içinden doğru bir siyasi yeniden yapılanma yönetimi çıkabileceğine dair budalaca kabulüm, hayatımdaki en büyük siyasal ve ahlaki hatadır.

    neyse, ben devam edeyim. bu sırada odtü'de 1980 öncesinde rektörlük yaparken marksistlerle mücadele etmiş tarık somer de ankara üniversitesine rektör tayin edilmişti. tarık somer mhp li idi. milliyetçiydi. çok parlak bir kimya mühendisiydi. para pula yönelmemiş, üniversite hocası ve mühendis olarak yaşayan biriydi. kemal gürüz ve karısı güniz gürüz çok sevdiği öğrencileriydi. kemal ihtirası aklından biraz önde giden çok çalışkan, fazla saf, acayip ihtiraslı biriydi. romantik denecek kadar saftı. büyüklerimiz asla hata yapmaz paradigması ile yaşıyordu. mehmet gönlübol kemal gürüz'ü fen bilimleri "graduate school"un nmüdürü olarak atadı. gönlübol ve somer arasındaki yakınlık nedeni ile tarık bey'i tanıdım. tarık bey beni ben de onu sevdim. tarık bey ankara üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü müdürü olarak atayabielceği birini önermemi istedi. ben de güneri akalın'ı önerdim. tayin etti. güneri, benim gibi sbf asistanlığı sırasında bir ara marksizmden geçmiş ama sonra okuldaki marksist propaganda tedrisatından rahatsız olmuş ve elinden geldiği kadar karşı çıkmıştı.

    halil berktay, bir ara dağa çıkmış, silahlı eyleme bulaşmış, sonra aftan gelmişti. doktora çalışmasını ankara üniversitesinde tamamlamaya çalışıyordu. tezinin konusu fuat köprülü'nün tarihçiliğinin eleştirisi idi. fuat köprülü'nün tarihçilik çalışmaları ağırlıklı olarak osmanlı devletinin kuruluş dönemi üstünde idi. belgelere dayanan fransızca yayınları fransa'da ve dünyada ilgi görmüştü. kuruluş dönemi tarihi üstünde çalışan birinin bırakın eski yazı okumayı, o dönemin dilini ve yazı bilgisini edinmiş olması gerekirdi. bu görüşümü sbf'de kahve içtiğimiz günlük adı lak lak resmi adı seha meray odasında bir konuşmada söylemiştim. halil berktay beni yazılı olarak dekanlığa ve rektörlüğe şikayet etti. ideolojik nedenlerle kendisinin doktora derecesi almasını engellemeye çalıştığımı, sözledrimin bunun kanıtı olduğunu söyledi. ben de yazılı savunmamı yaptım. ve tabi bir şey çıkmadı.

    ikinci olay basın yayın binasında halil berktay ve çağlar keyder'in konuşmacı oldukları bir panelde geçti. panel dinleyicileri silme "devrimci" anadolu yiğitleri idi. hem berktay hem keyder iman tazelemek sayılabilecek bir ortodoks marksist paradigma sunuşu yaptılar. panel sorular ve katkılar aşamasına geldiğinde söz aldım. çok sakin bir ses tonu ile dedim ki. tarihte olan biteni ve gelecekte olacak biteni açıklayan, öngören bir "teori" olduğu, bunun da marksizm olduğu iddianız külliyen yanlıştır. bu meselenin bir ontoloji ve epistemoloji, tarih felsefesi, antropoloji arka planı var. burada sizi dinyenlerin bu arka planla ilgili en ufak bir farkındalıkları yok. siz cahil köylülere her derde deva yılan yağı diye ne olduğu belirsiz bir sıvı satıyorsunuz. ayıptır. bunu söyledim ve toplantıdan çıktım. arkamdan halil berktay, eskiden böyle değildi. harvard'a gidip geldikten sonra galiba kafayı üşütmüş demiş.

    niye bu kadar uzun anılara daldım. çünkü halil berktay hakkında yoğun bir saygım ve üzüntüm var. saygım var çünkü halil berktay, mesela yumuşak huylu şahin alpay'ın aksine aklını ve vicdanını kimseye teslim etmedi. ikon kırıcılığı yaptı. o kadar güçlü bir self imajı vardı ki belki istese de herhangi bir yapının disiplinine uyamazdı. üzülüyorum. çünkü, muazzam bir zeka ve okuma birikimi entelektüel olmakla yetinmeyip hayata türkiye'nin lenin'i olmaya heveslenerek başladığı için verimli kullanılmadı.

    aşağıda halil berktay'ın babası için yazdığı ve öz eleştiri mahiyetindeki iki yazısını paylaşıyorum. sakin sakin okunursa 1960 sonrasında türkiye'de olan bitenler hakkında çok ama çok zengin bir malzeme ve önemli ipuçları bulunacağından eminim. ayrıca bir de yakın arkadaşı gün zileli'nin yazdığı halil berktay biyografisini de paylaşıyorum.

    http://serbestiyet.com/…-geri-almaya-hazirim-160272

    http://www.gunzileli.com/…l-haritasi/#ixzz3ipaw9b7q

    (http://www.duzceyerelhaber.com/…06-babam-oleli-beri)"
  • uzun süredir facebook'tan takip ettiğim kişidir.
    kendisi bilgili ama garip bir adamdır.
    şöyle ki, (argümanlarından bağımsız olarak) biraz bunak ve huysuz biri. ayrıca kibirli. ve evet onu eleştirenlere sövüyor. her neyse bunlar önemsiz.

    koyu atatürkçü, liberal demokrat da biri.
    fakat aynı zamanda, kendisini çok ilerici, solcuları çok gerici addeden bin tane yorumu olan, serbest piyasa muhafazakarı.

    bir gönderisinde marksistler için "bunlar piyasa düşmanı, piyasayı bile eleştirirler" minvalinde bir şeyler yazmış. dikkat ederseniz "serbest piyasa" adlı şeyi putlaştırmak kadar basit bir yorum. aynı dincilerin "bunlar allahı bile inkar eder" demesi kadar kıytırık bir düşünce. gönderisinin altına yazdığım "neden hocam, piyasa eleştirilemez bir allah mıdır?" yorumuma hakaret içerikli bir cevap bile yazmaması da durumun vahimliğini gösteriyor.

    kısacası son dönem liberaller gibi "en zeki en ilerici en iyi biziz" hülyalarına dalmış.

    ayrıca sabahtan akşama kadar marksistleri faşistlikle itham ediyor. düşünün ki sbf'de otoritesi olsa marksist barındırmayacak bile adam.
    halbuki sbf gibi marksist kalesi bir yerde bu şahıs koyu liberal fikirleriyle barınabilmiş.

    bence bunu bi oturup sorgulamamız gerekli. marksistler mi daha uzlaşmacı mı tüm sözde liberalliği ile kendi mi?
  • liberal kemalist değil kemalist liberaldir. ilki olsa katlanılabilir olurdu. ılımlı kemalist gibi anlardık. bu haliyle oksimoron.
  • şaka gibi adam, facebook'tan torrent linki soruyor takipçilerine. kendi kitaplarını bedava ver desen vermez, başkasının emeğini nasıl bedava alırım diye millete sorar
hesabın var mı? giriş yap