• tiyatro salonunda,
    daha önce hiç yaşamadığınız bir müzikhol deneyimi...

    görmediğimiz için bilmediğimiz, eskilerin gazino, pavyon ve müzikhol kültürünü sahneye taşırken, gelenekler ile günümüz kavramları arasında gel gitler yaşayan ve yaşatan,
    dibine kadar damardan ve bir o kadar özenle hazırlanmış müzikleri ile
    izleyiciyi bambaşka bir serüvene sürükleyen tiyatro oyunu.

    bu oyunla ilgili ne yazılsa spoiler içeremez.
    çünkü eminim sahnede olan bitenin herkese yaşatacağı hissiyat birbirinden epey farklı olacaktır.
    hatta sanırım ikinci üçüncü izleyişte bile farklı bir kafa yaratacak bu oyun üzerinizde..

    tavsiyem oyuna giderken mutlaka kağıt kalem alın yanınıza,
    daha önce duymadığınız bir külliyata ait olabilecek, inanılmaz güzel cümleler duyabilirsiniz.
    çoğunda şaşkınlıkla birlikte atılan kahkaha,
    hüzünle gelen bir gülümseme gibi karmaşık duygular da yaşayacaksınız.

    zaten oyunu izlerken tam olarak daha önce hissetmemiş olduğunuz tuhaf duygu kombinasyonlarını deneyimleyeceksiniz. bunun sebeplerini de entry'nin sonlarına doğru irdelemeye çalışacağım.

    nilüfer tiyatro festivali kapsamında bursa uğur mumcu sahnesinde izleme şansı yakaladım bu oyunu.

    --- spoiler ---

    oyunun en başında farklı farklı kostümler, göz-burun hattını karartan koyu bir makyaj ve herkeste ciddi bir yüz ifadesi ile topluca söylenen şarkı ve dans... oyuncuların suratlarında ciddiden belki biraz yumuşak ama neşesiz olduğu kesin bir ifade.

    ne yalan söyleyeyim hemen oyunun başında, konuyu üç aşağı beş yıkarı kestirmeye çalışmıştım:

    burada ayakta durmaya çalışan bir müzikhol, ekmek parası için istemeden de olsa çalışmak zorunda olan şarkıcılar, dansçılar ve zoraki komikler, onları kötü yola düşmekten kurtarmanın verdiği güç ile çalışanlarını köleleştirmiş bir patron (ve ürkütücü, mafyatik bir kod adı olan dişsiz nene) gibi unsurları barındıran,
    burada yaşanan hayatın dramını anlatan bir oyun izleyeceğimi düşünmeye başlamıştım oyunun ilk dakikalarında.

    seyirci ile yapılan interaktif etkileşim, üstüste gelen sağlam şarkılar, sırayla sahne alan yetenekler...
    oyunun seyrini ve grafiğini bambaşka yönlere taşımayı başarıyor zaman ilerledikçe. (ama hüzün hep kalıyor)

    kıvanç duyar; izleyiciyi biraz gamlı, kasvetli bir atmosferde karşılayan bir sunucu olduğu için insan ona karşı biraz temkinli yaklaşmak zorunda hissediyor kendini. söylediği şarkılardaki performansı biraz gölegede kalıyor ama onun konumundaki bir karakter için kaçınılmaz bir durum bu...

    hasbel kader; kendini aşırı önemseyen, sahne de benim, şarkı da, istediğim zaman girerim diyen, dinleyiciyi oyum oyum oynatan, esasen üvertürlükten kurtulamamış yorucu bir assolist.. "bok altından olsaydı, fakirler götsüz doğardı" repliği ile gönlümüzde ayrı bir yere sahip oluyor konuştukça.
    özellikle ikinci bölümdeki soru-cevap performansı ile göz dolduruyor.

    yeter artık; hande yener esintileri taşıyan atarlı giderli bir şarkıcı. kurduğu çok sağlam cümleler, şarkıları ve çaldığı kemençe bile diğer yeteneklerin gölgesinde kalıp bir miktar gümbürtüye gidiyor bence. "seviyorsan git ko'lunu ısır, saat yap, bu saatten sonra benimsin de" nasıl bir cümledir yahu...

    keyfe keder; anlaşılan o ki fahişeden bozma bir yaşam ve astral yolculuk koçu. karakter başta kendini yadırgatsa da bir süre sonra oyunun yegane neşe ve enerji kaynağına dönüşüyor. "orospunun yaptığı kahve köpük tutmazmış" , "götüyle inatlaşan donuna sıçar" cümleleri şimdi unuttuğum bir çok repliği gibi çok iyiydi.

    tutku su sır; temelde oryantal kadrosundan müzikhole dahil olmuş bu karakter yaptığı süpersonik dans ile izleyiciye oyuncu mu yoksa dansçı mı sorunsalını yaşatıyor. hatta öyle figürler sergiliyor ki, bir an belini kıracak, kolunu salonun öbür köşesine fırlatıverecek diye endişe duyuyorsunuz. sesi ise apayrı bir cevher bence. özellikle sunucu kıvanç duyar ile yaptığı düette göz dolduruyor. ikinci bölümde deneysel uçma yöntemi ise ayrıca irdelenmeye değer bir deneyimdi.

    can hıraş; oyun öyle miydi, böyle miydi derken sahneye bu yakışıklı adam çıkıyor.. açılıştaki toplu dans sırasında biraz kırık bir karakter mi olacak acaba dediğiniz bu abi, gösteriyi alıp bambaşka bir performans şölenine dönüştürüveriyor.
    kesik çayır'da insanüstü figürlerle dans edip şarkının sözlerini asla kaçırmadan, en ufak nefes kesintisine uğramadan, oyundan düşmeden seyirciyi koltuklara çivilemeyi başarıyor.
    sürekli oldu mu? oldu mu? demesi, az önce tüm bunları yapabilen adamın naifliğini gösterip değerini bir kaç kat daha artırıyor. "bu da mı gol diil" diyen ofsayt osman tadında bir naiflik bu.
    oldu oldu diyip tası tarağı satıp bir yapım şirketi kurası, elinden tutası geliyor insanın.
    neyse ki böyle bir oyuncunun geleceği çok parlak, yaşam disiplinini bozmazsa çok iyi yerlere tırmanacağı kesin murat kapu'nun. (oyun arasında bu oyundan bir oyuncunun afife jale'de yardımcı erkek oyuncu ödülüne aday olduğunu duyunca kesin bu adamdır dedim, doğruymuş.)

    bakiye yetersiz; sunucu tarafından komik olarak takdim edilen garip bir kadın.
    saçların bir tutamı yandan toplanmış, yüzde şaşkınlıkla karışık tepkisiz bir ifade donmuş kalmış, esasen komiklikle uzaktan yakından ilgisi olmadığını düşündüğünüz dümdüz bir tip..
    bu kadını ilk gördüğümde, birazdan hayatım boyunca izleyeceğim en ilginç, en tuhaf ve en samimi komedyeni keşfetmekte olduğum aklımın ucundan geçmezdi.
    seyirci gözünde ilk önce, bu tiple güldürmeye çalışacak olmasının getirdiği, bir acıma hissi, biraz sonra kabullenilme, anlaşılma, onaylanma ve artık tam anlamıyla benimsenme süreçlerinden geçen karakter, ağzına kadar hüzünle dopdolu bir komikliği gazete kağıdına sarılı bir hediye paketi samimiyetinde sunuyor izleyiciye.
    oyunu alıp çekip sürükleyip zirveye oturttuğu dakikalar bunlar..
    nasıl bir motivasyon ve birikimle böyle bir karakterin yaratılabildiğine hayret ediyorsunuz.
    (bir diğer afife jale ödülü adayı oyuncu gülhan kadim, hayatta hiçbir şey tesadüf değildir)

    hakkı yendi; oyunun en başında en karikatürize tip. devam eden süreçte belki de gerçekten hakkının yenmesine bağlı olarak karakterini çok derinleştirememiş fakat gırtlağını çok zorlasa da gerçekte sesi, müziği ve aksak yürümesi ile alkışı hakeden bir iş çıkarmış.

    hilkat garibi; sanırım hepsinin içinde kendini en fazla pazarlayamayan karakter olmuş bu oyunda.
    insanların değer yargılarına ciddi eleştiriler gönderen, bin şeklini hatırlatıp ölümü tebliğ ederken kullandığı şiirsel anlatımı, çok sesli yapılan o müthiş müzik ve son nefesi betimleyen nidaları ile, derinliği belki en fazla olan karakter aslında. fakat bu derinliğe yavaş yavaş, sığlıktan inmediği bodoslama daldığı için anlaşılması biraz zorlaşmış. ve şimdi geriye dönüp bakınca onun bölümünü keşke bir daha izleme şansım olsaydı dediğim bir karakter hilkat..

    sevgi seli; bütün oyun boyunca vücut diliyle gerçekten sanatçı kadrosundan olmadığı izlenimini veren, esasen patronun kızı ve dişsiz nene'nin torunu olduğu için orda olan bir tip. oyun sonunda gerçek konuşma tarzının epey farklı olduğunu duymasaydım, belki yorum yapma gereği bile duymayacaktım.
    fakat düz sıradan bir genç kızı, ona özgü bir konuşma şekli geliştirerek yaratmayı başarmış oyuncu.

    --- spoiler ---

    oyundaki en ilginç kısım,
    oyuncularının kendi karakterlerine ait metinleri kendilerinin yazmış olması.
    yani her oyuncu bir karakter yaratmış ve o karakter ile resmen yönetmenin seçmelerine katılmış, müzikholün kadrosuna girmeye çalışmış, zaman içinde yapılan doğaçlamalar ile replikler zenginleştirilmiş ve yiğit sertdemir'in bütüncül dokunuşu ile son halini almış oyun metni.

    bu durum bile başlı başına oyunu övmeye yeterli.
    ama ben, yazının burasına oyunu övmeye değil yermeye geldim...

    oyun sonunda, oyuncularla söyleşi yapma şansı bulmasaydık,
    dişsiz nene, patron, patronun kızı ve hüzünlü final hakkındaki sis perdesini ne yazık ki aralama şansı bulamayacaktım.

    bu başlık altında da yazıldığı gibi oyunun bir diğer karakteri olması planlanan dişsiz nene büyük oyuncu tomris incer tarafından yaratılacak ve canlandırılacak bir karaktermiş. büyük usta maalesef hastalığına yenilip de oyunu izleme şansı bile bulamayınca, finali onun ağzından yazılan, manevi vasiyetini yansıtan bir mektup ile yapmaya karar verilmiş.

    oyunun en başından bende yarattığı,
    "bir müzkholde zorla çalıştırılan insanların dramı"nın yansıtılacağını düşündürecek kadar belirgin hüzün ve matem havasının sebebi de farketmeden içinde bulundukları bu ruh haliymiş...

    ben tüm bu bileşenler ve yalınayak olma nedenselliğinin vurgulandığı böyle bir oyunun finalinde,
    aslında mesela bir yangında tamamen yok olan bir müzikholde, sahnede ölmüş olan sanatçıların hikayesinin anlatılmış olabileceğini bile düşünmüştüm. yalınayak olmalarını da ölü olmalarına bağlamıştım kendi kafamda.

    2,5 saat boyunca bende füzyon mutfağından enteresan lezzetler yiyorcasına değişik ve karmaşık duygular yaşatmayı başarmış bu güzel oyundan en azından daha vurucu bir final beklediğimi ifade etmeliyim.

    bence yönetmen yiğit sertdemir kendi bakış açısından sıyrılarak tomris incer'e bir sevgi duruşu olan finali yine ona bir sevgi duruşu olarak yeniden yazmalı. ama tüm yaşadıklarını ve hissettiklerini, mevzuyu bilmeyen alelade bir izleyicinin anlamasını da sağlayacak şekilde.

    bitirirken müzikler için emeği geçen herkese ayrıca teşekkürlerimi iletip
    gözlerinizden öpüyorum.
  • (bkz: kumbaracı50) nin yeni projesi yalınayak müzikhol´ünü dün akşam izledik. oyun metni akıcı, eğlenceli , bol göndermeli bir de elbette filifu..
    müzikhol ekibi neden yalınayak kendileri tek tek anlatıyor bize oyun boyunca ; hüzünlerini(mizi ) , sevince ( sevincimize) dönüştürmek istedikleri bir geceye misafir oluyoruz. onlar bir adada yaşadığımızı düşünüyorlar , pek de haksız sayılmazlar. bu kadar derde tasaya ne gerek var bir toooo ver geçer diyorlar ama arada da insan olun demekten vazgeçmiyorlar. insan olun yanı başınızda yıkılan yaşamları farkedin , birbirinize sarılın , sevin birbirinizi. ama sanmayın ki yaptığınız kötülükler yine bir toooo ile geçer, hesap verirsiniz unutmayın. ama bazen de unutun “dönerse senindir dönmezse kebap söyleriz”. ekibin baştacı, gizli patronu dişsiz neneleri bu aralar buralarda yok. bu nedenle kah kah gülerken kendinizi bir anda bir duygusallığın içinde buluyorsunuz.
    bu oyun sevgili tomris incer´e bir saygı duruşu , onu sonsuz kılan bir oyun, sanki bir teşekkür. zira oyuncularda hakkını veriyorlar. aslı can kortan ´ı izlemeyi ne çok severmişim bir kere daha anladım bu oyunla. sizde fırsat bulup izlerseniz herbirini ayrı ayrı seveceksiniz .. hasbel kader, yeter artık, keyfe keder, tutku su sır, can hıraş, bakiye yetersiz, hakkı yendi, hilkat garibi, sevgi seli ve kıvanç bir de benim gibi uzun zamandır dinlemediğiniz şarkıları tekrar hatırlayıverip bir hoş seda ile busenizi alıp çıkacaksınız oyundan.
    oyunun tanıtım metni şöyle ; "kumbaracı50’yi bir “müzikhol” ile paylaşıyoruz. bir süredir boğuştuğumuz ekonomik zorluklar nedeniyle, batıyor mu, batmıyor mu, krizdeler mi, çıktılar mı, kapandı kapanacak derken kapımızı çalan, yersiz kalmış bir müzikhol ekibiyle kumbaracı50’yi paylaşma konusunda anlaştık. “yalınayak müzikhol”ün patronu; kentsel dönüşüm nedeniyle yerlerinden edildiklerini, işgal edecek bir bina ararlarken, sanat camiasındaki sohbetler sırasında tiyatroların ne kadar da zor durumda olduğunu duyduğunu belirtti. ilk olarak kumbaracı50’nin kapısını çalan müzikholün patronuyla sezon boyunca birlikte çalışma kararı aldık. 10 kişilik “yalınayak müzikhol” ekibi; sunucu, dansçı, çalgıcı ve şarkıcılardan oluşuyor. programları içerisinde; küçük gösterilerin, birbirinden güzel ve damardan şarkıların, nefis dansların ve eşsiz sanatçıların bulunduğunu belirten müzikholün patronu; “yılmadık, yıkılmadık, direniyoruz!” dedi.” takvim için
    dipnot : kumbaracı50 ´yi bilen bilir “insanı insana kolonla anlatan tiyatro” dur. işte bu oyunda ilk defa pek bir sevimli geliyor gözünüze bu kolonlar .
  • öff şarkı türkü mü var, kumbaracı50 dediler tamam dedim, bilet alın. önce adını sorsaydım keşke. neyse önyargım bu kadar, seyrettikten sonra edit'lerim.
    edit: ben şarkılı oyuna gitmeyeyim, sevmiyorum. seveni için güzel olmuş. ben konuyu muziksiz işlemesini tercih ederdim.
  • yine altıdansonra, bundan böyle hep altıdansonra

    sanat benim içindir diyen herkes için neleri var neleri yok takip etmeli bu acayiplerin.

    yalınayak müzikhol, yalınayak abidik gubudik kılıklar içinde sıra sıra, bazen el ele, bazen korumalarıyla, bazen esrarlarıyla iki kolon arası podyumda boy gösteriyor. ucuz bir komedi sanıyorsun olanları. bu da neyin nesi derken bir gördüm ki kahkahalara boğulmuşum histerikliler gibi ve hayranlıktan büyümüş gözlerim, ve bütün duyularım uyarılmış karanlık çöktüğünde.

    bu acayipler, hem ben gibi, tanıdığım herkes gibi sıradanlar, kendi aralarında eğleniyorlar havasındalar, hem de kimsenin bilmediği bir dünyayı paylaştıklarını her sahnede mutlaka kalın harflerle kazıyorlar yüreğime. yüreğime, çünkü sahiden ne akla ne göze doğrudan kalbe yürüyen bir platformdan gözlerimin içine bakıyor sanki hepsi.

    nasıl anlatmalı, düşün bir dansöz var, abidik gubidik, ay hiç sevmem öyle varoşlar gibi, o kadar da uzun boylu değilmiş işte bak, türkiye de sanat zaten ölmüş abi, sahneye çıkıyor beni izle derken bir anda tüylerim diken diken, ağlıyorum duygu yoğunluğundan. e hani gülecektik, abartılı bacak atışlarına. siz delirmişsiniz. aşık oldum yeniden.

    sonra bir kadın çıkıyor. öyle bakıyor sahnede,gözleri pötlek, ağzı buruk, tipik bir komedi şimdi gör bak yine hayal kırıklığı diye eğliyorum gönlümü. önyargıyı pek severim. halka inmek için ille de sulanmalı mı yani gösteri. hiç sevmem, daha önce de dediğim gibi. kıvırıp burnumu beklerken, titredim gülmekten, titredim. titrerken, öyle hikaye mi olurmuş, kimin aklına nasıl gelmiş, diplerim sızladı kadın hayatını anlatınca. çıldırmışsınız siz.

    gidin, gidin. düşünmeden hemen.
  • ilk yarıda çıkmıştık, izlediğim en berbat oyun olarak aklımda yer edecek...
  • 2 kez izleme fırsatı bulduğum için böyle bir eleştiriyi hakettiğimi düşünüyorum. ilk izlememde (2 yıl önce izmir'de) ilk yarım saat çok sıkılmışken birden bambaşka ve birçok farklı moda geçmesi bir tiyatro oyununda daha önce hiç tatmadığım binbir çeşit duyguyu çok yoğun yaşattı. doyamadığım için tekrar izmir' de gitme şansım oldu. öncekinde çıtayı çok yüksek tutmuşsunuz, değişiklikler olmuş, aynı hazzı alamadım. bütün oyuncuları kutlarken tutku su sır tiplemesiyle sinem öcalır ve yeni katılan buda geçer tiplemesiyle ayşegül urazı ayrıca tebrik ediyorum. ısrarla takip ediniz... tomris incersiz olmaz, tomris incero kadar güzelsin ki...
  • en sevdiğim alternatif tiyatrolardan biri olan kumbaracı50 nin yeni projesi yalınayak müzikhol 1 ekim'de izleyicilerle buluşacak.diğer oyun tarihleri ise , 2-3-5-16-17 ve 19 ekim.

    ayrıntılı bilgi için ; http://kumbaraci50.com/yalinayak-muzikhol/
  • kumbaraci50nin cogu isini zaten seviyorum, bunu bi ayri sevdim ama. ızledigim en iyi oyun diyememe nedenim tomris incer'e olan buyuk saygim ve hayranligimdan. ama uzun zamandir izledigim en iyi oyundu
    ilk basta, sahnede komikli sakali seyler yapicaklar muhtemelen televizyonda gordugumuz o showlardan hallice derken, kendimi bazi yerlerde gozlerim dolu buldum. cok güldük, cok güzel vakit gecirdik ve duygulu anlar yasadik. herkesin kendince yalinayak olmasina bir neden bulusu, patronla nenenin veda mektubunun okundugu sahne galiba icimi en burkan yerdi. onun disinda her hallerine, her espirilerine cok guldum.

    tomris incer'e bi guzelleme, veda olsun diye yapildigini bilmiyodum, burda ogrenmis oldum. o zaman bi kere daha. cok yasayin siz cocuklar!
  • "bir ateşe attın beni"
    gerçekten mükemmeldi
  • uzun zamandır izlediğim en hüzünlü oyundu, kahkahadan tıksıran da vardı, moda göre değişiyorsa demek...
hesabın var mı? giriş yap