• eski hevesim geçti ama hobi olarak yine yapıyorum.

    en son bişeyi yargılarken mahkeme patladıydı ondan beri mutfak tezgahının üstünde veriyorum kararları. tumatis doğrarken, soğanları sumakla ovalarken, hamsi çevirme gerginliğinde. kararlar hep aynı ama. dağıtmadan çevrilen hamsilerin özgüveniyle, bi fırt sigara çekip üflemeden sağ eli sağdan sola iki kere sallayıp oy birliğiyle siktirediyorum. en hızlı adliyeyim.

    pireler, biz asla deve olmadık diye dava açıyorlar. biz hep deveydik. izafiyetten develiğin iadesini istiyoruz. sokayım paradoksunuza, haklısınız diyorum. emsal takdir ediyorum ayni zamanda. varsa takdir ediyorum tabi emsali.

    adalet mülkün temeli değil, "olmayınca olmuyor amk." yazıyor kürsümde. duvarda da elek var çivisi oyniye.
  • levent ülgen'in 'ya öyle değilse' başlıklı bir tedx konuşması var, sanıyorum hayatımın tam da ihtiyacım olan anında karşıma çıktığı için aslında oldukça basit bir bakış açısını bana hatırlatan, bu nedenle bende çokça yer etmiş bir konuşma kendisi. konuşma özetle, olayları algılayış biçimlerimizin (çoğu zaman elimizdeki veri yetersizliği nedeniyle) çok farklı algılanabileceğinden bahseder. bu nedenle durumları ve kişileri yargılarken daha sakin, daha sabırlı olmak gerektiğini; farklı ya da aksi durumlara her zaman bir kapı aralık bırakmak gerektiğini, tabiri caizse daha esnek olmak gerektiğini anlatır. şansa bakın ki hayatta bunu öğrenmem gereken bir dönemdeyim.

    yargılamak müthiş kolay, müthiş ama! benim okula girdiğim dönemde yüksek lisansa başlayan herkes çalışıyordu, oran %100 bak düşün. benden sonra girenleri bilemiyorum ama bizim üst dönemden benim tanıdığım herkes de çalışıyordu mesela. yani bir noktada mecbursun, okumak için çalışmak zorundasın, bu kadar basit bir denklem. haliyle her ne kadar sosyal yaşantından, uykundan, fiziksel ve ruhsal sağlığından kıssan da bir noktada yetmiyor. yetemiyor yani. danışman hocamın şahane bir lafı var, 'siz hem full time bir master yapıp hem de full time çalışarak yaşamaya çalışıyorsunuz, bu iki insanın işini bir insana sıkıştırmak demek' demişti. burada dünyayı kurtarmıyoruz yanlış anlaşılmasın, fakat 'normal'in sınırları dışında bir iş yapıyoruz. hele ki okul zorluğumuzun normalin dışında ve iş stresimizin normalin dışında olduğu düşünülürse. neyse. haliyle öğrenci olarak potansiyelimizin %100'ünü gösteremiyoruz. daha fazla zaman ayrılsa daha iyi olabilecek makaleler, heveslenip de zaman yok diye dahil olunamayan projeler, hatta uzayan tezler. ve biz sınırlarımızı zorladığımız halde bu kadarını yapabiliyoruz, bu nedenle bu durumla barışığız.

    fakat bir hocamız var. herhangi birimizi her gördüğünde, altını çiziyorum, her gördüğünde, çalışmamızdan tut da 'öğrenciliğimize' kadar bıyık altından etmediği laf kalmıyor. öyle bir cümle kuruyor ki, yani tek bir cümle mesela, fakat sen onun o an sana iğneler batırdığını anlıyorsun. eskiden utanır, kafama takardım. elbette artık takmıyorum. zira utanması gereken ben değilim, benim elimden gelen bu. devlet bana burs verseydi, sen bir hoca olarak bize asistanlık verseydin, ya da okul bize burs verseydi zaten biz çalışmıyor olacaktık. belki daha dandik bir okulda aynı stres seviyesinde bir işte olsaydık yine altından kalkabilirdik, belki daha düşük bir stres seviyesindeki bir işte çalışıyor olsaydık yine altından kalkabilirdik, belki hem dandik bir okul hem de düşük stres seviyeli bir işte olsa göbek ata ata master yapıyor dahi olabilirdik. fakat durum bu. duruma empati yapamıyorsan, yargılama hakkına sahip değilsin. sen de hem zor bir okulda okumuş hem de zor bir işte çalışmış olabilirsin. fakat bu yine yeterli değil. zira senin hayatını kolaylaştıran başka etmenler olabilir ve o etmenler bizde olmayabilir. bir sağlık sorunun yoktur, bir ailevi sorunun yoktur, bir bilmem ne problemin yoktur. bizde vardır? bilemezsin ki bunu? laf sokmak neden yani?

    '26 yaşındaki bir insanın ne gibi bir derdi olabilir ki' demişti biri bana birkaç ay önce. histerik bir kahkaha atmakla yetiniyorum şu an tabi ama işte o cümleyi duyduğun an anlıyorsun ki insanların empati yapma yetileri yok, default yok yani. sende de yok, bende de yok. yok derken, sınırlı. tabi bu sınırlar kişiden kişiye değişiyor ancak %100 bir empati komple yok yani. hal böyleyken ve biz her insanın geçmişini, hayatındaki ufak detayları, zartını zurtunu bilemezken; yapabileceğimiz tek şey o an söylediklerine, o an hissettiklerine güvenmek. ha tabi art niyetli olup işten kaytaranlardan bahsetmiyorum, o 'güven' kısmı da artık sizin samimiyetinize kalmış.

    bir insanın hayatındaki her detayı bilmemize imkan yok. zaten birinin bu her detayı anlatmasına da imkan yok, düşünsene daha çocukken yaşadığı travmaları hatırlamayıp bilmem kaçıncı psikolog seansında 'yara' aldığının farkına varanlar filan var, hoş o bambaşka bir konu pek tabi.

    neyse işte, bunları tecrübe ede ede insanlara olan toleransın artıyor. bazı tabu konuları hariç tutuyorum, temel insan hakları mesela bir tabudur, bunun sınırları dışına çıkan kişiyi yargılamamaktan filan bahsetmiyorm. insan ilişkilerinden bahsediyorum. kendi kafamızdaki ideal kavramından ve idealin dışına çıkan kişileri benimsememekten bahsediyorum. 'ya öyle değilse'lerden bahsediyorum keza.

    benim bir senemi aldı, tam da başarmış sayılmam hoş. okuyup da ders alabilenlere burada minik bir not olarak dursun. ciao!
  • bir insanı yargılamak... kendimde zerre kadar bile bulunmasını istemediğim belki de tek özellik. ara ara bilmişliğim tutsa da o zaman hep mevlana'nın yargı üzerine söylediği şu sözleri aklıma geliyor;

    "benim hayatımı yargılamadan önce, benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan, dağ ve ovalardan geç.

    hüznü, acıyı ve neşeyi tat.

    benim geçtiğim senelerden geç, benim takıldığım taşlara takıl.

    yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git, benim gittiğim gibi.

    ancak ondan sonra, beni yargılayabilirsin.."
  • yediğin boklar arttıkça, azalır.
  • insan doğasına acayip uygun bir hareket, belki kendini koruma içgüdüsünün bir tür yansıması, belki de bir tür kişisel tatmin. hangisidir? nedir? tam bilemiyorum. zaten her neyse fazlasıyla gereksiz.

    iki kişinin de diğerini yadırgamadığı ve yargılamadığı bir diyalogun ne kadar keyifli olabileceğini gördükten sonra bunu bir kez daha lanetliyorum.
  • "dedim ki onlara ben de, boşuna yargılıyorsunuz beni
    öyle ya, çünkü siz olmasanız da, ya da sussanız
    ben var ya, kendimi yargılarım, öyle değil mi?"

    [edip cansever / cadı ağacı]
  • "benim hayatımı yargılamadan önce
    benim ayakkabılarımı giy
    ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan,
    dağ ve ovalardan geç.
    hüznü, acıyı ve neşeyi tat.
    benim geçtiğim senelerden geç,
    benim takıldığım taşlara takıl.
    yeniden ayağa kalk.
    ve aynı yolu tekrar git, benim gittiğim gibi.
    ancak ondan sonra, beni yargılayabilirsin.

    geçer dediklerimi geçirdim,
    biter dediklerimi bitirdim.
    nefret ettiklerimi sildim, silkindim yeter dedim.
    geride bıraktıklarım hesap sormaya kalkmasın o yüzden bana.
    farkında olduğum için varoldunuz,
    vazgeçtiğim için bugün yoksunuz." mevlana
  • çok kolay. burca göre insan genellemek kadar kolay hatta. bu yüzden insan kaybetmek, yeni insanların gelişini engellemek de kolaylaşıyor.

    önyargıları yüksek biriyim. biriydim hatta, şu an törpülemeye çalışıyorum bu huyumu. söz konusu arkadaşlarımla ilgili bir konu olduğunda onlar sapır sapır insan yargılarken -nasıl bir güçse- onların dediğinin tam aksini söyleyesim geliyor. yani biri sizi aramıyorsa onbin tane sebebi vardır. illa hayatında biri yoktur vs.

    valla kendime bi lokma hayrım yok. olsa zaten böyle ruh hastası olmam. şifa olsun dediklerim :p
  • hiçbir insanı yargılamaya hakkımız yoktur. en geniş ölçekte evrensel düzen, kim neyi hak ediyorsa ona hak ettiğini zaten verecektir. bu evrensel adaletin işleyiş tarzını bizim cüzi aklımız almayabilir ve dolayısıyla herkesin yaptığı yanına kâr kalıyor zannına kapılabiliriz. ancak bu doğru değildir. böylesi bir zan bizim basiretimizin kapalı olduğunu gösterir sadece.

    devlet ve onun kanunları da evrensel düzenin yeryüzüne düşmüş bir gölgesi ve bir yansıması olarak adaleti tesis etme sürecinde müdahildir. ancak burada kritik nokta, kanunların evrensel düzenle uyum içinde olma zorunluluğudur. kanun yapıcılar basiret sahibi olmalıdır velhasılı kelam. aksi takdirde adaletten söz edilemez.
  • milletçe pek bi severiz. sonucunda elalem ne deri doğurur.
hesabın var mı? giriş yap