• ilk eserini (daha doğrusu eserlerini) 1929'da 33 yaşındayken besteleyen, 1930'lardan itibaren kendi bestelerinin neredeyse hepsini plağa da çalıp okuyan nadîde bestekâr.

    hayatının ilginç ayrıntılarından biri şöyle; 1920'deki işgâl dönemlerinde antalya'da yabancı bir vapur şirketindeki memuriyetinde istihbarat teşkilatı için çalışarak milli mücadeleye katkıda bulunmuş.
    ayrıca istanbul radyosunda da sanatçı öğretmen olarak görev yapmış. bir dönem izmit'te görev yaparken, o yıllarda orada yaşayan fehmi tokay ve zeki arif ataergin ile tanışmış ve onların mûsikî anlayışlarından da faydalanmış. hayatının sonuna kadar kendisine teklif edilen yüksek ücretlere rağmen "piyasada" çalışmayı reddetmiş. oldukça yalın bir üslup konusunda titiz olan bestekâr güftelerinin çoğunu da kendi yazmış. "istanbul aşığı olmak nedir?" sorusunun cevaplarından biridir aynı zamanda yesari asım arsoy.

    güftesi şeyh galib'e ait fariğ olmam meşreb-i rindaneden eserini nasıl klasik bir üslup ile bestelediyse adalardan bir yar gelir bizlere eserini de bir o kadar 20. yüzyıl türk mûsikîsi anlayışı çerçevesinde bestelemiş engin bir zevke sahip bestekâr.
    fâriğ olmam meşreb-i rindâneden sahibinin sesinden
    adalardan bir yar gelir bizlere hafız burhan'ın sesinden

    bestekârın 1929'daki ilk besteleri muhteşem bir üçlü ve bu çok güçlü üçlü şöyle;
    1) kürdî'li hicazkâr şarkı - kedersiz hiç coşar ağlar taşar mı kalb-i nâşâdım alaeddin yavaşca hocanın kadife sesinden.
    2) sabâ şarkı - zavallı kalbimi dinle sana figan eylesin bak alaeddin yavaşca tabii ki
    3) nevâ şarkı - geçer her gün bir şirin kız buradan hafız burhan

    not: üçüncü şarkı ile ilgili ortalık karışmış biraz, trt nota arşivinde uşşak makamı olarak geçse de bestekârın kendi el yazmalarında nevâ makamı olarak bestelendiğini biliyoruz, müzisyen yazarlar da dinleyince tipik olmasa da nevâ makamı olduğunu duyacaklardır.

    son olarak trt istanbul radyosundaki bir röportajını da şöyle bırakayım, çok kıymetli;
    bir bestecimiz var isimli röportaj.
  • 2004, aralık ayı. kanlıca'da bir antikacıdayım. bir kakmacının yaptığı ahşap kakmaya bakıyorum. o esnada, 33'lük bir plaktan bir şarkı çalıyor... şarkıyı o kadar seviyorum ki, antikacı ağabey benim için cd'ye kaydedeceğini söylüyor. sağ olsun, kaydediyor da...

    o şarkı, yesari asım arsoy'un bizzat okuduğu aşkım yeniköy sahil-i deryasını sardı adlı eseri idi. merhum beyefendiyle ilk hakiki temasım böyle oldu. kanlıca'dan yeniköy'ü dinlerken... bilahare, hacıannem terennüm ediyor. hacıannemin sesi çok güzel. nitekim gençliğinde erenköyü'nde otururlarken yesari asım bey onu dinlemiş ve talebesi olmasını istemiş. fakat koşullar gereği bu arzu gerçekleşmemiş. hacıannemi her dinlediğimizde tabiatıyla beyefendi aklımıza geliyor.

    dedesi nakşibendi şeyhi olan yesari asım, tasavvuf ehli, allah dostu bir zat. allah dostlarının eserleri, görünüşte dünyevi kavramlardan bahsederken, arka planda hep o kavramların neşet ettiği asıl âlemi anlatırlar. fariğ olmam meşreb-i rindaneden şarkısındaki meyhane, bizim bildiğimiz meyhane değildir. yahut ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır şarkısının yazılmasına sebep zahirde bir hanımefendiye duyulan aşktır, amma gerçekte o sözü yazdıran da o besteyi yaptıran da allah ve peygamber aşkıdır. ciğer kebabı kokusunun esbab-ı mucibesi budur, zira ciğeri kebap edebilecek tek aşk, muhammedî aşktır.

    yesari asım, karacaahmet'te medfun. hayattayken sık sık dile getirdiği ve mezar taşına yazılan ziya paşa'nın beyti, hayat görüşünü özetler niteliktedir:

    "ihtilâfâtıyla uğraşmakda dehrin zevk yok
    zevk anın mirsad-ı ibretden temâşâsındadır"

    bu tür zatları ve eserlerini düşünürken, neyzen tevfik'in, kendi mezar taşında da yazılı olan şu şiirini hatırda tutmakta fayda vardır:

    "sen surete bakmakla hüküm verme sakın
    gel sireti gör hakk'ı temaşa ediyor
    hep neyzen'i sarhoş görüyorsan ne çıkar
    meyhanede bak kâbe'yi inşa ediyor"
  • radyodaki görevinden erken ayrılmıştır. gerekçesini soranlara, udi nevres bey'den bir anekdotla yanıt verirmiş.

    (bkz: #77976749)
  • geçenlerde yolum, karaca ahmet mezarlığına düştü. bir yakınımın ebedi istirahatgahında rahat uyuyup, uyumadığını merak amaçlı.
    dönerken bir mezar taşı çarptı gözüme, biraz bakımsız, otların bir hayli uzayıp gittiği bir mezar.
    adını görür görmez tanıdım. (bkz: biz heybelide her gece mehtaba çıkardık) eserinin bestekarı asım beyefendiydi kabrin sahibi..

    sonra kutsal bilgi kaynağına(!) bakayım, neler yazılmış dedim. tabi ki yetersiz ve ilgi görmeyen bir başlığın müsebbipi olmuş. bence bu ilgisizliğin sebebi trap müzik yapmaması. bir ben fero değil sonuçta değil mi?
    250'ye yakın bestesi olan bu üstat ve kulakların her dinleyişte pasını alan nihavend, sultanı yegah ve nice tarzda eserler ne yazık ki bilinmiyor.

    çerkez ethemin çetesinden, mit adına casusluk yapmasına, katiplik, muhasebecilik derken dolu dolu geçen 92 yıl.
    o ömüre bir de güzel mi güzel bir aşk sığdırmış. şu kavuşamazsan aşk olur denilen cinsten hemde.
    yahudi bir kız ile müslüman bir adamın imkansız aşkı diye özet geçsek, yeterli gelir. (sonra kavuşmuş olsa da, o an elde edememenin ızdırabını bestelerinde görmek mümkün)

    6 gün sonra ölüm yıldönümü.
    bu entry, bu güzel bestekarımız için saygı duruşu niteliği taşımaktadır
  • yesâri âsım arsoy,1900 yılında drama’da doğdu.asıl adı mustafa asım’dır.kendisinin verdiği bilgilere göre ataları avrupa’ya yapılan akınlar sırasında konya’dan göç ederek drama’ya yerleşmişler.babasının dedesi şeyh ömer efendi,prizren’de bir tekke yaptırmış,sol eli ile yazı yazan tanınmış bir hattatmış.arsoy ve ablası da sol ellerini kullandıkları için “yesâri” sıfatını almışlar.

    aile isimleri “hacıyaşarlar”dır.bergofça’lı ömer lütfi efendi ile zübeyde hanımın oğludur.ilkokul idadi öğrenimini tamamladıktan sonra ailesiyle önce istanbul’a,sonra 1917’de adapazarı’na yerleştiler.çalışma hayatına 1920 yılında antalya’da bulunan “loid triestino” vapurları acenteliğinde kâtip olarak başladı;sekiz ay kadar burada çalıştı.aynı yılın sonunda ailesi adapazarı’ndan geri istanbul’a dönmüştü.antalya’dan ayrılarak istanbul’a geldikten bir süre sonra yeni bir iş dolayısıyla izmit’e gitti.fehmi tokay’ın aracılığı ile önce izmit mâliye dairesine,sonra “tabacos tütün gümrüğü”ne girdi.burada bir buçuk yıl çalıştı,ardından galata gümrüğündeki komisyoncularının birinin yanına kâtip oldu.bunlardan başka muhasebecilik,avukat kâtipliği gibi işler yaptı.hiçbirinde sürekli olarak çalışmadı.en sonunda bu gibi işleri bırakarak kendisini tamamıyle mûsikî çalışmalarına verdi.1954 yılında kısa bir süre için istanbul radyosu’nda da çalışmıştır.

    sesi güzel olduğu için çocukluk yıllarında mahallesinin câmiinde ezan okurdu.çok dindar olan babasının “hâfız”olması için yaptığı baskılara rağmen hâfız olmadı.dayısı hâfız mehmed efendi’den aldığı dersleri de yarı bıraktı.mûsikî çalışmalarına adapazarı’nda başladı.önceleri bağlama çalarken,sonra bunu bırakıp ud çalmayı denedi.ciddî mûsikî çalışmalarına ilk hocası “rehber-i terakki” okulu öğretmenlerinden recai bey ile bando öğretmeni hikmet bey'dir.istanbul'a taşındıklarında fatih'de oturdular.komşusu olan udî refet,kemanî namık,kanunî süreyya ve izzettin hümâi’den eski eserleri öğrendi.

    izmit’te çalıştığı yıllarda orada bayındırlık müdürlüğü mühendisi olan fehmi tokay ile zeki ârif ataergin’i tanıdı,bilgisini ilerletti.mûsikî çevrelerine girdikten sonra hâfız âşir efendi,bahriyeli şahap,hâfız osman efendi,arap yaşar gibi ses sanatkârlarıyla ilişki kurdu.udî selânikli ahmed efendi’den istifadeler sağladı.anadolu turneleri düzenleyerek sazı ve sesi ile katıldığı programlar yaptı.sanatta kısırlığa neden olduğu gerekçesi ile 1949 yılında evlendiği zehra hanım’dan 1954’de boşandı.

    bestekârlığa 1930’larda başladı.ibnülemin mahmut kemal inal’a verdiği bilgiye göre ,1958 yılı itibariyle iki yüz onbir eser besteledi.bugün bilinen serlerinin sayısı iki yüz elli civarında olduğu sanılıyor.en tanınmış olanları yüz on kadardır.bir çoğu unutulmuş ya da kolleksiyoncuların elinde kalmıştır.kendine özgü bir uslûb ve sanat anlayışı ile beste yapmıştır.plâklara en çok eseri okunan sanatkârlar arasındadır.ayrıca kendisi de ud çalarak ya da başka sazların eşliğinde hayli plâk doldurmuştur.aynı zamanda şiirle uğraşan arsoy,eserlerinin çoğunu sözlerini kendisi yazmıştır.

    http://www.turkmusikisi.com/…/yesari_asim_arsoy.htm
  • 20 yıl önce bugün hakkın rahmetine kavuşmuş bestekârımız. sesi güzel olduğu için mahalle camiinde ezanları okumuş, babasının hafız olmasını istemesine rağmen o müziğin yolunu seçmiştir. ilk olarak bağlama çalmışsa da, daha sonra udu eline almış ve türk müziğine gönül vermiştir. tahminen 250 civarında beste yapmış, bir bölümünü de kendi sesinden plağa okumuş, radyo kayıtlarına vermiştir. toprağı bol olsun.
  • solak olduğu için lakabı yesari olan bestecidir.

    mezar taşında hayattayken sık sık tekrar ettiği ziya paşanın şu beyti yazılıymış

    ihtilafatıyla uğraşmakta dehrin zevk yok
    zevk anın, mirsad-ı ibretden temaşasındadır.
  • fariğ olmam meşreb-i rindaneden
    yüz çevirmem nafile peymaneden
    bezmedikçe halet-i mestaneden
    çıkmam allah etmesin meyhaneden

    güftesini bir sabah namazından sonra bestelediği söylenen bestekar.
  • ‘bir harbiyeli çamlıca’da gönlümü çaldı’ diye bir şarkısı varmış, hiç bilmiyordum.

    çiğdem yarkın, ibrahim suat erbay trt müzik’te ne kadar güzel okumuşlar.

    bazı şeyler hiç bitmesin istiyor insan.
  • 18 ocak 1992'de 96 yaşında ebediyete irtihal eden yesârî asım arsoy'un kabir taşında şu beyit yazılıdır:

    "ihtilafatıyla uğraşmakta dehrin zevk yok
    zevk anın mirsad-ı ibretten temaşasındadır"

    (dünyanın sorunlarıyla uğraşmakta zevk alınacak bir taraf yok, zevk bunu ibret penceresinin arkasına geçip izlemekte saklıdır)

    1896'da drama'da başlayan hayatı, doğduğu toprakların elden çıkmasıyla, yesârî asım'ı da göç yoluna düşürmüş ve istanbul'a sürüklemiştir. babasının hâfız olmasını istemesine karşın lâdinî musikiye gönül vermiş, bunun üzerine babasının, udunu kırarak verdiği tepkiye rağmen bu yoldan geri adım atmamıştır.

    öyle ki yeni bir ud alarak, udunu pencereden annesi ya da kardeşlerine verir kendisi eve udsuz girip çıkar, böylece babasına yakalanmazmış. hatta büyük bir aşk duyduğu udunu çalmak için yüklük denilen dolaba girer, ses duyulmasın diye de udun teknesine bez bağlayarak evde ud talimine devam edermiş. maliyede, gümrük idaresinde, muhasebecilikte, kâtiplikte muhtelif vazifeler üstlense de bunların hiçbiri daimi olmaz, 1929 senesine gelindiğinde ilk 3 eserini arka arkaya besteleyerek, bestekârlık alemine intisap eder.

    sermet sâmi uysal'ın deyimiyle nasıl ki yahya kemâl için 'istanbul şairi' denilirse 'yesârî asım arsoy' için de 'istanbul bestekârı' denilmelidir. nitekim üstâdın elimizdeki kayıtlardan dinlediğimiz düzgün türkçesi ve istanbul'un herbir köşesini en güzel şekliyle tasvif ettiği eserleriyle bu sıfatın bi'hakkın yerinde bir tanımlama olduğu anlaşılacaktır.

    yesârî asım arsoy, gayet düzgün bir sesi olmasına rağmen kendisini hiçbir zaman ses san'atkârı olarak kabul etmemiştir. san'atındaki onurlu çizgiyi daima muhafaza etmiştir. öyle ki yüksek ücretlerle okuma tekliflerini daima geri çevirdiği söylenir. bu yönüyle yesârî asım arsoy musiki dünyasının sınırlarını aşan bir ahlak abidesi olarak da görülmelidir. eserlerindeki duygu yoğunluğunu kendisinin şu sözleriyle anlamak kâbildir :"eğer ilhamsız bir eser besteleyecek olursam yarın mahşerde ne cevap veririm?"

    üstâdın kimilerine göre "ağdalı" diye yanlış bir şekilde tarif olunan, zengin bir kelime dağarcığı olduğundan 300'ü aşkın bestesinin çoğunun güftesini kendisi yazmıştır. bunda aruz veznini pek iyi şekilde kullanması da müessirdir şüphesiz.

    güftesi başka bir şaire ait olan az sayıda eserinden biri şöyledir:

    ''ömrüm seni sevmekle nihâyet bulacaktır.
    yalnız senin aşkın ile rûhum solacaktır.
    son darbe-i kalbim yine ismin olacaktır.
    yalnız senin aşkın ile rûhum solacaktır"

    zamanında çok meşhur olan bu eserin, üstâdı hayat mücadelesinden çekip, ona sadece müzikle uğraşmasını sağlayacak maddi imkânı temin ettiği söylenir. fakat eserin asıl hususiyeti şudur ki; şiir fıtnat hanım tarafından yesârî asım arsoy için yazılmıştır. bu konu kendisine, yıllar sonra sorulduğunda şöyle cevap verecektir: ''evet hanımefendi ile bir gönül ihtilalimiz olmuştur.''

    bu eseri vefatından evvel kendi sesiyle de okumuştur. 'gönül ihtilali'nin tesirinden mi yoksa hayata karşı verdiği mücadelede muvaffak olmasının izzetinden mi bilinmez ancak ilerleyen yaşına rağmen okuyuşundaki canlılık fevkalâdedir.
hesabın var mı? giriş yap