aynı isimde "yeşilçam (dizi)" başlığı da var
  • sinema emekçisi bülent pelit'in anılarından.
    '' 1991 yılı kan kardeşler adlı filmi çekiyoruz. aziz sarıkaya, nuri tek ortaklı bir film. bizde tevfikle beraber yönetiyoruz. işi tevfik almış, ben senaryoyu yazdım vs. vs. ünsal emre, nuri tek, leyla somer, sırrı elitaş, mesut engin, meltem berent, hidayet pelit, nazan ayas oynuyor. bir pavyon sahnesi, pavyon patronu sırrı elitaş, leyla somer şarkıcı. yirmi kadar figüran var. reji asistanı rahmetli berkant ilhan'a figüranları masalara yerleştir dedim. ss subayları sertliğinde milleti masalara oturttu, bende uzaktan izleyip gülme krizindeyim, her şeyin eğlenceli olduğu yıllar. çekimler başladı, figüranların içinde 60 yaşlarında sarışın, kupkuru altın olan dişlerini sırıtarak herkese göstermek isteyen bir tip var. kamera diyorsun, masasındaki diğer figüran kadına, saldıray pozisyonu,kesiyorum, beyefendi kendi kendinize mizansen yaratmayın, ben size hanımefendiye saldırı komutu verdim mi? muhabbet edeceksiniz aranızda. bu tamam hocam diyor, kamera dedikten sonra yine aynı terane, öfke ile gittim yanına oturdum, suratına baktım, altın dişlerini bana gösterdi, güzel oldu değil mi hocam dedi bana. kadınla konuşmuyorsun bile dedim, sadece sahneyi izle, tamam hocam dedi. güç bela o açıdaki planları çektik, açı değiştirdik, ışıklar yeni yerlerini alırken, yanıma çöktü, nasıl çok başarılıyım değil mi hocam dedi, sertçe baktım suratına, berkant abi imdadıma yetişti, hadi nerede oturduğunu kaybedeceksin, geç yerine diye uyardı. ışıklar bitti, diğer açıdaki planları çekmeye başladık, baktım herif oturduğu masadan kalkmış, kameranın tam önünde başka bir masaya oturmuş. ben fark ettim, berkant abi bu herif burada oturuyordu yerini değiştirmiş dedim, berkant abi bir ayağı sekmesine rağmen uçarak gitti, uzun perçemini eliyle geriye atarak, sen bize kazık mı atacaksın kardeşim dedi. adam gözüyle beni arandı, hocam hani pavyonda bir kadını beğenmeyince, başka bir kadınla kons yapılır ya, bende öyle yapayım dedim, kalktım yerimden bir kafa gömeyim dedim adama, görüntü yönetmeni rahmetli dinçer önal abi müdahale etti, benim hamle yapmamı engelledi, adama seslendi,soytarılık yapma geç yerine dedi. adam eski yerine oturdu, yanındaki kadına diyor bende duyuyorum, bunlar yanetman ama bir şey bilmiyor. pavyon patronunu oynayan sırrı ağabey ile göz göze geldik, garson yunus yakışıklı, mini bir toplantı yaptık, mizanseni değiştirdik, herifi zapt etmek na mümkün çünkü, bağlantısı da var, adama bak rolünü açıyorum, sen büyük yeteneksin dedim, altın dişlerini gösterdi, sağ ol hocam dedi, şimdi ilk yaptığın gibi yanındaki hanımefendiye sarkıyorsun, garson gelip seni, patronla beraber atacak, bu anlamadı başına geleceği, biz motor dedik, baktık kurulmuş bir robot gibi kadına sarılldı, yunus ağabey hemen daldı, bunun yakasından tutup kaldırdı, sırrı geldi, rahmetli küfürbazdı birazda, anasını avradını si...min çocuğu diye okkalı bir tokat koydu, bizim figüran neye uğradığını şaşırdı, yunus yakışıklı ağabeyde bir tekme çıkardı, bu başladı ne vuruyorsun yahu, bunlar gerçek vuruyor demeye kalmadan sırrı elitaş ağabey derdest attı kapıya.''
  • bir fotoğrafla akla gelmiş sinema.

    http://i2.wp.com/…/uploads/2013/10/aliye-rona-7.jpg
  • masa çok iyiymiş ya
  • bu kadar çok sevilmesinin, izlenmesinin ve en önemlisi de ne kadar izlenirse izlensin insanları “sıkmamasının” bir nedeni de, yeşilçam’ın kişilerin duygusal yaşantılarına ve dürtülerine cevap verecek, o duyguları tatmin edecek şekilde dizayn edilmesidir.

    erich fromm şöyle der: "amerika'da ortalama bireylerin "korku" ve "önemsizlik" duygusuyla ne kadar doldurulmuş olduğu, en çarpıcı anlatımını mickey mouse filmlerinin herkes tarafından sevildiği olgusunda bulmaktadır. bu filmlerde şu tema işleniyor: küçük bir şey kendisini öldürme ya da yutmakla tehdit eden, yenilmez ölçüde güçlü bir şey tarafından kovalaniyor. küçük şey kaçıyor ve sonunda düşmanına zarar vermeyi bile başararak kurtuluyor. kendi coskusal yaşamlarında buna çok yakın bir seye dokunmasaydi, insanlar, bu tek temanın bin bir cesitlemesini sürekli olarak izlemeye hazır olmazlardi."

    yeşilçam filmlerinde zengin-fakir, cahil, eğitimli çatışması sürekli işlenmiştir. hemen hemen her film böylesine bir mücadeleyi konu alır. özne değişir. bazen kadın olur, bazen iş olur, bazen şirket olur. değişmeyen tek şey bu mücadeledir.

    bu mücadelede, her ne şekilde olsun ne olursa olsun kazanan taraf bellidir, fakirler. evet. dünyanın en büyük dertleriyle uğraşır fakirler. ama sonunda ya “zenginden alıp fakire veren” bir kişi ortaya çıkarıp fakirleri sevindirir ya “ilahi adalet” vuku bulur ya da zenginler vicdansızlıklarının bedelini öder.
    zenginlerin sürekli vicdansız olması, “madem paramız var her türlü itliği yapalım” diyerek sürekli insanların canını yakması ve başını münir özkul’un çektiği fakirlerin de onlarla savaşıp kazanması bir planın ürünüdür diye düşünüyorum. dünyanın hiçbir yerinde kast sistemi böylesine güzel empoze edilemezdi.

    yeşilçam filmlerinin vermek istediği mesajlar aşağı yukarı şöyledir:
    1-para ahlaksızlık getirir.
    2-parası olan adam her daim acı çeker.
    3-bir insan zenginse kesinlikle haksız kazançla zengin olmuştur.
    4-fakirlik güzeldir, fakirlik mutluluktur.
    5-ilahi adalet tecelli edecek ve her zaman garipler kazanacak ya da bir adam gelecek( yılmaz güney veya cüneyt arkın) zenginin parasını alıp fakire dağıtacak.
    işlenen temalar da aşağı yukarı şöyledir:

    bir tane gariban adamın çıkıp, zenginleri alt ederek parayı fakirlere vermesi ya da fakirlerin hakkını alması hepimize şahane görünür mesela. cüneyt arkın çıkar bir zengin adamın karşısına ve şöyle der: “ver o parayı, o para halkın!” zengin adam da ne kadar uğraşırsa uğraşsın parayı “hak edene” vermeyi kabul eder.

    tüm bunların empoze ettiği düşünce şudur: “birisi gelecek, senin hakkını arayacak. sen eninde sonunda mutlu olacaksın.” klasik allah rızkımızı verir düşüncesi bu, dinimizle de örtüşüyor zaten. bunlar küçük detaylar olarak görünebilir. ama bu temada 100 tane film varsa o bir detay değildir artık. yüzbinlerce insana böylesine filmler izletirseniz elinize geçen tek şey “pasifize olmuş bir kitle” olur. unutmayalım ki filmler kitleleri yönlendirmek için her zaman çok güçlü bir silah olmuştur. soğuk savaş döneminde abd’nin rambo serisini çekmesi ve filmi yüzbinlerce kişiye ulaştırması boşuna mıdır sanıyorsunuz?

    diğer dikkatimi çeken özellik, kast sistemi empoze edilmesi. münir özkul, kemal sunal, ilyas salman, türkan şoray vs.. bunların hepsi gariban halkı temsil eder mesela, başrol oyuncusunun zengin ve varlıklı bir adamı canlandırdığı çok az görünür yeşilçam’da. bu da önemli bir detay.

    yeşilçam filmlerinde hiç kimsenin ekonomik sınıfı değişmez. çok çok nadirdir. münir ökul 78 tane çocuğuyla yaşarken yine “şerefsiz bir zengin” çıkagelir, işi gücü yok gibi bunlara musallat olur. ağlanır vahlanır ve filmin sonunda hep aynı mesaj verilir: “olsun bee. olsun. paramız yok belki, belki hiç olmayacak ama. o adamlar milyarder olsun bizim gibi mutlu olamayacaklar”

    öyle mi münir özkul? dünyada fakir olup mutlu olan bir insan evladı gören var mı merak etmekteyim.

    bir ara da “parayı bulan fakirin hayatının alt üst olması” temalı filmler işlendi. köyden indim şehire en güzel örnektir buna. bir anda milyarder olan adamların hayatı alt üst olur. nedeni hiç görmediği şeye aniden kavuşmasının yarattığı şok aslında ama film bunu sana şöyle veriyor: “bak parayı buldular siki tuttular” sonrasında finalde yine eski “fakir” hayatlarına dönüyorlar ve “mutlular”. ve bu adamların para için öz kardeşlerini kesecek durumda olması ve bizim buna gülmemiz hiç hoş değil.

    şimdi hayvanlıkların komedisi yapılıyor, eskiden de cehaletin komedisi yapılırdı.

    yeşilçam filmleri bir döneme damga vurmuş, harika eserler ortaya çıkarmıştır. milyonlarca insan bu filmlerle büyür, bu filmleri hiç kaçırmaz. ama kabul etmemiz gereken gerçek de şudur: yeşilçam filmleri tamamen “fakirin motivasyon aracı” konumundadır. “garibanın sırtını sıvazlar” sürekli ilahi adaletle, allahın rızkıyla zenginleri alt eder. hiçbir zaman fakirin zenginle eş olamayacağını, zenginlerin bir it sürüsü olduğunu fakirlerin ise dünyanın en harika insanları olduğunu yüzümüze vurur sürekli. neden? olduğun yerde kal diye. hayatından memnun ol diye. çözümü allah, kitap, rızık, ilahi adalet gibi şeylerde ara diye. sesini çıkarma diye. fakirliğinle yaşamayı öğren diye.

    bir an için yeşilçamın şu temada en az 50 tane film çektiğini düşünelim: “gariban bir adam hırs yapar. okulunu bitirir, yetmez en ağır işlerde çalışır. anası ağlar, bir sürü dert çeker. ama sonunda başarır. sonunda parası vardır. artık villada oturuyordur. zengin olan herkes orospu çocuğudur mesajından ziyade “çalışmak çok güzel, bakın meyvesini topladım” mesajı veriyor.” eminim bundan daha farklı olurdu.

    filmler her zaman kitleleri manipüle etmek için kullanılmıştır. belki yeşilçam bunu isteyerek bilerek yapmamıştır. ama yapmıştır. insanları pasifize etmiştir. kast sistemini övmüştür. bunu sağlamak için de her filmin şerefsiz karakterini aşırı zengin yapmıştır.

    büyüklerden sürekli duyduğumuz “parayla mutluluk olmaz” sözünün altyapısını işte o filmler yaratmıştır. fakir adamın sesini kesmesi için bir şey gerekir her zaman. yeşilçam da buna hizmet etmiştir.
  • yeşilçam'ın kara kutusu 'üçüncü adam' yine kapsamlı bir çalışma yapmış;

    https://ucuncuadam.wordpress.com/…ryasi-mi-bitirdi/

    yüzlerce insanla anket düzenlemiş ve sosyal medya hesaplarında soru-cevap yapmışlar. "yeşilçam'ın bitmesinin sebepleri ne?" diye.

    okunup değerlendirilmeli zannımca.
  • gerçekten de yeşilçam izleyerek büyüdük. öyle ki benim karakterime bile etki etmiştir. lakin bugün baktığımızda şimdiki gençlerin bu filmlerden haberdar olmaması öyle tuhafıma gidiyor ki. ben herkesin yeşilçam filmlerini ve aktörlerini iyi bildiği varsayımıyla yaşıyormuşum aslında :) şimdi düşününce yeni nesil gençlerin bu filmlerden haberdar olmaması çok normal. ben de gencim lakin bizim zamanımızda bırakın youtube'u internet bile yoktu. bilgisayar yoktu. atari salonu falan vardı. bizim nesil televizyonda yeşilçam filmlerini izleyerek büyüdü. şimdi hem tv izleme oranları düştü, hem tv'de yeşilçam filmleri verilme oranları düştü hem de bu filmlerin cazibesi (gençler arasında) yok. bugün 2000 doğumlu adam 18 yaşında oluyor ve kemal sunal'a bizim baktığımız gözle bakmıyor. şener şen şanslı bir nevi. yavuz turgul ile ikinci baharını yaşadı.

    sözün özü filmler güzelliğini kaybetmese de hatta değerleri artsa bile gitgide bilinirliğini kaybedecek. özel ilgisi olanlar internetten açıp popüler olanları izleyecek. zamanla belki de kült oluşacak. bu filmleri bilmek havalı olacak falan.

    bir de ben bu filmlere tv'de denk gelirsem bırakamıyorum. eskisinden daha fazla zevk alarak izliyorum. esir ediyor tv karşısında :) ayrıca guy ritchie falan kemal sunal'lı natuk baytan filmlerini izlese diz çöker tövbe ister.
  • haftasonu sabah kahvaltılarımın vazgeçilmezi.
  • ilgili bir öykü için; dört sahne.
hesabın var mı? giriş yap