• yüksek lisans mülakatlarında sevimsiz bir sürprizle karşılaşma olasılığını en aza indirgemeye yönelik hususlardır. üniversiteye, programlara ya da jüri üyelerine göre mülakatlar değişse de, istanbul, marmara, bilkent, galatasaray olmak üzere 4 üniversitenin yüksek lisans mülakatlarına girmiş biri olarak bazı şeylerin hep aynı olduğunu söyleyebiliyorum. bunların hepsi kendi çapında bir tecrübenin mahsülleri. çok mühim değiller tabi.

    *"takım elbise devri geçmişte kaldı" diye bıkbıklanılsa da yine de ciddiyeti gören jüri üyeleri bu durumdan bir hoşlaşıyor. öte yandan da kimse sizi kılığınıza kıyafetinize göre yargılamıyor. ne bileyim ama akıl var yani ben olsam mülakata parmak arası terlikle gitmem mesela. onun gibi. hoş, bilkent ve galatasaray için, hiçbir şeyin umurlarında olduğunu sanmıyorum diyebilirim çok rahat. smart casualdır bence mülakatta giyim tarzı. özeti bu.

    *başvurmadan bir hedefe ihtiyaç var öncelikle efendim. hangi programa başvurduysanız bir hedefiniz olsun mutlaka. yoksa da ya da emin değilseniz emin olacağınız bir hedef yaratacaksınız. yalnız dikkat edin, içinde çalışma hayatıyla ilgili şeyler olmasın o hedefin. varsa yoksa akademya. aman efendim doktora yapmak istiyorum da aman akademisyenlik zaten benim bebeklik hayalim de falan filan. öyle bir insan olunmalı ki, karşınızdaki gerçekten, literatüre büyük katkı yapmak istediğiniz için sizi hevesli görmeli. zaten muhtemelen bir hedefiniz olduğu için başvurmuşsunuzdur. yoksa hobi olarak yapılacak iş değil valla.

    * önemsemek lazımmış bir de. yani öyle lay lay lom bir şansımı deneyeyim diye gidilmezmiş mülakata. hiç değilse başvurulacak bölümle ilgili başat kuramlar, isimler bi yalanıp yutulacakmış. o verilen okuma listesi de süs değilmiş. hepsinin okunması gerekiyormuş. öyle olursa, mülakat sıranızı beklerken sizinle birlikte bekleyen o mıymıntı kız “bilmemnenin bilmemne kuramına karşı olan eleştirel yaklaşımları tam olarak bilmiyorum” derken tüyleriniz diken diken olmaz. çıkar orda delüğanlı gibi dikilir “ben biliyorum, bıdı bıdı bık bık ” diye güç gösterisi yaparsınız. yapmasanız bile – ki bence de yapmayın- içinizdeki “ben biliyorum” gururuyla gezersiniz. aksi takdirde mülakattan çıkan her öğrencinin yanına gidip ne sorulduğunu öğrendiğinizde “beni çok fena madara edecekler” diye karnınıza gaz sancıları girer, rahatlamak için tuvalet aramak zorunda kalırsınız ya da bıraktığınız kötü kokudan götüm götüm uzaklaşmaya çalışırsınız.

    *o odaya giren herkesin gülümsediğinden eminim. o yüzden somurtmak gibi bir şansınız yoook. artık aynanın karşısında “kaz ayakları çıkınca insan gülüşü samimi oluyormuş” tespitinden yola çıkıp samimi gülme alıştırmaları mı yaparsınız yoksa ben zaten her şeye gülüyorum diyerek rahat mı olursunuz bilmiyorum. ama o suratta bir yavşaklık olacak efendim. siz ne kadar ciddi olursanız sizi o kadar ciddiye alıyorlar çünkü. ve ciddiye alan jüri üyelerini şahsen ben tercih etmiyorum; zira insani duygulardan uzaklaşıyorlar o zaman. acıma, merhamet, öğrenci psikolojisi falan hak getire olduğu için gülümseyip onlara bizim de birer insan olduğumuzu ya da onların da birer çocuklarının olduğunu hatırlıyoruz.

    *her türlü duygunuzu belli edin gözünüzü sevim. dedim ya insani duyguları hatırlatma yarışı aslında bu. etki meselesi bir nevi. heyecanlandınız mı mesela… yüzünüzü acınası hale sokup böyle emrahla ceylan arası bi şekilde yutkunarak “çok özür dilerim çok heyecanlandım” tarzı cümleler söyleyebilirsiniz. hay belki de ben mi sevimliyim bilemiyorum ama her girdiğim mülakatta bunu uyguladım ve hepsi güldüler ve “ayy sakin ol canım” tarzı bir acımaya büründüler. su teklif eden bile oldu yalan yok. heyecandan titriyorsunuz falan ya, saklamayın ellerinizi ayaklarınızı ya da ses tonunuzu düzeltmeye çalışmayın. aksine bırakın görsünler heyecanınızı. insanlık dramı resmen çünkü o hâl. bilsinler bunu ya da fark etsinler en azından.

    *çok bile bilseniz -ki bu durumda hiç mülakata girmedim o yüzden nasıl bir duygu bilmiyorum- bence çok bilmiyormuş gibi davranmakta fayda var. bence hayatın her alanında bu böyle. buna tevazu deniyor olsa gerek* oraya başvururken mutlaka bir hedefiniz vardır (bkz: 2. madde) bunlardan biri de hiç kuşkusuz daha fazla öğrenmek. e insan neden öğrenir, bilmediği için… gördünüz mü… her halükarda bilmiyorsunuz işte. zaten bilmediğiniz için o odada onların önündesiniz. yoksa onların yerinde olurdunuz. o yüzden mağrur olma padişahım senden büyük jüri üyeleri var sözü aklınızda hep olsun. “ aslında bilmemne konusunda biraz yetersizim o yüzden burada öncelikle bu eksikliğimi tamamlayarak başlayıp sonrasında bıdı bıdı bık bık”. ben bunu galatasarayda denedim. eksiğim fazla dedim diye en kolay yerlerden sordular mesela. bilmemek ayıp değil çoğcuuğum. ama işte gel gör ki çok bilmiş gibi her soruya nefes almadan cevap verirseniz böyle bi kıllanıyorlar efendim. ne kadar çok biliyorsun diye aşağılık komplekslerine mi giriyolar artık, kıskançlık mıdır yoksa heheyt bunu biliyomuş peki yerse bunu bil edasından mıdır nedir yüklenip de yükleniyorlar. maazallah diyoruz. hem bilemediğinizi söylediğiniz konuda herhangi bir şey söylerseniz ” aa bilmiyorum diyor ama kerataya bak sen biliyormuş hoh hoh” diye artılar da kazanabiliyorsunuz. aslında taktik çıtayı düşürüp üstünden atlamak gibi bir şey.

    *cosmopolitan’ın altın kurallarından en önemlisi burada da geçerli. gerek erkeğinizi baştan çıkarmak için olsun, gerek hayalinizdeki işin görüşmesinde, gerekse bir türlü açılamadığınız kadını etkilemekte olsun… “kendiniz olun”. yani eğer benim gibi hafif şebelek, ne yapacağını bilemez, çok da oturduğu yeri benimseyemeyen biriyseniz çok cool takılıp iki elin parmak uçlarını birbirine değdirerek elleri üçgen yapmanın bir anlamı yoktur. bırakın yahu… hızlı konuşun, eliniz kolunuz oynasın. sandalye tekerlekliyse sürükleyin. abartmadan ama. yani diksiyonunuz kötüyse gülgün feyman gibi konuşmaya çalışmanın bi yararı yok onu demek istiyorum.

    bu altın kurallarla sizlere bir yüksek lisans vadetmiyorum şüphesiz. ama küpedir. bana söylemedilerdi rezil olarak çıktığım oldu çünkü. bilmiyorum deme gibi bir lüksüm olduğunu bilseydim mesela, bilmediğim konularda biliyormuşum gibi yapmazdım. bu, çok daha fazla rezil edebiliyormuş insanı. bunlarla iyi bir mülakat da vadetmiyorum. ters de tepebilir. ama dediğim gibi, büyük bir sürprizin etkisini hafifletir belki.
  • odaya girince içerideki heyeti selamlarken "mülakatıma hoşgeldiniz" diyerek söze başlayın.

    onlar hakem olabilir ama top sizin, oyun sizin, saha da sizin. siz değil onlar kendilerini deplasmanda hissetmeli.

    .
  • hocayı görmek! öncesinde tabi, yoksa mülakat filan formalite, kimi seçecekleri de bellidir.

    giyim kuşam mevzusuna gelirsek;
    rektöre ulaşabiliyorsan hiçbir şey giymene gerek yok,
    dekanı tanıyorsan incir yaprağı kafi,
    bölüm başkanı tanıdıksa şort bile kurtarır,
    hoca tanıdığın varsa bi zahmet pantolon gömlek giyeceksin.
    hiç tanıdığın yoksa iki dirhem bir çekirdek olsan da nafile.
  • yüksek lisans mülakatları konusunda görüp görebileceğiniz en tecrübeli insanlardan biriyim. gönül isterdi, bu kadar tecrübeli olmayaydım. o kadar çok yedeğe alınmışlığım yahut ret yemişliğim var ki sayısını bile hatırlamıyorum. milletin orada burada "ya ben ilkinde kazandıııım, mezun olur olmaz yükseğe başladııım" yazıp durduğunu gördükçe geri zekalılığım tescilleniyor gibi hissediyordum.

    bakın ben, yetersizliğimi her zaman kabul ederim, ettim de. fakat, dönen torpilleri göz ardı etmek de saflıktır. bir müddet, torpilden de hayattan da soğumuş ve mülakat işlerini tamamen bırakmıştım. dedim, özel sektöre girip çalışayım. çalıştım ettim. o esnada ales ve yabancı dil sınavı zorunluluğu kalktı dediler. lan ne anladım ben bu işten... bizim güzel sanatlarda, en azından yabancı dil puanı isteniyordu da 5-6 kişi sınava girip topluca ret yiyorduk. sınav mınav işi kalkınca, yüksek lisansta da bir yığılma oldu. mesela, 5-6 kişi ret yediğimiz bölüme, diğer sene 100 kişi başvurmuş. onu görünce, "bu saatten sonra sikseler kabul etmezler beni" deyip öz güvensiz bir halde mağarama geri döndüm.

    100 kişinin başvurduğu yerde, sizin kazanma olasılığınız ne? kimsenin moralini bozmak istemem. but plz arkadaşlar. adamlar, önceliği kendi öğrencilerine veriyorlar, bu bir gerçek. doğruluğunu-yanlışlığını tartışmayacağım. 2015 yılında güzel sanatlar fakültesi'nden mezun olur olmaz, dokuz eylül güzel sanatlar enstitüsü'ne başvurdum. açıkçası niyetim, "bahalım yüksek lisans mülakatı nasıl oluyür, kazanırsam ne ala, kazanamazsam elvada" idi.

    5 kişi miydik, 6 mı bilmiyorum, hepimizin ağzına sıçtılar. önce sınav, öğleden sonra da mülakat vardı. üç profesör tarafından tokatlandım. beni ciddi ciddi dövseler daha az canım acırdı. şunu okudun mu, onunla ilgileniyorsan şunu kesin bilirsin bilmem ne. bilmediğiniz halde biliyorum diyemezsiniz, ağzınıza sıçarlar. sıçıp bırakırlar. konuşamazsınız. golden shower döner, ses edemezsiniz. arkadaşım sen kimsin ki bir bok bilmeden, "du bi atmosferi solayah" deyu işinin ehli adamların karşısına çıkıyorsun? doğal yaşam parkı mı orası? çok güzel ders oldu bana. hiç pişman değilim.

    birkaç yıl sonra tekrar şansımı deneyeyim dedim. bu sefer de "girmek istediğin alanla ilgili bir şey yaptın mı" diye sıkıştırmaya başladılar. "hangi alanda çalışmak istiyorsun, tez konun ne olacak, kimsin, mezun olduğun günden beri neler yaptın?" mesela, "tez konusu bulamamak" başlığına denk geldim ben. millet, konu bulamadığından, ölmek istediğinden bahsediyor. eskiden, tez konunu söylemeden kabul alabiliyorsan şahaneymiş. kimseyi sikinin ucuna takmazlar artık. çünkü adamlar uğraşmak istemiyor, dedim ya yığılma var. bölüme girecek adam, ne istediğini, ne yapacağını bilsin, bizi de uğraştırmasın diye düşünüyorlar. haliyle, osuruktan geçen yüksek lisans mülakatlarım, toplasanız 30 saniye sürmemiştir. olmadığını her iki taraf bildiğinden olaysız dağılıyorduk.

    "ee, madem kabul alamadın, ne zikime yazıyorsun?" diye soranlar, evvela ağızlarını toplasınlar, çnk en sonunda birileri beni gördü... kabul aldımdjdkdkdkd. girizgah diye girdik, golden shower'lara daldık. durun şimdi size, olayın püf noktalarını toparlayıp anlatacağım:

    1) mülakata gireceğiniz bölüm hocalarının kitaplarını, makalelerini okuyun:

    bence, diğer insanlardan sizi ayırabilecek temel nokta, "hocam, sizin x kitabınızı okudum, şöyle şöyle demişsiniz" diyebilmektir. lan dedim, özel sektörde iş bulacağım yok, en azından yüksek lisansa hazırlanayım deyip bir sene kendimi eve kapattım. kafamda ankara üniversitesi vardı, oradan dokuz eylül'e oradan başka üniversitelere kaydım. sonuç olarak, nerede ne kadar hoca varsa, bulabildiğim kitaplarını açıp okudum. kitapların altlarını çizdim, son bir ay kala ne kadar not aldıysam hepsini temize çektim. hocaların tezlerini, dergilerde yayımlanan makalelerini okudum.

    2) bölümün ders içeriğine; zorunlu ve seçmeli derslere bakın: çünkü oradan soru gelecek. ilk maddeyle de alakalı bir durum aslında. hocaların uzmanlığı neyse, oradan soru gelir. onun dışına çıkabilen görmedim. kendi alanları hakkında soru sordukları zaman, - gerek bilim sınavı, gerek mülakatta - onların kitaplarını ve diğer yayınlarını okuduğunuzu belli edeceksiniz. edeceksiniz ulan...

    3) tez konusu belirlemek: "bilmem neyin ışığında, abisinin kuşunun etkileri" gibi spesifik bir örnek vermektense, hangi konuda çalışmak istediğinizi söyleyebilmeniz gerek. ve dananın kuyruğunun koptuğu yer; maalesef çalışmak istediğiniz alanın, orada bulunan hocaların bildiği bir şey olması gerek. o yüzden, tez arşivlerini taradığınız zaman, çoğu tezin birbirinin aynı, ancak ismi değiştirilmiş hali olduklarını görüyorsunuz. mesela ben, "istismar sineması" çalışmak istediğimi söylediğim yerlerden ret yedim. allah sizi kahretsin... o üniversiteden çıkan tezlere bakıyorsun, atıyorum 2011 yılında biri "90'lar türk sinemasında kadın" tezi yazmış. 2013 yılına geldiğimizde, aynı bölümde, başka kişinin yazdığı tez "90'lar türk sinemasında kadın temsili" çok özgün bir konu gerçekten...

    4) başvurduğunuz bölümle ilgili bir şeyler yapmış olmak: adam sana, "mezun olduğundan beri neler yaptın" diyorsa, bunun asıl anlamı "bölümle ilgili bir şeyler yapabildin mi?"dir. vay efendim spor yaptım, vay efendim işsizdim, vay efendim köye gittim domates ektim diyemezsiniz. adamları, o konuşma içinde tutmanız lazım. mesela ben, bi bok yapmadım'ın kibarcasını söylüyordum. en son girdiğim mülakatta, şu şu sitelerde yazılarım yayımlandı'dan girdim, sinemadan çıktım. sırf elimde bir şey olsun diye, yayımlanan yazıların ekran görüntülerini aldım, gösterecektim de kimse sormadı, haliyle anlatmakla yetindim.

    "şunu şunu yaptım, yazı yazdım, bilmem ne derneğine girdim, gönüllü çalıştım" vs derseniz, öne geçersiniz. tabii, konuların, başvurduğunuz alanla alakalı olması gerekiyor. adamlar sizin, askerlik tecil ettirmek için veya öylesine-safi can sıkıntısından girmeye çalıştığınızı düşünürlerse, güle güle... elimde kapı gibi üç farklı sitede yayımlanmış yazılarım vardı, daha ne yapaydım bilmiyom.

    5) sırf artizlik yapacağım diye çok bilmediğiniz kişilerin isimlerini söylemeyin: neden? ağzınıza sıçarlar. atıyorum, konuşurken "hegel der ki:)))))" diye abuk subuk bi alıntı yaptınız. hocalardan biri size "yhaaa, köle efendi diyalektiği neydi:)))" diye sorduğunda "blmym" dememeniz gerekiyor. en azından bir kitabını, ortaya attığı bir mefhumunu, bir filmini, kısaca bir eserini bilmediğiniz adamın ismini ağzınıza almayın. sınav kağıdına da yazmayın, mülakatta sorabilirler. ha biliyorsanız eğer, yardırın gitsin. hatta, alanla alakalı en az bir kişiyi iyice bilin, okuyun, öğrenin ki araya sıkıştırın. bomboş olmadığınızı gösterin. mesela ben, başvurduğum alanda kim varsa yiyip bitirdim. tamam, yiyip bitirdim diyemem de bahsi geçen kişi için "kim bu" deseler, en az bir kitabından ve hakkında yazılmış bir tezden muhakkak örnek veririm.

    6) neden bisss, söylesene neden bu bölüm aşkısı:)))) : "akademisyen olmak istiyom" diyecekseniz, altını doldurun. ben, hiçbir zaman, akademisyen olmak istediğimi söylemedim. başlıca amacım kendimi geliştirmektir dedim. akademisyen olmak istiyorum, bence çok yürek yemiş bir iddia. zira, ülke koşullarında böylesine açık ve net konuşabilmek, ötesini görebilmek akıl işi değil. ha, derseniz, ben cümlemin altını doldururum; şu şu sebeplerden dolayı derim, pekala. yürü be yiğidim, yürü be arslanım, yalarun... ne diyeyim.

    6) kıyafet: tamam ben de isterim kıyafetlerin önemsenmediği, ütü yapılmayan, buruşuk bluzlerle gezdiğimiz dünya ama, ne yapalım, yakın bir gelecekte istediğimiz olmayacak. o halde, çağa uyup doğru düzgün giyinerek insanların karşısına çıkılmalı. iş görüşmesine kırış kırış kıyafetlerle gitmiyorsanız, bir zahmet yüksek lisans mülakatına da abuk subuk kıyafetlerle gitmeyin.

    eööö bitti.

    istediğim okulu ve alanı kazandım. sınavdan sonra mülakatım 30 saniye sürdü. onda da ceza gibi konuştum. bana sordukları tek soru "heyecanlı mısın" oldu. o da karşılarına geçip oturduğumda garip bi sessizlik oluşmuştu, o sebepten. çatır çatır konuştum, bana "e sen zaten çalışıp gelmişsin" dediler, bin kez ret yiyip akıllandım diyemedim tabii.
  • jüri ile saçma sapan bir tartışmanın içerisine kesinlikle girmeyin. bir arkadaşımın başına geldi ondan biliyorum, red yiyecek büyük ihtimalle.

    kısacası jüriye saygılı olun.

    edit: arkadaşım kabul aldı, ama gene de yukarıdaki tavsiyesinin dikkate alınması gerektiğini söylüyor.
  • "neden yuksek lisans yapmak istiyorsunuz?" sorusunun cevabini iyi dusunun. iyice derinlere inin, fark ediceksiniz boyle lanet bir seye bulasmak istemeyeceginizi, zararin neresinden donulse kardir, fark edince kalk git arkadasim mulakat odasindan.
  • son gece öğrenilecek hususlar değildir. uykusuz gitmek de büyük bir eksi. bir de kahve falan için bence. kokain de çekebilirsiniz tabi ama ayık olun en azından.

    edit: kokain çekmeyin. kahve de içmeyin. siz bilirsiniz. kokaini görünce ispiyona da abanmayın.
  • karşıdaki heyetin insanlardan oluştuğunu unutmadan, gerektiğini düşündüğünüz noktada posta koymaktan çekinmeyin.
    neden kapıda bekleyen on dört kişiyi değil de seni seçelim gibi miss turkey kokan garip sorular sorabiliyorlar. onlara uyup mutluluk çubuğundan bahsetmeyin.
    kararlılığı hissettirin. ama hepsinden önce bi' rahat olun.
  • mülakatta ne denirse densin ümitlenmeyin. geçenlerde istanbul üniversitesi'nde bir mülakata girdim. lisans bölümüm olan psikolojiyle doğrudan bağlantılı disiplinlerarası bir alandı. yüksek lisansta yapacağım çalışmanın deney düzeneği bile hazırdı. üstelik lisanstayken bağlantılı bir çalışmam yurtdışında mühim bir kongrede poster olarak kabul edilmişti. mülakatta açık açık çalışmamın orijinalliği, ilginçliği üzerine yorumlar yapıldı, beğeniler sunuldu. hatta hocalardan biri "ben bu çocuğu çok sevdim, meraklı bir çocuk. olur bu." bile dedi. ales 70 yabancı dil 77,5 lisans ortalamam 3,24 vs. vs. vs.

    sonuç mu?

    mülakattan 5 vermişler yedek listeye bile giremedim. sadece mülakattan 100 alanlar kabul edilmiş.
  • sorulan hiçbir soruyu cevapsız bırakmayın. cevabı bilmiyorsanız soruyla bağlantılı olabilecek konulardan bahsedin. hiç bilmiyorsanız bugün de havalar çok bulutlu diyin. daha da bilmiyorsanız benim o konuya bir daha bakmam lazım diyin, bilmiyorum demeyin.
hesabın var mı? giriş yap