• (bkz: john locke)
    (bkz: hoşgörü yasası)

    olsa fena olmaz: liberal hoşgörü
  • locke bu eserinde hoşgörünün ne için gerekli ve kaçınılmaz olduğunu günümüz içinde canlı ve geçerli olan argümanlarla temellendirir, öte taraftan dinsel hoşgörüsüzlüğü doğru ve faydalı bulanlarca her türlü araç kullananları eleştirir. mektup bu yönüyle genelde 17.yy. avrupa tarihine özel olaraksa britanya tarihine ilişkin önemli bir belge niteliği taşır.

    locke’un hoşgörü konusundaki fikirlerinin oluşumunda ibadet özgürlüğü mücadelesinin ilk öncüllerinden ingiliz teolog john owen çok etkili olmuştur.

    locke’un basılı ilk eseri olan “hoşgörü üzerine bir mektup” stuart hanedanından kaçarak sürgün hayatı yaşadığı hollanda da latince olarak yazıldı. eserde dinsel hoşgörüyü savunan ve haklı kılan argümanlar -doğru inanca ulaşmak ve onu bütün topluma hakim kılmak için- özelliklede devletin zorlayıcı araçlarının kullanılabileceği iddiasında olanlar tarafından örneğin jonas proast tarafından bir meydan okuma şeklinde değerlendirildi. bu durum locke’un polemik boyutları ağır basan ve sonuncusunu ölümü dolayısıyla tamamlayamadığı üç mektup daha yazmasına neden oldu.

    eserdeki hoşgörüsüzlük karşıtı argümanların temelinde tabii hukuk ve sözleşme anlayışları vardır. tabii hukuk, köklerini insanın mahiyetinden alır. pozitif hukuktaki zamana yere ve milletlere göre değişebilen kuralların dışında bazı değişmeyen normları, yani ahlakın değişmeyen normlarını da içine alır. tabii kanun tanrı’nın iradesidir ve insan onu kendi aklıyla kavrayabilir. tanrı insanlara akıl vermiştir, doğa kanunu da bu yüzden aklın kanunudur. onun normlarının değişmezliğini ve evrenselliğini sağlayan şeyde budur. yani rasyonel bir varlık olarak insanın o normlara tabii ve bağlı olmasıdır.

    tanrının iradesinin tezahürü olan doğa kanununun akıl aracılığıyla keşfedilebilir olması insanı özgür kılar. locke rasyonel doğduğumuz gibi özgür doğduğumuzu söyler. locke’un siyaset teorisinde her bir kişiye diğerinin eşiti kılan budur. insanlar doğa durumunu bir özgürlük durumu olmasına rağmen terk ederler. bunun başlıca sebebi tartışmalarda taraflar arasında hakemlik yapacak meşru bir otoritenin bulunmayışıdır. bu da özgürlüğün tam anlamıyla garanti altında olmadığı anlamına gelir. bundan dolayı bireyler kendilerini ve kendilerine ait şeylerin korunmasını garanti altına alma amacıyla birbirleriyle sözleşme yaparak toplumu ve sivil siyasi yönetimi oluştururlar. devletin varlık nedeni bireyi ve bireye ait şeyleri korumaktır. siyasi otoritenin kendi yetki alanının sınırlarını çizerek, siyasi otorite açısından bir meşruiyet probleminin çıkmasını engeller. bu yaklaşım hoşgörüyle bireyin özgürlüğü arasındaki ilişkiyi ortaya koyar. devlet bireyin yaşamına müdahale edemez, edilmesine de izin veremez.

    liberalizm, insanların inançlarını serbestçe yaşamalarına müdahale edilen bir çağda ve coğrafyada, her şeyden önce tam bir din ve vicdan özgürlüğü vaadi ve hoşgörü talebi olarak yükselir. inanç, aklın çok güçlü bir şekilde ve dıştan hiçbir baskı uygulanmadan kendi kendine ikna etmesine bağlıdır. locke’un siyaset felsefesinin temel ilkesi yani liberal perspektifi devletin tarafsızlığı ilkesidir.

    siyasi yönetim yasalar yoluyla bir kiliseye herhangi bir ayini veya dinsel bir töreni empoze edemez, onaylanmakta ve uygulanmakta olan ayinleri ve dini törenleri yasaklama gücüne sahip değildir. yasa ne dine ne ritüele ilişkin olarak yapılır. yasa politik bir soruna ilişkin olarak yapılır. devlet için yasal olan herhangi bir şey, siyasi yönetim tarafından kiliseye yasaklanamaz. devlet, bir mezhepteki insanların gündelik işlerini yapmalarına izin vermelidir. gündelik kullanımlarda insanların ortak mutluluğuna zararlı olan bu yüzden de kanunlarla yasaklanmış bulunan şeylere, kiliselerin kutsal ayinlerinde de izin verilmesi gerekmektedir. locke, devletin yasaları içinde serbest olan bir şeyin kilise içinde serbest olduğunu vurgulamaktadır. normal olarak hayvan kesimi serbest bir şeyse bunun dinsel bir ibadetin ifadesi olarak yapılması da serbest olmalıdır.

    öte yandan kişilerin dışsal çıkarlarına aykırı olan ve onu çiğneyerek zarar veren bir eylemin tapınma biçimi de olsa yasaklanması doğal bir şeydir. locke’un sivil yönetimin dine karışmaması gerektiğini savunmasının nedenlerinden biri yasalar ve cezalar aracılığıyla dine bir kere müdahale edildi mi daha sonra bu müdahalelere getirilebilecek hiçbir sınır kalmamasıdır. locke’un dinsel hoşgörüsüzlüğe karşı argümanının çok önemli ögelerinden birisi de günahla suç arasına çektiği çizgidir. günah kişinin ruhsal kurtuluşuyla ilgili gerekleri yerine getirmemesinden ötürüdür ve kişinin içsel alanına ait bir şey olduğu içinde dışsal çıkarlara verilen somut zararlar gibi değerlendirilerek yasanın kapsamına sokulamaz. örneğin putperestliğin herhangi bir yerde kanunlar yoluyla kökten kaldırılması gerektiğini iddia edenler aynı durumu kendilerine de uyarlamaları gerekmektedir. farklı mezheplere hoşgörü göstermesi herhangi bir moralitenin moralite olmak bakımından içermesi gereken vazgeçilmez bir nitelikle ilişkilidir. moral yargıların önemli bir özelliği onların evrensellik talep etmeleridir. farklı dinden ya da mezhepten olanlara ayrımcı davranılması gerektiği şeklindeki argümanı, sadece moralitenin evrensellik talebiyle desteklenemez. farklı inançlara sahip olanlara sırf bu nedenle hoşgörüsüzlük göstermenin irrasyonalliğini vurgular. eğer kişi ya da devlet hoşgörüsüz yaklaşırsa hem irrasyonal davranmış olur hem de doğanın yasasını ihlal etmiş olur.

    locke’a göre dinsel çatışmaların nedeni, düşüncelerin farklılaşması değil, hoşgörünün reddidir. hoşgörü gösterilmesinin reddi ise bütün ruhani önderlerin devlet yönetiminde belirleyici konumlarda olmaları, onların iktidar hırslarına ve kendi konumlarını, güçlerini korumak istemelerine dayanır. bu son derece karışık iktidar oyunları sonucunda, gerek amaçlar gerek yapıları bakımından çok farklı olan iki şeyi, devleti ve kiliseyi birbirine karıştırarak birleştirmektir. hoşgörüsüzlüğün kaynağı budur. çünkü birleştirme, devletin tarafsız olmaması, daha doğrusu yönetiminde bulunanların taraflı davranması ve devletin araçlarını insanların vicdanlarını ele geçirmek için kullanılması sonucunu doğurur.

    locke dinsel çeşitlilik durumunu negatif bir hoşgörü anlayışına yeni bir düşüncenin bir inancın bir dinin var olmasına müdahale edilmemesi, herhangi bir eylemin yapılmasının engellenmesi anlamına gelen negatif hoşgörü anlayışına dayanarak meşrulaştırır. bu aynı zamanda devletin tarafsızlığı negatif bir hoşgörü anlayışıyla tesisi anlamına gelir ve bu sadece hristiyanlar için değil tüm dindeki insanlar için de geçerlidir.

    dinin hükümlerinin bazıları uygulanmaya yönelik bazıları spekülatiftir. her ikisi de hakikatin bilgisi konumunda olmalarına rağmen, bunlar idareyi ve davranışları etkileyen anlayışlarla noktalanır. spekülatif kanaatler ve din hükümlerininki bunlara sadece inanılması beklenir. ülke kanunları yoluyla hiçbir kiliseye dayatılamaz. ve yasalar sadece ait oldukları toplumun insanları için bağlayıcıdır. siyasi yönetim spekülatif kanaatlerin dile getirilmesini engellememesi gerekir. onun gücü tüm insanların mal varlıklarını ister insansınlar ister inanmasınlar, eşit miktarda korumaktır. kanunların işi kanaatlerin doğruluğunu temin etmek değil, toplumun ve her bireyin can mal güvenliğini sağlamaktır. çünkü hakikatin kendi kendisini nakletmesine bir kere izin verilirse sonuç iyi olacaktır. hakikat yasalarla öğretilmez ve onun insanların zihinlerine girmesini sağlamak için gücünü de kullanamaz.

    yasaların gücünün yönlendirlmesi ve onlar için tedbir alınması, insanların toplum hayatına girmelerinin yegane sebebi olan toplum düzeni ve zenginliğin sağlanmasıdır. itaat öncelikle tanrı’ya sonra kanunlara yönelik olmalıdır. eğer devlet kişilerin vicdanına ters düşen bir emir verirse kişi yasaya uymalıdır. bu koşul eğer eylem siyasi yönetim otoritesinin sınırlar içindeyse yasayı baz almalıdır. fakat eğer yasa siyasi yönetimin otoritesinin sınırları haricindeki şeylerle ilgiliyse ( mesela kişi başka bir kilisenin ibadet şekillerine ve ayinlerine katılmaya zorlanabilir.) bu durumda kişiler vicdanına karşı çıkıp kanuna uymaya mecbur değillerdir. devlet bu dünya ile ilgili şeyler için vardır, öte dünya işleri kişinin kendisine bırakılmıştır. devlet iyi yönetilirse böyle durumlar ortaya çıkmamaktadır. siyasi yöneticinin özel yargıları da kişilere empoze edilemez. böyle bir hak devletin anayasasında bulunmamaktadır.

    iyi bir hayat, iyi bir dindarlık sivil yönetimle alakalıdır ve ruhların iyiliği devletin iyiliğine, güvenliğine bağlıdır. ahlaki eylemler bu sebeple hem dıştaki, hem içteki yargının yetkisi içindedir; hem toplumsal hem içsel yöneticinin yani siyasi yönetimin-vicdanın. burada dolayısıyla büyük bir tehlike vardır; bu yetkilerden biri diğerinin alanına müdahale edebilir. fakat her iki kurumun sınırları konusunda söylenenler doğru yorumlanırsa bu konuda bir sorun çıkmayacaktır. ilk olarak bu dünyanın o kadar da önemi yoktur. amaç öteki dünyada mutluluğu yakalamak için tanrı’nın belirlediği kurallar çerçevesinde eylemek ona yönelmektir. ikinci olarak bir insanın hatalı inanışlarının ve aykırı ibadet şekillerinin, başka insanların haklarını çiğnemek anlamına gelmez. o insanın cehennemlik oluşu başka insanları etkilemez ve her insan ruhunun kurtuluşu sadece kendisini ilgilendirir. her insan bir başkasının selametini gerçekleştirebilmek için, istediği miktarda tavsiyelerde ve ya tartışmalarda bulunabilir. fakat bunlar zorbaca yapılmamalıdır. hiç kimse ikna edilmediği sürece başkasının nasihatlerine boyun eğmek zorunda değildir.

    son olarak locke’un bir hoşgörü eşiği vardır. kendi toplumuna ya da devletin çıkarına zarar verenler hoş görülmemelidir. bir de tanrı’nın varlığını inkar edenler. bunun sebebi doğrudan doğruya locke’un doğal yasa ve onu bilmenin aracı olarak akıl anlayışında yatmaktadır. locke’ta doğal ya da akılla bulunabilecek ve zorlayıcı gücünü bu bilgiden alacak moral bir yasadır. bu yasa akıl yasası olduğu için bütün insanları birbirine bağlayan evrensel bir yasa olarak moralitenin ve tanrı bilgisinin üzerinde temellendirilir. tanrı’nın gücünü ve bilgeliğini bu kutsal niteliklerin zorunlu sonuçlarını duyumla algılanan şeylerden çıkarmaktadır. bu moral bağın olabilmesi için; insanın tanrı’nın varlığını onaylaması yani ona inanması gerekir. bu durumda ateist insanın doğa yasasını bilemez. locke’un yönetiminde ateistlere hoşgörü göstermemesi gerektiğinin gerekçesi olarak gösterilen bir başka neden onların yeminlerinin ve sözlerinin kendi üzerinde bir bağlayıcılığı olmamalıdır.
hesabın var mı? giriş yap