• pek çok insanın özgür irade nosyonuna septik yaklaşmasına sebebiyet vermiş olan deneydir.

    libet deneklerden kendi istekleriyle bir parmaklarını kaldırmalarını istemiş, deneklere bu isteğin gelmesini beklemelerini, ve tam o anda kaldırmalarını söylemiştir. bu özgür iradeyle ilgili en temel yaklaşım gibi görünüyordu.

    deneklerin gözü önünde çok hızlı hareket eden bir saat vardı. deneklerden parmaklarını kaldırmak için "istek" duydukları zamanı söylemelerini talep etti. böylece ne zaman parmaklarını kaldırma isteği duydukları, ve parmaklarını ne zaman kaldırdıkları tam olarak bilinecekti. deneklerin başlarında da eeg başlık vardı, bu sayede deneklerin beyinlerindeki elektriksel aktiviteleri gözlemleme imkanına sahipti.

    denekler, parmaklarını kaldırdılar ve bu kaldırma hareketinden çeyrek saniye önce buna istek duyduklarını belirttiler. bunu hızlı hareket eden saatlerde gösterdiler. şaşırtıcı olan ise; beyin aktivitelerinin bazen istekten 1,5 saniye önce artmaya başlıyor olmasıydı. 1,5 saniye, parmak kaldırmak gibi basit bir eyleme karar vermek için çok uzun bir zamandır. yani siz parmağınızı kaldırmak istemeden 1.5 saniye önce beyninizde farkında dahi olmadığın şeyler olup bitiyor, aktivite başladıktan 1.5 saniye sonra, "evet, ben bunu istedim." diyerek "farkındalık" düzeyinde bir karar veriyorsunuz veya bir karar verdiğini zannediyorsunuz, çeyrek saniye sonra da parmağını gerçekten kaldırıyorsunuz.

    hâliyle, "beyniniz parmağınızı kaldıracağını sizden 1.5 saniye önce biliyordu." argümanı ortaya atıldı. bilincimiz, bilgi aşamasında beynimizin en son noktasıydı.

    libet, deneyinin bu nahoş sonucuna şüphe ile yaklaştı. "belki veto edebiliyoruzdur." diyerek, kendi deneyinin özgür irade problemini çözümlemede yeterli olmaktan uzak olduğunu ifade etmekten çekinmedi.

    deneyi "parmak kaldırmanın yeterince iyi bir örnek olmaması" yüzünden eleştirenler de oldu. (parmak kaldırmak insan için "önemli" bir karar olmadığından ötürü)
    insanların "önemli" şeylere nasıl karar verdiğini ölçmek için daha kompleks deneylere ihtiyaç olduğunu ileri sürdüler.

    özgür iradenin olmaması demek, bilinçli olarak yaptığımız eylemlerin aslında bilinçli olmaması demektir. verdiğimiz kararların, vücudumuzun işleyişinden "bağımsız" olmadığı ise su götürmez bir gerçektir. (alınan uyku, yenilen yemek, hava durumu, stresli iş ortamı, çevresel faktörlerin vücudumuza etkisi vs.)

    bugün nörobilimcilerin yaptıkları deneylerde, deneklere bu tür deneylerden sonra nasıl hissettikleri sorulduğunda, denekler, "düğmeye bassam mı? basmasam mı?" çelişkisini yaşadıklarını söylüyorlar. çünkü kendi beynimiz, bizi bazı şeylerin "rastgele" olabileceğine inandırmaya yatkın. basit bir düğmeye basma deneyinde deneklerin bu kadar tereddütlü hareket etmiş olmalarına sebebiyet vermiş olan savunma mekanizması budur. bundan ötürü, özgür iradeye yönelik çok daha sofistike deneylere ihtiyaç vardır.
    ...
    kaynak:
    closer to truth
  • bilinç dışı işleyen mekanizmaları anlamada önemli bir deney. bilincin esasında tek karar verici olmadığını, kompleks bir yapının aldığı ortak kararlardan en son haberi olan bölüm olduğunu fark etmenize yarar.
  • anlayamadığım bir deney.

    insanın bir şeye "istek duyması" nasıl ölçülebilir yahut tespit edilebilir ki? yani, ben birine "karpuz istersen söyle" dediğim zaman, adam karpuz seviyorsa, zaten o anda karpuzu ister. aklına bu gelir. dolayısıyla bilincindeki bu tasavvurdan ötürü, bilinçaltı da çalışmaya başlar; bilinçaltındaki o his orada mukayyet bir vaziyette durur. bu saatten sonra "canın karpuz istediğinde ama gerçekten istediğinde, bu hissi duyumsadığında el kaldır" demek, inanılmaz abes bir deney tarzı. hem burada böyle bir durum da yok, "düğmeye basma isteği geldiğinde söyle" demek, aynı zamanda insana "düğmeye bassam mı basmasam mı, acaba isteğim geldi mi" gibi bir tereddüdü de yaratarak, iki zıt fikri zihne empoze eder. yapayım mı yapmayayım mı derken, beyindeki aktivite, daha insan "bir şeyi istediğini" anlamadan, artabilir. bu illa bilinçaltının senin seçimini bildiği anlamına tekabül etmez, başka şekillerde de izahı mümkündür. ki zerre sağlıklı bir deney tarzı değil bu tür deneyler.

    ha, bakın ama ben şöyle düşünüyorum: genelde nörolog camiası, allah'a değil, nöronlara tapmak temayülü gösteriyor. ondan bu tür çıkarımlar yapmaya çok meyilliler, "işte aslında özgür irade yok, hepimiz atomların raslantısal çarpışmalarından ibaret kararlar alıyoruz :/" filan gibi şeyleri söylemeye bayılırlar. ama buna sadece bunlar inanır. biz ise, "rabb'ül âlemin olan allah dilemedikçe, sizler ihtiyar edemezsiniz." (tekvir, 29) ayetinin hükmüne inanırız. yani ne bileyim, biz bir karar vermeden bilmem kaç tane nöron aslında bilincimizde bu "karar" oluşmadan, bilinçaltımızın tesiriyle ateşleniyormuş. bunun ben default olarak böyle olduğunu zannetmiyorum, ileride bunlar da izah edilebilir kanaatimce. ki zaten bu araştırmalarda da bu bulunan bilinçaltındaki faaliyetlerin alınan kararın nedeni olmadığı, yine insanın niyetinin işe karıştığı, çünkü bu faaliyetler arttığı zaman bile insanın kendini kontrol ederek, bu işlemleri bilinçli olarak veto edebildiği yahut değiştirebildiği anlatılıyor. fakat diyelim ki edilemedi, adamlar utanmadan sıkılmadan, öyle kendi kafasına göre hareket eden nöronların tazyikiyle insanların bir şeyler yapıp ettiğini, her kararımızın buna ircâ edilebileceğini, böylece işte kimsenin davranışından mes'ul olamayacağını filan savunacaklar. hâlbuki bu, aslında sadece, insanın cüz'î iradesini (islâm, hiçbir vakitte 'özgür irade'den bahsetmemiştir) de allah'ın verdiği bir kudret ile kullandığını gösterir. ama işte insan sinapsa tapınca bunu düşünemiyor.

    aslında ilmî gelişmelerle ilgili benzer bir süreç fizikte de yaşanıyor, kuantum mekaniği aslında evrende her şeyin gözlemcilere göre rölatif ve bayağı bayağı "raslantısal" olduğunu göstermiş vaziyette. fizikçiler buna bakıp genelde, "acaba bir beyindeki imgelem miyiz, uzaylılar bizi simüle mi ediyor?" gibi abuk subuk şeyler söylüyorlar, zira gerçekliğin doğası aşınmış bir durumda. hâlbuki bu mekaniğin gösterdiği tek şey, evrenin teistik bir tanrı'nın her anki tecellisi ve aktifliği, faaliyeti ile ayakta durduğu, yoksa bozulacağı.

    ama insanlar bir allah'a inanacaklarına, uzaylıların yarattığı bir matrix'te yaşamayı daha makul bulup, buna inanıyorlar, bu da fantastik bir dünyada yaşamamızın bir neticesi herhâlde.
  • the ‘big picture’: the problem of extrapolation in basic research

    bilim araştırmalarında ekstrapolasyonun çeşitli zararları var. süreçler genelde lineer fonksiyonlardan ibaret değil. ölçek değiştikçe sonuçlar ve modeller değişiyor. keza parametreler arttıkça, bunların birbirleri arasındaki ilişkiler, diğer bazı faktörleri kuvvetlendirebiliyor ya da zayıflatabiliyor.

    en yaygın örnek, günlük yaşam hızlarında newton fiziği gayet tutarlıyken (aslında farkları ölçemediğimiz için), ışık hızına yaklaşan hızlarda eksik kalıyor.

    ancak şu da var daha kompleks modellere ulaşmak için de libet deneyi gibi daha basitlerini yapmamız gerekiyor. bir anda insan beynini, bilinci toptan açıklayacak bir formüle ulaşmak imkansız, bu deneyden özgür irade ya da bilinç ile ilgili herhangi bir sonuca varmanın imkansız olduğu gibi.

    newton örneğine dönersek, basit sinirsel yapılarda, ilkel beyinlerde birçok fenomeni daha kolay açıklayabilsek de, bunlar evrime rağmen insan beynindeki izlerini sürdürseler de, mevcut beyin bu deneylerle tanımlanmak için fazla kompleks.

    bir insanın parmağını oynatmasındaki irade ile 60 yaşında manevi acılar çeken bir insanın intihar kararı vermesindeki nöral süreçler doğal olarak çok farklı olacaktır. bilinci (iradeyi), insanın motor aksiyonlarını buna karar verme nöral aktivitesinin arkasına eklediğimiz basit bir şemaya indirgeyebilsek, hayat daha kolay olurdu.

    ancak insan beyninin ürettiği düşünceler, hormonların katkısıyla (hormonlara rağmen) aldığı aksiyonlar, nörokimyasal etkiler, toplumsal koşullanmaların etkileri kompleks bir resim sunuyor.

    libet deneyinin bu nedenle özgür irade ile uzaktan yakından ilgisi olduğunu düşünmüyorum.

    özgür irade; fiziksel eylemler ve motor aksiyonların ötesinde beyinde oluşan duygu, düşünce ve istekleri ifade ediyor.

    60 yaşındaki intihar düşüncesindeki adama dönersek, bu adam cehenneme giderim korkusuyla intihar etmiyorsa, özgür iradeden söz edebilir miyiz? din, iradesini baskılamış mıdır? yoksa sadece aksiyonunu baskılamştır ama adamın ölme arzusu devam mı etmektedir?

    din değil de ölüm korkusu galip geldiyse, aynı soruları tekrar sorarız. geride kalanlara acıdığı, onlara manevi bir yük bırakmamak adına kendine acı veren hayatı sürdürmeye karar vermesi yine benzer soruları getirir.

    ölünce, mevcut bilinç durumunun kaybolacağı bilgisi (inancı) bu kararın temel motoru olacaktır. bu isteğe manevi değil de fiziksel bir acı neden oluyorsa, durum değişecektir. ancak çoğu, beynin 60 yıllık yolculuğu boyunca oluşan çeşitli etkenler, birkaç tane sürüngen beyinden miras etken, bir gün çözeceğimizi umduğumuz bir matriks ilişkisi sonunda bu isteği, kararı ortaya çıkarıyor.
  • "özgür irade yoktur"cuların kaynağıydı ancak;

    https://blogs.scientificamerican.com/…doesnt-exist/

    bu da aslında yayınlanmış her bilimsel çalışmaya allah gibi bakmamak için ders olsun
  • (bkz: free won't)
  • libet deneyi aslında voluntary finger movement in man: cerebral potentials and theory makalesinde bahsi geçen deneye dayanır.

    benjamin libet, özgür irade yoktur tartışmasını bu deneyiyle resmen başlatarak; bilim, felsefe, din ve ceza hukuku dünyasını kasıp kavurmuş. sonra kendi bulduğu şeyden, max planck gibi tırsıp aman allahım ben ne yaptım demiştir.

    1999'da yayımladığı do we have free will? makalesinde de demiştir ki, bilinçli olduğunu düşündüğümüz eylemlerimize, aslında beynimiz bizden önce karar veriyor evet; ama biz de boş teneke değiliz. her ne kadar eylemlerimize öpözgür irademizle karar veremiyor olsak da beynimizin bizim için karar verdiği eylemleri durdurmakta bilinçli ve özgür iradeli hareket edebiliyoruz, yani özgür veto yetkimiz var demiştir.
hesabın var mı? giriş yap