• erzurum'da görevli iken tarikatların üzerine gitmiş olması manidardır.

    “ben erzincan’dan ayrıldıktan sonra dahi üzerime suç yüklemeye çalıştılar. gölette bulunan mühimmatın kutularının üzerinde emniyet genel müdürlüğü’nün yazısı ve damgası vardı. polisler bunu görür görmez gitti. ancak bu da kayıt altına alındı. bu belgeyi de saklıyorlar
    ___
    kendisiyle cezaevinde görüşenlerin aktardığına göre "operasyonlarda gözaltına alacakları kişilerin korunmak adına bazı savcılarca geçici olarak gözaltına alındığından bahsetmiş asker.
    (bkz: paşanı da yanına göndereceğim)

    ayrıca saldıray berk, başssavıcı cihaner ve kendisinin alevi olmasıyla ilgili sorularda sorulduğunu belirtmiş.

    (bkz: albay tutuklayan polislere 7 maaş ikramiye vermek)
    (bkz: kutusunda egm yazısı ve damgası bulunan mühimmat)
    (bkz: paşanı da yanına göndereceğim)
    ___
    "‘cemaat huzursuz’
    buna göre gençoğlu ile cihaner, kasım 2007’de başlayan ismailağa soruşturmasını birlikte yürüttü. 23 şubat 2009’da dokuz kişi tutuklandı, evrak 18 mart 2009’da erzurum özel yetkili savcısı osman şanal’a gönderildi. aradaki 23 günde yapılan telefon dinlemelerinden yola çıkan gençoğlu, 1 nisan 2009’da cihaner ile jandarma genel komutanlığı ve erzurum bölge komutanlığı’na gizli bir yazı gönderdi. saymaz’ın kitabında yer alan, cihaner’in hsyk ve adalet bakanlığı’na ilettiği yazıda şöyle deniliyor:
    “operasyon sonrasında dokuz şahsın tutuklanmasının cemaat içinde büyük huzursuzluk yarattığı, faaliyetin ergenekon soruşturmasına misilleme olarak yapıldığının yorumlanması sebebiyle, ismailağa cemaatine mensup bazı şahısların başta erzincan cumhuriyet başsavcısı ilhan cihaner ve il jandarma komutanı jandarma albay recep gençoğlu olmak üzere, tahkikatı yürüten rütbeli personellere yönelik ‘iftira ve karalama’ vb. tarzda kampanya başlatacakları bilgisinin alındığı...”
    erzincan’daki gönye baraj gölü’nde 27 ekim 2009’da mühimmat bulunması sonrası soruşturma başlatılmış ve eskişehir il jandarma alay komutanı olan gençoğlu, bu yazısından yaklaşık 1 yıl sonra 5 şubat 2010’da tutuklanmıştı. cihaner de gençoğlu’ndan 12 gün sonra cezaevine konulmuştu.
    gençoğlu’nun operasyon sonrası ergenekon kapsamına alınma ihtimalini de göz önünde bulundurarak, böyle bir yazı göndermiş olabileceği de ifade ediliyor."
    ___
    "savcı içinde bulunduğum psikolojik durumdan yararlandı. bana fazla ilgi gösterdi, odasında yemek ve sigara verdi. bazı şeyleri söylememi istedi. kendimi borçlu hissettiğim için, söylediği bazı şeyleri tekrar ettiğimi hatırlıyorum. benden recep gençoğlu, cemal temizöz ve erdal sarızeybek hakkında bilgi istedi. savcı bu isimlerin çok tehlikeli olduğunu söyledi. insanların mühimmat dolu sığınaklarda ve nezarethanelerde işkenceyle öldürüldüğü şeklindeki ifadelerim gerçeği yansıtmıyor."
  • "iliç savcısı * ile ilgili soruşturma ** adlı iliçlinin 12 aralık 2008’deki şikâyeti üzerine başlatıldı. **’ın anlatımları doğrultusunda, aralarında eski il jandarma komutanı recep gençoğlu’nun da bulunduğu ikisi asker sekiz tanığın daha ifadesi alındı. başsavcı cihaner’in 7 nisan 2009’da bakanlığa gönderdiği fezlekede, *için şu suçlamalar var:

    rüşvet, borç, definecilik...
    - yürüyen davada hâkimi kastedip, “hâkim beyle görüştüm, zor ikna ettim, yalnız hâkim beyi balayına gönderme sözü verdim” diyerek 1.750 tl istedi.
    -divriği kalesi’nde yedi kişiyle kaçak kazı yapmaya gitti. savcı * gözcülük yaparken polis baskın düzenledi. ikisini yakalandı; bozkurt ve diğerleri kaçtı.
    -akp ilçe başkanı ve iki kişiden borç alıp ödemedi.
    - iliç’teki altın madeniyle ilgili çevreyi kirletmek suçundan yürüttüğü soruşturmada rüşvet istedi.
    - malvarlığı geliriyle orantısız, lüks araçlarla görülüyor.
    - mhp ilçe başkanı ishak kaçmaz ile bir türbede izinsiz kazı için jandarma komutanına teklif götürdü. bu işte emniyet amiri ve hâkimin de ortak olduğunu söyledi.
    -uyuşturucu sanığını 5 bin tl alınca serbest bıraktı.
    -yeşilyurt köyünde ormandan izinsiz kesilen ağaç yüklü traktörün bırakılması karşılığında 2 bin 500 tl rüşvet alıp takipsizlik kararı verdi.
    - ***’a 3 bin 500 tl karşılığı tabanca bulabileceğini söyledi.
    - bir yaralama olayında 9 bin tl rüşvet aldı. rüşvet iddiasının üç tanığı var. biri, 3 şubat’ta tutuklanan dönemin il jandarma komutanı albay recep gençoğlu. gençoğlu, 17 mart 2009’da alınan ifadesinde şunları anlattı:
    “iliç’teki maden şirketinden güvenlik durumunu görüşmek için dört kişi geldi. p. adlı hanım şirket yetkilisi robert d. benbow’a tercümanlık yapıyordu. bu kişi, ‘iliç’teki savcı bizden rüşvet istedi’ dedi, vermeyi reddettiğini söyledi. ankara’da tedaş genel müdürü’nün mail atıp görüşme talep ettiğini, şirket müdürünün bu şahsın yanına gittiğini, maden bölgesindeki elektirik işini halledebilmek için kendilerinden imalı olarak menfaat talep ettiğini de söyledi. ben hukuki yolu işaret ettim. kendileri hukukçularıyla görüşüp yasal başvuru yapacaklarını söylediler. ben de başsavcıyı bilgilendirdim.”
    çöplük köyü muhtarı **** de *’un şirketten rüşvet istediği, iliç jandarma komutanı yılmaz sandal ise savcının definecilik yaptığı yönünde tanıklık etti.
    fezleke sonrası *için 8 eylül 2009’da yargılama izni çıktı ve savcıya ‘çıkar sağlamak ve görevi kötüye kullanmak’tan 30 aralık 2009’da erzincan ağır ceza mahkemesi’nde dava açıldı. "
  • " hanefi avcı kendisine yapılan cemaat operasyonunun perde arkasını şu şekilde anlatmaktadır:

    ~~
    "...erzincan dosyası tarafsız bir gözle incelendiği takdirde gerçeğin apaçık görüleceğine inanıyorum. ortada yazılmayan, dosyada olmayan iddialar ve deliller var, bu saklanan iddia ve deliller uğruna görülen dava, akıllara ziyan şekilde hukuk tanınmaksızın devam ediyor. ben bu davanın arka planını, dosyada bulunmayan iddiaların bir kısmını farklı kişilerden dinleyerek biliyorum, bir kısmını ise olup bitenlerden çıkarıyorum. aslında zihnimde bu davanın arka planını tamamladım.

    bence erzincan'daki olaylar nedeniyle bu davayı savunanlar erzincan cumhuriyet başsavcısı ilhan cihaner, eskişehir jandarma alay komutam kıdemli albay recep gençoğlu ve 3. ordu komutanı orgeneral saldıray berk hakkındaki yazılı olmayan iddialarını anlatsalar, sonra bu iddialara maruz kalan kişiler kendilerini savunsalar dedikoduların, muhtelif yerlere sızmış cemaat elamanlarının (bazen yanlış bilgi alarak) olayları nerelere taşıdığını, cemaat varsayımlarının sonucunun nerelere vardığım net olarak görürüz. mesela sayın başbakan cihaner'i ve diğer tutuklanan görevlileri davet edip "sayın savcı, sayın alay komutanı, sayın ordu komutam ne yapmak istiyordunuz, neler planlıyordunuz," diye sorsa, aldığı cevaplarla tatmin olmazsa, kendisine intikal eden bilgileri anlatarak "bunlara ne diyorsunuz," dese ve onlardan cevap alsa bu olayın nasıl çığırından çıktığı net olarak anlaşılırdı. erzincan olayının görünen değil arka planı, aslı nedir? bu olayı nasıl yorumluyorum?

    erzincan olayı ile ilgili genel bilgilerim: 2009 yılının temmuz, ağustos aylarında eskişehir'e tayin olduğumda şu an bu davada adı geçen erzincan jandarma alay komutanı recep gençoğlu'nun tayini eskişehir'e çıkmıştı. fakat daha kendisi gelmeden hakkında cemaat kanallarından veya onların etkilediği çevrelerden olumsuz bilgiler ulaşmaya başlamıştı. müslüman kesimler, cemaatler üzerine iftiraya varan tahkikatlar yapan birisi olarak konuşuluyordu. bu söylentilerden ben de biraz etkilenmiştim aslında, zira ordu ve jandarma içinde ideolojik bir bakış açısıyla islami gruplara düşmanca bakan epey kişi görmüştüm, herhalde recep albay da onlardan biridir diye düşünmüştüm.

    recep gençoğlu gelip göreve başladı, her şeyi ile normal gözüküyordu. bir süre sonra erzurum özel yetkili savcılığı tahkikata başladı, erzincan jandarma alayında arama yaptı, bazı subay ve astsubayları gözaltına aldı, mit'e baskın yaptı. işte o sıralarda recep albay'a olayı sordum. orada yaptıklarını, olayı, soruşturmaları, bugün adı duyulan kişilerin genel davranışlarını, eğilimlerini vs. uzunca samimi olarak anlattı. bana göre anlatımları büyük oranda doğruydu. sonra albay gençoğlu'nu ve savcı cihaner'i hatalı gören o bölgedeki emniyetçileri dinledim. ayrıca erzincan emniyet müdürlüğündeki bazı rütbeli görevlilerle konuştum, davada neler olup bittiğini, gölette bulunan silahları, vs. sordum. daha sonra erzincan ve erzurum'daki olayları izleyen ankara'daki üst düzey yönetimdeki kişilerle görüşürken bu olay hakkında onların sahip olduğu bilgileri öğrendim. olayların geri planını bilen, bu konuda yazıp çizen gazetecilerin bu konudaki bilgilerini dinledim. bu tür olaylardaki kişi ve grupların bildiğim tavırlarını edindiğim bu bilgilerle birlikte yorumlayıp değerlendirdiğimde erzincan savcısının, alay komutanının, mit bölge müdürünün tutuklanmasına yol açan bu davanın görünmeyen yönünü kendimce tespit etmiş oldum.

    erzincan savcısı ilhan cihaner iyi bir hukukçu olmasına rağmen dini konular, tarikatlar ve gruplar konusunda olumsuz düşünen bir kişiydi. küçük çocukların kuran kurslarına izinsiz gönderilmesini ve cemaatlerin izinsiz veya başka adlar altında izinli olarak yürüttükleri sosyal faaliyetlerini yasal dayanağı olmasa da ciddi suçlar olarak değerlendirip bizzat kendisi bu grupların üzerine gitmek istiyordu. hâlbuki ülke genelinde uygulamadaki teamüller gereği, davaları savcı yardımcılarına dağıtarak kendisinin yalnızca çalışmaları koordine etmesi, ancak çok özel durumlarda devreye girmesi gerekirken tüm çalışmaları bizzat kendisi takip ediyordu. 3. ordu komutanı ile çok samimilerdi, samimiyetlerinin kaynağı da bu konudaki ortak hassasiyetleri, görevlerini şahsi bir mesele olarak da benimsemeleriydi.
    3. ordu komutanı, pek çok yerde radikal konuşmaları ile bilinen, hükümet hakkında ağır eleştirilerde bulunan, aşırı laik görüşlerini her fırsatta dile getiren, dini grup ve cemaatlere karşı görev gereği de olsa tavır alan herkesi destekler gözüken, bu çalışmaları cesaretlendirme yönünde bir tutum içinde olan bir kişiydi. belki öyle biri değildi ama çevresinde bu havayı hissettirmişti, dini grup ve tarikatlara karşı müsamahasız bir kişi olarak biliniyordu. recep albay aslında klasik bir jandarma komutanıydı; belki askerlerin son yıllardaki tavırlarının etki-sinde kalarak aşırı laik yönünü fazlaca öne çıkarmış, klasik polis-jandarma görev ayrımında yasal yetkileriyle sınırlı kalmayıp her şeyi yapmayı kendisinde hak gören, görev bölgesini genişletmek isteyen, bununla birlikte aşırı yönleri çok fazla ve baskın olmayan biriydi.

    izinsiz çalışan kuran kurslarına yönelik erzincan'da savcı ilhan cihaner denetiminde, polis ve jandarma ile beraber başlatılan soruşturmalar hızla ilerleyip ismailağa cemaatine kayıyor. emniyetten bilgi sızdığı iddiaları olduğundan soruşturma ağırlıklı olarak jandarmaya veriliyor, polis bölgesinde de jandarmanın görev yapması savcı tarafından isteniyor ve bu sağlanıyor (bu, savcı cihaner'in yanlış bir davranışıdır). ismailağa cemaati'ne yönelik soruşturma genişliyor, bu çevreye yakın herkes ilişkilendirilerek başka illerdeki irtibatlı kişiler de operasyonun hedefi haline getiriliyor. erzincan dışındaki illerde de bazı kişiler dinleniyor, hedef kişi sayısı 235'e ulaşıyor. ülkemizdeki siyaset anlayışında bir partiyi destekleyip ona oy vererek iktidara taşıyanların o partinin olanaklarından nemalanmak istemesi herkesin malumu. bu mantık gereği nasıl geçmişte sol belediyelerde sol fraksiyonlar güçlerine göre belediyelere kendi gruplarından işçi alınmasını, kendilerine çıkar sağlanmasını istemişlerse bugün de oy ve destek veren cemaat, tarikat ve dini gruplar güçlerine göre mahalli yönetimlerde işe alma, ihale, ruhsat gibi olanakların kendilerine sağlanmasını istiyor. bu anlamda bir kadrolaşmanın var olduğu da bilinen hususlardandır. erzincan'da savcı cihaner'in yaptığı tahkikatta da bu türden kadrolaşma örneklerinin bolca tespit edildiği anlaşılıyor.

    ilhan cihaner sadece soruşturmayı talimat vererek jandarma marifetiyle yürütmekle kalmayıp sanki bir polis ya da jandarma gibi bilgi kaynakları (ihbarcı ya da ajan) ile de görüşmeye başlıyor, bilgi alıyor ve bu bilgilerin bir kısmını jandarmaya yönlendiriyor. ayrıca yeni kaynaklar bulunması için çalışıyor. bu arada savcı cihaner yalnızca kendisinin bildiği, herkesten gizlediği ikinci bir soruşturma daha açıyor. bu dosyanın fethullah gülen cemaati'nin bölgedeki örgütlemesi üzerine olduğu çok sonradan anlaşılıyor. recep albay bile bu soruşturmayı adalet müfettişlerinin incelemesi sırasında sonradan öğreniyor. işte tüm bu gelişmeler, savcı cihaner'in jandarmayla beraber yürüttüğü ismailağa cemaati tahkikatı, herkesten gizlediği gülen cemaati soruşturmaları, muhbir ve ajanlardan doğrudan kendisinin bilgi alması, 3. ordu komutanı ile sık sık görüşmesi karşı cepheyi harekete geçiriyor. cemaat savcı cihaner'in ne yaptığını öğrenmeye başlamış. onun kimlerle görüştüğü, kimlerden hangi bilgileri aldığı hızla tespit edilerek, teknik denetim altına alınmış. savcı cihaner, albay recep gençoğlu ve diğerleri dinlemeye alınmış, her ilişkileri belirlenmiş. hatta kendileri hâlâ farkında değillerdir ama teşkilatları içerisinde, yakınları arasında ajanlar bile elde edilmiş, cemaatin jandarma, yargı ve ordu içerisindeki unsurları kimisi gizli bilgiler vererek, kimisi yapılan iş ve işlemleri takip ederek, kimisi de çift taraflı ajan olarak bilgi taşımaya başlamıştır.

    ancak bunlar yeterli değildir. ankara'nın desteği gereklidir. bu desteği de cemaat ayarlar. savcı cihaner'in hukuki olarak aşırıya varan davranışları ankara'yı tahrik etmek için yeterli değildir, bu nedenle daha ciddi, daha büyük iddialara ihtiyaç vardır. dolayısıyla sistem çalışır, cemaatin koordinesinde erzurum özel yetkili savcılığının verdiği kararlarla erzincan ve erzurum emniyet istihbarat birimlerince yapılan dinlemelerde ortaya çıkan en ufak bir hareket, plan, olay ya da görüşme abartılarak yazılmaya başlanır. ankara'ya iletilen raporlarda savcı cihaner, albay recep gençoğlu, 3. ordu komutanı berk ve diğer kişilerin plan yaptığı ve bu plan çerçevesinde gerçekleştirmek istedikleri iki şey olduğu bildirilir.

    birinci olarak, savcı cihaner'in askerin desteği ile ismailağa cemaati tahkikatını genişleterek hükümetin tüm üyelerini suçlayacağı, istanbul, bursa ve tokat başta olmak üzere tüm hükümet yanlısı belediyeleri hedef aldığı (alacağı değil, aldığı), hatta istanbul belediye başkanı kadir topbaş ile diğer belediye başkanlarının ve birçok kişinin gözaltına alınması karan aldığı (bu kararın yazılı metni olduğu çok ciddi olarak iddia edilmektedir, böyle bir şeyin olmayacağını söyleyince bizzat gördüğünü ifade edenler vardır), bu doğrultuda hükümet hakkında kapatmaya kadar varacak ciddi davalar açılacağı, akp hükümetini ciddi derecede zora sokacak sahte bilgi ve belge hazırlandığı iddia edilmişti.

    ikinci olarak da savcı cihaner'in cemaatin askeri birliklerde örgütlenmesini bahane ederek erzurum'da asker kökenli bazı kişilerden alınacak ifadeler ile fethullah gülen ve cemaati hakkında askeri mahkemede dava açılmasını ve böylece sivil mahkemelerde yapılamayan şeyi, gülen cemaatinin silahlı bir suç örgütü olarak değerlendirilmesini sağlayacağı, bu planın uygulamaya konmasına ramak kaldığı belirtilmişti.

    daha da abartılı bilgiler, bir kısmı belge, evrak, telefon ve ortam dinlemesi, ajanlardan alman bilgiler ile süslenerek ankara'nın önüne konmuştu. aynı kanaldan pek çok belge alan ankara bunlara tamamen inanır, cihaner'in küçük hataları da inandırmayı kolaylaştırır. olayda en büyük hata buradadır aslında. savcı cihaner dava açacak, belki bu davalar özellikle belediyelerdeki yolsuzluklar açısından hükümette sıkıntı yaratacaktı ama mesele asla cemaatin abarttığı gibi değildi, çünkü cihaner hukukçu idi ve bunun olamayacağını, türkiye'de az da olsa hukukun olduğunu biliyordu. silahlı örgüt dediği an davaya kendisinin bakamayacağını, özel yetkili savcıların ve özel yetkili mahkemenin devreye girmesi gerektiğinin farkındaydı. ayrıca kendisinin bu gruplar hakkında iddianamesi yeterli değildi, karar verecek mahkemelere de ihtiyaç vardı. halbuki bu davalarla ilgili basit konularda bile mahkemelerde karar alamadığı anlaşıldığından savcı cihaner'in iddia edildiği gibi bir planın sahibi olamayacağı kolayca görülmektedir. bununla birlikte ankara geçmişte yargıtay'ın aldığı tavır, bazı yüksek yargıçların konuşmaları konusunda bilgi sahibi idi, dolayısıyla iddia edilenlerin gerçek olduğuna inanıyordu.

    cihaner'in karşısında cemaate her türlü destek verilmeye başlandı, jandarmadan gelecek taleplerin reddedilmesi ve polis mıntıkasına jandarmanın girmesine müsaade edilmemesi yönünde il valisi uyarıldı. burada cihaner ve beraber çalıştığı kişilere karşı yapılacak operasyona destek vermek üzere diğer bürokrat atamalarında istenen kişiler ilgili görevlere atandı. cemaatin polisin desteğindeki erzurum özel yetkili mahkeme içerisinde zaten çok fazla taraftarı vardı ve cemaat onları hareket geçirdi. bir yandan cihaner, gençoğlu ve 3. ordu komutanı berk hakkında çalışma devam ederken, bir yanda da cihaner'in yapacağı tahkikatların elinden alınması hesabı yapıldı. savcı cihaner'in takip ettiği tüm kişiler tespit edildi, dinlediği telefonlar öğrenildi. bu gruplar silahsız örgüt olduklarından özel yetkili mahkemenin görev sahasına girmemesine rağmen bu durum umursanmayıp iş zorlandı, grupların silahlı örgüt olduğu iddia edilerek bu defa erzurum özel yetkili savcılığı tarafından dinlenmeye ve izlenmeye başlandı, hedef belliydi, bu tahkikatlar cihaner'den alınacaktı.

    cihaner operasyona başlamadan, onu, jandarmayı ve başka kişileri dinleyip izleyerek operasyonun ne zaman yapılacağını öğrenen erzurum özel yetkili savcılığı aynı hedeflere yönelik bir ihbarı bahane ederek operasyonu bir hafta önce başlattı. hatta evler aranırken, evde arama yapan polis amiri ile şube müdürü arasında geçen konuşmada, ev aramalarının usulen yapıldığının söylenmesi dinlenen telefon kayıtlarına geçti. bir hafta sonra savcı cihaner jandarma desteğinde kendi operasyonunu başlattı. arkasından erzurum özel yetkili savcılığı aynı kişiler hakkında kendilerinin soruşturma başlattığını, bu örgütün silahlı örgüt olduğunu söyleyerek tüm dosyaların kendilerine devrini istedi. cihaner bu örgütün silahsız ve cezalarının daha hafif olduğunu, erzurum özel yetkili mahkemesinde yargılanmamaları gerektiğini söylese de erzurum savcıları "hayır, bunlar silahlı örgüt, biz davayı soruşturacağız." dediler ve zorla dosyayı cihaner'in elinden aldılar. sonrası malum, 235 sanıklı dosya erzurum'a gitti, önce sanık sayısı azaltıldı, sonrasında zaman içinde tahkikat etkisiz hale getirildi.

    şimdi sıra cihaner ve arkadaşlarına gelmişti. onların yapacakları o kadar abartılı şekilde anlatılıyordu ki hem cemaat yönetiminin hem de ankara'nın çok telaşlanmış olduğu anlaşılıyordu, ne olursa olsun onların bertaraf edilmeleri gerekiyordu. bunun için ciddi delil bulmaya zaman yoktu, iddiaları gösteren her şey kullanılmalıydı. gölette lav, roket atar türü silahlar bulundu (nedense hep bu türden silahlar bulunuyor, nereden geldiği, nereye gittiği belli olacak seri numaralı silahlar aramalarda hiç bulunmuyordu. halbuki her örgüte önce tabanca-tüfek gerekir, lav ve roket daha sonra gelir ama bizim ergenekon ve benzeri yapılara ait olduğu söylenen yerlerde yapılan araştırmalarda hiç tabanca-tüfek gibi silahlar çıkmıyor).

    işin tuhafı bu olay jandarmaya veya polise ihbar edilmemiş, bir polis ajanı görüp istihbarat birimine bilgi vermişti. bu makul değildir. daha önemlisi böyle bir silah bulunması olayı erzincan savcılığının görev alanına girer, türkiye'nin her yerinde benzer olaylara o ilin savcısı el koyar. hizbullah'ın bir kamyon dolusu silahı bulunduğu zaman da önce il savcıları olaya el koymuş, daha sonra olay özel yetkili savcılığa aktarılmıştı. erzincan'da bulunan silahlara erzurum özel yetkili savcısının el koyması, hatta olay yerine gelmesi bile benim için konunun normal seyrinde ilerleyen bir olay olmadığını göstermesi bakımından tek başına yeterlidir. bu durum, ortada bir komplo olduğunu tek başına göstermektedir. ben bunca yıl görev yaptım, özel yetkili mahkemelerin görev alanına giren çok büyük olaylara (hizbullah'ın bir kamyon dolusu silahının yakalanması, dev-sol'a ait bir araç dolusu silahın yurtdışından ülkeye sokulmaya çalışılması, 500 kilodan fazla uyuşturucu yakalanması, yurtdışına toplu olarak gidip gelen örgüt mensuplarının yakalanması) şahit oldum, ama hiçbirinde özel yetkili savcıların olay yerine geldiğini görmedim, hatta davet etsek bile gelmezlerdi. o ildeki savcı gereğini yapar, bize evrakı gönderir derlerdi ve öyle de olurdu, doğrusu da oydu. o savcıların gelmesine gerek yoktu, hele erzincan'daki olayda sadece silah bulunmuş, kaçakçılık mı, terör örgütü silahı mı olduğu bile tam belli değilken, gelmesini gerektirecek bir konu olmamasına rağmen özel yetkili savcı olay yerine hem de yine görülmemiş bir hızda geldi.

    sonrasındaki gelişmeler daha da ilginçti. jandarmaya gelerek bilgi vereceğini söyleyip bu silahları polisin oraya koyduğunu ifade edenler daha sonra bu şekilde ifade vermeleri için jandarmanın kendilerini zorladığını söylediler. bu kişilerin bir kısmı gizli veya açık tanık durumundaydı, jandarmanın bu kişilerle buluşmaları polis tarafından fotoğraflanıyordu. aslında durum şöyleydi: cemaat, polis içindeki yandaşları eliyle bazı kişileri jandarmaya gönderip kendilerini bilgi vermek isteyen muhbirler olarak göstermelerini, ardından da silahları polislerin koyduğunu söylemeleri için jandarmanın kendilerini zorladığı yönünde savcıya ifade vermelerini istiyor. böylece erzurum özel yetkili savcısının gizli tanığı oluyorlar.

    jandarma böyle bir şey yapmak istese niye zorla beyan alsın? bunu, daha inandırıcı olacak şekilde eskiden beri kendisine bağlı tanıdıkları kişilere yaptırır. ayrıca anadolu'da, hele kırsal kesimdeki insanlar kendiliğinden devletin güçleri aleyhine tanıklık yapmaz. bunun dışında silahı oraya koyanlar, orada bırakmazlar, tedbir olarak bunları ortadan kaldırırlardı. sonuç itibarıyla nasıl bakılırsa bakılsın, özel yetkili savcılığın anlatımları, hayatın olağan akışına uymuyordu.

    basit gözüken çok önemli bir ayrıntı daha dikkatimi çekmişti. erzincan eski jandarma komutanı, eskişehir'in yeni jandarma komutanı olan recep gençoğlu'nun evinde ve işyerinde arama yapılıp bulunacak bilgisayar, harici disk, cd vs. her türlü dijital veriye el konulması doğrultusunda erzurum özel yetkili mahkemenin kararı savcı osman şanal'ın talimatı ekinde eskişehir'e ulaşmış, eskişehir cumhuriyet savcılığı merkez komutanlığı kanalı ile evde arama yapmıştı. 27.01.2010 tarih ve saat 18:17'de tutulan arama el koyma tutanağında şöyle bir paragraf vardı: arama ve el koyma ve evde bulunan bilgisayarlara imaj alma3 işlemi uygulanırken, aramada bulunan eskişehir savcısı erdoğan yıldırım'a cep telefonuyla ulaşan erzurum özel yetkili savcısı osman sanal, "el konulan bilgisayar ve hard disklere özel yöntemle inceleme yapılacağından imajlarının alınmaması, sadece ele geçen cd ve dvdlerin kopyalarının alınıp asıllarının gönderilmesi, kopyalarının ise ev sahiplerine teslimi" yönündeki talimatın yerine getirilmesi isteminde bulundu. bu talep doğrultusunda imaj alma işlemi durdurularak el konulan bilgisayar kasası, dizüstü bilgisayar, mini dizüstü bilgisayar ve harici disk ile flaş bellek gibi aygıtların mühürlenerek alındığı, orijinal hali ile erzurum'a gönderilmek üzere hazırlandığı belirtiliyordu.

    ama 28.01.2010 tarih ve saat 05:05'te eskişehir cumhuriyet savcısı erdoğan yıldırım ve diğer kişilerin imzaladığı ek inceleme tutanağında ise olayın il savcısı ekrem aydmer'e intikali ve tartışılması sonunda komple alınan bilgisayar ve diğer disklerin yeniden bilirkişi marifetiyle 2 suret yedeklerinin alınıp asıllarının ev sahibine verildiği, yedeklerin erzurum özel yetkili savcılığına gönderileceği yazıyordu. evet, doğrusu da buydu. yasa çok açık olarak evi aranan kişilere güvence sağlanması amacıyla arama yapılırken evde bulunan bilgisayarların evden çıkarılmadan kopyasının, yani imajının alınmasını gerektiriyordu. bunların suretinin alınmadan orijinallerinin erzurum'a istenmesi çok yanlış bir uygulamaydı, kanuna ve kanunun gerektirdiği güvenceye aykırı idi. her an bilgisayarlar yolda bozulabilir, kırılabilir, içine bir şeyler fazladan konulabilirdi. özel yetkili savcının böyle bir istekte bulunması hiçbir şekilde makul değildi. bu tür işlemler her yerde standart olarak aynı programlarla yapılıyordu, erzurum'da özel bir program ve yöntem olduğunu zannetmiyorum. eskişehir'in bu incelemeyi nasıl yaptığını savcı sanal bilmiyordu, dolayısıyla bilmediği halde nasıl incelemeyi özel bir biçimde yapacaklarını belirtip orijinal bilgisayarları istiyordu. bu işleri bilen bir kişi olarak ben açıkça özel yetkili savcı sanal'ın istemini şüpheyle karşıladım. iyi niyetli bir istek olarak görmedim (il savcısını arayıp bu uygun davranışından dolayı kutladım).

    bir süre sonra alay komutanlığına ve mit'e baskın yapıldı, eski alay komutanı tutuklandı, bu da yetmedi il savcısı tutuklandı. ben savcı cihaner'in dini cemaatler ve tarikatlar üzerine özel olarak yönelmesini yanlış buluyorum. eğer bu konuda görevini kötüye kullanmış, aşırıya kaçmış ise bunun karşılığında bir ceza almalı. ayrıca polis mıntıkasında jandarmayı kullanması da doğru bir davranış değildi. bunlara ilave olarak soruşturmaları doğrudan kendisinin yapması uygun değildi, yardımcılarına vermeli, kendisi çalışmaları yalnızca koordine etmeliydi. başka illeri ilgilendiren konuları o illere devretmeli, kendisi takip etmemeliydi. belli ki başka hataları da vardı. ama tüm bu kabahatlerinin karşılığı asla bu değildi. cihaner'e yapılan, hukukun katledilmesidir; devletin, adaletin tehlikeli bir mecraya yöneltilmesi, devletin ve hukukun bir cemaatin zan ve tehlike anlayışına kurban edilmesi ve komploya, iftiraya hizmet edilmesidir.

    mahkemeler de bu doğrultuda karar verdi denebilir, ama şu kesin ki özel yetkili mahkemeler son beş-altı yıldır her tayinde yavaş yavaş ve sistemli bir biçimde cemaatin kontrolüne geçmiş durumda, tüm emareler bunu açıkça ortaya koymaktadır. yapılanların bir soruşturmayla uzaktan yakından ilgisi yok, hukukla zaten hiç ilgisi yok. sistem cinnet geçiriyor. cemaat, devlet kuramları arasındaki diyalog eksikliğinden yararlanarak birbirleri aleyhindeki olumsuz düşünce ve girişimleri çok abartılı olarak karşı tarafa aktarmak suretiyle bu kurumlarda oluşan panik havasım kendi çıkarma kullanıyor. olaylar, alınan haberler ve belgeler akıl ve mantık süzgecinden geçirilerek incelenmeden, birkaç kötü örneğe bakılarak ve bu örnekler temelinde yorumlanarak bir felaket, yaratılıyor.

    erzincan savcısı ilhan cihaner'i ve yöntemlerini doğru bulup bulmamak, hatasının olup olmadığı ayrı bir mesele. bununla birlikte cihaner'e yönelik iddiaların abartılmış olduğundan hiç şüphem yok, ayrıca cihaner'e yapılanın hukukla ve kanunla bağlantısını kurmak da mümkün değil. işlemleri savcılar, hâkimler ve mahkemeler yürütmektedir ama yapılanlar hukuki değildir. eğer bir gün erzurum'da yapılan işlemleri baştan tahkik etmek mümkün olursa, birçok kişi ve adliye mensubu cemaatin talimatları ile komplo kurmak, iftira atmaktan mahkum olacaklardır. buna eminim.

    irtica ile mücadele eylem planı (ak parti ve fethullah gülen cemaatine kurulacak komplonun yer aldığı söylenen plan) ile ilgili olarak albay dursun çiçek'in, erzincan'a gittiği, konak mazlum otelde kaldığı, ordu evinde savcı cihaner ve başka kişilerle görüştüğü iddia edildi. üstelik çiçek'i karşıladığını, kendi mekanına geldiğini söyleyen gizli bir tanık bulunuyordu (tanık albay dursun çiçek için benim mekanıma geldi diyerek olayları ve ilişkileri kendi eşrafının kültür ve davranışına benzeterek anlatmaktadır, böyle bir göreve giden bir subayın esnafın işyerini ziyaret etmesinin absürt ve uydurma olduğu bellidir). oysa daha sonra otelde kalan kişinin başka biri olduğu, ortada yalnızca bir isim benzerliğinin söz konusu olduğu belirlendi. bu durum da aslında tüm iddiaların ne kadar dayanaksız olduğunu göstermektedir.

    kimlik bildirme kanunu gereği tüm oteller müşterilerinin kimliklerini bilgisayara kayıt ederler, emniyet bu kayıtlar üzerinde her zaman sorgulama yapıp kimin nerede kaldığını tespit edebilir. albay dursun çiçek hakkında araştırma yapan emniyet birimleri, daha doğrusu emniyetteki cemaat mensupları dursun çiçek'in nerelerde kaldığını sorgulaymca erzincan'da konak mazlum otelde kaldığını buldular (ama dursun çiçekleri karıştırdılar, çünkü otelde kalan dursun çiçek adlı başka bir kişiydi). bu bilgiyi gizlice kendi kanallarından erzurum'a bildirdiler. onlar da bunu biraz daha süsleyerek albay çiçek'i savcı cihaner, 3. ordu komutanı ve başka birkaç kişiyle beraber toplantı yaparken gören erzincan daki ordu evinden bir tanık bile buldu. halbuki bir subay başka bir şehre gittiğinde neden otelde kalsın, eğer gizli bir görev nedeniyle otelde kalmayı tercih ettiyse o zaman niye buluşma için ordu evini seçsin, buluşmayı ordu evinde yapmakta bir sakınca yoksa neden otelde kalsın?

    hükümeti ve cemaati dehşet senaryoları ile ürkütüp savcı cihaner ve 3. ordu komutanı berk'e karşı yöneltilen ve hakka hukuka uymayan tahkikatlar hükümet, cemaat ve polis açısından bakılınca doğruydu; maddi deliller, gerçek bir irtica eylem planım işaret ediyordu, varlığına yüzde yüz inanılıyor, gizli tanıklarla ve doğruluğu tartışmalı delilerle iddialar güçlendiriliyordu. inandırıcı gözüken bu delillerin iyi bakıldığında göründüğü gibi olmadığı anlaşılacaktır. bu davadaki gariplikler bir kitaba sığmayacak kadar karışık ve kapsamlıdır..."
    ~~

    haliç'te yaşayan simonlar dün devlet bugün cemaat, sayfa 508 - 520." ( #20435040 aktaran altay'a teşekkürler)
  • an itibariyle güzel konuşmuştur. devletin başındakilerin oy alabilmelerinin ve milyonları peşinden sürüklemelerinin büyük bir iş olduğunu ancak devletin aynı zamanda tecrübe edinme yeri olmadığını, hata yaptım, allah bizi affetsin diyerek bu işten kurtulmanın söz konusu olmaması gerektiğini ve siyasetin bu fetö temizliğini kendi içinde de aynı özen ve ciddiyetle yapması gerektiğini vurgulamıştır.
hesabın var mı? giriş yap