• "it was the best of times, it was the worst of times, it was the age of wisdom, it was the age of foolishness, it was the epoch of belief, it was the epoch of incredulity, it was the season of light, it was the season of the darkness, it was the spring of hope, it was the winter of despair, we had everything before us, we had nothing before us, we were all going direct to heaven, we were all going direct to the other way- in short, the period was so far like the present period, that some of its noisiest authorities insisted on its being received, for good and evil, in the superlative degree of comparison only. "

    diye başlar, bu başlangıcı okuduktan sonra bir süre daha devam eder, tekrar başa döner, tekrar okursunuz...
    "it was the best of times, it was the worst of times" diye sayıklarsınız olur olmaz.
  • anal seks'e çeşitli varyasyonlarla 500den fazla entry girilirken bu başlığa sadece 36 entry girilmesi ilginç. (ara: anal) zira en az göt kadar mühim ve toplumsal sorunları (iktidar, ceza, açlık, fedakarlık) tartışıyor bu muhteşem kitap.

    --- spoiler ---
    yazar, kitap boyunca ezilenden yana saf tutuyor. devrimden önce köylünün rezil, soylunun kibirli hayatını da, devrimden sonra köylünün ezen olduğu, soylunun ezilen olduğu dönemleri de aynı ciddiyet, duyarlılık ve tiksintiyle anlatıyor dickens.

    iktidar anlatısını incelemek için 1984e başvuracağız.
    kitabın ortalarındaki 15 sayfalık manifestoda kısaca şunları anlatır orwell; tarih, ülke ne olursa olsun, ülkeyi yüzde 5lik kesim yönetir. yüzde 15lik kesim, aydın, sanatçı, mühendis, tasarımcı olur, bu adamlar 'görev adamı' değildir, düşün adamıdır. düşünürler ve yaratırlar. geri kalan yüzde 80lik kesim ise kölelerler, ezilenler, beyinsel aktivitesi olmayanlardır. devrim, düşünen yüzde 15'in düşünemeyen yüzde 80i muktedir yüzde 5e karşı ayaklanmaya motive etmesiyle gerçekleşir. bir süre sonra sular durulunca, ilk düzen tekrar kurulur. yüzde 5 dağılır, öldürülür. yüzde 15in bir kısmı yeni yüzde 5in oluşturur, iktidara geçer. yüzde 80in sivrilenleri de yüzde 15lik statüye yükselirler.
    kısaca; "iktidar araç değil amaçtır." (yani; devrim, eşitlikçi, özgürlükçü bir örgütlenme kurmanın aracı değil, iktidar olma amacıdır.)

    kitap, iktidarı bu çizgide tartışırken ilginç yöntemler de kullanılıyor. gözden kaçmasın, bastille baskınını duru bir coşku ile anlatıyor; coşku, umudun coşkusu. satır aralarında adeta şöyle diyor dickens. 'bu rezilliklere birilerinin dur demesi lazımdı. bu baskın, bütün bu değişimin* simgesi olacak. kurtarılan 7 tutukluya karşı 7 askerin öldürülmesi (wikipedia'da 6 ya da 8 diye yazıyor) güzel günlere gideceksek tolere edilebilir bir durumdur". ama bu andan itibaren yazar, devrimcilere yüz çeviriyor. zira tam bu anlarda da ezilen, iktidar olmaya ve zulme başlıyor.

    tüm bu umut kırıcı olaylara karşı iki adam dik şekilde duruyorlar. biri 18 sene bastille'de tutuklu kalmış doktor manette, diğeri ise annesinin vasiyeti yüzünden soyluluğundan vazgeçmiş, çalışıp parasını kazanan charles darnay. bu iki karakter simgelemi, "onursuz sistemlerde onurlu yaşayamazsın"ı 'kör gözüne parmağım' sokarken, yaşamda oyunu kurallarına göre oynamanın (idam mahkumlarını değiştirmek gibi bir sahtekarlık yapmanın) elzem olduğunu da vurguluyor.

    genel bakarsak, bu kitapta aşk yeterince iyi anlatılamamış, en büyük eksik bu. romantik edebiyatın en klasik aşk teması, 'senin için ölürüm, gel sevgilim sarılalım, ne mutlu bize'den fazla bir şey yok, diğer yönlerden muhteşem olan bu kitapta. dil, ironiye büründüğünde ise anlatım eşsizleşiyor. kitabın başındaki ortasındaki ve sonundaki mahkeme sahneleri ve devrimcilerin iktidar olduklarındaki tavırlarının ve giyotinin işlevinin anlatıldığı bölümler kitabın (yazarın) en güçlü bölümleri diyebiliriz.

    anmadan da geçmeyelim, kitabın son bölümünde hugo'ya bariz bir göz kırpma var. bunu bir yerden duymadım, kıçımdan uyduruyorum, lakin barda pavyonda daha kızlar göz kıpmadan fark edebiliyorum olacakları, o derece uzmanlaştım bu konuda.
    le dernier jour d un condamne
    bu göz kırpma, hugo'nunki kadar etkileyici bir sahne yaratamıyor ne yazık ki.
    hugo okumayanlara da can yayınları çevirisinden bu muhteşem kitabını önerelim, entrymizi sonlandıralım.

    'her sistem düşmanlarına karşı kendini silahla korumalıdır' cani ezberciliğine şöyle açıklık getiriyor kitap.
    "ölümün caydırıcı niteliği pek yoktu. tersine işlediği bile söylenebilirdi, ama bu çözüm dünyayı olaylara karşı tek tek uğraşma zahmetinden kurtarıyordu."
    --- spoiler ---
  • içerdiği aşk öyküsünden çok dönem londra ve paris'inin sosyolojik yapısıyla ilgili analizleri etkilemiştir beni. yere dökülen şarabı bezlerle emerek içen ve bebeklerine, çocuklarına içiren insanlar, halkın idamlara olan açlığı daha doğrusu tek eğlencelerinin bu idamlar oluşu, mezar hırsızlarının etkinliği, soyluların halka yaptığı eziyetler, halkın soyluların hepsini sudan bir sebep uydurup giyotine götürmesi, fransız ihtilalinin yer yer nasıl amacından saptırıldığı, örgü ören kadının korkunçluğu, gaddarlığı, geçmişi... hepsi tek başına yeterlidir charles dickens'ın bu romanında sizi etkilemeye.
  • şimdiye kadar okuduğum romanlar içerisinde ilk cümlesi en vurucu olan ve hep hatırda kalan.
  • tek kelimeyle muhteşemdir. çoğu klasik gibi başı anlaşılmaz ortasıda sıkıcıdır ama sona yaklaştınızmı düğüm bi anda çözülüverir ve sizi etkiler ve düşündürür. kitabi bitirdiğiniz anda "insan oğlu ne yüce bi canlıdır böyle bi şey yazar yaşa dickens baba" diye buruk we hafif rahatlamış bir edayla evin içinde tur attirir. okuyun bu muhteşem kitabi harbi çabaniza değicektir! bunun yani sira donem paris ve londra'si çok iyi yansıtılımış. bi şekilde hayatın bir araya getirdiği herhangi bir grup insanin bu olaylara karşı tavırları ve bunlardan nasıl etkilendikleri insani cok derinden vurur. tekrar tekrar soylemeliyim ki çabanıza ve okumak için gosterdiginiz azme sonuna kadar degecektir...
  • bir dünya klasiği. fransız ihtilalini, sınıflaşmayı, sınıflaşmanın yıkılmasını, koyun halkı, aç gözlü halkı, koyun soyluyu, aç gözlü soyluyu gayet güzel anlatan, aşkı fedakarlıklarla tasvir eden bir charles dickens yapıtı. başları oldukça gizemli geldi bana ve en büyük korkum, karakterlerin, isimlerin arasında kaybolacak olmamdı. ama bunların hiçbiri olmadı ve roman yarısından sonra son derece sürükleyici bir hal aldı. ayrıca olay örgüsü o kadar başarılı kurulmuş, simgeler o kadar yerinde kullanılmış ki insan hayran kalıyor doğrusu...

    kısacası sürekli okuma niyetinde olup da bu kadar geciktirdiğim için üzüldüm. bir an önce okunması gerekenlerden...

    edit : typo düzelmesi
  • girişi ülkemin son 60 yılını özetleyen kitaptır.

    ''zamanların en iyisiydi. en kötüsü de... akıl çağıydı, budalalık çağıydı da. inanaç çağıydı aynı zamanda inkar çağıydı da. bir taraftan aydınlık bir taraftan karanlık mevsim yaşanıyordu. umudun baharıydı, yeisin kışı. her şeyimiz vardı ama hiç bir şeyimiz yoktu. hepimiz doğruca cennete gidiyorduk ama hepimiz cehenneme de gidiyorduk. kısaca bu çağ bu devre öyle benziyordu ki, sesi en çok çıkan otoriteler iyisiyle kötüsüyle ikisinin mukayesinin, sadece üstünlük bağlamında yapılmasına ısrar ediyordu.''
  • 2 gün içerisinde okunabilen ender klasiklerden biridir. sebebi ihtilal yıllarındaki fransa'yı ne tolstoy'un rusya'sı ne de pamuk'un türkiye'si gibi ağdalı anlatmasıdır yazarın. ayrıntıya mahal vermeden direkt önermelerle ve hayal gücünü fazla zorlamadan kısmi tamlamalarla okunması itibariyle çok zevkli bir roman haline getirmiştir charles dickens bu kitabı.

    sokaklarında temiz tek bir yer bulunmayan zamanın fransa'sında, yırtık elbiselerle dolaşan cumhuriyet yancılarını, güzel giyimli, mütevazı, ama saldırgan kişiler olarak görmemiz kaçınılmazdır adeta.

    üstad'ın yer yer ingiltere ve fransa'yı kıyaslaması da ona yakışır nitelikte benzetmelerle doludur.

    bir insanın ne kadar sevebileceğini, bağlılık duygularının çağdan çağa nasıl değişiklik gösterdiğini ve herşeyden vazgeçmek için gereken asgari ölçüleri çok güzel anlatmaktadır.
  • kitapların en iyisiydi, kitapların en kötüsüydü. hiç uzatmıyorum, bu aralar çok duygusalım biliyorum ama, resmen ağladım ya la. sydney carton, cansın.
  • - "çavuş oku oku bitiremedin şu kitabı ha? ver de biraz da biz okuyalım, mehehe..."
    - "ben size başka bi şey vereyim onu bi okuyun üfleyin siz önce... kenan koçum mehmetçiğe bi koş da iki soda kap gel hadi canım benim..."

    şu güzel kitap hakkındaki bütün anılarımın bu ve benzeri diyaloglardan ibaret olmasından gerçekten büyük utanç duyuyorum. ben de isterdim, melislerle tuğçelerle kitabı tartışmayı, dickens üstüne edebiyat üstüne sohbetler etmeyi ama elimdekiler piyade er kenan ve piyade er ibrahim idi. çamaşırhanede çavuş idim, şafak sayıyordum ve günler geçmiyordu....

    bir de şu var; ilk cümlenin en güzel kitap girişlerinden biri olduğu konusunda herkes hemfikir de; kitabın son paragrafı da en güzel kitap bitişidir bence. beş kere filan okudum o son bölümü ben. (gerçi kenan ve ibo çiftinin de bunda etkisi yok değil ama...)

    "lan uyumayın kalkın .mınısktiklerim daha mıntıka yapılacak kalkın laağğnn!!!"

    (bir kışla çamaşırhanesi, kasım 2008, adana)
hesabın var mı? giriş yap