• 32 yıl fiilen çalıştığım yer.ilçelerde genellikle hükumet konaklarının alt katına yerleştirilen,bazı yerlerde ahırdan bozma bazı yerlerde belediye binasının bir bölümünü işgal eden hizmet birimi.orta boy illerde müstakil binaları olur.bazı illerde adı saray diye anılır.istanbulda her bir bölümü muhtelif semtlerde çoğu kiralık binalarda hizmet vermeye çalışır.
    yakında tuvalet bulamayan her türden insan adliyeye gelir. sidik kokuları meşhurdur.hepsi "adalet gibi hazin , hakim gibi zavallı ama mağrur" bir duruş gösterir.

    her türden insan bulunur.küçük hediyeler,büyük paralar dava edilir."yaşasın adalet" diye bağıran da vardır,"temyiz hakkını kazandık" diyen de...koridorlarında yeteri kadar oturacak yer yoktur.bekleşen çoktur.hakimiyle,savcısıyla,avukatıyla,icra-iflas,yazıişleri müdürleriyle,katipleri,mübaşirleriyle
    ve diğer çalışanlarıyla antik çağlardan gelen bir ruhun rüzgârını estirirler;duyulur duyulmaz..
  • çalışmaya ilk başladığım zamanlar uzun yıllardır adliyede çalışan memurlar (hakim-savcı-avukat-zabıt katibi vs) kabaca ikiye ayrılıyordu: artık işlerden bıkmış, dosyaları angarya olarak görüp yüzünde bir idealizm pırıltısı bulunmayanlar ve meslek kendilerine yenice bahşedilmiş gibi kutsal bir kavram olan adalete hizmet etmek için varını yoğunu seferber edip canla başla çalışanlar.

    o zamanlar ilk gruptaki insanlardan nefret eder, diğerlerini takdir ederdim. şimdiyse; okula yeni başlamış bir çocuk edasıyla sözümona hukuka hizmet etmek için didinip duran idealist insanların tam bir salak olduklarını düşünüyorum. evet. geldiğim nokta bu. göstermelik yargılamalarınız da, yargıtayınız da, hükmün açıklanmasının geri bırakılması da, infaz yasalarınız da, yap-boza döndürdüğünüz kanunlarınız da, böyle gelmiş böyle giderciliğiniz de yerin dibine batsın.

    özür dilerim, kafam biraz hoş da.

    bütün sisteminiz yerin dibine geçsin.
  • onbeş yıldır serbest avukatlık yapıyorum; tek diyeceğim ne sıfatla ve nedenle olursa olsun allah kimseyi buraya düşürmesin.

    sekiz sene sonra gelen edit: aynı görüşümü, daha da güçlenerek, koruyorum.
  • istanbul'da gençliğini 1980'ler ve öncesinde yaşamış kişiler için ayrı bir anlam ifade eden mekandır... efendim, istinye'den sarıyer yönüne doğru giderken yeniköy'ün bittiği yeri biraz geçince solda sarıyer adliyesi vardı. yeniköy'ün bitiş noktası da yalıların bittiği ve yolun boğazla tekrar buluştuğu yere tekabül eder, son yalı da beyaz boyalı kırmızı panjurlu ahşap kalkavan yalısıdır... adliyeye gitmeden kimileri istinye'de zeynel'de dondurma yerler, sarıyer tarafından gelenler için ise dondurma noktası tarabya'da veli'dir... bazıları da yeniköy vapur iskelesinin hemen yanındaki iskele restoran veya bir sonraki çıkmazda bulunan denizpark gazinosu, daha çok bilinen adıyla aleko'da demlenirler... bir yandan rumeli kavağı yapımı keser sapı hesaplı beykoz motorlarının dizel gürültüsü, bir yandan küçük vapurların ince uzun bacalarından çıkan düdük sesi ve usturmaça niyetine kullanılan eski lastiklerin iskeleye fortçuluk yaptıklarındaki gıcırtı, en az beyaz peyni ve kavun kadar meze olur rakıya...

    neyse efendim, fazla yoldan çıkmadan biz aleko'yu, iskele'yi müdavimleriyle bırakıp yola düşelim tekrar... kalkavan yalısını geçer geçmez sağdaki balıkçı barınağına uğrar kimileri, daha doğrusu oradaki mavi, pembe, sarı, beyaz naylon leğenlerdeki balıklara... mevsimine göre lüfer, kalkan, palamut, hamsi, ama her daim illaki istavrit... naylon torbalara doldurulur balıklar, sonra da kesekağıdına... şimdiki gibi metroseksüel balıkçılar da yok o zamanlar, herkes balığını kendisi ayıklıyor evde...bazen kesekağıdı hafifçe hareketlenir, belli ki istavrit son demlerinde...

    işte tam burayı geçtikten sonra yol ile boğazın arası açılır biraz, adliye'nin otoparkı sağda görünür... otopark dediysek, öyle belediye pazubantlı adamlar falan yok, girişimci bir çay ocağı var... gece gidildiyse, çaylar söylenir, gizli gizli bira da getirir girişimci eleman... arabanın dışına da pek çıkılmaz, içerideki sohbet yeter... ne cep telefonu, ne çağrı cihazı, ne de herhangi bir rahatsızlık yaratacak iletişim araçları... bire bir, insan insana, yüzünü görüp bazen de konuşmaya gerek kalmayan bir sohbet... radyo falan da yok, arabanın teybinden çıkan kötü bir ses var sadece... bazen bir eleman arka koltukta gitar bile çalar, teypten çıkan çelimsiz sesle parça çıkartılır... ileri geri sara sara kaset isyan eder ve sarar sonunda... daha doğrusu geri alma gibi bir fasilite de yoktur, kasedi ters çevirip ileri sarmak marifetiyle parça baştan dinlenir...

    bazen bir kağıt helvacı geçer, bazen börekçi olur... ha, bir de el falı veya bakla falı bakan yetmişikibuçuk billetin buçuğundan gelenler... "at bir beşlik" gelgeliyle aslında çok da inanmayan ama geleceğiyle ilgili hoş şeyler duymak isteyenleri mutlu ederler... ha, tombalacıyı da unutmamak lazım, o zamanlar "mavi malbora"nın tek kaynağı odur... iki tombala çeker, çıkarsa sevinir insanlar... çıkmazsa parasını verip alırlar, eh o akşam da biter zaten "mavi malbora"...

    eh, saat de geç oldu iyice, hesabı ödeyip gitmek gerekir yavaştan... tarabya'dan hacı osman'a çıkıp, sonra da büyükdere caddesinin trafik lambalarına ihtiyaç duymayan neredeyse şehirlerarası yol kıvamında olduğu zamanlarda levent civarına... arabayı park edip sokakta biraz da muhabbete devam etmek lazım... ta ki komşulardan biri duyulacak bir sesle "eh artık geç oldu" diye balkon lambasını söndürene kadar... veya kahverengi üniformalı bekçi sessizce arkadan sokulup düdüğünü öttürüp birinin aklını kaçırtıncaya kadar...

    şimdilerde ne vardır, bilinmez... capuccino veya espresso falan veriyorlardır allah bilir... bizim çay mekanları da küreselleşti artık...
  • "daha sonra gelin" cümlesini en çok duyacağınız yerlerdir. örneğimizi pekiştirmek için hemen cümle içinde kullanmak suretiyle iyice belliyoruz;

    -uyap çalışmıyor daha sonra gelin.
    -hakim duruşmada daha sonra gelin.
    -mübaşir yok daha sonra gelin.
    -hakim karar yazdırıyor daha sonra gelin.

    daha gider bu....
  • mahkeme kalemlerindeki ve icra müdürlüklerindeki memurların avukat azarladığı, rüşvet almadan iş yapmadığı, sabah saatlerinde afyonlarının patlamadığı ve akşam saatlerinde de mesai bitiminin yaklaştığı gerekçesiyle iş yapmaktan kaçtığı yani iş yaptırmak için eşref saatlerini kollamanızın gerektiği; sürekli bir savaş halinde olmanınızı gerektiren ve mücadele ruhunuzu hep canlı tutan, adalet(?) dağıtılan -adaletin adaletin etrafa saçıldığı- mekanlar.
  • ankara'dan bildiriyorum: bürokrasinin apış arası.

    her gittiğimde dışımdan hunharca küfrettiğim, hiç eksik olmayan götü kalkık tipleri boğmak istediğim, adeta kendimi kaybettiğim, idimi dışarı çıkaran iki yerden biri. diğeri de bürokrasinin göt deliği (bkz: icra müdürlüğü)

    muhtemelen bu hâle bürünmemde senelerdir peşimi bırakmayan kolinerjik ürtikerin de payı büyük. bu iki yere niyeyse hep kış ayı işim düşüyor ve soğuk olan dışarıdan sıcak olan binaya girince batma ve kaşıntı şöleni başlıyor (girince yapılan kontrol de cabası oluyor).

    bu iki yerde kime siz diye hitap etsem, insan gibi soru sorsam aldığım yanıt göz temassız ve sen hitabıyla oldu. icra müdürlüğüyle birlikte buraya umarım hayatım boyunca gitmeye gerek duymam yoksa küfrettiğim ve acayip sinirlendiğim için yarın bir gün bu iki yerden birinde başıma bir şey gelecek.
  • karanlık koridorlarında insanların dert ve sıkıntılarının somutlaştığı gri bulutların dolaştığı, asık suratlı insanların müdavimi hüzünlü yer.
  • adli işlerin görüldüğü bina, mahkemeler, temiz kağıtları, avukatlarla çay içme hadiseleri burda görülebilir... eğlenceli bir yerdir, işlerin en kesat olduğu gün en az 10 kavga olur, sonra çaycı gelir, kavga edenleri ayırır...

    girişte, metal yoğunluğu hissedince öten aletlerden wardır ama bi gün öttüğüne şahit olmadım, ötemez, kel fatma.
  • boşanmak için geldiğim ve yeteri kadar içim acımasının üstüne bir de benim gibi veya başka nedenlerle burada bekleyenleri gördükçe iyice içimi daraltıp acıtan bina. hastane bir, burası iki, allah düşürmesin.
hesabın var mı? giriş yap