• “ahmet yakupoğlu, gerçek bir yerlidir. güzel sanatlar akademisi'nden mezun olduktan sonra birçoklarının yaptığı gibi soluğu avrupa’da almaz, gidip memleketi kütahya’ya yerleşir. bir gün bütün şehirlerimizi çirkin betonarmelerin istila edeceğini hissetmiş gibidir; hocası feyhaman duran’ın tavsiyesine uyarak kütahya’yı kütahya yapan güzellikleri yok olmadan önce tualine aktarabilmek için zamanla yarışa girer. bu yüzden sanatta yeni eğilimleri, yeni arayışları bir çeşit lüks sayarak modern resim akımlarından hiçbirine iltifat etmemiş, kırk yıl boyunca sadece kütahya’nın ve boğaziçi’nin eşsiz güzelliklerini süre ırmağından kurtarmaya çalışmıştır. gerçekçidir; fakat dış görünüşünün ötesine de geçen bir duyarlığa ve bütün sevgisini, heyecanını, samimiyetini, renkli paletinde yoğurarak elde ettiği benzersiz bir lirizme sahiptir. hemşehrileri, onun yaptığı büyük işlerin farkındalar mı bilmiyorum. rengârenk kütahya albümü bence bir şaheserdir. irili ufaklı yüzlerce pencereden bir şehrin renkli geçmişine bakabilmek ne büyük bir şans ve mutluluk!

    keşke her şehrin bir ahmet yakupoğlu’su olsaydı!” *
  • yaşayan en büyük türk minyatür ustası olmakla birlikte, ney'in en usta icracılarındandır. evi bir nevi klasik türk musikisi mensuplarının dergahı gibidir. türkiye'nin dört bir yanından kendisini görmeye giderler.
    kütahya'da yaşamaktadır.
  • kütahya’nın bir tepesinde bânisi olduğu çinili câmi’nin hemen alt tarafındaki sevimli bir evde oturuyordu. evin her tarafına, bütün duvarlarına kendi yaptığı o naif, güzel resimler asılmıştı.

    istanbul’da güzel sanatlar akademisi'ne kayıt başvurusunda kendisinden vesîkalık bir fotoğrafı istenmiş. o zamanlar fotoğraf bugünkü gibi yaygın değil; nâdir ve pahalı. lavabodaki aynaya bakarak karakalemle kendisinin resmini çizip vesikalık fotoğraf olarak verecek kadar ustaydı. kimse anlamamıştı o ‘vesikalık fotoğrafın’ resim olduğunu.

    merhûm ahmet süheyl ünver, akademideki eğitimini tamamladığı zaman kütahyalı ahmet'e, “kütahya’ya gidiyor ve oradakileri çizmeye başlıyorsun!” diye emir buyurmuştu. süheyl hoca, ona paris'ten getirdiği çanta şeklinde bir resim takımını hediye etmişti. sık sık, bir ömür ekmek teknem oldu diyerek şövalesine teşekkür eder ve hocasını yâd ederdi.

    neyzendi ayrıca, iyi bir minyatür ustası olduğu gibi. iyi bir restoratör ve dahi müzeci olarak da hayatı boyunca doğduğu topraklara borcunu ödemeye çalıştı.

    kendi yaptırdığı caminin bütün çinilerini bizzât tasarlayıp imâl ettirdi. caminin içini de süleyman çelebî’nin vesîletü'n necât'ından alıntılarla tezyin etti.

    binlerce resim yaptı. sular, tablolarında adeta akacak kadar canlı olduğu için ona ‘suların ressamı’ da denmişti, ki elhâk öyledir. kışları izmir’de yaşardı.

    müthiş sanat kitaplığını ve eserlerini dumlupınar üniversitesi'ne bağışlamış. umarız ve dileriz ki, bu kurum ahmet yakupoğlu'nun mirâsına lâyık düzenleme ve sergilemeyi gerçekleştirir.
  • bilhassa erguvan mevsiminde rahmetle hatırladığım sanatkâr.

    zira boğaz'ın turkuazını-mavisini, canım istanbul'un son berrak ve ferah yeşilliklerini ve en önemlisi de erguvanların en nazenin tonlarını çizmiş, tarihin hazine sandığına emanet etmiştir.
  • kütahyanın kültür ve sanat tarihini kaydeden zarif insan.şehrinin resimlerini yapar.daha ayrıntılı bilgi için beşir ayvazoğlunun, defterimde kırk suret adlı kitabına bakılabilir.
  • "ahmet süheyl ünver’in yolu 1941 yılında kütahya’ya da düştü ve burada, vâhit paşa kütüphanesi'ndeki yazmalar üzerinde çalışırken resme çok kabiliyetli bir gençle tanıştı. çaldığı bütün kapılar yüzüne kapandığı için derin bir hayal kırıklığı yaşayan bu gencin çok istediği güzel sanatlar akademisi’ne girmesini sağladı ve ona kendi ideallerini de aşıladı. bu genç, ismi daha sonra kütahya ile adeta özdeşleşecek olan ahmet yakupoğlu’ydu.

    güzel sanatlar akademisi’nde okurken bir yandan da ahmet süheyl ünver hocadan tezhip ve minyatür dersleri alan ahmet yakupoğlu, önemli bir ressam ve seçkin bir meşk zincirinin güçlü halkalarından biri olan neyzen halil dikmen’den de ney meşk etti. güzel sanatlar akademisi’ndeki atölye hocası feyhaman duran ise aynı zamanda hattat ve çağdaşlarının birçoğunun aksine, içinden geldiğimiz dünyadan kopmamış, yerli tarafı ağır basan bir ressamdı.

    ahmet yakupoğlu, akademi’den mezun olduktan sonra, soluğu avrupa’da değil, köklerinin bağlı olduğu kütahya’da aldı ve hocası feyhaman duran’ın tavsiyesiyle kütahya resimleri yapmaya başladı; çünkü şehrin dokusunun hızla yok olmakta olduğunun farkındaydı. bu yüzden sanatta yeni eğilimleri, yeni arayışları bir çeşit lüks sayarak modem resim akımlarından hiçbirine iltifat etmedi, bıkıp usanmadan sevgili kütahya’sını resmetti; hocası süheyl ünver’in ve onun hocası üsküdarlı hoca ali rıza’nın istanbul’da yaptıklarını yapıyordu; bir fotoğraf makinesi sadakatiyle, fakat bütün sevgisini, heyecanını ve samimiyetini renkçi paletinde yoğurarak elde ettiği eşsiz lirizmi tuvallerine aktararak, tam kırk yıl...

    yakupoğlu, 1940’lann sonlarında başladığı ve sağlığı elverdiği sürece devam ettiği bu büyük çalışmayla, kütahya’nın çoğu muhtemelen tarihe karışmış olan sokaklarını, camilerini, evlerini, çeşmelerini, hanlarını, hamamlarını ağaçlarını, dağlarını, derelerini ve yağlıboya tablolar halinde süre ırmağından çekip aldı. kütahya, bütün şehirlerimiz gibi betonarmeye teslim olmanın arefesinde, ahmet yakupoğlu’nun fırçasıyla ölümsüzleştirildi de denebilir. onun yaptığı, görünüşleri kurtarmaya çalışmanın ötesinde bir şey; sufiyane bir sezişle görünüşlerin arkasına geçerek şehrin ruhunu, yaşanmışlığını, derinliğini yansıtmaktı. bu tuvallerde tek bir motorlu vasıta yok, beton yok, gürültü yok. sanatın dünyasında, zamanın pençesinden kurtarılmış asude bir şehir; içimizi ısıtan zarif ahşap evler, ağaçlar, çiçekler, dağlar, sular...

    bu zengin koleksiyondan seçme eserler, türk petrol vakfı tarafından 1991 yılında "rengârenk kütahya" adıyla nefis bir albüm olarak yayımlanmıştı. hemen başında yer alan kitap çapındaki metin, yakupoğlu’nun aynı zamanda hiç de yabana atılamayacak bir kalem erbâbı olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

    ahmet yakupoğlu’nun tek gayesi, hiç şüphesiz, kütahya’yı sadece görüntü olarak kurtarmak değil, bütün hüviyetiyle geleceğe aktarmaktı. nitekim demirkapı diye bilinen vâcidiye medresesi’nin müze olarak düzenlenmesini sağlayarak bu müzede dört yıl görev yaptı. yelice dağı eteklerindeki yirmi bin dönümden fazla arazinin çam korusu haline getirilmesi için verdiği örnek mücadele de kayda değerdir.

    ahmet yakupoğlu, kütahya için savaştı; çünkü kütahya’nın bir parçası, yâni yerlisiydi. bir şehrin yerlisi kalmamışsa, o şehrin kültürünü ve kendine has atmosferini koruyacak kimse de kalmamış demektir."
  • rebap ustası olduğunu nasıl atladığıma şaştığım kimse.
  • kütahyalı ressam, neyzen. feyhaman duran atölyesinden yetişmiş, halil dikmen'den ney, süheyl ünver'den tezhip ve minyatür öğrenmiştir. kütahya müzesi'nin kurucularındandır. kütahya'yı tuale taşıyan ressam olarak haklı bir üne sahip yakupoğlu'nun bini aşkın tablosu, biri minyatür üç albümü vardır.
    albümleri içinde en ünlüsü istanbul'u konu alan boğaziçi'dir.
    şu an izmir'de yaşamaktadır.
  • sadece devrin büyük bir ressamı değil, rebab ustası, neyzen hatta edebiyat, tarih de seven büyük bir sanatçıymış. ismini ilk bir yakınımızın salonundaki tablosu sayesinde duymuştum. 96 yaşına kadar sayısız eser bırakmıştır. mekanı cennet olsun.

    yanlış bilmiyorsam eserlerini zamanında kütahya dumlupınar üniversitesine bağışlamışlığı da var.

    edit: doğru biliyormuşum, hatta kopyalayayım vikiden:

    --- kopyala yapıştır ---

    1964 yılına kadar "çalışel" soy adını kullanan ahmet yakupoğlu, tablolarını, kütüphanesini ve kütahya'nın maltepe semtindeki evini dumlupınar üniversitesi'ne bağışlamıştır.

    sahip olduklarını kütahya´ya bırakmak isteyen yakupoğlu, bir süre önce kendi adına kurulan vakfı feshederek kendi elleriyle çatısına kadar çıkıp işlediği çinili cami'yi, maltepe'de büyük bir arazide yer alan evini, bahçesini ve diğer mal varlıklarını, 3 bin kitaptan oluşan sanat kütüphanesini, 1500´den fazla tablosuyla tezhip ve minyatür eserlerinden oluşan diğer tüm çalışmalarını dumlupınar üniversitesine bağışladı.

    eserlerini üniversiteye "sergi dışında kalıcı şekilde il dışına çıkarılmamaları" koşuluyla bağışlayan yakupoğlu, üniversite yönetiminden tüm eserlerin sergileneceği müze yaptırılması sözü aldı.
    --- kopyala yapıştır ---
  • eserlerinde kullandığı yerli pastoral renklerden dolayı ayrıca severim hele ki sonbahar temalı eserlerini
hesabın var mı? giriş yap