• "ilkçağ yunan felsefesinde bir kişinin kendisine yöneltilen suçlamalar karşısında kendisini savunmak için yaptığı yazılı ya da sözlü açıklama; kendini aklamak için dilegetirdiği savunusöz ya da savunuyazı: “savunca”. sokrates’in “halkı kötü yola düşürmekten” dolayı ölüme mahküm edilmesinin ardından dillendirdiği apalogia’sı felsefece düşünmenin söze dökülmüş en kayda değer “savunusöz”lerinden biridir."
    (felsefe sözlüğü- a.baki güçlü; erkan uzun; serkan uzun; ü.hüsrev)
  • roma imparatorluğu’nda 3. asır sonlarında hıristiyanlara karşı hem hoşgörü hem zulüm olaylarını anlatırken “apologia” olarak hatıralan savunmalara değinmeden geçmek imkansız.

    bu ülkede üç yüz sene süresince toplumun ve devletin çeşitli kovuşturmalarına hedef olmuş bir dinin azaları arasında, “tolerans” yerine en içten, en asil savunmalar ifade edilmiştir. elbette bağnaz bir hıristiyandan “tolerans” için toleransı savunması beklenemez. bu nedenledir ki apologia isimi verilen savunma yazılarında daha çok hıristiyan dinini müdafaa etmek, iftiraları çürütüp kendilerinin bozguncu kişiler olmadığını, devletin sadık tebaaları olduklarını ispat etme kaygısı görülür.

    aziz justinius, aziz athenagoras, aziz tertullianus gibi kilise babaları, roma’nın diğer din ve kültlere tanımış olduğu hoşgörüsü neden hıristiyanlara da tanımadığını sorarlar.

    mutlak kendileri açısından ve tek yandaş bir sual olarak haklı bir sual gibi görünüyor.

    aziz tertullianus daha da ileri gittikçe şöyle der:

    «din bir yürek ve istem işidir. kimse istemediği tanrılara inanmaya zorlanamayacağı gibi, dilediği tanrıya inanma özgürlüğü de elinden alınamaz. bu özgürlük, her ferdin natürel hakkıdır. dolayısıyla ne devlet kendi dinini, ne de din kendisini zorla kabul ettirebilir; zira zor kullanım dinin özüne terstir.»

    hani “doğru söze can kurban!” derler ya... buraya kadar tamam... ancak iş bu kadarla kalıyor mu?... konu yalnızca bir inanma meselesi mu?... ya saygı?... ya hoşgörü?

    tertullianus’tan iki yüz sene kadar sonra lactantius öyle demiş:

    «rastgele bir dinsel suçu cezalandırma işini yaradan’ya bırakmalıdır. özgürlüğün otağ kurduğu bir yer varsa o da dindir. hiç kimse istemediği bir şeye tapmaya zorlanamaz.»

    eh, bu da doğru!... doğru fakat yeniden aynı eksikle... bu gibi söylemler yeni çağ başında da, lactantius örneklenerek bir hayli tolerans müdafaa edicisi tarafından yinelenip durmuştur. ancak tolerans hep göz ardı edilmiştir.

    şöyle diyebiliriz: ilk kilisede ”tolerans” adına sesini yükselten birkaç kilise babası, istisnadır. hıristiyanlık devlet dini olduktan sonra, ne onları hatırlayan ne hatırladan olmuştur. hem de bir daha onlar gibi din ve vicdan özgürlüğünü müdafaa eden bir kilise azası dahi çıkmamıştır.

    çünkü tolerans, örgütlü bir din olan hıristiyanlığın özüne ters bir kavramdır.( kaynak: w. durant, “the story of civilization”)

    hıristiyanlığın ilk üç yüz yılında hıristiyanlarca kaleme alınmış eserlerden pek azı felsefeyle alakalıdır. yazılanlar daha çok hıristiyanlığı pganizme karşı savunma emelini taşır.

    hıristiyanlığın şu tektanrıcılık anlayışı, başlangıçta hıristiyan kilise babalarını felsefibakımdan oldukça zor bir vaziyete düşürmüştü. hıristiyanlık, inananların yalnız kendi tanrısına tapmasını, diğerlerini yadsımasını istiyordu. oysa roma imparatorluğu, kendi önerdiği dine bağlanmayı her yurttaşın görevi saymaktaydı. resmi dinden uzaklaşmak, siyasal bir suçtu. pagan inancında aynı anda bir veyahut birkaç dine ansızın bağlanmak natürel sayılırken, hıristiyanlık bir tek kendisine inanılmasını istiyordu.

    313 seneninde imparator constantinus’un (büyük konstantin) hıristiyanlığı serbest bırakıp öteki dinler arasına koyduğu güne dek, hıristiyanlara yapılan ağır kovuşturmalar esnasında bu dine inananların sefih, ahlâksız, dinsiz oldukları söylentileri yaygındı. bu yüzden, kilise babalarının, apologia olarak nitelenen tüm yazdıkları hep yapılan bir saldırıya karşı savunma emelini taşır.

    bu savunmaların çoğunda, helen felsefesinin kavramlarından faydalanılarak akılcı neticelere varma yolu kullanılmıştı. ancak birbirinden değişik savunmaların helen felsefesine karşı tutumu da değişik oldu.

    2. asırda suriyeli tatianus helen felsefesini tümüyle yadsırken, muasırı justinius hıristiyan inancının, helen düşüncesine uygun olduğunu iddia etmişti. stoacı eğilimleri temel alarak, isa’da kendini göstermiş olan “logos”un her insanda “tohum” halinde bulunduğunu (logos spermatikos), bu yüzden her insanın iyi ile kötüyü ayırt edebileceğini, dolayısıyla bir paganın da doğruya erişebileceğini söylerdi. hem de bir de şöyle bir sözü vardır:

    «sokrates, herakleitos gibi helenler akla uygun yaşadıklarından dolayı, pagan değil gerçek birer hıristiyandır.»

    “hıristiyan” sözcüğünün sözlük manası itibariyle bunun olup olamayacağı ayrı bir konu... zati justinius da elbette bunu bilmez değil ve sözcüğü sözlük mananında kullanmıyor. bu bir bakıma islâm dininin yaygın olduğu toplumlarda iyi, doğru ve hayırsever bir kişiye “müslüman” denişine benzer.

    justinius’un söylemi şunu gösteriyor ki, stoacıların akla uygunluk ilkesi başlangıçta hıristiyanlarca da benimsenmiştir. kuvvetli roma’nın kuvvetli felsefesi, stoacılığa böylesine ödünler verirken, sonraları hayranlık platon’a yönelmiştir.

    tertullianus, gnostisizme düşman oluşu hasebiyle sadece helen kültürüne değil, tüm helen felsefesine düşmanlık besler. dolayısıyla helenceye de düşman olup, tüm yazılarında latince kullanmıştır. şöyle der:

    «hıristiyanlığın inanç kaidelerine olduğu gibi inanılmalı, onları felsefe ile ispat etmeye kalkışılmamalıdır. pistis (inanç) ile gnosis (insanın kendi kendisine bilgi edinmesi) birbirlerine karşıt iki olgudur. gnostiklerin istediği gibi, yaradan’nın insanın içine direk doğruya doğmasını, bir ışık olarak parlamasını beklemek, yaradan’nın sırlarına erişmeye kalkışmak, insan aklının bir saygısızlığı, küstahlığıdır.»

    bu yüzden tertullianus «credo quia absurdum est.» (akıl almaz veyahut absürt olduğu için inanıyorum) der. yeni platoncu felsefenin tesirinde kalarak söylediği bu ehemmiyetli tümceyle, hıristiyan dogmalarını akla değil, inanca dayamaya çalışmaktadır.

    tertullianus bir ara “tertulianizm” diye hatıralan bir mezhep de kurmuş, hıristiyanlığa en ağır saldırıları yapmıştı. yalnızca helen orijinli olanlara değil, tüm felsefe ve güzel sanatlara, dolayısıyla roma eseri güzel sanatlara da itiraz etmiş, helen düşünürlerinin hıristiyanlığa yakın sözler söylemesini bir rastlantı saymıştı. roma halkının tiyatroya düşkünlüğünü diline dolamış, şöyle bir seslenişte bulunmuştu:

    «tiyatroları seviyorsunuz. tüm temsillerin en büyüğünü, evrenin son kararı olan son kararı bekleyin. oh!... bir sürü kendini beğenmiş kralın ve imgesel tanrıların uçurumun dibinde inim inim inlediklerini görerek kim bilir nasıl şaşıp kalacağım. ne denli gülecek, sevinecek ve keyifleneceğim. yaradan adına zulüm yapan nice yüksek dereceli görevlinin, bir zamanlar hıristiyanları yaktıkları ateşin bin katı şiddetindeki cehennem fırınlarında erimiş ateş haline geleceğini, o akıllı feylesofların kendilerine hayran çömezleriyle beraber alevler arasında bangır bangır bağıracağını, bunca tanınmış ozanın, minos’un değil ama isa’nın mahkemesi önünde nasıl tir tir titreyeceğini; birçok trajedi artistinin, kendi acılarını belirtmek üzere tüm güçleriyle seslerini yükselttiklerini, dansçıların cehennem alevleri önünde hünerlerini sergileyeceklerini göreceksiniz...»

    hıristiyanlık yandaşı bazı araştırmacılar, istedikleri kadar bu söylemlerde, “canına tak etmiş bir kimsenin gereğinden aşırı ölçüde bir tinsel taşkınlık gösterisi” olduğunu söylesin... aziz tertullianus’u ne tolerans sahibi ne de aydın bir kişi olarak örnek göstermek imkanlı değildir.

    aziz origenes, isa’nın, insanlık uğruna kendisini feda etmesi, bağış, bedenleşme gibi dinsel dogmaların felsefesel bir temele oturtulması gerektiğini anlayan ilk kilise babasıdır. yeni platoncu felsefenin temsilcilerinden biri olarak, ara ara gnostisizme yaklaşmakta olduğu görülür. bu nedenle de 30 yıl müddetle yöneticiliğini yaptığı iskenderiye’deki okulundan uzaklaştırılmış, kovulmuş, filistin’e kaçarak öğretisini orada sürdürmek zorunda kalmıştır.

    hıristiyanlığın “teslis” diye hatıralan üçlemesini biçimlendiren origenes, diocletianus vaktinde gerçekleşen kıyım esnasında öldürülmüştür. ardıllarınca sürdürülen origenesçilik akımı, iki buçuk asır kadar sonra 553 seneninde toplanan bizans konsili’nce sapkın duyuru edilip, yasaklanmıştır.

    biraz roma başlıklarına giriş yapalım mı? ben hevesliyim bu konuda.
  • batı dillerinde olduğu gibi grekçesinde özür dileme anlamı taşımamaz.
  • genelde eleştirilere veya suçlamalara karşı bir savunma olarak kullanılır.
  • (bkz: de profundis)
  • carlos madrigal'in 2009 aralık ayında çıkan kitabı
    (bkz: http://www.hristiyanblog.com/apologia/)
  • yunanca özür, mazeret, savunma.
  • (bkz: siyasi savunma)
    apo (uzak) + logia(soylemek : yani baglamin disina cikip konusmak, siyasi savunma yapmak.

    altı yüz kelime değil, belki altı kelime ile de değil, bir tükürük ile cevap veririm demektir.
  • yağmurlu bir gece de, kahveyle beraber en iyi gidebilecek birkaç şeyden biri.
  • gavin friday $arkisi.

    just a penny for the poor i ask.
    for a love that was strong and fast.
    oh - this judas betrayal was with more than a kiss.

    things are not always what they seem.
    lover, liar ... friend or foe?
    to beg, steal and borrow then throw it away.

    "i've no regrets, nothing lost or gained".
    easy words for the brave to say.
    now sorrow, it digs away at its own grave.

    to have or to have not, is all that i have got.
    i see no hope in those eyes as they close.

    so sing a song for this bleeding love,
    for a life that we'll never know.
    streets paved with silver, dreams made in gold,
    and as these icy stars, they sing,
    who will know what this night will bring.
    the envy eats nothing but its own.

    to have or to have not, is all that i have got.
    i see no hope in those eyes as they close.

    just a penny for the poor i ask.
    for a love that was strong and fast.
    oh - this judas betrayal was with more than a kiss.
hesabın var mı? giriş yap