• ilk insan döneminde gerçekleşmiştir.
  • umurumda olmayan olaydır. bugün gittim kendime kepekli galeta, krem peynir ve domates aldım. söğüşlenişlerim.
  • yaklaşık 700.000 yıl önce homo erectus'un ateşi yakabildiği ve kontrol ettiği bilinir. ateş yırtıcı hayvanlara karşı koruma sağlıyordu, ilk hominidlerin yaptığı gibi eti çiğ yemeyip pişirmeye başladılar. geceleri ve kışları sağladığı ısıyla, insanların yeni yerleri keşfetmelerini mümkün kıldı.
  • takriben 900.000 yıl önce gerçekleştiği tahmin edilen "ateşin kontrollü kullanımı", evrimin önemli aşamalarından biri. ateş, vahşi hayvanlardan korunmanın yanı sıra, pişmiş et yemeye başlama ve bu sayede sindirimi kolaylaşan etlerden daha fazla kalori alarak büyüyen homo sapiens beyninin besin ihtiyacını daha kolay karşılayabilme gibi önemli bir avantaj da sağlıyor. ("becoming human" adlı belgesel ve evolve'un "guts" başlıklı ikinci bölümü, bu noktada önemli izahlarda bulunur.) (bkz: #46306165)

    bu konuda atlanmaması gereken bir kitap da, belçikalı yazar(lar) j.-h. rosny'nin 1911 yılında yayınlanan the quest for fire adlı romanı. ilgili roman, insan-öncesi primatların henüz ateş ortaya çıkarmayı bilmedikleri bir dönemde geçer. ateşin nasıl ortaya çıktığını bilmemek, mevcut ateşi hem sürekli canlı tutmayı gerektirmekte, hem de son derece değerli kılmaktadır. rakip gruplardan biri ateşi çaldığında, ateşi geri alabilmek için büyük bir mücadele yaşanır.

    not 1: bu roman, 1981 yılında filme de uyarlandı. çok sayıda hayranı olan ve bir kült film haline gelen bu yapım, yukarıdaki 14 milyar yıllık serüven çerçevesinde ilgiyle izlenebilir.

    not 2: iron maiden'ın 1983 yılında piyasaya çıkan dördüncü albümündeki "quest for fire" adlı şarkı da, filmdeki hikayeyi anlatır. ancak, şarkı nedense, "in a time when dinosaurs walked the earth" dizesiyle başlıyor. halbuki hikaye, takriben bir milyon yıl önce geçiyor. dinazorlar ise, 65 milyon yıl önce yok oldular. (şarkının kendisine ve filmi özetleyen sözlerine şuradan ulaşılabilir.)

    tema:
    (bkz: evrim teorisi /@derinsular)

    tekmili birden: pdf
  • yasin suresi 80. ayetin içeriğinde yer alan bir durumdur. ilginç.

    ellezî ceale lekum mineş şeceril ahdarinâren fe izâ entum minhu tûkıdûn(tûkıdûne).
    ''size yeşil ağaçtan bir ateş yapan o'dur. şimdi siz ondan tutuşturmaktasınız..''
    -elmalılı muhammed hamdi yazır tefsiri-
  • ateşi en son nereye koyduğunu unutan mağara adamının önce bir panik yapıp sonra hatırlamasıyla gerçekleşen durum.
  • tabiki tarihi belli olmamak ile beraber prometheusun ateşi tanrılardan çalıp insanlığa hediye etmesi ile insanlık ateş ile tanışmıştır.

    birde adem dünya üzerinde taşı toprağı işlerken bir gece yorulup uyumuştur. yaratan tarafından kaburganın en üst kemiği alınıp ademe yardımcı olması için bir insan daha yaratılmış ve adına 'kadın' denilmiştir.

    şimdi, en üstteki hikayenin sıradışılığı ile alttaki hikayenin sıradışılığı arasında ne fark var? alttakine inanıyorsunuzda üsttekine neden inanmıyorsunuz?
    ben huzuru semavi inanışlarda değil çok tanrılı dinlerde buldum. yaşasın putçuluk.
  • bazı anlayışlara göre insanlığın gerçek başlangıç anıdır. neredeyse iki ayak üstünde yürümeye başlaması kadar mühim bir aşama sayılır. tam olarak ateşin ilk nasıl kontrol edildiğinin bilinmesi şimdilik imkansıza yakın. arkeolojik kalıntılardan anlaşıldığı kadarıyla, ateşin bulunması henüz doğru dürüst sözlü hikaye aktarabilecek dilbilgisinin bile tam gelişmemiş olduğu tahmin edilen zamanlara, yaklaşık bir buçuk ile iki milyon yıl evveline dayanan bir hadisedir. hadi diyelim bazı bulgu ve ölçümlerle ateşin ne zaman kontrol edildiğini bir dereceye kadar kestirmişler; peki ama arkeolojisi imkansız olan dil gibi bir fantezi ile fiziki iz bırakabilen ateş nasıl mukayese edilmiş ve 'ateş dilden önce bulundu' diye nasıl yargıya varılmış, bunlar şaibeli. mantık yürütmüşlerdir belki; ne ile, 'dil' ile elbette... her ne kadar artık prometheus'un ateşi insanlara vermesi masalını yemiyorsak da başka hikayelerle ikna olmak istiyoruz.

    belki de ateşin bulunması, ya da kontrol edilmesi, 'ilk' ile tanımlanacak bir hadise değil, ama nesillere yayılan bir sürecin bir getirisidir. misal, bir nesil gaz bulmuş, bin sene sonra bir başkası çakmak taşı yontmuş, bilmem kaç nesil sonrakiler plastik kaplama tekniği geliştirmiş, falanca nesil de bunları çakmak halinde bir araya getirip "aha ateşi tuttum" diye koşturmuştur. olur mu böyle? gayet teleolojik bir tahmin. bu tarif olsa olsa şu an kullandığımız çakmak gibi görece karmaşık sayılabilecek bir aletin ortaya çıkma süreci için geçerli olabilir. ateşin kontrollü üretilmesi macerası sallamanın gayet serbest olduğu çok eski bir hikayedir, dolayısıyla herkesin değişik tahminlerde bulunması ve farklı versiyonlar üretmesi de normal. bir örnek:

    sene, iki milyon yıl önce; yer, afrika'nın göbeğinde bir arazi. kahramanlarımız yirmi otuz kişilik bir avcı toplayıcı grubu; ne bulurlarsa, elleri neye uzanırsa mideye indiriyorlar. gayet doğal ve anlaşılır sebeplerden ötürü bir sürü şeyden korkuyor veya çekiniyorlar; faturalardan ve zamlardan değil elbette, kendi koşullarına ait hadiselerden. daha cümleler bile tam oturmamış ama tek tük kelimeler ortaya çıkmaya başlamış olsun; ateş dilden önceydi, yok sonraydı tartışmasında orta yolu seçelim: 'al, ver, gel, elle, ot, et, taş' ve 'ateş' gibi temel kelimeler var olsun ama gramer tam oluşmamış olsun ( düşünmesi her ne kadar eğlenceli de olsa o kabilenin kullandığı kelimeler muhtemelen türkçe değildi, ama 'nasıldı' sorusuna bir cevap olmadığı için böyle hayal ediyoruz). basit de olsa kelimelerin beyinlerde oluşturduğu bir anlam alemi yeşermeye başlamış. iletişimin konu malzemeleri hayvanlarda da bulunan tehlike ve ödül temalı ham ilişkiler; 'ateş' de kabilemiz tarafından hayatta kalmak adına ilk tanımlanan ve kavramlaştırılan doğa gerçeklerinden birisi. ancak henüz kontrol edilemediği için uzak durulması gereken bir faktör, henüz 'fayda' listesinde değil. kabile üyeleri birbirlerini ateşten korkulması, uzak durulması gerektiği konusunda sürekli uyarıyorlar. ve ateş kelimesi tekrarlana tekrarlana o kafalarda korkunç bir hale geliyor; adeta doğanın bir belası, intikamı olarak büyütülüyor. gerçi 'bela' veya 'intikam' kavramları netleşmişmiydi bilinmez, ama kontrol edilemeyen bir yakıcılık hoş duyguları canlandırmıyor olsa gerek.

    gel zaman git zaman elemanlardan birisi takıyor kafayı bu ateş hadisesine. sağda solda çıkıveren yangınları uzaktan uzaktan takibe alıyor.
    gözlemleri sonucunda farkediyor ki, sadece bazı nesneler yanıyor ve ortada yanacak bir şey kalmadıysa ya da suyla temas edince ateş eriyip gidiyor. bilgi ve deneyim korkunun önüne geçmeye başlıyor. küçük çaplı bir aleve denk geldiğinde çomakla karıştırmalar, ateşi çubukla alıp öteye beriye taşımalar, yanan ateşin içine yaprak, ölü kurbağa falan atıp seyretmeler, yaktığı hayvanların tadına bakmalar falan derken arkadaş henüz ateşi başlatacak düzeye gelmediyse bile, en azından korkusunu yenecek düzeye erişiveriyor.

    bu bilgisini diğerleriyle paylaşabilecek durumda değil; o dönem hadiseler genelde 'tanık olma' usulüyle aktarılabiliyor, tıpkı hayvanlarda olduğu gibi. hatta birkaç kez anlatmayı bile deniyor, ancak her "ateş" dediğinde kendisini dinleyenler ya tedirgin olup ortamdan uzaklaşıyor ya da boş boş bakışıyorlar. eleman cümlenin devamını getirecek ve "ateşle oynuyorum" diyecek, gelgelelim o düzeyde cümle henüz icat edilmemiş. zor ve sıkıntılı bir durum. nihayetinde fikirler ancak diğer insanların fikir pazarına çıkınca değerini bulur. sözle beceremeyeceğine ikna olarak bundan sonraki enerjisini ateşin nasıl ortaya çıktığını tespit etmeye ve böylece diğerlerine bir gösteri ile kanıtlamaya yönlendiriyor. bir gün, fındık fıstık kırıp eğlenirken taşların birbirlerine çarptıklarında kıvılcım çıkarmasına dikkat kesiliyor. belki çok küçük bir parıltı ve belki alev gibi devamlılığa da sahip değil ama kıvılcımdan eli yanıyor; kimbilir, ufak çaplı bir yıldırım hayal etmiş ya da o an 'kafasında şimşekler çakmış' bile olabilir.

    saatler, günler ve haftalar sonra, deneye yanıla, sonunda en fazla yirmi dakikalik bir çaba ile kıvılcım deneylerinden ateş elde etmeyi başarıyor. ve eline bir meşale alarak kitlenin içine dalıveriyor, gururla. elbette ilk tepki olarak kabile çoktan arazi. birkaç kişi korkusuna ara verip öteden bizim elemanı takibe alıp cesaret topluyor ve nihayetinde ateşin kontrolü tüm insanlar için bir faydaya evrilmiş oluyor.

    bizim bu korkusuz deha da ateşe atılarak ödüllendirilmiş olabilir, çünkü ateşi kontrol edebilen türümüz bugün dahi haseti kontrol edemez...
  • kış günü birden bire aklıma düşen olay.. benim merak ettiğim ateşin bulunuşundan ziyade ateş yokken insanların nasıl ısındığı.. yahu şu an evlerimizde dahi doğalgaz, elektrik, odun-kömür gibi araçlarla ısınmıyor olsak soğuktan helak olup gideriz.. oysa zamanında insanlar mağaralarda, çadırlarda, ağaç kovuklarında üstlerine kat kat hayvan kürkü geçirerek doğaya karşı amansız bir savaş veriyordu.. salt donup gitmeden insan ırkının bugünlere gelmiş olması büyük mucize vallahi.. üşüyorum..
  • keşif değil ki bu. adam yıldırımın yol açtığı yangında ateşi öğrendi. ona tanrı dediler. büyü gibiydi onun için. ne insanlar öldü onun ne olduğunu bulmak ve kontrol etmek için.

    ilk icat belki de meşalenin atası olan yanan odundu. o yanan odunu günlerce sönmeden taşımak için muhafaza etmek için kafa yordular belki.

    volkanik bölgeler, üzerinde yaşayanlar için değerli bölgelerdi. hazır ateş vardı onlarda çünkü.

    sonra sonra onu tanıdıkça ateş çıkarmayı da öğrendiler.
hesabın var mı? giriş yap