• hala daha insanlara spor diye yutturulmaya çalışılan bir hastalıktır hem de. hadi eskiden neyse dağ başındasın elektriğin yok suyun yok karnın aç falan ama hala bu devirde nereye kadar kardeşim, elinde binlerce liralık tüfek , sıktığın fişeğin parasıyla kasaba gitsen iki misli et alırsın, ne diye kıyıyorsun kurda kusa... seviyorsan silahını git poligonda ateş et yada ne bileyim şişe vur tarlanda bahçende, yazık değil mi nesli tükenen geyiğe , kuşa, keçiye.

    edit: başlığı açalı 7-8 yıl olmuş hala daha spor diye kaktırılmaya çalışılan hastalıktır.
  • sanıyorum avcılığın şu zamanda hala resmi olarak pratike edilebilmesi ancak bu "sporun" en üst sosyoekonomik seviyeye hitap etmesiyle açıklanabilir.

    avcılık bir spor değildir. avcılık zevk için yapılan katliamdır. avcılık 2-3 nesil içinde yeryüzünden silinecek ve o zamanki neslin aklının almayacağı bir pratiktir.

    avcılık modern insanın eline silah alıp bir şeyler öldürebilmesinin kılıfıdır. modern toplumların bok yemesidir.
  • oldukça yerinde bir yaklaşımdır. hatta kibar bir tanımdır. tam olarak bir psikopatlık ve sosyopatlık söz konusudur. kendi sağlığınız için avlandığını bildiğiniz insanları gördüğünüz yerde kaçın. bir süre sonra sizi zevk için vurmayacağının garantisini kimse veremez.
  • öyle olsa bile bunu ancak vejetaryenlerin dile getirme hakkı vardır.
    et endüstrisinin hayvanlara her türlü işkenceyi çektirip öldürerek sofranıza getirdiği etleri lüpletip avcılığa ruh hastalığı demek asıl sizi ikiyüzlü bir ruh hastası yapar.
  • bir canlının yaşamına son verildiği bir eylemin kesinlikle spor olmadığını kabul etmekle birlikte, ruh hastalığı gibi yorumlarda yanlıştır. günümüzde gelişen av malzemeleri teknolojisinde, av etiğinin daha katı sınırlarla belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. bunların yanında yemek amacı dışında av yapan kişilere acaip kıl oluyorum bende
  • kensinlikle ruh hastalığıdır nedir bu kardeşim vahşi, yırtıcı hayvan staüsüne layık gördüğün hayvanlar bile ihtiyacı olmadığında veya bir tehditle karşıkarşıya kalmadığı sürece hiçbir canlıya saldırmazken kendini medeniyetin yaratıcısı olarak gören hatta başka insanları bile hakir gören bazı denyolar kalkıp tek silahı pençeleri veya gagası olan bir hayvanı sadece zevk için hırsını tatmin etmek için tüfekle öldürebiliyor ve üstelik bunu spor diye adlandırıp kendini kahraman sanacak kadar küçülüyo kahramanlı yetenek beceri desen değil ulan öldürdüğün hayvanların çoğunu haberi olmada kalleşçe öldürüyorsun sahte kahraman spor desen hiç değil bu sporla nereni çalıştırıp geliştiriyorsun; satranç beyini geliştiriyor, bilardo, beyini vücut üzerindekontrolü bedensel sporlar malum ulan sexe de ciddi ciddi spor derim ama avcılık neyin sporu ha nedir.... sinir oldum...
  • acıkınca yeriz diye kenarda canlı et tutuyoruz. o etin beyni, kalbi, hisleri var, bunlar sayesinde ileride bir gün öldürüleceğini bilerek yaşıyor bana göre. bir çiftlik var, orada danalar yetiştiriliyor, çiftliğin devamında da mezhaba. danalar orada ne olduğunu bilmiyorlar mı? bu daha büyük ruh hastalığı. hayvanlar koklar, ölümü de koklar, ona yem veren güleryüzlü adamın iş tulumuna sinmiş ölümün kokusunu alırlar. elimizden bir şey gelir mi, gelmez, o et orada canlı canlı bekleyecek, acıkınca yiyeceğiz. kendi içimizde tutarlı olsak da doğayla birlikte düşününce, ki düşünmek zorundayız, insan bir ruh hastası.

    üstünde onu ozon tabakası gibi sarmış bir "öldürmek" sorunuyla var olmak zorunda kalan avcılığın içine girip şunları söyleyebiliriz. avcılıkta doğrular tamamen doğru ve yanlışlar tamamen yanlış değil, hayatın ta kendisi gibi. doğrular ve yanlışlar coğrafi, mevsimsel, sosyoekonomik koşullara göre yer değiştiriyor. türkiye'de yaşayan herkesin ava gitmelerini öneririm. ben çevreyle ilgili konuların en fazla avcılık ortamında konuşulduğuna tanık oluyorum. okuldan ya da iş çevremden tanıdığım insanların bu konulara ilgileri daha az. buradan bir genelleme yapıyorum. avcı insanlar çevresel konularla daha alakalılar çünkü onlara avlanabilmek için çevre lazım. insan doğasının bencilliği ama ne yapacağız, kendilerini ilgilendirdiği için hangi hes'in nereye zarar verdiği, gübre olarak kullanılan maddelerin hangi canlılara zarar verdiği, tarla açmak için ne kadar ormanın yok edildiği, devletin enerji politikaları gibi konulara hakimler. yapılan kıyımlara, geleceği düşünmeden yapılan bilinçsiz hareketlere karşı çıkmaya çalışıyorlar. avcılık tamam belki ruh hastalığı, bencillik, ama bizim coğrafyamızda doğa avcılardan bağımsız olarak o kadar hızla yok ediliyor ki, avcı olmak, doğadan kendine "canlı öldürüp yiyebilmek için" biraz pay istemek doğanın yok edilme ivmesini azaltıyor.

    isveç ya da finlandiya'da olsaydım bu sefer ava giden adama ruh hastası diyebilirdim. bu ülkeler, belki biraz a.b.d. de böyledir, avcılık konusunda hem otokontrolün hem de devlet kontrolünün çok iyi işlediği yerler. işveç ve finlandiya'da ava gitmeyen insan neredeyse yok. herkes avcı. ama topraklar da ona göre kocaman, nüfus az, kontroller de iyi olunca doğa bozulmuyor hiçbir zaman. avcılığın haricinde doğayı kullanan diğer tüm olgular (sanayi tarım, doğal kaynakların işlenmesi...) çok bilinçli, teknolojik, minimum atık çıkarıyorlar. bazı pis işleri başka ülkelerde, gizli sömürgelerde yaptırıyorlar. bu güzel denge içinde avlanan insanı bizim ülkemizde avlanan insandan ruhen daha hasta görüyorum ben. zaten her şeyi kurmuşsun, mükemmel bir denge var, elleşme işte ona. güzel güzel seyret, hayran ol, içten içe coşkunu yaşa, insanlık kendisini bir gün yok edecekken buna karşın doğanın dengesine ne kadar saygılı olduğunu farket, bununla gurur duy. en azından kendi çevrenin ne kadar süper olduğuna şükret, gelecek kuşaklara bunu şükranla aktar. mezbahadan gelme ete talim et ve ruh hastalığını bu şekilde doya doya yaşa.

    avcılığın en büyük sorunu bence öldürmek, değil diyorsanız konuşuruz, ama avcılığın hiç olmadığı yerde de öldürme işlemi devam etmek zorunda. ava gitsek de gitmesek de öldüreceğiz. bunun adı ruh hastalığı mı, bence adının ne olduğunun önemi yok.
  • serengeti düzlüklerinde pervasızca avlanan çitaları protesto eden zebralar tarafından haykırılan sloganlardan biri.

    .
  • şehrin göbeğinde, besin zincirinin en tepesinde oturup doğadan kopuk yaşayan insan evladının temelsiz bir duyarlılıkla prim toplama girişiminden başka hiçbir sike derman olmayan söz.

    avcılık ruh hastalığı değildir. ruh hastaları arasında ava meraklı olup saçma sapan katliamlara girişenler varsa bu avcılığın sorunu değildir.

    misal, otobüse binenler arasında ruh hastaları varsa (ki var) o takdirde otobüse binmek ruh hastalığıdır diyelim, ödeşelim. sen sağ ben selamet.

    .

    ek / şişman not. entry'lerimin zamanın ötesine gitmesi zerre kadar sikimde olmaz. ama bilgisizlik ve önyargı gibi, doğrusunu izah edince giderilebilir sebeplerden ötürü yolculuğuna çıkıyorsa yazık.

    şöyle ki avcılığın ne anlama gelmediğini bilmeyenlerin (olsun, bilmemek ayıp değil) avcılığı (sadece av hayvanlarını değil) her türlü mahlukatı kurşun saça saça, vahşice kan döke döke canice öldürmekten ibaret sandığı anlaşılıyor. zihinlerde öyle bir algı, öyle bir imaj var. içinde yaşadıkları beton koşulları göz önüne alınca tamamen haksız değiller; doğanın ortasında, teknolojiyle donanmış insan ile fiziksel özelliklerinden başka silahı olmayan hayvanın arasındaki mücadelenin nihai galibi zaten belli, diyorlar ve ne diye kıyarsın senden her koşulda güçsüz olan o hayvancağıza, diye de soruyorlar. avcılığın esprisi, o hayvanla mümkün olduğunca eşit düzlemde mücadele etmektir. orantısız güç kullanmak avcılık değildir. fc barcelona, 11 yaş grubu minikler futbol takımının karşısına çıkıyor mu?

    avcı, etleri yenilebilir nitelikte olup av hayvanı tabir edilen hayvanları avlar. eti yenmeyen veya kürkü giyilmeyen veya başka biçimlerde bedeninden yararlanılmayan hayvanların avlanması pratiği, 20. yüzyılda insanoğlunun doğanın kaynaklarının sonsuz olmadığını idrak etmesiyle birlikte (ve birçok durumda çok geç de olsa) sona ermiştir. yüz yıl öncesindeki gibi safariye çıkıp 120 tane kaplan kafasının önünde fotoğraf çektiren baron ile 21. yüzyıl avcısını aynı kefeye koyup hassasiyet yanılgısına ve anakronizm belasına düşmeyelim, lütfen.

    esas hastalık doğaya yabancılaşmadır. doğadan uzaklaşma hastalığının dozu, insanoğlunun öldürme mesafesini artırmasıyla birlikte artar. 10 bin feet'ten çoklu hedeflere jdam bombalar atan jet uçaklarının pilotları aşağıda yol açtıkları dehşet dolu katliamı gözleriyle görmezler ve vicdanları rahattır. sadece teknik bir iş yaptığına kendini ikna etmiş olan o pilotun "avcılık ruh hastalığıdır" korosunun şarkıcılarından biri olması da muhtemeldir. kaç kişi doğalgazın suni mavi alevinden başka gün boyunca veya hayatı boyunca gerçek kırmızı şavklı ateş görüyor?

    artık havyanları öldürme işini yapan profesyonel kasaplar var deniyor. ben de böyle diyenlere diyorum ki konuyu ıskalamışsınız; artık insanları öldürme işini yapan profesyonel ordular var. bizler hayat düzenimizde istinye park standardından bir gram bile ödün vermezken parasını verdiğimiz profesyoneller (yani cellatlarımız) gidiyorlar, ülkenin öteki tarafında ve başka ülkelerde dağda taşta insan öldürüyorlar. biz derken türkiye'nin de dahil olduğu bütün nato ülkelerini kastediyorum. beni böyle bir mukayese yapmak zorunda bırakanlar utansın.

    [fabrika gemiler adı verilen balina gemilerinin yaptığı şeyin adı avcılık değildir veya yavru fokların burnuna burnuna o çivili sopayı patlalanların yaptığı şeyin adı kesinlikle avcılık değildir. belirtelim. onlar bambaşka şeylerin peşinde.]

    son olarak, avcılık faaliyetini bilinçli avcıların anladığı manada anlayıp karşı olanlar da mevcut. herkesi ikna etmek mümkün değil.

    .
  • dünya sağlık örgütü tarafından yayınlanan sağlık istatistiklerine göre var olmayan bir ruh hastalığıdır.
hesabın var mı? giriş yap