• trafiği ayrı bir şenliktir bu ülkenin.

    evim ve çalıştığım fabrika arası mesafe 40 kilometreden biraz fazla olduğu ve her günümün sabahları birbuçuk ve akşamları iki saat olmak üzere yaklaşık üçbuçuk saatlik kısmını trafikte geçirdiğim için sözlüğe bir entry yazabilmekten öte “bir trafik fenomeni olarak bangladeş” isimli bir kitap bile yazabilirim diye düşünüyorum. hatta ampul abi’den çekinmeseydim ayrı bir başlıkta dahi incelenebilirdi bu macera.

    genel görünüm
    diyelim ki anadolu’nun küçük şehirlerinden birinde sokak içlerinde semt pazarı kurulmuş bulunan bir günde ana caddeden geçiyorsunuz ve yolun her iki tarafında sokak içlerinde kurulu bulunan tezgahlardan ötürü bir kalabalık olur ya hani. ya da bir kaza ya da tartışma olmuştur da, insanlar toplanmıştır. yada ne bileyim bir futbol maçı günü stadyum kenarından geçiyorsunuzdur. işte tam bu tip yol kenarı kalabalıklarını bangladeş’te bu bahsettiğim 40 km boyunca kesintisiz bulabilirsiniz. tabiî ki sadece insanlar değil, işin asıl delirtici yanı üç tekerlekli rikşaların kalabalığı bunun yanında.

    yolun her iki tarafında böyle bir kalabalık olunca, zaten iki şeritli olan yolun bir şeridi neredeyse sadece yayalara ve rikşalara ayrılmış gibi olduğundan kalan araçlara tek bir şerit kalıyor. eski diğer ingiliz sömürgeleri gibi bangladeş’te de trafik soldan işliyor. bu belirgin kuralın dışında başka hiçbir kurala riayet edilmiyor desek yeri olacaktır sanırım. araçların birbirine yol vermesi diye bir şey söz konusu bile değil. öyleki sadece bir araca yol verilmesiyle arkasındaki trafiğin açılabileceği durumlarda, sırf bu araca kimse yol vermediği için dakikalarca tıkalı kalabiliyor arkasındaki şerit mesela.

    trafikte korna çalmak neredeyse alışkanlık ve sürüşün bir parçası durumunda. buna geceleri selektörü de ekleyebiliriz. şunu söyleyebilirim ki bizim bangladeşli şöförü türkiye’de trafiğe bıraksak çaldığı kornalar sonrası iki kilometre içinde önündeki aracın el frenini hışımla çekip levyesini de eline almış kendisine bir hayat dersi vermek isteyen bir şöförün saldırısına uğrama olasılığı gayet fazladır. bizim arkamızdan duyduğumuz en ufak gereksiz kornalara verebileceğmiz tepkilere karşı burada sanki bu korna sesleri sürücülere melodi gibi gelmektedir. bırakın tepki olarak algılamayı, sanırım sürücülüklerine bir övgü olarak karşılıyor dahi olabilirler.

    trafikteki araçlar
    bangladeş’te trafikteki otobüslerin büyük kısmı bizim bursa’da bir zamanlar (belki hala) mercedes otobüsleri modifiye eden atölyeler benzeri yerlerde üretilmektedir. benim yolumun üzerinde vardı bu imalathanelerden bir tane mesela. bildiğiniz demir profillerden bir iskelet yapıyorlar şase üzerine ve bildiğiniz sac ile kaplıyorlar daha sonra. tabi böyle ucuz olunca aman vurdum aman çizdim gibi kaygıları da olmuyor. zaten vurdu, kırdı, çizildi gibi şeyler bizim gibi kendini medeni zanneden fanilerin kaygılarıymış onu da anladım burada. zira trafikteki araçlara ve özellikle otobüslere bakarsanız her taraflarının hurda şeklinde olduğunu görürsünüz. yani altı üstü bir araç gereç sonunda, gereğinden fazla değer vermiyor gibiler bu tokgözlü insanlar. nereden mi anlıyorum? çok basit, buyurun izah etmeye çalışayım:

    şimdi bir otobüs düşünelim durağından kalkmak üzere bekliyor. (bu arada araya sıkıştırmalıyım ki otobüs diye bahsettiğim araçları bizim midibüsler gibi yani minibüs-otobüs arası bir araç olarak düşünmeniz gerekir.) diyelim ki otobüs yeteri kadar yolcu aldı yada saati geldi kalkması gerekiyor artık. tam bu anda yapılması gereken uyarı elinde şöyle kallavi, ben diyeyim beyzbol sopası siz deyin bir tomruk yavrusu şeklinde bir sopa ile bekleyen saha amirinin elindeki sopa ile otobüsün arka kaputunu dövmesi şeklinde gerçekleşiyor. bu şekilde defalarca arka tarafında sopa darbelerini hisseden sürücü artık zamanının geldiğini anlıyor ve hareket ediyor. fakat sanmayınız ki bu bir cezalandırma, sadece normal bir prosedür.

    bunun yanında otobüs muavinleinden de bahsetmek gerekir. kalkış öncesi yolcuları ittire kaktıra otobüse sokmaya çalışan bu meslek emekçileri seyahat sırasında da sol kapıdan sarkarak yolculuk etmeyi bir görev addederler. olaki otobüsün solundan bir araba yanaşmaya çalışsın bunları hemen kolları ile yaptıkları işaretler vasıtasıyla “girme buraya yakarım seni” anlamında işaretlerle uyarırlar. lakin bu uyarıları fazla siklenmez çok afedersiniz. bu muavinlerin başka bir enteresan hareketi de elleriyle otobüsün yan kaportasına vurarak alternatif bir korna görevi görmeleridir. ilk zamanlar beni en fazla dumur eden hareket bu olmuştu bangladeş trafiğinde. sakin sakin giderken hemen arkanızdaki otobüsün muavini böyle dan dun güm pat şeklinde kaportaya vurunca elinizde olmadan “kabustan uyanan levent kırca” misali irkiliyorsunuz “amanın nooldu savaş mı çıktı” diyerekten. tabi normal olarak bu muavinlerin elleriyle sürekli vurdukları kısımda bazı minik göçükler de oluşmakta kaporta üzerinde. şimdi bu kısım biraz iğrenç olacak ama otobüsler konusunda bahsetmem gereken bir olay bu mutlaka. sanırım içlerindeki kesif kokudan yada içindeki rahatsız koşullardan olacak, önünüzde giden bir otobüsün penceresinden kafasını çıkarıp kusan bir insanı görmek de çok normal ve sıradan hale geldi benim için. kusma anında görmesem bile yanımızda duran otobüsün pencere altındaki kısmında kalmış bulunan kusma izlerini görüyorum yani çoğu zaman.

    otobüslerde geniş bir hizmet yelpazesi mevcut. içeride sıcaktan bunalan yolcular için otobüsün tepesinde firil firil yolculuk etme imkanı var. hatta akrobatik yeteneklerini hareket eden bir otobüste, alt kısımdan üst tarafa çıkıp inerek geliştirmeye istekli, dublörlüğe gönül vermiş, bollywood’a göz kırpan bangladeşli kardeşlerim için bulunmaz taşıtlar bu otobüsler. ani bir frende nasıl kendilerini otobüsün önünde bulacaklarına da hazırlıklı olarak adrenalin salgılarını terbiye ediyorlardır umuyorum.

    otobüsler dışında trafikteki diğer ilginç araçlar rikşalar. bu konuda rikşa/@halim selim sabuncu entrysinde yazdıklarımı burada tekar etmiş olmayayım.

    taksiler için bir sıralama yapmak gerekirse en alt grupta baby taxi denilen bizim motoguzzi'ler tipinde motorlu taksileri, bir üst grupta çoğu hint yapımı ucuz, ufak arabalar* olan siyah taksileri ve bunların üst sınıfı olarak da klima hizmetleri olan sarı taksileri saymak mümkün. fakat yine zannetmeyin ki bu en üst sınıf sarı taksiler dahi cillop gibi olsun. bu taksilerin büyük çoğunluğu türkiye’de bırakın yolcu taşımayı, trafiğe bile çıkamazlar sanırım.

    trafik işaret ve işaretçileri
    şimdi bu ülkede trafik polislerini herhangi bir kontrol yaparken, ne bileyim ehliyet ruhsat sorarken filan görmedim ben. gördüğüm sadece yoğun noktalarda elinde tahta sopa bulunan adamlar oluyor sadece. sanırım bunlar trafik polisleri. bir de “otoyol polisi” yazılı şık arabalarla dolaşanlar var ki onlar herhalde bir otoyol yapılmasını bekliyorlar ülkeye, göreve başlamak için. fakat otoyol dedikleri bizim iki şeritli bölünmüş yol dediklerimiz olsa gerek. bu trafik polisleri bizimkilerden daha şanlı nitekim. çünkü yoğun iş streslerini boşaltmaya yönelik ellerinde sopaları ve bu sopaların performansını üzerlerinde deneyebilecekleri rikşa sürücüleri var. gerek rikşasının çeşitli yerlerine gerekse sürücünün kendisine, artık allah ne verdiyse sopalarını kullanama özgürlükleri var nedense.

    başkent dakka’nın çok önemli ve yoğun kavşakları dışında hiçbir yerde tarifik ışığı bulmak mümkün değil. zaten mevcut trafik ışıkları ya çalışmıyor ya da çoğu zaman riayet dahi edilmiyor. trafik ışığına uyulmayan bir yerde diğer durağan trafik işaretlerinin çok daha önemsiz olduğunu takdir edersiniz sanırım.

    birazda yayalardan bahsedelim. bu yayaların hepsini sanki trafiği bizim gibi sağdan işleyen bir ülkeden ışınlanmış gibi farzetmek gereklidir bangladeş trafiğinde. nasıl biz alışkanlıklarız gereği karşıdan karşıya geçerken önce önce sola bakarsak, sanırım bu insanlarda bilinçaltlarında bu sistemi seçmiş ve sömürgeciliğe bir isyan olarak kabul etmiş olacaklar ki karşıdan karşıya geçerken bizler gibi önce sola bakma eğilimindedirler. dolayısıyla bu uzun ve gereksiz cümlenin özeti her an önünüze atlayabilirler demek oluyor aslında.

    şimdi bazı yerlerde belki alaycı ifadelerle yer verdiğim bu anekdotlar aslında benim dikkatimi çekenler sadece. yoksa şüphesiz ki bu fakir ve yıllarca sömürülmüş insanların yaşam şartları ile dalga geçmemiz söz konusu olamaz. ben sadece daha okunabilir olsun diye biraz süslemeye çalıştım yazıyı. ama yine de her gün ömrünü bu trafik şartlarında yollarda geçiren bu çilekeş kardeşiniz için dualarınızı eksik etmezsiniz umarım. *
  • doyel denilen kuyruğu dik bir şekilde kalkık olduğu için sürekli v şeklinde dolaşan siyah-beyaz saksağanımsı kuşların ve o ünlü asil bengal kaplanlarının yaşadığı asya’nın güneyinde bir coğrafyadır. bir de beyaz zambaklar var; ülkenin sembolü. 2 takalık (para birimleri) banknotların üzerinde bir doyel vardır. beyaz zambaksa 1000 takalık banknotlara kadar neredeyse her kağıda iliştirilmiştir. 2010 yılındaki artışla birlikte bangladeş'te nüfusun çoğunun cebine aylık olarak bu 1000 takalık banknottan 3 tane giriyor. neye mi eşit? 36 dolara. bangladeş 10 nüfuslu bir ailenin aylık kazancını oluşturan bu 36 doları kazanmak için bir tekstil işçisinin haftada 80 saat çalıştığı bir ülke; yasaya göre haftada 6 gün 48 saat çalışması gerekse bile. güzelim saksağanla ve pırıl pırıl kaplanla başladım ama iyi şeylerden bahsetmeyeceğim. çünkü bangladeş fabrikaların yandığı, plazaların çöktüğü, tersanelerinde çalışan 3.500 kişiden her ay 1000 kişinin yaralandığı bir ülke. çünkü 2013 yılında bangladeş halkının başına dünya tarihinin en kötü endüstriyel felaketlerinden biri geldi. bu facia 1986 tarihli çernobil’deki nükleer felaketten sonra endüstriyelleşmiş dünyada yaşanmış en kötü olay olarak anılıyor. işin ciddiyetini siz düşünün.

    bangladeş 1971’de bağımsızlığını ilan edip doğu pakistan olmaya son verdikten sonra 15 yıl askere bağımlı yaşayan demokrasinin ancak 1990 yılında oturtulabildiği, artık ne kadar oturtulabildiyse, bir ülke. ilginç bir şekilde başbakanları çoğunlukla kadın. 1991 yılından başlayarak 5 yılda bir dönüşümlü olarak iki kadın , begüm halide ziya (khaleda zia) ve şeyh hasina vecd (sheikh hasina wajed), başbakanlık yapmışlar. aslında kadınların siyasi alandan ziyade ekonomik alanda vazgeçilemez bir rolü var ve bu rolün üstlenilmesi garip bir şekilde başlıyor. bangladeş’te kırsal kesimin ataerkil ve tutucu ailelerine göre kadınların büyük kentlerde işçi olarak çalışması kabul edilemez bir şeyken, zaten toplum tarafından çoktan aforoz edilmiş kadınlar, dullar ya da kocaları tarafından terkedilmişler, daha fazla kaybedecekleri bir şey olmadığını düşünüp fabrikalarda çalışmak için kentlere göç ediyorlar.

    bu göç kadınların daha kolay yerleştirildiği konfeksiyon fabrikalarında işverenler tarafından sevinçle karşılanıyor tabii. işte bu ilk göçler bangladeş’i 2013 yılında dünya ticaret örgütüne göre tekstil üretimi ve ihracatında dünya genelinde 4. sıraya yerleştirecek süreci başlatıyor (bazı örgütler 3. sıraya, bazıları çin'den sonra ikinci sırada olarak vermiş). sosyal ilşkilerde yok sayılan kadınların ekonomide varlık kazanmasına garip dedim ama zaten hep böyle olmuyor mu? ekonomik sistem sosyo-politik kimliğini yitirenler üzerine örülüyor. anlaşıldığı üzere sevinen yalnızca yerli, bangladeşli demek istiyorum, işverenler değil. avrupa ve abd'nin giyim firmaları hiç mi hiç zaman kaybetmeden yerli işverenlerle üretim ve tedarikçilik anlaşmalarını başlıyorlar. ucuz iş gücü, çok az maliyet, sıfır sorumluluk. bangladeş sağladığı ucuz iş gücü sebebiyle avrupa ve abd'nin göz bebeği olan bir ülkedir. peki hangi firmalar?

    bir kaçını yazayım: abd’nin wal-mart’ı, ispanyol zinciri el corte ıngles’ı, jc penney’ı, almanya’nın kik’i, belçika’nın c&a’i, birleşmiş krallık’ın benetton’u, marks & spencer’ı, ispanya’nın mango’su, yine isapanya’nın iditex grubunun zara’sı, isveç’in h & m’i, kanada’nın trimark’ı ve irlanda’danın premark’ı. bangladeş türk giyim markaları için de üretim yapıyor hiç kuşkusuz: mavi jeans, lcwaikiki, rodi, de facto, colins, seven hill, collezione, batik ve little big. 24 nisan 2013’te bangladeş’in başkenti dakka’da 5 kat için imar izni olmasına rağmen bina sahibi parlemento üyesi sohel rana (zaten ülkede çoğu politakacı tekstil fabrikası sahibi) tarafından 8 katlı inşaa edilmiş ve içine 5 hazır giyim atölyesi kurulmuş rana plaza çöktüğünde cesetler enkazdan işte bu markaların etiketleriyle birlikte çıkarıldı. hala ceseti bulunamayan kayıplar ve de bulunmuş ama tamamen yanmış olduğu için tanınamayan bedenlerle birlikte ölü sayısı 1.300’ün üzerinde. yaralıları yazmak istemiyorum. çok. yok olup gidenlerin çoğu çocuk işçi. işverenler iş yerinin güvenlik koşullarına uymadığını, işçinin ölümün eşiğinde kumaş dikip biçtiğini, etiket bastığını bilmiyorlar mıydı? şöyle cevap veriyorum: zaten kum havuzu üzerine kurulan bina o kumlara karışmadan önce bir gün önce çatlaklar fark ediliyor, bir süreliğine işçiler tahliye ediliyor ama işverenlerin bir üretim planı var tabi ki, zaman kaybedilemez. rana da binanın sapasağlam olduğunu söyleyince işçiler geri çağrılıyor. ertesi gün bina yerle bir. kendimi durduramıyorum, bangladeş deyince akla gelmesi gereken başka bir olayı daha anlatmak istiyorum. bu felaketten önce kasım ayında dakka’nın yakınlarındaki ashulia sanayi bölgesinde tazreen isimli fabrikada cayır cayır yanabilen kumaşların, ipliklerin stoklandığı zemin katta başlayan yangında en az 112 işçi ölüyor (en az diyorum çünkü bu resmi rakamlar asla asıl rakamlar değil; bildiğimiz gibi). çoğu ateşten ve dumandan kaçsın diye 8. kattan atlıyorlar. neden? çünkü işveren, yangın alarmının çalmasının ardından işçilere işe dönmelerini emrediyor ve hepsi üst katlarda sıkışıp kalıyor. işveren mi desem, taşeron mu desem, yönetici mi desem, küfür mü etsem, ne desem bilemedim küresel ekonomideki rolünü yerine getiriyor. ülkede görevi ve sorumluluğu ondan da geniş olan birine dönmemiz gerekiyor en sonunda değil mi? bangledeş’in başbakanına dönelim mi? felaket sonrası hala bedenler toprak altından çıkarken bahsettiğim iki başbakandan biri olan şeyh hasina felaket için hiç bir şey yapılamayacağını çünkü ülkedeki binaların %90’ının imar planınına uymadığını ve bütün binaları nasıl boşaltabileceklerini soruyor. zaten önceki yangından sonra işçiler protestolara başlayınca da yangının iktidarı istikrarsızlığa sürüklemek için önceden planlanan bir sabotaj olduğunu söylemiş. tanıdık geldi mi? peki bizim bangladeş’i sömürebildikleri kadar sömüren dev markalarımızdan ne haber?

    anında bangladeş rana plaza’daki atölyelerle olan ilişkilerini inkar ediyorlar. neyseki o meşhur amblemlerinin çizili olduğu etiketleri gri topraktan yüzünü gösteriyor da azıcık ta olsa yasal yükümlülüğü kabul ediyorlar. ödedikleri o kadar az para karşılığında istedikleri malların nasıl güvenlik standartlarında ve çalışma koşullarda üretilebileceğinin, herhangi bir iyileştirmenin fiyatları nasıl yükseltip kar oranını düşüreceğinin farkında olmamaları mümkün mü? neyse ki küresel sendika federasyonu’nun (ındustriall) ve tüketici kampanyalarının şirketlerin sorumluluk alması için başlattığı inceleme ve çalışmalar sonucunda tekstil firmalarının çoğu bangladeş yangın ve bina güvenlik antlaşmasını imzalıyorlar. gerçi cenevre’de yapılacak toplantıya yalnızca 8 firma gitmiş. gap markası hala direniyor galiba. türk markalarını saymazsak tabii. bir de wal-mart var. wal-mart bangladeş'teki 4.500 fabrikanın elektrik sisteminin ve yangın güvenliğinin yenilenmesinin firmalar için buna değmeyecek kadar masraflı bir yatırım olacağını söyleyerek herhangi bir iyileştirmeye karşı olduğunu söylemiş. bangladeş abd'nin wal-mart'ının kendi mallarının üretimini yaptırdığı fabrikalarındaki çalışma koşullarının iyileştirilme çalışmalarına değmeyeceğini düşündüğü bir ülkedir.

    asıl can yakıcı olan şeyi yazıp bitiriyorum. bangladeş'teki felaketten (bir an cinayetten demek istedim) 8 ay geçmesine rağmen cesetler tanınmaz halde olduğu için kızlarını bulamamış olan ve hayatta kalmaları bu çocukların çalışmasına bağlı olan yüzlerce aile var. biz neden ölen yakınlarımızın bedenlerini ne olursa olsun teslim almak isteriz? hiç bir zaman ölümü anlamayacak olsak ta, ne olup bittiğini anlamlandırabilmek için, o haraketsiz bedeni görüp, bunun kesin bir ayrılık olduğunu kendimize inandırmak için mi? yoksa onları güzelce gömüp, ziyaret edebileceğimiz yerlerinin olmasını istediğimiz, aslında hiç ayrılmayacağımızı kendimize kanıtlamak için mi? ne bileyim, mesela abu kashem mollah kızı pervin’i bir yere yatırabilsin, etrafını beyaz zambaklar çevrelesin, üzerinden doyel’ler uçuşsun diye bulmak istiyor olabilir. ne yazık ki değil. bangladeş'te bedenlerin yakınları olduğunu canlı tanıklık ederek, kişisel eşyalarıyla ya da kimlik kartlarıyla kanıtlamış olan aileler 260 dolar yardım alıyor. işte her şey bunun için. gördüğü bedenlerin yüzleri eksik olduğu için hiç birini kızı pervin olarak tanıyamamış abu kashem kızını bulamadığı için değil 260 dolar için ağlıyor: “şimdiye kadar hiç yardım almadık. bütün komşularımız aldı. oysa cep telefonunu enkazda bulduk. o yardımı herkes kadar biz de hakediyoruz.” bangladeş yaşarken ekonomik işleve sahip olabilmen için tüm kimliğini yitirmen gereken ve kimliğinle birlikte ekonomik bir işleve sahip olabileceğin tek anın ölüm anın olduğu bir ülke. bangladeş babaların çocuklarının izini onların ölü bedenlerinden kazanacakları para için sürecek kadar çaresizleştirildiği bir ülke. wal-mart’lar sağ olsun.
  • çoğunluğu müslüman nüfusa sahip bir güney asya ülkesi.

    yüksek nüfusu ve sınırlı yüzölçümü ile dünyanın nüfus yoğunluğu en fazla ülkelerinden biridir. ülkenin büyük bölümü muson sezonundan sonra su ile kaplandığı için kullanılabilecek yerleşim alanları daha da sınırlı hale gelmektedir. düz bir ülke olması sebebiyle kuvvetli yağmur zamanlarından sonra suların yükselmesi engellenememekte ve kontrolsüz olarak ülkenin çoğunluğunu kaplamaktadır. böyle durumlarda her zaman arabayla yada rikşa (bkz: rickshaw) ile geldiğiniz evinize kayıkla gelmeniz ve evinizin önündeki suda balık tutan insanlar görmek sizi şaşırtmamalıdır.
    başkent dakka dan sonra ikinci büyük kenti liman şehri chittagong dur. coğrafi olarak hindistan ile sarmalanmış durumda olduğunu göze alırsak liman şehri chittagong ülke için önemli bir dışa açılma noktasıdır. dakka, 20 milyona yaklaşan nüfusu ile ülkenin şüphesiz en önemli kentidir. hükümet ve meclis binaları çevresindeki düzenli yerleşimi saymazsak şehrin kalanı pislik ve kargaşa içindedir. kısmen yabancı elçiliklerin bulunduğu semtler olan gulshan 1 ve gulshan 2 yaşanabilir olsa da yine de yeteri kadar temiz oldukları söylenemez.
    normal eğitim seviyesindeki bangladeşlilerin hemen hepsi türkiye ve mustafa kemal atatürk hakkında bilgi sahibidir. okullarda atatürk konusu işlenmekte ve kurtuluş savaşı mücadelemiz örnek gösterilmektedir. dakka da gulshan 1 ve 2 semtlerinin arasında kalan çok işlek caddenin adı "kemal ataturk avenue" dir. dolayısıyla türk ve müslüman olduğunuzu öğrendiklerinde insanlar muhtemelen sizi daha sıcak karşılayacaklardır.
    ülkede pirinç, yoksul halkın en temel besin maddesi durumundadır. pirincin içine eklenilen çeşitli baharat ve soslardan sonra, karıştırılıp elle yenmesi de gayet normaldir. zengin yada yoksul hemen tüm bangladeşliler için yemek şekli budur. eğer ülkeye ilk kez gidiyorsanız yeme içme konusunda mümkün olduğunca dikkatli olmanız önerilir. mutlaka ambalajlı su içilmeli ve mümkün olduğunca az ve kaliteli yerlerde yemek yenmelidir. dakka nın beş yıldızlı otelleri pan pacific sonargon, sheraton ve radisson yanında gulshan ve bonani semtlerinde daha küçük ve ucuz kaliteli oteller de bulmak mümkündür. yabancı bir ülkede zincir restoranları en uygun çözüm olarak görenlerdenseniz bu konuda size sadece gulshan 1 deki pizza hut yardımcı olabilecektir. buna ek olarak tavsiye edilebilecek restoranlar gulshan 2 deki spitzfire ve saltz dır.
    trafik bangladeş de tam bir karmaşadır. hemen hemen kural yok gibidir ve ilk önce kim geçmeyi başarırsa yol onundur. otobüslerin ve trenlerin üzerinde yolculuk yapan insanlar normal olduğu gibi, yazarın otobüs üzerinde keçisiyle beraber seyahat eden bangladeşlileri de görmüşlüğü vardır. çoğu arabada ön ve arka tamponlar, ufak çarpmalardan ve rikşa denilen bisikletlerin temaslarından korunmak üzere ilave tamponlarla (bkz: bumper) donatılmıştır. herhangi bir taşıt kaskosu sisteminin olmadığı düşünülürse bu bumperlar kasko yerine vazife görmektedir denilebilir. şehirde gerçek anlamıyla trafik ışığı ile donatılmış kavşaklar yok denecek kadar azdır, zaten bu ışıklara da çoğu zaman riayet edilmez. trafiği idare eden polisler genelde bir tahta sopa ile donatılmıştır ve sürücüyü gerek arabasına bu sopa ile vurarak gerekse sürücüye temas imkanı varsa (rikşa sürücülerinde olduğu gibi) direk temas ile uyarmaktan kaçınmazlar. bangladeş de trafik, ayrı bir entry konusu olacak kadar şenlikli bir hadisedir aslında.
    ülkenin bağımsızlık tarihinin 1971 olduğu düşünülürse çok genç bir ülke olmasından kaynaklanan çok çeşitli yönetim sorunları vardır. ülke çok partili koalisyon hükümeti ile yönetilir ve genelde yönetim, başkanları kadın olan iki koalisyon grubu arasında değişmeli olarak el değiştirir. yolsuzluk tipik üçüncü dünya ülkesi sorunu olarak en önemli sorunlarındandır. ülkede çeşitli zamanlarda "hartal" diye tabir edilen grevler ve gösteriler tertiplenir. böyle günlerde ülke genelinde hayat yavaşlar yada durur ve çeşitli çatışma, yakma, yıkma görüntülerine haber bültenlerinde şahit olmak olasıdır.
    doğalgaz ülkenin en önemli kaynağıdır. sıkıştırılmış doğal gaz (bkz: cng) hemen tüm taşıtların yakıtıdır. doğal gaz kaynaklarına rağmen ülkenin çok ciddi enerji sorunu da bulunmaktadır ve elektrik santrallerinin yetersizliği yüzünden elektrik kesilmelerine sık rastlanır. ülkedeki ucuz işgücü dolayısıyla tekstil sektörü dünyayla rekabet edebilir durumdadır ve ülkenin en önemli sanayi koludur.
    bangladeş, ülkeye seyahatlerde türk vatandaşlarından vize istemektedir. emirates ile dubai aktarmalı gidilebileceği gibi qatar airways ile doha aktarmalı daha ekonomik olarak uçulabilir sanırım.
  • iki sene once bir sebeple gittigim ulke. anneme oradan "i <3 bangladesh" baskili tisort goturmustum. hayatimda yaptigim en sacma 3-5 sey arasindadir. bi insan niye sever banglades'i ya. haha. ama annem hala o tisortu giyiyor oglum getirmis bana diye. minnos.
  • şimdiye kadar ziyaret ettiğim en tuhaf ülke. bakın sadece kargaşa, pislik falan demiyorum. tam anlamıyla tuhaf. 2 hafta kaldım burada ve bu yetti de arttı bana.

    mesela trafiğinden bahsedeyim, trafik demişken alışkın olduğunuz bir trafik gibi değil. gerçek anlamda kaos. şehrin büyük bölümünde trafik ışıkları yok mesela. onun yerine ellerinde uzun sopalar olan trafik polisleri var. polisler arabanızın kaputuna vurup size dur diyor, sonra tekrar vurup geç diyor. arabayı döverek durduruyor veya hareket ettiriyor sizi.
    yollarında şerit çizgisi pek kullanılmaz. 3 şeritli bir yolda 6 araç yan yana gider. çarpışan arabalar gibi. istisnasız tüm arabalarının 4 tarafında metal korkuluklar var. bu sayede arabalar ciddi hasar almıyor. ve trafikte sürekli birbirine sürtme, ufak çaplı vurmalar gerçekleştiği için adamlar durup bakmıyor bile. böyle şeyler gayet normal.
    zengin insanlar devasa suv'lara biniyorlar. bu adamların araçlarına birçok durumda yol veriliyor çünkü adam senin arabanın üzerine çıkabilir. istersen verme.

    tüm otellerin, büyük restoranların falan kapsında pompalı tüfekli, otomatik tüfekli güvenlikler var. kaldığım otelin önündeki pompalı tüfekli elemanlarla sigara içmeye indikçe sohbet ettim 2. günde adam ağzına kadar dolu pompalı tüfeği, fotoğraf çekinmem için bana verdi. güvenlik kısmı konusuna değinmiyorum gerisini siz hayal edin.

    deli gibi dilenci var, çocuklar 1 km boyunca takip edebiliyor sizi turist olduğunuz belli olduğu için. sonra polisler falan çocukları döverek kovalıyabiliyor bazen, canları isterse.

    eğer benim gibi sarışın, renkli gözlü falan biriyseniz bangladeş halkı sizi uzaylı sanıyor. ziyaret ettiğim bir fabrikanın bahçesinde tek başıma sigara içerken, birkaç işçi duvarın arkasına saklanmış gizli gizli fotoğrafımı çekmeye çalışıyordu. lan ben erkeğim böyle ilgile alışkın değilim. çağırdım hemen elemanları gelin beraber çekinelim diye. adamlarla selfi yapacaktım bir anda farklı yerlere saklanmış beni izleyen 30 tane adam daha koşa koşa geldi. toplu fotoğraf çekindik diye çok sevindiler. otelin çalışanları falan da fotoğraf çekinmek istediler, göz ucuyla baktım hemen facebook'ta instagram'da paylaşıyorlar fotoğrafı, my friend diye yazmışlar bir de. lan uzaylı değilim ben, sokakta gördüğünüz köpeğin fotoğrafını çekiyormuş muamelesi yapmayın bana dedimse de dinletemedim.

    evet en can alıcı noktaya geliyorum, bu şehirde kanalizasyon sistemi yok. gerçekten yok. bunun ne demek olduğunu anlamayanlarınız mutlaka olacaktır. ev ve iş yerlerinin tuvaletlerinden gelen giderler, yolların kenarında kazılan hendeklerden akıyor. çok lüks semtlerde falan bu hendeklerin üzerini kapatmışlar. ama şehrin %80'inde bok akan kanalların üzerinden atlamanız gerekiyor. %15'inde mazgal var dükkanların önünde, %5 gibisi de kapatmış dükkanların girişini, avm, otel girişini falan. nasıl bir koku var tahmin edebiliyor musunuz? ve o bok akan kanalların dibinde pazarlar var, pazar da meyve sebze değil sadece. kasap mesela. adam keçiyi kesiyor bok akan kanalın yanında, kanı falan kanala akıyor, işkembesi günlerce orada kalıyor. etleri de pazar tezgahın üzerinde açık vaziyette satılıyor. 1 kg et alacaksanız, yarım kilo da kara sinek alıyorsunuz haliyle. sineklerden etler görünmüyor çoğu zaman.

    yolda işemek çok normal. tabi bengaller (doğru mu yazdım bilmiyorum)çoğunlukla pantolon falan değil de etek gibi entariler giydikleri için, yolların kenarında bu entariyi sıyırıp yere çömelmiş adamlar çişlerini yapıyor. gayet normal bu, benden başka şaşıran da yok buna. biraz daha çevreci olanlar, yolun kenarında ortalığa değil de, 1 adım fazladan atmaya lütfedip, o bok akan kanallara yapıyor çişlerini. bu adamlar toplum tarafından saygı duyulan tipler olsa gerek. görece daha çevreci ve temizler neticede.

    yukarıda bahsettiğim kasap tezgahının hemen bitişiğinde berber dükkanı var mesela. dükkan dediğim de şöyle, adam bir adet sandalyeyi sırtı yola yüzü kenardaki binanın duvarına bakacak şekilde yerleştirmiş. sadece sandalye. ve yüzünün dönük olduğu duvarda 1 adet aynaya benzer cisim asılı. benzer diyorum çünkü o aynada bırak traş olmayı, gördüğün kişinin sen olduğunu hatta insan olduğunu dahi anlayamazsın. o kadar pis, paslı, çillenmiş falan işte. neyse, bu sandalyeye müşteri oturur, berber entarisinin altından pipisini kolunuza falan dayayarak traş eder sizi.
  • insanlarinin "ulkemizi nasil buldunuz?" sorularina cevap verirken bogazda dugumlenen "ilginc" bir ulke cevabina herkesin istisnasiz, "bizim ulkemiz cok yipranmis cok fakir bir ulke ama" diye huzunlu gozlerle cevap verdigi, gittigimde ingilizlerden ve pakistanlilardan(politikacilarindan) tekrardan nefret etmeme neden olan, topraginin alti inanilmaz zenginliklere(dogalgaz, petrol vs) sahip olan ama amerika ve ortadogu tuketilmeden el surdurulmeyecek, cogunlugu musluman ama karacarsaf gormedigim hatta ustelik genelde yari acik giyinen "ilginc" ulke.

    havaalanindan ciktiginiz anda sicak ve nemli havasi ilk fotografinizda bugulu goruntu olarak cikar ki her makinenizi cikarttiginizda once lensi silmeniz gerekir. trafigi komediden baska birsey degildir. yolda giderken kendinizi gulmekten alikoyamazsiniz. ulkede cok fazla yabanci calisan ve cift(ingiliz tabiki) vatandasliga sahip bangladesli vardir. ulkedeki yabancilar evlerin aralarina kurulmus kucuk kluplerde eglenirler. sadece yabancilar ve cift vatandasliga sahip olanlar girebilir. icki cok ucuzdur, yurdumda gittiginiz mekanda biradan baska birsey icmeyen bendeniz, orada envai cesit kokteyl, viski vsyi 3-5 ytl icmisimdir.

    yemekleri cok ilginctir. aciya alisik bir bunyeniz yoksa yaklasmayin derim. kesinlikle disaridan yiyecek-icecek alinmamasi gitmeden sikica tembihlenen ilk seydir. genellikle kluplerde, otellerde ve varsa evde yemeniz onerilir. deniz mahsullerini cok seven biriyseniz yasadiniz, 10 avroya istakoz yiyebileceginiz bir yerdir banglades.

    daha derinlere inildiginde fakirligi cok daha net gorebileceginiz, ama yinede insanlarin yuzlerinde gulumseme olan yasamayi seven anlatilacak cok seyi olan guzide ulke. tabi he adimdaki riksalardan bahsetmeden de bu entri bitmez!

    trafigi felc eden neredeyse her insana dusecek kadar riksalari vardir. her riksa ustunde inanilmaz rengarek hindu-bengoli kulturunu yansitan resimler vardir. guzeldir ucuzdur ama yine de siz fazla fazla verirsiniz o incecik bedenleriyle sizin ofiste oturmaktan kat yapmis gobeginizi kmlerce tasirken
  • bu naçizane ülkemizin yegane özelliği çok kalabalık olmasıdır. çok derken ne kadar mesela? kabaca (küfürlü) bir hesapla türkiye'den 11 kat kalabalıktır. gözünüzde canlandırmak isterseniz kalkıp camdan dışarı bakın. her 1 kişi gördüğünüz yerde 11 kişi düşünün. yeterli olur. olmadı mı? ozaman şöyle söyleyeyim, şu anki yüz ölçümü ile türkiye'de 880 milyon insan yaşıyormuş. nasıl?

    ülkenin bir numaralı ihracat "ürünü" insan. ve bundan hiç gocunmuyorlar. asgari ücretin 30-40 dolar olduğunu söylerken bunu bir ayıp değil yabancı yatırımcıyı çeken bir avantaj olarak görenler çoğunlukta.

    fazla değil, biraz zenginlerin hala köleleri var (yardımcı diyorlar). çocukluktan alıp yine aylık 30-40 dolar karşılığı her işlerini yaptırıyorlar. köleler de hayatlarından memnun aslında. bi dakka yaa köle mi dedim ben? oha 2012 yılında kölelik. iyiymiş.

    gidişte ya da dönüşte valizinizin (komple ya da kısmen) kaybolma olasılığı yüksek. mümkünse tüm önemli ıvır zıvırınızı yanınızda taşıyın.

    dhaka'nın merkezinde bird's eye isimli güzel bir restoran var. bilmemkaç katlı bir gökdelenimsinin en üst katında. burada yemekler iyiydi, bunun dışında mümkünse yemeyin. içinde acı olan hiç bir şey yemeyin çünkü bu adamların acı anlayışı işkence ile çok yakın. eğer biri size local tavuk mu factory tavuk mu diye sorarsa mutlaka factory seçin. pilav getireyim mi abi derlerse "plain rice" demeyi unutmayın. mutlaka düzgün bir otelde kalın. radisson blu olabilir. rikşa denilen o zavallı şeye bi tur binin, kullanan fakirin halini görüp hayata küfredin. sokakta dolaşırken cep telefonunuzu pek cebinizden çıkarmayın. sokakta niye dolaşıyosun ayrıca, dolaşmayın. hediyelik bir şeyler alayım diyorsanız hava alanı yolunda aarong diye bir dükkan var, orası iyi başka da yer aramayın.

    trafik çok önemli problem, aciliyeti yoksa gece 11den sonra, aciliyeti varsa 1 saatlik yol için en az 3-4 saat önce yola çıkın. taksiyle falan uğraşmayın, özel bir araç kiralayın çok ucuz.

    son olarak bir üst entrydeki (bana yardımlarını esirgemeyen) yazar arkadaşın da dediği gibi, mesaj ışığını yakın yeter...
  • yurda dönmek üzere havaalanında pasaport kontrolü yaptırırken polisin müslüman olup olmadığımı, o günkü akşam ve yatsı namazlarını kılıp kılmadığımı sorduğu, hizmet pasaportumu gördüğü halde "ülkeye vizesiz nasıl girdin?" şeklinde saçmaladığı ülkemsi.
  • türkiye'deki algısı maalesef çok haksız ve saçma sapan değildir bu bengal düzlüklerinin.

    sik kadar yerde (yunanistan'dan birazcık büyük, 147 bin küsur km2) 170 milyon (rusya'dan 25 milyon fazla) insan yaşıyor amk!
    nüfus olarak dünyada genel sıralamada 8, müslüman ülkelerde 3 numarada, %89 oranıyla islam açık ara lider inanç.

    ve hepsinden önemlisi; bizi bu açık kapılar/sınırlar politikası yüzünden enterese edebilir kısmına geleyim: tüm ülke bir alüvyon ovası üzerinde, 0-400 metre yükseltide. önümüzdeki 30-50 sene içerisinde küresel ısınma ve deniz seviyelerinin yükselmesi, verimli tarım toprağının tuzlanması sonucu kaç yüzbin, milyon insanın evini toprağını kaybedip iklim mültecisi olacağı belli değil.

    o yüzden gelecek 30 sene içinde haklarında en hayırlı gelişme hindistan'a federe devlet ya da eyalet olarak tekrar bağlanmaları olur. böylece; iklim mültecileri hindistan alt kıtasında kalır, bangladeş'teki şeriatçı damar baskılanır, içerdeki müslüman nüfus bir anda 170 milyondan 330 milyona çıkacağı için hindistan'daki aşırı hindu milliyetçisi damar gemlenir biraz. dünyanın geri kalanı (ve haliyle türkiye) sayısı milyonları bulabilecek iklim mültecisi akınından kurtulur.

    acı ama gerçek bengal kaplanı kardeş, sorry! bengal kaplanı bengal'de güzel.
  • görmeden ölmeniz gereken, dünyanın en adi, en aşağılık insanlarının yaşadığı ülke.

    muz cumhuriyeti dediğimiz ülkeler bangladeş'in yanında isviçre gibi kalır. burası yarın yok olsa dünya medeniyeti ortalama olarak çağ atlar.
hesabın var mı? giriş yap