hesabın var mı? giriş yap

  • üç mahkum cezaevi yolundadir. her birine, hapiste gecirecekleri gunler icin bir esya getirilmesine izin
    verilmistir. otobuste, biri digerine doner ve sorar :
    - eeee sen ne getirdin ? diger mahkum bir boya kutusu cikarir ve bununla her seyi boyayabilecegini soyler.
    ikinci mahkum bir deste iskambil kagidi cikarir.
    - bunlarla poker oynayabilir, fal bakabilir veya herhangi bir kagit oyunu oynayabilirim.
    üçüncü mahkuma merakla sorarlar :
    - sen ne getirdin ?
    adı temel olan üçüncü mahkum bir kutu cikarir ve gulerek :
    - bu orkidleri getirdim. der. diger iki mahkumun kafasi karismistir.
    merakla sorarlar :
    "bunlarla ne yapabilirsin ki?" temel siritir ve elindeki kutuyu gostererek,
    - kutuda yazdigina gore, bunlarla ata binebilir, yuzmeye gidebilir, hatta paten kayabilirmisim...

  • dört italyan ile birlikte izlediğim maç olmuştur.

    yaptığım bazı gözlemleri yazmak istiyorum.

    öncelikle, italyanlar benim tuttuğum takımı sordular, fenerbahçe cevabımdan sonra :

    - "ooo bene, bene, benfica sikilaççi de cimbome, mehehehe, zehehehe" gibi laflar ettiler.

    dilim döndüğünce türklerin büyük kısmının yerel ligde rakibi olan takımları avrupa kupalarındaki maçlarda içten bir şekilde desteklediğini anlatmaya çalıştım ve :

    - benfica sikilaççi cimbome? nooo noo... cimbome mokoko benfica. uefa copa de 2000? moroni!"

    biraz alındı sanki italyan misafirlerimiz benim yaptığım yoruma. her neyse, maçı izlemeye başladık.

    fark ettiğim net bir şey var, bu elemanların dördü de açıktan benfica'yı destekliyordu.
    şimdi türk'ün türk'ten başka dostu yok edebiyatına girmek istemiyorum. ancak italyanlar can'ı gönülden benfica'nın galatasaray'ı yenmesini, hatta fark atmasını istiyordu. lecce'li italyanların ne işi olur portekiz'le, benfica'yla allasen? sırf türk takımına rakip diye destekliyorlardı benfica'yı. mamma li turchi güzelim, evet.

    ilk yarı ortada geçti, fazla pozisyon yoktu ama mücadele ve galatasaray'ın oynama azmi takdire şayandı.

    devre arasında elemanlara türk kahvesi ısmarladım, pek beğendiler, "içtiğimiz en güzel yunan kahvesiydi" dediler. "boğazınıza dursun, zıkkım olsun pezevenkler" dedim gülümseyerek. serde diplomatlık var sonuçta.
    sanırım bir gün önce hacıoğlu'nda lahmacun yerken: "pizza, pizza diye dünyayı ele geçirdiğiniz yemeğin fikri aha işten bundan çalıntı, habarınız olsun eeey" demiş olmamın etkisi vardı yaptıkları bu talihsiz yorumda.

    ikinci yarıya geçtik.
    emre aşık ilk golü taktığında elemanlar biraz bozuldular "tesadüfiyaçço" gibi birşeyler dediler.
    "yarramiyeoo tesadüfiyaçço" dedim ben de. gol geleceğim diyordu sonuçta.
    güldük.
    ben daha çok güldüm ama.

    ardından, gerek hazırlanışıyla, gerek bitirilişiyle mükemmel bir gol olan ikinci galatasaray golü ümit karan'ın ayağından gelince ben hafif kontrolümü kaybedip alessandro'nun ensesine sağlam bir tane yerleştirmişim. "al sana tesadüfiyaçço dallameooo" diye de bağırmışım.

    derken maç bitti. italyanlar sanki maçın öncesinde benfica alır, benfica deşer, benfica mokoko yapar diyen kendileri değilmiş gibi nasıl bir yalakalık yarışına girdiler anlatamam. övgüler, hamaset kokan ifadeler havada uçuşuyor.

    ben ise gülümseyerek garsona "bize dört bardak soğuk su getir" diye seslendim. anlamadılar ama içtiler. afiyet olsun dedim. "sen niye içmiyorsun" diye sordular. güldüm. anlamadılar. anlamasınlar zaten.

    kısacası, benim için oldukça keyifli bir maç oldu. 1999-2000 döneminden beri görmediğim kadar ne yaptığını bilen bir galatasaray vardı sahada. bakın buraya yazıyorum, şükrü saraçoğlu'nda uefa kupası finali çok büyük bir hayal değil. bu gece oynadığı futbolla galatasaray'ın üzemeyeceği takım yok.

    olur da bu hayal gerçekleşirse ne yapıp edip mabedimize gidip galatasaray'ın başarısını alkışlamak üzere stattaki yerimi alacağım. umarım yanıma bir kaç tane italyan düşer. mehehehe.

    not : bu entarinin yazılması esnasında hiçbir italyan zarar görmemiştir. alessandro'nun ensesi kalın merak etmeyin.

  • ankara'da bir avmde magazalar arasındaki plastik ağaçların kenarına oturan bir baba, 4-5 yaşlarındaki oğluna koton'u göstererek;

    - oğlum git annene de ki "yeter anneee, yeter annnneeciiiim, yeter artık"

  • bir süredir yurtdışında mühendis olarak çalışıyorum. çalıştığım inşaat şirketi dünyada ilk onun arasında anılıyor. çocuk değilim. genç bile sayılmam artık galiba. medyatik olmam meslek icabı ihtiyaç duyduğum bişey değil. kaldı ki kariyerimi türkiye'de de devam ettirmiyorum şu an.

    ünlü tanıdıklarım yok. olsaydı da görgüme laf gelir diye bununla övünmezdim herhalde. ya da interneti kullanamasaydım beceriksizliğime laf gelir diye.. iyi okullarda okumuş olmam da övünme kapım olamaz çünkü işimle ilgili ayrıntılar eğitimimle ilgili az çok fikir verir zaten, insanlar aptal değildir, anlayabilirler. aynı evi paylaştığım oğlumun dedesi ile övünmek veya burcumun şahane özelliklerini cv'me eklemek hiç aklıma gelmemişti şimdiye dek. ama burada yemezler onu gibime geliyor. yedirebilene bravo tabi. sonuçta kariyer, kariyerdir diye düşünülüyor herhalde. bana biraz uzak..

    fakat terbiyesiz olmamakla övünebilirim. beni yetiştiren, ünlü olmamalarıyla da çok bişey kaybettiklerini düşünmediğim insanlardan aldığım, nacizane, herkese nasip olmadığını düşündüğüm bir insan özelliğidir.

    hiç bir mahalle ağzı veya zeka yoksunu yazı, bugüne kadar alnımın teri, bileğimin hakkıyla geldiğim noktayı alaşağı edecek biçimde kendimi kaybettiremez bana. çünkü benim bulunduğum nokta başkalarını ne kadar tanıdığımla değil, kendimi ne kadar tanıdığımla orantılıdır.

    yazılabilinecek herşey zaten, benim internet başında olduğum saatlerden çok çok önce girilmiş. fakat tabi insan her olaydan kendine ders çıkarmasını bilmeli. benim çıkardığım ders ise, insan kendi gibi bilirmiş karşısındakini..

  • ne demiş fuzuli; mey biter saki kalır. her renk solar haki kalır. ilim insanın cehlini alsa da, hamurunda varsa eşeklik; baki kalır.

  • kendini sahibinden daha zeki sanan canlı.

    bir süredir kanepede uyuyakalıyorum. uyandıran da olmadığı için, sabaha kadar kanepede uyuyorum haliyle. kanepede uyumayı çok sevmekle birlikte, bir süre yatakta da yatma ihtiyacı duyuyorum. bu nedenle, alarmımı normalden 1 saat erkene kurmaya başladım. alarm çalınca kanepeden kalkıyorum, alarmı bir saat sonraya kuruyorum ve son 1 saat yatakta uyuyorum.

    bu arada, kedim de ben uyandığım için çok ısrarcı bir şekilde mama istiyor diye, onun mamasını da 1 saat önce vermeye başladım. yani kanepeden kalkıp, kediye mama verip, yatağa geçip, 1 saat daha uyuyup, sonra kalkıp işe gitmek üzere hazırlanıyorum artık.

    ilk gün durumu gözlemleyen akıllı(!) kızım, 2. gün, kanepeden kalkıp, mamasını verip, yatakta uyumaya gittiğimde tüm mamayı yemiş, 2. alarmla yataktan kalktığımda, sanki ben yeni uyanmışım, sabah mamasını hiç vermemişim gibi benden yine aynı ısrarcılıkla mama istedi. aklı sıra beni kandıracak.

    tabi ben ne yaptım, bu davranışı yüzünden onu ve zekasını takdir ettim. o gün için tekrar mama verdim.

    artık kanepeden kalkınca sabah yemesi gereken mamanın yarısını veriyorum, yataktan kalkınca da kalan yarısını.

    kimin kimi kandırdığı belli değil kısacası.

  • ümit milli takımında tolunay kafkas tarafından bir kez dahi oynatılmayan çocuk, çok değil 2 sene bile olmadan real madrid, barcelona ve diğer çoğu avrupa kulübünü birbirine düşürüyor. buradan tüm kulüp scoutlarına sesleniyorum. tolunay kafkas'ın kadroya sokmadığı oyuncuları takip edin, başka bir şey yapmanıza gerek yok.