hesabın var mı? giriş yap

  • ligi 2.bitir,
    şl ön elemeyi geç,
    şl ikinci ön elemede elen,
    uefa'da en fazla çeyrek final oyna,
    lige dönüş,
    ligi 2.bitir.

  • eğer eşin ölürse, dul olursun. eğer bir çocuksan ve ebeveynlerin öldüyse, yetimsindir. ama çocuğu ölen anne babayı ifade edecek hiçbir kelime yoktur. belki de bu, adı konulamayacak denli korkunç bir şeydir. *

  • sonrasında günün kalan kısmının zehir olmasına sebebiyet verir.

    ulan zaten akşama kadar beynin patlamış, saatler süren telefon konuşmaları, bütçe raporları, sipariş ve sevkiyat planları yüzünden anandan emdiğin süt burnundan gelmiştir. iki saat bir pub da oturup ayak üstü 2 tek yuvarlayacaksın, bunu sana çok görür. o iki saatlik keyif eve geldiğinde burnundan gelir. öncesinde tabi her 15 dakikada bir taciz telefonlarıyla zaten seni çileden çıkarmıştır. eve gittiğinizde, kafasına sardığı beyaz tülbent parçasıyla karşılar sizi. çünkü tüm hayatı boyunca ağrımamış her yeri ağrımış. midesi bulanmıştır. siz gelmeden hemen önce ateşi 41 e çıkmış, tansiyonu 3'e düşmüştür. sen arkadaşlarınla keyif(!) çatarken, o yatak döşek yatıp, acılar içinde kıvranmıştır. "ne oldu?" diye sorduğunda ise, "yok bi şey" derse, sıçtığının resmidir. hatta işi abartıp geceyi hastane geçirme ihtimaliniz bile olur.*neden çünkü arkadaşlarınla çıkıp iki saat kafa dağıtmışsındır ve allah senin belanı versindir.

  • karantina döneminde, unuttuğu anıların üstündeki tozu alan birçok insan vardır sanırım. yalnız kalıp kendini daha çok dinleme fırsatı bulanlardansa hiç fire vermediğimizi düşünmüyorum. belki de kendi nostaljik günümü olmadık bir durumla ilişkilendirmeye çalışıyorum, bilmiyorum. hem bir zamanlar tutkuyla bağlı olduğum bir oyunla ilgili anılarımı hatırlamak için neden bir açıklamaya ihtiyacım olsun ki? zaten tarihte bu oyunu en iyi oynayan adamın son dansının anlatıldığı bir belgeselle karşılaşmak yeterli bir neden olmaz mı?

    bu belgeselin yayınlanan ilk iki bölümünü izlemek, birçok konu hakkında bilgi sahibi olmamı sağladı: pippen'ın son sezon başındaki tavırları, jordan'a ikinci sezonunda sakatlıktan döndükten sonra uygulanan süre kısıtlaması, bird, magic, obama ve gazetecilerin jordan hakkında düşünceleri, 84 öncesi bulls tarihi, jordan frenchise'a adım atarken kurduğu cümleler ve hayalleri... bölüm biter bitmez, oyuna dair hayallerim, hatıraların, tecrübelerim, düşüncelerim sanki vücudumda akışkan bir hal aldı ve beni buraya getirdi. semptomlar hüzünlü bir yolculuğa çıkacağımı gösteriyordu ama yürümek istedim bu yolda ve buraya geldim.

    1998 yılında 11 yaşındaydım. bulls'un canlı bir maçını oturup izleyebildim mi hatırlamıyorum. hatta, o zamanlar jordan diye birini tanıyıp tanımadığımı bile anımsamıyorum. televizyonda bir görüntü veya gazetede bir haber görmüşümdür mutlaka. esrarlı hikayelerle bezeli üst üste şampiyonluklar ve durdurulamaz bir adam. sporla ilgili kimin ilgisini çekmez ki? milenyumun başlarında basketbol en çok ilgilendiğim spor haline geldi. mutfağın kapısında durup, olabildiğince yuvarlanmış peçeteyi evyenin en ucuna koyduğum bardağın içine atmaya çalışırken ne senaryolar yazmadım ki? eğer çok atış kaçırırsan en kötü ihtimal sona kalıyordu: türkiye liginde oynamak. hiç denemedim desem yalan olur ama sonuna kadar da zorlamadım şansımı oyunu profesyonel oynamak için. lise hayatımda iki gün üst üste topa elimi sürmediğim olmuş mudur, bilmiyorum ama son sınıfta artık o bardak o kadar uzaktaydı ki sayı yapmam imkansız görünüyordu.

    lisede tek tük nba maçı izlemeye başlamıştım. üzerine sevdiğim basketbolcuların fotoğraflarını yapıştırdığım bir klasörüm vardı. ilk formamın arkasında shaq yazıyordu. durdurulamaz herhalde dediğim ilk adamsa mcgrady olmuştu. üniversite döneminde koptum basketboldan, uzun bir süre ilgilenmedim de hiç. sonra rose bana yeniden sevdirdi oyunu; lebron hep aradan kafasını gösterdi ve 'benim gibi bir oyuncuyu izlemiyorsun ve sonra üzüleceksin' diyerek telkin etti beni. zaman, iyi balık tutanları izlemenin de çok eğlenceli olabileceğine ikna etti beni. önce iyi bir izleyici olmaya başladım, sonra da ucundan oyunun tarihiyle ilgilenmeye. her fırsatta oyunu, en azından izlemeyi, bildiğini düşündüğüm insanlarla sohbet etmeye çalıştım. konu da ara ara hep oraya geldi: en iyisi kim? konuştuğum ve dinlediğim insanlarda ibre hep jordan'a daha yakındı ama ben en iyinin lebron olabileceğini düşünmeye çoktan başlamıştım.

    beni bir süre hüzünlü hülyalara daldıran bu belgeselin ilk bölümleri, şimdi de güncel düşüncelerimi sorgulamama ve kendime kızmama neden oluyordu. evet hiçbir başarı tek başına kazanılmaz (ki bundan jordan da bahsediyordu belgeselde), evet birinin en iyi olarak seçilmesinin çok bir anlamı ve mantığı olmayabilir ama... majestelerinin kişiliği ve yarattığı hikaye biricikti. kazandığı başarıları biri geçebilirdi belki ama jordan gibi. asla.

    bir hayale ulaşmak için süreklilik arz ederek çok çalışmak ancak sağlam bir irade ile mümkün olabilir. jordan'da bu erdem vardı. başarısızlık ihtimali en aza indirmek için çevresindeki herkesi yeteneğine, zekasına ve azmine en başından beri inandırmaya uğraşmıştı. ancak tüm bunlar, onun başarılarla dolu bir kariyere sahip olmasına yetmeyebilirdi. ne yani, eğer jordan hiç şampiyonluk kazanamadan emekli olsa tüm zamanların en iyisi olarak anılmayacak mıydı? büyük ihtimalle evet. ama bu ihtimal jordan için mümkün değildi. çünkü onun başarı için eksik olanı görme, bu eksiği kapama veya insanları bu eksiği kapatmak için ikna etme yeteneği vardı. bir amaca ulaşmak için o uğurda harcanan çabanın verdiği mutluluk onun için yeterli değildi. yolda alınan hazzın amaca ulaşmaktan daha tatmin edici olduğu söylemi, onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. işte jordan'ı benzersiz yapan nokta tam da buydu. başarısızlığa bir bahane bulmak anlamsızdı.

    neyse çok uzattım, konudan saptım, anılarımı yad ettim, jordan'a hak ettiğini düşündüğüm saygıyı verdim de biraz rahatladım; şimdi viskimi tazeleyebilirim. şişeyi almaya giderken, her kapının üstünde olduğunu düşündüğüm hayali potaya bir turnike atmadan geçmem, merak etmeyin.

    unutmadan, diziyi mutlaka izleyin. netflix'te şimdiye kadar gördüğüm en kaliteli içerek, prodüksiyon muhteşem. ayrıca umarım şanlı lakers'la bir three-peat yapar da lebron, silerim bu entry'yi. we love this game!

  • şimdi, edmund hillary bu yeryüzünün görüp görebileceği egosundan sıyrılmış en insanüstü varlıktır. şerpa tenzing norgay ile everest zirvesini yapıp ölümsüzlüğe adım attığında bile bu durşundan bir mm bile geri adım atmamıştır.

    öncelikle bilmeyenler için söyleyeyim, şerpa dediğimiz adamlar himalaya bölgesinin yerli halkı. nepalli bunlar, dağa tırmanmaya gelen gruplara hem rehberlik yaparlar hem de yüklerini taşırlar, bu sayede geçimlerini sağlarlar. işte tenzing norgay da bunlardan birisi. bu insanlar doğrudan ekpedisyon grubunun üyesi değildir ve çoğunlukla da dağları fethedenler arasında adları anılmaz.

    işte hillary son tırmanışa tenzing norgay ile birlikte çıkmıştır... ve zirveye önce hillary değil tenzing varmıştır... istese "tenzing, koçum sen biraz kenarda dur... önce ben ayak basayım" demesi işten bile değildi... bu dünyadaki ademoğullarının %99'u böyle yapardı. şerpalar bazı grupların -özellikle de almanların- çok kötü davranışlarına maruz kaldıklarından yakınırlar... okuduğum bir yazıda tanınmış bir şerpa bir zirveye neredeyse 10 kere ekpedisyona katıldığını ama hiç zirve yapmasına izin verilmediğinden yakınıyordu. " dostum senin işin bu değil, sana rehberlik için para verdik, işin buraya kadar" diyerek zirveye metreler kala durmak zorunda olduğunu yzıyorsu. sonunda şerpalar toplanıp kendileri bir ekspedisyon yapmışlar da zirveye öyle ayak basmış...

    everest'e ise önce tenzing ayak bastı, hillary onun fotoğrafını çekti. [ http://www.nealmueller.com/?attachment_id=726]. sonra hillary çıktı... hillary'nin fotoğrafı mı? yok ki...tenzing onu fotoğraflamak istedi...
    "afterwards, tenzing offered to take hillary’s photograph but he declined, as norgay recalls: ‘ı motioned that ı would now take his picture. but for some reason he shook his head; he did not want it’."

    nedendir bilinmez... hillary zirvede tek bir fotoğraf bile çektirmedi... efsanevi fotoğrafta tenzing vardı...

    sonra ne mi oldu? hillary "sir" ünvanı aldı. tenzing ünlü oldu ve rahat bir hayat sürdü. hillary ve tenzing ömürleri boyunca çok sıkı dostlar oldular. hillary defalarca nepal'e gitti. onlarca okul ve hastane açılmasına ön ayak oldu. fahri nepal vatandaşı yapıldı...

    ikisi de cennette şimdi bu güzel insanların. toprakları bol olsun...