hesabın var mı? giriş yap

  • fransa'da bourdieu'cü bir ekolden mezun oldum. ilk başlarda bize dayatılan bourdieu düşüncesi canımızı sıkmakla beraber, sonralarda iyi ki de bu ekoldenim dedirtmiştir bana ve okuldaki diğer arkadaşlarıma. türkiye'de halen yeteri kadar iyi tanınmayan bir düşünür olan bourdieu'nün kavramlarını ve kuramsal altyapısını aktarmaya çalışayım. nitekim yazılarının ve kitaplarının hemen hepsini fransızca okumuş birisi olarak o'nu iyi anladığımı düşünüyorum.
    bourdieu çoğunlukla, akademi ile ilgili söylemleri, televizyon ve gazetecilik ile ilgili yorumları, ya da etnografik düşünceleri ile tanınır. fakat bunların hepsi bourdieu'nün toplumsal tabakalaşma düşünceleri üzerinden türemiştir. yani bilinmesi gereken ilk şey, bourdieu'nün yola çıkışı, toplumsal tabakalaşmayı anlamaktır. bu da aslında, ilk bakışta "toplumsal tabakalaşmayla ne alakası var bunun?" diyeceğiniz habitus-alan-sermaye trilojisiyle aktarılmıştır. yani aslında bu üçleme bourdieu'nün toplumsal tabakalaşmasının merkez noktasını oluşturur. nasıl mı?
    marx'ın dayandığı ekonomik temelli sınıf çatışmaları, ve ya daha sembolik altyapısı olan weberist düşünceden ziyade, bourdieu toplumun tabakalara ayrılmış bir yapıda olduğunu söyler. ona göre sosyal uzam, binlerce mikro-kozmozdan oluşmuş bir makro-kozmozdur. bu mikro-kozmozlar bourdieu'nün meşhur "alan" (champ) kavramsallaştırmasıdır. yani sosyal uzam denen üst evren, din alanı, akademik alan, kültürel alan gibi bir alt evrenin birleşimidir. her alt evren, kendi kuralları olan bir oyundur. her oyunun kuralları, amaçları ve organizasyonu farklı koşullar tarafından yaratıldığı için, her oyundaki dominasyon kartları da birbirlerinden farklı olacaktır. batak oyunundaki bir kartın önemiyle pokerdeki aynı kartın önemi eşit değildir sonuçta.
    insanın elindeki kozlar sermayeleridir. eğer sosyal olan (le social) karşındakine sosyal uzam anlayışını dayatma mücadelesiyse, insan bu mücadeledeki üstünlüğünü sermayelerle sağlar. bourdieu'ye göre 4 temel sermaye vardır. kültürel sermaye yani neyi ne kadar bildiğin ve sahip olduğun diplomalar, ekonomik sermaye yani ne kadar paran malın mülkün olduğu, sosyal sermaye yani içinde sosyalleştiğin çevrenin kimler tarafından oluşturulduğu ve bunlara bağlı olarak da sembolik sermaye yani şeref haysiyet gibi diğerlerinden bağımsız ama onların katkı sağladığı ve simgesel anlamda sahip olduklarını ifade eden sermaye türü.
    bourdieu, habitus denen bir kavram yaratmıştır. habitus anlaşılması çok kolay bir kavram değildir, ama sondan başa doğru anlatayım ki daha rahat anlaşılsın. öncelikle sadece toplumsal tabakalaşmadan kaynaklanan sebeplerle değil, metodolojik olarak da weber-marx ve bourdieu aynı sosyolojik yorumlamanın içinde değillerdir. şöyle ki, yapısalcılığın durkheim'le beraber en önemli temsilcisi olan marx ve düşman taraftaki bireyselciliğin reisi weberist düşüncenin sürekli kapıştığı, yapısalcılık-bireyselcilik / objectivizm-subjectivizm tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmıştır bourdieu ve bunu da habitusla yapmıştır. çünkü habitus, bireyin yapısal faktörler tarafından şekillenmiş, onunla iç içe geçmiş, fakat en önemlisi üretici bir olgudur. yani sosyal eylemi yani pratiklerin uygulanmasında bireyle iç içe geçmiş bu yapının inşa ettiği üretici olgu bourdieu sosyolojisini yapısalcı-inşacı yapmaktadır. birey, pratikleri sosyal uzam üzerinde habitusunun ait olduğu noktaya göre realize eder.
    kafa karışıklığı yaratmadan, daha da derine inmeden gelelim bunlar nasıl bir sosyal tabakalaşma altyapısı sunar bize?
    bourdieu'ye göre sosyal uzam, ekonomik, kültürel ve sosyal sermaye tarafından belirlenen noktalar kümesidir. her nokta, belirli bir sermaye miktarına, dağılımına ve zaman içerisindeki evrimine işaret eder. o halde, bourdieu sosyolojisinde toplumsal tabakalaşmanın temel prensibi, sermayelerin miktarı, dağılımı ve zaman içerisindeki değişimine bağlıdır. istisnalar vardır örneğin don kişot etkisi, bundan birazdan bahsedeceğim.
    birbirine yakın pozisyonlar, benzer günlük pratikleri üretirler. o halde, sosyal eylem, bireysel olduğu kadar toplumsaldır da. o halde, benzer pozisyonlar, habitusları benzer koşullar altında şekillenmiş eyleyenlerin bir araya geldikleri alanlardır. o zaman, "habitus sınıfsaldır" der bourdieu. başka bir deyişle, aslolan sınıf habitusudur. bu durum, aslında beğenilerin sadece bireysel değil, yapısal olduğu konusunda da bizi ikna eder. kendim bir örnek vereyim: siyah, modifiyeli, içinden gümbür gümbür demet akalın şarkısı gelen bir araba lastik yaka yaka el freni çekerek önünüzden geçti. hepimiz biliyoruz ki, o arabayı süren adam yani sahibi bir doçent ya da profesör değil. bir heykeltıraş ya da şair değil. peki bunu nereden biliyoruz? çünkü bir doçentin veya heykeltıraşın sahip olduğu sermaye dizilimi bu tür pratiklerin ortaya konduğu sınıf habitüsüne ters düşmektedir. yine hepimiz biliyoruz ki, hafta sonları jazz bara gidip tenis oynayan birinin kültürel sermayesi, pavyona gidip arkadaşlarıyla mangal başında rakı içen biriyle aynı değil. belki de bu iki pratiğin de gerektirdiği ekonomik sermaye aynıdır? o zaman onları ne ayırıyor? habitusları ayırıyor.
    bourdieu'nün (bkz: la distinction) kitabı yaklaşık 800 sayfa ve dolu dolu bir toplumsal tabakalaşma düşüncesi aktarıyor. ben burada o 800 sayfayı yazamam tabi. dolayısıyla ana hatlarıyla budur o'nun düşüncesi. eksik yazdığım binlerce şey var biliyorum. fakat tamamlamak istiyorsanız düşünceleri bourdieu'den tavsiye edebileceğim:
    raisons pratiques
    la distinction
    sur la télévision
    espace social et génese des classes
    social space and symbolic power
    séminaires sur le concept de champ

  • otobüs içinde bile arkaya ilerlemeyip ortada kümelenmesiyle ünlü bir millet hakkında uydurulan yalan.

  • son yıllarda ortaya çıkan ilginç bir tür. 1 yıl süren çalışmalarımın sonucunda hazırladığım raporu yayınlıyorum. buyrun:

    -genellikle gri eşofman giyiyorlar. fenotipi* bronz olanların beyaz gömlek giydikleri gözlemlendi.
    -populasyon kendi içinde ellerini göğüs hizasına kadar kaldırıp tokalaşıyor, sanırım bir tür şifre.
    -çoğunun bileğinde dövme olduğu düşünülen karartılar var.
    bir kısmı vücudunun bütün kıllarını kirli sakal uzunluğunda alıyorken kalan kısım sadece sakallarını 3 numara kesiyor.
    - lise-vakıf üniversitesi-devlet üniversitesinde yapılan nicel gözlemlerde tüm eğitim kurumlarında eşit yoğunlukta bulundukları tespit edildi.
    -tüm illerden gelen sonuçlar değerlendirildiğinde kıyı şehirlerinde yoğunlukları artarken sadece bilecik'ten sonuç gelmedi.
    -kıyı şeritlerinde(tophane, bostancı, bakırköy vs) daha sık görülüyorlar.
    -havalar ısınınca kıyı şeritlerine nargile kokusuna iniyorlar. sıvı ihtiyaçlarını kola, votka-red bull, rakı, çay gibi likitlerden karşılıyorlar.
    -yaşam alanlarındaki tüm tütün kaynakları tükenene kadar çoğalıyorlar.
    -üniversite 1. sınıf olanları genellikle her yere 15'er kişilik gruplarla giderken daha yaşlı olanların populasyon büyüklükleri 4-5 kişiye iniyor.
    -gençlik dizilerine kadar yayılan bu türün aralarında şifre olarak kardeşim yerine kankaaağğ dedikleri de gözlemlendi.
    -populasyon içi çatışmalara genelde derbi maçlarından sonra rastlansa da ölümcül kavgalar genellikle dişiler için yapılıyor.
    -grupların alfa erkekleri genellikle araba sahibi oluyor.
    -aralarında verimli döller oluşturamamalarına rağmen sayıları esrarengiz biçimde durmadan artıyor.
    -üreme konusunda mitoz bölünmeden şüpheleniliyor.

  • bilinçli bir halde "tamam bitti" denilen bir an değildir. yavaş yavaş gerçeklerin görülmesiyle oluşur. an değil, süreçtir.

    yıllar sonra edit: ne kadar zaman geçerse geçsin bitiyor emin olun. süreç bazen uzasa da sonu var, inanın.

  • yabancı külliyatta sea peoples olarak geçen, bilinen antik dünya'nın tunç çağı (bronz çağı) döneminin ve sisteminin milattan önce 13. asırdan yavaştan başlayıp 12. asırda kati sonuçlara erişen bir dizi istila neticesinde toptan çöküşünün ana nedeni olan kavimler grubu/konfederasyonu. bu terim batılı mısırologlar tarafından yakıştırılmış ve yaygınlaştırılmış bir deyimdir. yazılı metinlerde böyle bir terimleme yoktur. ancak, denizden gelen işgalcilerin tasviri vardır.

    homeros'un ilyada ve odysseia eserleri de çağ itibariyle mitolojik unsurlar ekleyerek bu deniz kavimlerinin cirit attığı dönemi yansıtır. truva'nın yıkımı hadisesinin, oradaki ittifak halinde geçen savaşarın ve odysseia'da anlatılan seferlerin (bir mısır bahsi geçer orada da) bu deniz kavimleri savaşlarının parçası olduğu teorileri vardır. özellikle odysseia'da çeşitli yörelere (mısır, girit vs.) çeşitli saldırıların anlatımları bulunur. mitolojik anlatıma tam anlamıyla itibar etmek mümkün olmasa da, homeros'un birkaç asır ileriden o dönemi duyum üzerinden yazıya döküp anlatmış olması gibi bir vaziyet mevcuttur.

    velhasıl, bu kavimler, iklim mecburiyetlerinden kaynaklı bir tür yağma konfederasyonu kurarak, bilinen antik dünya'da bilinen ne kadar medeniyet, yönetim, monarşi vs. var ise asur, fenike ve mısır istisnalarıyla bir bütün halinde yok etmiş, ortadan kaldırmıştır. taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmamış, geriye kalan yanmış, yağmalanmış ve yıkılmış, asırlar sonra kazılıp ortaya çıkarılacak şehir kalıntıları olmuştur.

    ki, bu yok olanlar arasında hititler gibi dönemin büyük güçleri de vardır. muhtemelen bu istila ve yıkım o denli hızlı olmuştur ki, hititler gibi yazılı kültür sahibi medeniyetler dahi arkalarında bu olanlara dair hiçbir yazılı metin dahi bırakma fırsatları olmaksızın, adeta tarihten sırra kadem basmışlardır. asurlar kendi ana bölgelerine (kuzey ırak) kadar çekilmişler ve bu surette total yıkımdan kurtulmuşlardır. mısır savaşmış ve zar zor ayakta kalmıştır. doğrudan doğruya hedef bölgelerin civarında kalan fenikeliler'in ne şekilde kurtulduğu bugün dahi anlaşılmamıştır. miken (mycenaean) medeniyetinin savaşçı kralları bir bir yok olmuştur. ugarit, alalah, karkamış, kıbrıs (alasiya), arzawa (ortabatı anadolu'ya tekabül eder günümüzde) da diğer kurbanlar arasındadır (girit'te minoa medeniyetinin sonunun kesin nedeni netlikle bilinmemekle beraber, deniz kavimlerine yakın bir dönemde benzer bir istila ile sonlandığına dair emareler bunun da deniz kavimleri işi olduğuna delalet olabilir). mısır ve asur ise tamamen yok olmasalar da, ciddi ölçüde zayıflamışlardır (ki mısır'ın yeni krallığı 100 sene sonra ortadan kalkacaktır). sadece doğrudan hedefler değil, dolaylı olarak başka medeniyetler de deniz kavmi istilalarının dolaylı sonuçlarına kurban gitmiştir; gücünü akdeniz havzasıyla ticaretten alan (afganistan'dan gelen kalay madeni babil üzerinden akdeniz havzasına dağılırdı) koca babil, çevresinin yok olması ile gücünü kaybetmiş ve 12. asırda o da elamlar'ca yakılıp yenik düşmüştür. dönemin güçleri genelde birbirleriyle diplomatik ilişkilere sahip, pek çoğu artlarında yazılı bir kültür ve ciddi arkeolojik mimari bırakmış medeniyetlerdir.

    demirden kılıç ve kargılarıyla gelişkin gemilerinden inen onbinlerce savaşçı, bronz mızraklı ve at arabalı (chariot) savaşçılara sahip medeniyetleri tek tek indirmiştir (bu bağlamdadır bronz/tunç çağının bitip "demir çağı"nın başlangıcı). silahları da gemileri de üstündür; demir kılıçları bilinen dünyanın tunç mızraklarına göre üstün bir silahtır. akdeniz'de uzun yolculuklar yapabilecek seviyede hıza, manevraya ve dayanıklılığa sahip bir gemi teknolojisine (galley - kadırga tipi kürekli gemiler) sahiptir bir de bu kavimler..

    hareketlerinin nedeni olarak belirtilen unsur ise genellikle kuraklıktır..tüm akdeniz havzasında dönem itibariyle açlığın ve kuraklığın izleri sürülür. bu kavimleri harekete geçiren unsurun da, bölgede yaşanan o vakte dek eşi benzeri görülmemiş kuraklık ve dolayısıyla oluşan açlık (su olmadan tarım da olmuyor zira) neticesinde yaşanan kendini doyurma ve kurtarma arayışı (ve bu nedenle de harekete geçmeleri) olduğu düşünülür.

    deniz kavimleri haklarındaki ve hikayeleri ile ilgili asli yazılı bilgiler mısır yazıtlarından elde edilmiştir. bilhassa da medinet habu yazıtları epey bir detay verir. ama bu detaylar tam olarak bu kavimlerin kimliği ve orijinleri konusundaki gizem tabakasını tam olarak ortadan kaldırmaz. hatta "deniz" ve "ada" bağlantıları bu kavimlerin tamamı değil, bir kısmı için kullanılır ana temel teşkil eden mısır yazıtlarında. ancak istilacı kavimlerin tamamı genelde bu "deniz kavimleri" çatı isminde torba halinde toplanır.

    mısır yazıtları genelde kendi medeniyeti üzerine yapılan atakları, kendi üzerlerine olan etkileriyle inceler. diğer medeniyetlerin yaşadıklarını detaylı anlatmaz. ancak diğer medeniyetlerin yaşadıkları yok oluşu dört bir yandaki arkeolojik kalıntılar gösterir. örneğin hitit başkenti, bugünkü çorum sınırlarındaki hattuşaş kenti, suriye'de ugarit, günümüz yunanistan'ındaki eski miken şehirleri, bir ihtimal truva en önemli yaşayan arkeolojik kanıtlarından birkaçıdır bütün bu yıkıntının..

    bir diğer kaynak da ugarit mektuplarıdır. günümüz suriye sınırlarında yer alan ugarit medeniyetinden elde edilen yanmış, bir kısmı daha fırınlarının içinde tespit edilmiş ve hiçbiri muhtemelen muhataplarına/hedefine hiç ulaşmamış çivi yazısından kil mektuplardır deniz kavimlerinin tehlikesini ve istilasını anlatan metinler. ugarit ordusu ve donanması dışarıda seferdeyken aniden gelen kalabalık ve korkunç bir istila ve bu istilanın karşısındaki yardım çığlıklarını tasvir eder bu mektuplar.

    tarihi ve arkeolojik verilerden bu istilaların doruk noktasının mö 1180-1170 civarına tekabül ettiği düşünülür.

    bu kavimlerin yakıştırıldığı karşılıklar vardır; ancak bir çoğu kesinlik arz etmez. bu teorilerin bir bölümü, etimolojik yakınlıklar üzerinden yapılır (aşağıda anlatacağım, sakin)..bir de bu kavimlerin başka metinlerde de yer yer geçtiği görülür. örneğin bu kavimlerin bazılarının mensuplarının paralı asker olarak kadeş savaşı'nda yer aldıklarına yönelik kitabeler bulunur (kadeş yazıtları). ancak belki 2 tanesi hariç tutularak, hiçbirinin tam kökenleri hakkında kesin bir bulgu yoktur. hatta müteakip olarak işgale uğrayan bölgelerde ortaya çıkan diğer kavimler (örn. frigler) ile bile bağlantılandırılmalı veri kısıtlılığı nedeniyle pek mümkün değildir. etimolojik çıkarımların bir bölümü, mısır'ın hiyeroglif alfabesine latin alfabe sistematiğine çevirmekteki ikilemler nedeniyle iyice güvensiz hale gelir.

    deniz kavimlerini oluşturduğu bilinen kavimler:

    denyen -- mısır kitabelerinde (medinet habu'da da, harris papirüsünde de) bu kavmin bir ada halkı olduğu yönünde ifadeler mevcuttur. nerden geldikleri konusunun tam net olmaması bir yana, kim olduklarına dair teoremler de doğrudan doğruya isim benzerlikleri üzerinden yapılır. israiloğulları'nın dan kavmi, güney italya bölgesi kavmi daunlar, danaoi (akalar), günümüz yunanistan'ını vaktinde işgal eden dorlar gibi hipotezler hep "denyen" ismine benzerlik üzerinden çıkmadır.

    ekwesh - yine antik yunan akalar'ın diyarı için hititçe tabir olan ahhiyawa üzerinden kurulan isim benzerliğinden akalar'ı imlediği savları vardır. ancak kim olduğu en belirsiz gruplardandır. mısır yazıtları bunların libya üzerinden yapılan saldırılarda libya ordusunda paralı asker olarak yer aldıklarından tut da bunların sünnetli olduğunu dahi yazmıştır da tam nereden kökenlendiklerini yazmamıştır.

    lukka - antik dünya'da yaygın olarak bu şekilde isimlendirilmelerinden yola çıkılarak (hititler de bu şekilde isimlendiriyor), bu kavmin likyalılar'ı temsil ettiğine yönelik az muhalefet gören bir görüş birliği var. ikinci ramses'in kadeş yazıtlarında da lukka kavmi, hitit safında savaşanlar arasında geçiyor. muhtemelen de doğru bu hipotez..

    peleset - bölgeye isimlerini de veren, deniz kavimleri istilası neticesinde bölgeye yerleşen antik "filistinliler" (philistines) kavmi olduğu konusunda neredeyse bir ittifak mevcuttur.

    shekelesh - etimolojiden yola çıkarak, sicilyalılar olduğu teorize edilir. mısır yazıtlarında bu deniz kavimleri detayının yanında libyalılar (meshwesh) ile birlikte mısır'a merneptah dönemi saldırdıkları da anlatılır. mısır anıtlarında yuvarlak kalkanlı mızraklı askerler olarak göğüslerinde madalyonlar, kafalarında başlıklar ile tasvir edilirler. ugarit mektuplarında da isimleri geçer; denizlerde çok rahatlıkla hareket ettikleri anlatılır.

    sherden - kuvvetle muhtemel sardinyalılar (başlığında ayrıca yazmıştım, oraya bakınız --- (bkz: sherden/@turcopolis))

    teresh - tirenliler veya truvalılar olduğu hipotezleri vardır. bu da etimoloji bazlıdır. ancak başka da bir bilgi yoktur haklarında..

    tjeker - bunların kökenleri de varsayımsaldır. medinet habu'da istilacı kavimler arasında geçmesinin yanında, wenamun namlı gezginin mısır'da papirüslerde keşfedilen ve bugün puşkin müzesi'nde sergilenen hikaye yazımında geçer (bu "seyahatname"nin fiction olduğuna inanılmaktadır artık günümüzde). wenamun'un hikayesinde, kenan'daki dor limanının (israil'de hayfa civarı antik bir yerleşim) beder unvanlı bir tjeker prensince yönetildiği belirtilir. ancak bu muhtemelen, tjeker'li arkadaşların büyük deniz kavmi istilasından sonra bölgeye yerleştiğine emaredir, zira wenamun'un hikayesi, medinet habu'ya göre daha geç bir döneme aittir.

    weshesh - belki de hakkında en az bilgi olan kavim. sırf fonoloji ve etimoloji benzerliklerinden bazı hipotezler vardır haklarında - akalar'ın parçası olduğu, antik karya'nın wassos kentinin (bugünkü güllük bölgesi) halkı olduğuna, güney italya'da oscia bölgesinden geldikleri gibi - hiçbiri de net bir belirtme imlemez.