hesabın var mı? giriş yap

  • ülke olarak bu savaştaki taraflara olan mesafemizi aynen korumamız gerek , zaten ne ukrayna'ya yardım edecek ne de rusya'ya yaptırım uygulayacak gücümüz ve ekonomimiz var maalesef.

  • her cuma ibretle seyrettiğim insan topluluğudur. cumaya gitmesem "içerde ne yaptılar da bunlara böyle birbirlerini ezercesine dışarı kaçıyorlar" diyeceğim. ama içerde bir şey yaptıkları yok, biliyorum. adamın biri hutbeye çıkıyor, önce sadece ben ve benim gibi arapça bilenlerin anladığı bir metin okuyor. sonra da birileri tarafından (diyanet oluyor bu birileri) eline tutuşturulan kupkuru bir metni okuyor. iki rekat da namaz kılınıyor hepsi bu. peki bu adamlar neden imam selam verir vermez yardım kuyruğunda birbirini ezenler gibi davranıyor? bizim milleti bilmeyen birisi olsa "adamlar bir saniyeyi boşa harcamamak için işlerine koşuyor" diyecek ama değil. nedir bu acele arkadaş, nereye yetişeceksin? o namaz hep birlikte senkronize olarak eğilip kalkabiliyor musunuz bakalım diye farz kılınmadı ki. cuma demek toplanma günü demek, bir araya gelip birbirinizin halinden haberdar olun diye farz kılındı o namaz. salat demek dayanışma demek.

    bir cuma günü camiden çıkan müslümanlara bakın ne durumda olduklarını anlarsınız, başka bir şeye ihtiyaç yok. cumadan çıkınca yedikleri naneleri saymıyorum daha.

    yıllar sonra editi: akp kongresi gibi hutbeleri sebebiyle cuma namazlarını çoktan bıraktım. 3 yıldır gitmiyorum.

    son edit: agnostisizm durağında biraz oyalanıp hayatın anlamını arıyorum. dinin kültürü, psikolojisi, sosyolojisi, felsefesi ve tarihi dışında hiçbir şey gündemim ve ilgimde değil artık. gavur oldum ben, bazılarının anlayacağı dilde.

  • şaka yapmıyorum bak, gerçek, halkın hayatını kurtardı zincir marketler. saçma sapan bir düşmanlık yerine sahiden minnet beslemek lazım. pandemi sırasında, bu ekonomik krizde, bu artan nüfus içinde küçük esnafın eline kaldığımızı düşünsenize. iliklerimize kadar anadolu irfanını hisseder miydik hissetmez miydik sen söyle. böyle tam içimizde bir yerde anadolu irfanı olmaz mıydı? irfan saçım.

    namaz kaçırmayan bakkal amca geçen hafta 5 litrelik yağı satışa çıkarmayıp, pet bardak ile, bardağı 10 liradan yağı çakmış mıydı çakmamış mıydı sence? vallahi çakmıştı.

    koca koca köytür, banvit tabelalı dükkanlar tavuk kanadını sana yemin ediyorum 250 liradan satıyordu şimdi eğer olsalardı, böyle ucuz tavuk falan bulamazdık.

    bir de düşün ki sabit fiyat uygulayan, minimum kar marjı ile satış yapan, stok yapmayan falan bu adamlara rağmen resmi enflasyon %36 çıktı, ecevit zamanındaki yazar kasa atan esnafın elinde kaldığımızı düşünsene şu dönemde, başımı bi çevirebilsem diye kendi kendimize konuşuyor olurduk.

    bak sana yazıyorum,
    zincir market enflasyonu %36
    küçük esnaf enflasyonu %2600

    pandemi başında elinde kalan 6 senelik kolonyaları millete 100 liraya satan adamlar lan bunlar, neler yaparlardı bize.

    yazar kasa atan esnaf demişken, asla fiş kesmeyen esnaf tabi ecevit zamanı olan. fiş kesen züccaciye falan gördünüz mü hiç, yün satıyor adamlar, yazar kasası olan yüncü falan yoktur bence. kayıt dışı ekonomi de bu zincir marketler sayesinde bitti, onu da başka zaman yazayım.

    velhasıl kuruldukları zaman islamcı diye kapısından geçmediğimiz, lüks şarküterilerden alışverişe devam ettiğimiz, birleşik islam marketleri dediğimiz insaflı islamcılar, bizi beceriksiz siyasal islamcılardan ve onların belediye meclis üyesi küçük esnaflarından kurtardılar, sadece peyniri uzaktan göstermek için bizi sıraya sokarlardı yoksa, yemin ederim.

  • gelmiş geçmiş en güzel şarkılar arasında ilk 10'a kesinlikle girer bu şarkı. müziği, sözleri, vokalin mükemmelliği her şeyiyle resmen şaheser. klibini izlerken gözleri dolmadan durabilen biraz kalpsizdir bunu da ekleyelim.

    ''nazik günahımızdan daha tatlı bir masumiyet yok'' tek cümlede bu kadar güzel anlatılamazdı. ''nazik günah''. evet eğer bu bir günahsa nazik bir günah. yalan değil, haram değil, tecavüz değil, cinayet değil. sadece iki yetişkin insanın birbirini arzulaması. zorlamasız, içten sevgiden daha masum bir şey var mıdır dünyada? çevredeki onca gerçek kötülüğe gözlerini kapayanlar konu iki insanın birbirini sevmesine gelince bıçaklarını bilemeye başlıyorlar, çünkü onlar azınlık. çünkü dişlerine göreler. karısını döven adam görse çekirdekle izleyecek herifler sarılan iki erkek görünce mahalleden arkadaşlarını dayak atmaya çağırır. böyle iğrenç bir gerçekliğin içinde yaşıyoruz işte. azınlık her kimse risk altındadır. bu tüm dünyada böyle, ortadoğu'da ise çok daha güçlü şekilde böyle. bireysellik yoktur çünkü. herkes birine saldırırsa sadece ordan geçen adam da girer iki tekme atar konuyu dinlemeden. köpeği sopayla döveni izlerken yüzünü buruşturmayanlar öpüşen iki erkek görünce yüzünü buruştururlar.

    birbirini seven, arzulayan insanları rahat bırakın. eğer günahlarla ilgilenecekseniz önce kendinizden ve çevrenizden başlayın.

    ''only then i am human, only then i am clean''

  • forbes verilerine göre piyasa değeri 65 milyar dolar olan, dünyanın 322. en büyük ve 24. en değerli markasının cehennemi dünyada yaşatma eylemidir.

    new york st. john üniversitesi spor departmanı, kendi çalışanlarına nike ürünleri giydirmesi karşılığında nike firması ile 3,5 milyon dolarlık bir anlaşma yapıyor. jim keady isimli yardımcı futbol antrenörü ise sweatshop tarzı imalat yapan bir şirketin reklamı olmayı kabullenemiyor ve istifa ediyor. kendisini de nike'ın insanca üretim yapmadığı fikrini kanıtlamaya adıyor. idealini kanıtlamak uğruna, nike'ın endonezya'daki firmasındaki şartları göz önüne serebilmek için nike fabrikalarının birinde gönüllü çalışmak istiyor. itibarlarının zedeleneceğini anlayan şirket jim keady'yi hiç sallamıyor haliyle.

    jim keady idealinden vazgeçmiyor. savunduğu şeyi ispatlayabilmek için endonezya'daki işçi köyünde yaşamayı ve işçi maaşıyla geçinmeyi kafasına koyuyor. işçilerin kazandığı miktar olan günlük 1.25 dolarla yaşamaya başlıyor.

    bir ay içinde 11 kilo veriyor. üstünde sanayi dumanının eksik olmadığı o yerleşim biriminde havalandırması olmayan 8 metrekarelik beton kutularda yaşıyor. düzgün olmayan beton zemine serilmiş örtülerde uyuyor, üstelik o örtüler de fabrikanın çevreye saçtığı zararlı maddelerle kaplanıyor. tuvaletlerin giderleri her sokağın iki yanından akan açık lağımlara verildiği için o yerleşim yeri devasa böcek ve farelerden geçilmiyor.

    günlük harcama limiti 1.25 dolar ve bu miktar iki küçük porsiyon sebzeli pirinç lapası ve birkaç muza yetiyor. sabun ve diş macunu ihtiyacı olduğu zaman yemekten kısmak zorunda kalıyor. bütün işçiler haftanın altı günü (bazen de pazar günleri) sabah 8'den akşam 8'e kadar çalışmak zorunda. fazladan giyecek bir elbiseniz yok ve sabah giydiğiniz giysi iş çıkışında gözle görülür derecede kirleniyor. minimum yarım saatinizi o giysiyi elde yıkamaya harcıyorsunuz. kadınsanız, özel günlerinizde bile herkese verilen günlük iki adet tuvalet molasına uymanız gerekiyor, bu nedenle pantolonunuzdaki kan lekelerini saklamak için belinize bir şal bağlıyorsunuz.

    bu şartlara katlanmak zorundasınız. sesinizi çıkardığınız anda işinizi kaybediyorsunuz. hizmet ettiğiniz sermaye dünyasının gerektirdiklerini karşılama mecburiyetindesiniz.

    jim keady bütün bu gözlemlerini bir belgeselde anlattı. bunun üzerine endonezya hükümeti asgari ücreti yükseltti, fakat buna karşılık gıda, su, gaz ocağı yakıtı, giyim ve yaşamak için gerekli tüketim maddelerinin fiyatlarını da aynı oranda yükseltti.

    işçilerin "acaba kendim mi yiyeyim, yoksa çocuğuma mı yedireyim?" şeklinde bir düşünceye sahip olduğu bir dünyada eşitlikten nasıl söz edilebilir ki?

    nike işçileri hayat zorluğundan yedikleri darbe kadar bir de amirlerinden darbe yiyorlar. 23 yaşındaki bayan işçi amirlerin sinirlendiklerinde kendilerine ayakkabı fırlattıklarını söylüyor. jakarta'nın dışındaki bir fabrikada bir saatte 60 çift ayakkabı üretme hedefini başaramayan 6 adet kadın işçiye müdürleri tarafından 2 saat boyunca kızgın güneş altında bekleme cezası veriliyor. adalet bu ya, sendikalı işçilerin şikayetleri sonunda o cezayı veren müdür yalnızca uyarı cezası alıyor!

    sivil toplum örgütlerinde sweatshop'larının maruz kaldığı tepkilere karşılık nike firması taşeron konumdaki imalathanelerin başkalarına ait olduğunu, bu nedenle herhangi bir değişiklik yapma imkanı olmadığı cevabını veriyor. üniversitelerde yapılan bilinçlendirici konuşmalara ise sürekli olarak bu konuşmaları yalanlayıcı nitelikte paketler ve editör yazıları göndermeye devam ediyorlar.

    işin kötü tarafı endonezya'daki nike işçilerinin standartların ikiye katlanması 1.63 milyar dolarlık nike reklam bütçesinin yalnızca %7'sine mal oluyor. sömürü dünyası, kendileri için bu kadar küçük bir hamleyi bile gereksiz buluyor, belki de işçilerine insan gözüyle bakmıyor, onları bir köle veya mankurt olarak görüyor.

    edit: bilgiler jim keady'nin john perkins'e yazdığı bir mektuptan ve huffingtonpost'ta endonezya'daki nike işçilerini anlatan bir makaleden geliyor. yukarıdakiler, o yazıların tarafımca incelenip gereksiz yerlerin atılması-gerekli yerlerin vurgulanması sonucu oluştu. bire bir alıntı değil.

  • hala neden organize edilmedigini anlayamadigim, yillardir kanayan yaramiza bir nebze olsun dur diyecek yarisma.

    "x evet'le ugurluyoruz" formatinda olacak; 1 evet alan bir ust tura gececek.(durum cok vahim beyler)

    juri uyeleri icin aklimda olan isimler; sergen yalcin, ibrahim uzulmez ve hakan balta. zaten sergen her yarismaciya "bunda ozel bir yetenek yok yani annatabiliyo muyum? bunlar cok basit seyler" diyecegi icin deliden ya da balta'dan alinacak bir evet tur getirecek.

    programda her juri uyesinin paralelinde sirasiyla; top sektirme, ters ayakla orta acamama ve ters kanattan gelen topu tac cizgisinde bekleyip seken topun taca cikmasina engel olamama kategorileri olacak.

    yapimcilara sesleniyorum. acun'un aklina gelmez zira yabanci ulkelerde bu format yok. biri el atsin su ise. memleket meselesi.