hesabın var mı? giriş yap

  • şarjın kablosu oynamış, %100 beklerken bir baktım %7. evladını kartal kaçırmış fatma girik gibi perişanım şu an..

  • her sporun efsaneleri var. mesela basketbol deyince akla michael jordan, futbol deyince maradona gibi isimler akla gelir. formula 1’de bu sayı diğer sporlara göre daha az. çünkü her sene grid’e çıkan pilot sayısı sınırlı. örneğin 20 tane pilot desek ortalama, bu sayı yedekleriyle falan toparlarsanız iki tane nba takımı etmiyor. ancak ben bu durumun bir dezavantaj olduğunu düşünmüyorum. hatta efsaneler konusunda formula 1 daha avantajlı çünkü yaşanan en ufak bir olay bile yıllar sonra hatırlanabiliyor. (bkz: 2010 istanbul gp, mark webber – sebastian vettel kazası) ayrıca pilot sayısı az olduğu için insanlar efsaneler ile daha yoğun bir şekilde bağ kurabiliyor. özellikle ayrton senna gibi dramatik isimler ile.

    bir formula 1 izleyicisi olarak senna’nın yeri benim için de ayrı. işlerin daha mekanik ilerlediği yıllarda gösterdiği pilotluk yeteneği, birincilik hariç her şeyi yenilgi saymasına rağmen pist dışında takındığı mütevazi tavırları ve ’91 brezilya gp'deki efsane zaferi ile aklıma kazınan bir isim. bir de '94 imola var maalesef. senna da ayrton'un kariyerini bizlere aktaran müthiş bir yapım. şimdi asif kapadia yönetimindeki bu belgesel ayrton senna’nın kariyeri hakkında neler söylemiş bir bakalım.

    --- spoiler ---

    senna’nın karakteri ve f1 kariyerini tek cümle ile tanımlamak gerekirse ben kesinlikle "duygu yüklü.” derdim. f1 konusunda şu nokta doğru, basketbol ya da futbol gibi sporlara göre pilotlar genelde gelir seviyesi düşük ailelerden gelmiyorlar. o yüzden hikayeleri de yokluktan gelen yetenek kalıbına pek uymuyor. senna’nın ailesi de görece zengin. ancak bu ayrton’u daha az brezilyalı yapmaz. bu nedenle senna f1’e geldiğinde brezilya’nın tüm ruhunu da beraberinde getiriyor.

    belgeselin burada çok mantıklı bir tercihi var. f1 fanları bir araya geldiğinde genelde işin mühendislik kısmı hakkında konuşmayı sever. tam bir sözelci olan ben bile lastik ısısından ne bileyim aerodinamik detaylardan bahsedilmesini severim. ancak belgesel bu tür detayları genelde dışarıda tutmuş. çünkü çok fazla mekanik bilgi, insani olan tarafı gölgeleyecekti. örneğin altıncı viteste takılı kaldığı '91 interlagos’ta yaşadığı sıkıntıların teknik detaylarla anlatılması zaferini daha yukarılara çıkarabilirdi. çünkü gösterdiği çabanın tam olarak ne üzerine olduğunu görürdü insanlar. yine de bu bilgiler, belgesele farklı bir ton ekleyeceğinden ve bu yön anlatının genel dengesini bozacağından bu bölüm üzerinde çok detaylı bir şekilde durmamışlar.

    peki hangi kısma öncelik vermişler diye soracak olursanız bir insan olarak ayrton senna’ya yoğunlaşmışlar diyebiliriz. bu da tüm f1 hayranları için alt tarafı bir vites kutusundan daha değerlidir tabi ki. öncelikle senna’nın yarış tutkusu ve aile ilişkileriyle başlamışlar. burada altını çizip drama peşinde koşmuyorlar ancak senna’nın ailesi motor sporlarının geçici bir heves olduğunu düşünüyor ve ayrton’un aile işinde çalışmasını istiyor normalde. bunu da belgeselde çok yalın bir bölümle aktarıyorlar. açılış jeneriğinde anne ve babası röportaj verirken yarışçı olmasını çok da desteklemediklerini söylüyorlar. burada ayrton’un yüz ifadesinden aile arasında yaşanan o gerginliği çok rahat bir şekilde anlayabiliyoruz. bu da belgesele müthiş bir derinlik katıyor.

    belgeselin geneli de bu mantıkla devam ediyor. senna’nın kariyerini tanımlayan nokta atışı anlara şahit oluyoruz hep. ’84 monaco’da yağmur altında rakiplerini bir bir geçip ikinci sıraya çıkması, ‘85’de portekiz’i kazanarak yağmurlu pistte ne kadar başarılı olduğunu göstermesi ve alain prost’la yaşadığı rekabet gibi.

    senna hakkında konuşurken prost’tan bahsetmemek de olmaz tabi ki. belgeselde de aynı takımda yarışmaya başlamadan önce prost’u ve onun yarış stilini tanıtıyorlar. senna, mclaren’a geçtikten sonra da tıpkı anne babasıyla olan röportaj gibi prost ile arasındaki huzursuzluk da görülebiliyor. yine de prost’un senna’ya burada biraz daha olgun bir bakışı var. ancak bu duruş ayrton 88’de dünya şampiyonluğunu kazanınca değişiyor haliyle. ve gerginlik, kıyasıya bir rekabete dönüşüyor. bu rekabet pistte kalsa yine bir derece ancak jean-marie balestre’nin olaya dahil olması işin rengini değiştiriyor. çünkü balestre o dönemde fia başkanı ve prost ile yakın bir ilişkisi var. 89 yılında japonya grand prix’de yaşananlar ise hem belgeselin hem de senna’nın kariyerindeki en kritik noktalardan biri. çünkü prost’un burada ne yapmaya çalıştığı çok açık. ayrıca aracın kırılan burnuna rağmen senna’nın pite dönüp yarışı kazanması anlatı olarak da çok değerli.

    yalnız bu belgeseli izleyen insanların prost’a nefret kustuklarını fark ettim. hatta konuştuğum birkaç arkadaşım prost’un o kadar da efsane olmadığını söylediler. ancak ben durumun böyle olduğunu düşünmüyorum. çünkü biz bu belgeselde prost’un kariyerine sadece senna’yla yakın olduğu dönemde şahit oluyoruz. gerçek prost ise bundan çok daha fazlası. bir pilot her zaman rekabetçi olmayabilir ancak f1 gibi bir organizasyonda (biri tartışmalı da olsa) dört şampiyonluk kazanmak kolay bir iş değil. belgesel de prost’un üzerine çok gitmiyor zaten. onu da hırslarına yenik düşen biri olarak gösteriyor ki bence bu durum insan olmanın normal bir hali. esip gürlediğiniz takıma yeni gelen genç bir pilot tarafından geçilmek, onun şampiyon olmasını izlemek herkesin olgunlukla karşılayacağı durumlar değil. ayrıca ufak bir yarış dışı kalma ile şampiyonluğunu garantileyeceğini bilen birçok insanın aynı şeyi yapacağı da ortada. bu nedenle prost’a burada kızılması anlaşılabilir. ancak belgesel olarak bakarsak insan profilini yansıtmak konusunda başarılı olduğunu söyleyebiliriz. ayrıca dünya şampiyonluğu gibi bir unvanın olduğu yerde böyle şeylerin yaşanması da kaçınılmaz. bu nedenle yarışın doğası bu diyebiliriz.

    prost konusunda söylediğimiz gibi belgesel insan doğasını aktarmak konusunda çok başarılı. örneğin brezilya’da kazanmak ayrton için çok önemliydi. dağılan meşhur vites kutusuna rağmen bunu başardığında harcadığı fiziksel çaba ve yaşadığı yoğun duygular nedeniyle senna’nın arabadan çıkamaması ancak izleyicileri mutlu etmek için kupayı güçlükle kaldırması onun nasıl müthiş bir insan olduğunun da özeti gibi.

    belgeselin birçok konuyu tempolu bir şekilde aktardığından bahsetmiştik. zaten bir f1 pilotunun hayatı da ancak bu şekilde anlatılabilir ancak bu durum ’94 imola için geçerli değil. çünkü bu yarış f1 için acı bir kayıp. bu nedenle anlatının bu kısmında daha düşük tempolu ve biraz da detaylı şekilde ilerlemişler. senna’nın kazasına neyin sebep olduğu hala tartışılıyor. belgeselin buna mutlak bir cevap vermek gibi bir amacı yok. ancak yine de williams aracının yaşadığı denge problemlerinden burada bahsedilmiş. daha sonra ise canımızı acıtan yarışa geçilmiş.

    ben belgeselin bu kısmından gerçekten çok etkilendim. normalde hangi yarış anlatılacaksa önce ekranda tarih ve yarışın adı yazılıyor. senna’nın kariyerini okuduysanız bunları da heyecanla bekliyorsunuz ancak '94 imola yazısını görünce beni bir hüzün kapladı. yarışın nasıl başlayacağını biliyorum, işlerin nasıl gelişeceğini biliyorum ve her şeyin nasıl biteceğini de biliyorum. yine de senna şikana doğru giderken işlerin farklı gelişmesini istedim. ancak yine değişen bir şey olmadı. hızla duvara doğru giden bir araç, aynı helikopter görüntüleri ve aynı çırpınan sağlık görevlileri vardı. ve sarı kask aracın içinde öylece duruyordu.

    bu andan sonra belgesel ayrton’un brezilya’da düzenlenen cenazesi ile devam etti. ben bu olaylar yaşandığında iki yaşındaydım. yani dünyadan haberim yoktu ama bu belgesel bana sevdiğim sporun efsanelerinden birine bir ekran başından da olsa veda etme şansı vermiş oldu. sırf bu nedenle bile girişilen çabanın çok değerli olduğunu düşünüyorum.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak senna’nın, her formula 1 sever için çok önemli bir belgesel olduğunu söyleyebilirim. sinema açısından bakarsak da merkeze aldığı insanın ruhunu anlayabilmiş kişiler tarafından yapıldığı ortada. çünkü belgesel sizi şaşırtmıyor ayrton senna’yla tanışsanız oturup konuşsanız muhtemelen burada anlatılandan çok farklı bir insan olduğunu sanmıyorum. bu nedenle önce bu belgeseli yapan insanlara teşekkür etmek lazım, sonra da bu sporu insanların kalbine yerleştiren en önemli insanlardan biri olan ayrton senna’ya. tutkusunu bizimle paylaşıp girdiği her yarışı unutulmaz kıldığı için.

  • daha onu tanımayan hiçkimseye rastlamadım, herkes tanıyor. ama tabi herkes arkasından ağlamıyor.
    arkadaşlarım artık alıştı, babamlar gülüp geçiyorlar, bir tek kardeşim anlıyor beni, neden ağladığımı...

    5 yaşında sahneye babası tarafından dövülerek zorla çıkartılmış, çocukluğunu yaşamasına asla izin verilmemiş, 50 küsür yaşında bile çocukluğuna özlem duyup, çocukluğunu yaşamaya çalışan bir insan.
    çocuklara olan aşırı sevgisi yüzünden adı pedofiliye çıkmış, hiçbir zaman kanıtlanamayan (ancak öldüğünden sonra iftira olduğu itiraf edilen) iddialarla boğuşmuş bir insan.
    hastalığıyla dalga geçilmiş, burnunun büyüklüğüyle dalga geçilmiş, dalga geçmesinler diye burnunu küçültmesiyle dalga geçilmiş bir insan.
    ve tüm bunların üstüne, o yaşayamadığı çocukluğunu dünya üzerinde rengine, ırkına, dinine bakmadan bütün çocuklar yaşayabilsin
    ve o çocuklar gitgide daha da kötü bir yer olan bu dünyayı kurtarabilecek kişiler olarak büyüsünler, umudumuz olsunlar diye ömrü boyunca bütün gücünü, parasını, vaktini, popülaritesini harcamış bir insan.

    bakın sanatından ve dünya üzerinde şu ana kadar gelmiş geçmiş en büyük eğlendirici (saçma biliyorum ama entertainer'ın daha mantıklı bir türkçe'sini bulamadım) olmasından falan bahsetmiyorum. doğuştan gelen yeteneklerinden falan bahsetmiyorum. 35 yıl boyunca her çıkardığı albümle farklı farklı insanlara hitap edebilmesinden falan bahsetmiyorum. aynı anda "pop, rock & soul"un kralı sayılabilmesinden bahsetmiyorum. aldığı ödüllerden ve rekor kırma rekortmeni olmasından bahsetmiyorum. yaşarken dünya üzerinde yaşayan en ünlü insan olmasından bahsetmiyorum. 10 milyon satıştan aşağı düşmüş albümü olmamasından bahsetmiyorum. dünya üzerinde "ölün" dese ölecek milyonlarca insan olmasından bahsetmiyorum.

    kendisine, kıçının üstünde klavye başında cahilce ama küstahça "pedofili" demekten, "rengini beyazlattı" demekten başka hiçbir vasfı olamayan insanlar daha fazla eğlensin diye yarım asıra yakın yaptığı şeylerden bahsetmiyorum.

    onlar bile daha güzel bir dünyada yaşayabilsinler diye yaptıklarından bahsediyorum.

    bugün, dünya üzerinde eğer hala umut varsa, bu dünya daha güzel bir yer olsun diye didinen insanlar varsa, hala çocukları seven insanlar varsa, ve onların geleceği için çalışan insanlar varsa; bunun nedenlerinden biri de senin bu insanların yapabilecek güçlerini farketmesini, bir şeylerin farkına varmalarını, iyi çocukluk yaşayıp iyi birer insan olmalarını sağlamandandır.

    o yüzden, rahat uyu michael!

    fans love you! your majesty, my king!

  • yalnız polis olup ölümüne solcu dövmesine ramak kalmış adamların okuldan atılınca solculardan medet umması da nedir? solcular olmadan kendi hakkınızı arayamıyor musunuz mübarekler?

    edit: başlığı açan maklubeci "polis kolejinden atılanlar için tatlı su solcuları neden eylem yapmıyor" diyordu entry'sinin ilk halinde kısaca. her yediği ayarda entry'i değiştirip revize etmiş, yetmemiş eklemeler yapıp roman ölçülerine getirmiş. biline.

  • "çocukluğumda hayalini kurduğum gençlik bu değildi." diye değiştirmek istediğim cümle. şu gnctrkcll, vodafone özgür genç reklamlarındaki gençler gibi embesil olmak istiyodum aslında. başka çeşit bi embesil oldum. nasip...

  • dışarıdan bakıldığında gelenek, görenek, töre vb. şeyler takmayan, ipini koparmış, özgür, şehirli, modern görünümlü kadınların evlenirken köyden kalma en olmadık geleneklere sıkı sıkıya bağlanmasıdır.

    düğününe gittiğim ve sosyal medyadan düğününe tanık olduğum kadın arkadaşlarımda ve akrabalarımda/tanıdıklarımda hep bunu gördüm ve hayret ettim.

    "sevgilisiyle sahildeki kayalıklara inip, iki bira içip nikah salonuna gider, düğün müğün yapmaz" diye düşündüğüm kişiler bindallılara büründü, baldız yüzüğüne, süt hakkına varana dek isteklerde bulundu.

    bana da bakıp şaşırmak kaldı.

  • aslında "19 ocak 2020 trendyol rezaleti" şeklinde bir başlığı hak ediyorlar ama ben eski bir sözlük kullanıcısı olarak başlıklarına yazmayı uygun buldum. bir de rezalet tam olarak hangi tarihte gerçekleşti ona karar veremedim aslında. tarih atamadım yani. devamlı bir rezalet içindeyiz çünkü.

    ben alışveriş yapan bir kimse değilim çoğunlukla ama biliyorsunuz ki bütün işyerlerindeki kadınlar bu illete düşmüş ve devamlı bundan bahsediyor olmuşlar. o indirimlerin ertesi günü "trenyoldaaaa acayip indirim vıaaaaar" şeklinde daireye girmişliğim var hatta. sonra baya da bir şey aldım. omo deterjan aldım 1.5 ayda falan geldi mesela. ama geldi yani. bu sefer bambaşka bir şey yaşadım anlatayım.

    yalnız yaşıyorum, bütün evi ısıtmakla baş edemicem dedim en azından yatağı ısıtayım. 7 ocak günü çift kişilik elektikli battaniye siparişi verdim bu arkadaşlardan. ürün şu:

    https://www.trendyol.com/…k-kece-ebckkece-p-2304104

    11 aralıkta gelmesi gereken ürün gelmedi. aras kargo daha önce de yaptığı istanbuldan izmir'e ürün geldikten sonra bir 5-10 gün bekletiyor depolarında. daha önce de bu durumu yaşadığım için aras kargo'yu sıkıştırmaya başladım. sıkıştırmaz olaydım. gereksiz stres yükledim adamlar herhalde. benim hatam kusura bakmayın. 9-10 ocak'ta vermeniz gereken kargoyu 14 ocakta vermeniz için aradım sordum. neyse 14 ocak günü dairede koridorda cep telefonu ile konuşurken güvenlik elime bir rolo tutuşturdu. başta anlam veremedim. sonra baktım aras kargo yazısı falan. aha dedim elektrikli battaniye geldi. koydum kenara.

    sonra servis beklerlen falan arkadaşlar diyor olum bu nasıl elektrikli battaniye. açsana şu roluyo bi. dedim siz ne anlıcaksınız amk teknoloji özürlüleri. sonra bir baktım biraz küçük gibi geldi. tek kişilik mi gönderdiler acaba dedim. bir şüpheye düştüm sonra hemen kendimi sakinleştirdim ama. eve gittim elektrikli battaniyemi denemek için açtım:

    https://i.hizliresim.com/odbdg2.jpg

    evet. rulonun üstünde adım soyadım telefonum adresim yazan paketin içinden bu çıktı. çıkabilir ben böyle şeylere kafayı takacak insan değilim bu yanlışlık bir yerlerde yaşanacaksa benim başıma gelir zaten. trendyol'a bu konuyu iletiyorum:

    -elektrikli battaniye almıştım gelen bu
    +(1 dakikalık sessizlik) ahmet bey ilan mı gönderdiler size?

    evet bacım ilan gönderdiler. kadın da şoka girdi. napayım yani. neyse daha sonra halledicez çözülecek falan günler geçiyor aradan hiçbir şey olduğu yok. sinirlenmeye başladım artık. adamın birinin satılık ilanı bende duruyor. benim battaniye nerde arkadaş. 50 tl lan. göndeersene benim battaniyemi. insan hobi için elektrikli battaniye alır mı. üşüyoruz ki aldık. göndermediler. her gün canlı yardıma bağlanıyorum. her gün benim çok haklı olduğumu söyleyip hiçbir şey yapmıyorlar. sonra kadın şey dedi, size mail atıcaz. bana mail atcaklarmış. bana neden mail atıyorsun arkadaşım.

    ertesi gün başka birine bağlanıyorum konuşuyoruz konuşuyoruz. en son diyor ki mail atıcaz. lan bana neden mail atıyorsun. ya paramı ver ya battaniyeyi gönder. neyin mailini atıyorsun. bi sinirlendim. kadına en son dediğimi yazıyorum:

    -çok iyi anlıyorum sizi çok haklısınız ama aksiyon alıcaz. mail'le bilgilendirileceksiniz
    -esra hanım
    -buyrun
    -umuyorum bir gün cep telefonu alırsınız da size terlik yollarlar. daha sonra da çözüm beklediğiniz kişi size mail atar. durmadan mail atar böyle.

    buna cevap yazarken çıktım ne yazıyordu acaba ya. daha sonra gerçekten mail attılar attıkları mail'in bir kısmını da koyayım şuraya:

    "öncelikle yaşanan durumdan dolayı özür dileriz. ekiplerimiz bilgilendirildi. en kısa süre içerisinde size bilgilendirme yapılacak. (can alıcı kısma geliyoruz dikkatli bakın) bizden bilgi gelene kadar elinizdeki ürünü kullanmamanızı rica ederiz."

    hürriyet emlak ilanını kullanmamamı rica ediyorlar. napayım buna mı sarılıp yatayım. gerçi 5 6 tane göndermişler denenebilir. ya da kendi evime bunu yapıştırıp başkasının evini mi satayım napayım yani. taşak geçiyorlar olum benle işte. bundan 3 gün sonra da aynı mail'i bi daha yolladılar biliyor musun.

    sağolsunlar mail'imi eksik etmiyorlar. böyle bir sorun yaşadığım zaman birinci önceliğim mail'dir. yaşamak için 3 şeye ihtiyaç duyarım. hava, su ve trendyol mail'i. ya bir insan 50 tl'lik mal için en fazla bu kadar sinirlendirilebilir. hayır ben şimdi dolandırıldım mı onu da anlamadım. dolandırılysam da 50 tl'lik mi dolandırıldım yani. bu mudur bizim değerimiz?

    bu saatten sonra gönderirler mi bilmiyorum kış bitiyor. hürriyet emlak ilanını bir şekilde kullanmayı öğrenebilirsem daha faydalı olacak gibi. bunun üzerinde çalışıcam insanlık hiç yoktan ateşi bulmuş ben bu ilanla neden ısınmayı öğrenemiyim.

    edit: bu yaziyla ilgisi var yok bilmiyorum ücret iadem yapıldı sonunda bugün. 50 tl üstü alışverişte 10 tl indirim kuponu tanımlamislar bir de. yeniden elektrikli battaniye alıp emlak ilanı zinciri kurmamak için kendimi zor tutuyorum. napsam bilemedim teşekkürler trendyol ama paramı verdi sonunda biz neyse onu söyleriz.