hesabın var mı? giriş yap

  • muhakkak ki başka denize kıyısı illerde de benzer problemler vardır ama istanbul'da artık iyice limitlerinden çıkmış, diğer insanların hafta sonu gezintilerini sabote etmeye başlamış olay. balıkçılığı ya da olta balıkçılığını yasaklayacak değiliz ama bu işin yapılacağı yerlerin artık belirlenmesi şehir için elzem hale gelmiş görünüyor. zira bu hobiye/işe gönül vermiş insanların belli ki şehirde yaşayan diğer insanları önemsediği ve umursadığı yok.

    sahil şeridi olduğu gibi bu arkadaşların işgali altında. yürüyüşe çıksanız ya kafanızın üstünde misina gezecek ya oltanın denize sallanmasını bekleyeceksiniz. banklar ise tamamen bu insanlara ait. olta takımları, kovalar, balıklar için rezerve. olmasa bile balık artıkları ve kokudan zaten kullanmak mümkün değil.

    hani deseniz ki sadece belli yerlerde böyle, oraya değil de başka yere gidelim. ama değil boğaz sahili boydan boya işgal altında. tek bir yürüyüş yolu yok ki balıkçıların istilası altında olmasın da rahat rahat hava alınıp, kafa dinlenilsin. bir de belediyenin çevreciliğe büyük katkısı olan yeni dolgu alanları filan tamamen bu işe bırakılmış gibi.

    bu işin bir şekilde önüne geçilmeli ve avlanma için belli alanlar insanlara gösterilerek yürüyüş yollarının ve boğaz kıyısının herkesin kullanabileceği hale getirilmeli. ha olacak değil ya işte yazıp ümit etmiş olalım.

  • karakter sınırına takılmasaydı "samsung'un ısınan telefon şikayeti üzerine fırın eldiveni göndermesi" olacaktı. *

    arkadaşımın başına gelmiş olaydır. samsung telefonunda ısınma problemi olduğu için müşteri hizmetlerine başvuran kişi, 1 aylık çağrı merkezi-servis mücadelesinden sonra samsung'dan bir paket almıştır. paketin içerisinde bir mektup ve fırın eldiveni bulunmaktadır. malumunuz üzere telefonu için herhangi bir işlem yapılmadığı gibi bir de kendisiyle dalga geçilmiştir.

    bu da yalanına sokuyumculara gelsin: samsung

    edit: samsung sıfır s5 göndermiştir. bunu sosyal medyanın gücü olarak yorumlamak istiyorum. pek inanan çıkmamış ama viral yazanlara da taşak geçenlere de teşekkürler.
    bir de eğer bu gerçek dışı ise hakkımda dava açılabileceğini söylediler. yazdıklarım gerçek olduğu için buradan samsung 'a sesleniyorum kamoon

  • bir rivayete göre bu şarkıyı hayat öykülerinin önemli bir yerinde barındıranlar, bu şarkıyla ilgili önemli yaşam deneyimleri olanlar, bir gözaltında ya da kalabalık bir otobüs yolculuğunda, demli çaylar, kahveler, şaraplar eşliğinde illa ki en az bir kere söylemiş olanlar, hayatlarını bu şarkıya göre kurgulamış olanlar, herşeyden vazgeçseler de seherin bir gün sıyrılıp geleceğine hem de yakında geleceğine umut etmekten ve bu umuda aşık olmaktan vazgeçmeyenler dünyanın en saf, en çocuk, en güzel insanlarıdır.

    ısrarla aranası, bulununca asla bırakılmayası insanlarıdır. zira sessiz ve sakin bekleyen bekledikçe bileylenen yürekler en kadir kıymet bilen, en sevgi dolu insanlarıdır yeryüzünün.

  • osmanlı imparatorluğunun az bilinen çöküş nedenlerinden biri. özellikle 18. yüzyıldan sonra vergileri alanlar ile vergiyi verenler arasındaki ilişkinin cılkı çıkmıştı. vergisel ilişkiler cıvımıştı. abdullah efendi buğdayını ver, raci efendi bulguru ver, nurllah efendi patatesi ver, pelin hatun'a gelince "pelin zorlanacaksan bu seferlik verme ya sen, sonra verirsin önemli değil". ya önemli değil... gitti işte devlet.

  • hele şöyle bi' toplanın, benim de biraz anlatacaklarım var;

    ben küçük bir köyde büyüdüm arkadaş. üniversiteye kadar da çıkmadım o köyden. sonra master için ist'de kaldım bir süre. sonrasında da 4 kıta, 19 ülke, sayısını hatırlamadığım kadar şehir, köy, kasaba gördüm; kısa süreli de olsa yaşadım hatta çoğunda. sonra başıma şu olay geldi..

    evlendiğim cins-i latif ist'de değil de başka bir şehirde yaşıyordu. ikimizin de iyi işleri, kurulu düzenleri, arkadaş çevreleri vs. vardı. düşündüki taşındık. dedik ki eğer ist'de yaşarsak (yani benim yaşadığım şehirde) karşımıza çıkacak şeyler bunlar bunlar, artısıyla eksisiyle. eğer eşimin yaşadığı şehirder yaşasak (yani, şuan yaşadığımız yerde) karşımıza çıkacak şeyler bunlar. artısıyla, eksisiyle yine.

    eğer ben değiştirseydim yerimi, yeni bir iş bulmam gerekecekti. bu durum benim için çok da zor değildi, çünkü zamanında onlarca ülkede çalışmış ve yaşamıştım. ee senelerce küçücük bi köyde yaşadığım için de bana sorun olmayacaktı yani. sonuçta öyle yaptık.. ben ist'deki evimi, işimi, arkadaşlarımı, galatasarayımı bırakıp eşimin yaşadığı şehirde bir iş buldum, ortalama bir-iki haftamı aldı. ist'de aldığım aynı maaşla hatta, daha iyi sosyal haklarla.

    şimdi evimden işime 10dk'da gittiğimde bugün geç geldim eve diyorum. canım sıkılıyor, moralim bozuluyor. çünkü 7 dk'da gelmem lazım evime. hatta sabah işe giderken yolda bir araba gördüğümde şaşırıyorum. teksas kırsalında markete giderken araba gördüğünde şaşıran amerikalı gibi. birbirimize korna filan çalıyoruz, şekillli afilli selam filan veriyoruz. yazları cuma akşamları işten çıkınca denize filan gidiyoruz. işten çıkıp denize ayaklarımı sokuyor olmak ortalama 28 dakikamı alıyor. 30 olsa yine canım sıkılıyor, moralim bozuluyor. biram hep soğuk oluyor mesela, fıstığım hep taze. haftasonları köylü teyzelerden envai çeşit yeşillik alıyoruz. hayatımda daha önce yemediğim lezzette mantarlar filan, kilosu 7-8 lira. o sizin organik deye aldığınız ama ambalajı bile organiz olmayan kilosu 33 tl'lik mantara da bin basar.

    haftasonu kapımızın önünden simitçi geçiyor mesela; 4 tanesine 2 lira veriyoruz, sımsıcak, mis gibi. kışın da sucuk ekmek yapıyoruz en güzel doğa parklarının birinde. eve döndükten sonra en az üç dört bölüm breaking bad izleyebiliyoruz. saat anca 22:00 oluyor. sonra da şarap filan açıp muhabbet ediyoruz sevdicekle..

    yılda en az üç kere yurtdışına tatile gidiyoruz mesela, daha önce görmediğimiz şehirlere, ülkelere. deliler gibi seyahat ediyoruz lan, hayallerimizi yaşıyoruz. çünkü yanlış anlamayın ama para biriktirebiliyoruz. masrafımız ist'de yaşadığımız zaman harcayacağımızdan en az üç dört kat az. stressiz, gürültüsüz vs. sabah kaltığımda pencerem ormana bakıyor, evimin önünde belediyenin yaptığı halı sahada top oynayan elemanlara takılıyorum ara sıra. fena maçlar dönüyor. terleyince arabaya atlayıp denize bile gidebilirim, o kadar diyim size. ha unuttum, kışın efsane balık oluyor burda. zaman zaman norveç somonu ile buluyoruz. hamsi filan gırla. barbuna düşüyoruz bazen. evde yapmaya gerek bile kalmıyor, çünkü salaş yerlerde yiyoruz balığımızı, öyle ist'de satılan saman gibi balığa bi' ton para vermiyoruz. istediğimiz zaman yürüyüşe çıkıyoruz mesela, evimizin yakınındaki ormana filan. sonra eve dönüp dünya haritasının üstünde acaba şimdi nereye gitsek diye ülke seçiyoruz, elimizde koleksiyonumuzdan nadide biralar oluyor, soğuk. ben daha çok viski takılıyorum. single malt..

    şimdi sorarım size. ist'de yaşayanınızın kaçı bunları istediği zaman yapabiliyor? illa ki vardır, illa ki olacaktır da. ama sayısı geçmez bir elin parmaklarını.

    demem o ki sevgili okur; küçük şehirder yaşamak; her zaman iyidir büyük şehirde yaşamaktan. avantajlıdır, huzurludur.

    ama unutmayın; önemli olan her zaman yaşadığın yerde, sevdiğin insanla yakaladığın huzurdur. nerde olursa olsun! sadece büyük şehirde biraz daha zordur bu, daha pahalıdır, daha can yakıcı.

    şimdi ne mi yapıyoruz?

    yeni zelanda'ya göç etmek için evraklarımızı hazırlıyoruz. yeterli eğitimimiz, birikimimiz ve şansımız var. ha oldu da yapamadık. ne mi olur, ben yine işimden evime 7 dk'da gider, house of cards'ın üçüncü sezonuna başlarım. bitince norveç'e uçak bileti bakarım belki, airbnb'den ev tutarım sonra. siz edirnekapı'dan boş gelecek metrobüsü beklerken ya da tekstikkent'ten maslak'a 3 saatte giderken..

    fırsatınız varsa terk edin büyük şehirleri, kendiniz için olmasa bile çocuklarınız için yapın bunu..

    unutmayın; her şey gitmekle başlar ve her şey yolcuktan gelir.

    *bana nerede yaşıyorsun diye mesaj atmayın nolur. yerimi söyleyip hepinizin buraya gelmesini cidden göze alamam *

  • çalın. iyi çalamayacaksanız da, virtüoz olamayacaksanız da, küçük yaşta başlamadıysanız da, günün birinde adınız gitarla birlikte anılmayacaksa da çalın. çalmak istiyorsanız, çalın.

    "gitar ayağa düştü hacı." diyenlere takılmayın. neymiş, vay efendim, herkes gitar çalmaya heves ediyormuş. bir toplum düşünün ki her bir ferdi bir enstrümanla az buçuk uğraşmış, bir enstrümandan üç beş ses çıkarmasını biliyor. ne büyük felaket, değil mi?

    güzeldir kardeşim. al gitarını, istersen iki tıngırdat bırak. istersen uğraş, çalış, öğren çalmasını. kimseye borcun yok, virtüoz falan olmak zorunda değilsin. çal gitsin.