hesabın var mı? giriş yap

  • gerçekten güzel çizgi film.
    "seinfeld'in george costanza'sı okul hayatında nasıldı(r) acaba?" diye bir soru sorarsanız; bu dizideki "jessie" karakteri sorunuzun cevabı olabilir!

  • mmorpg dünyasına yepyeni bir soluk getireceğini düşündüğüm yeni bir devasa online oyun.

    irtica online oynamaya başlamanız için (ki ilk 20 günü de bedava) ilk önce kendinize bir sınıf seçmeniz gerekiyor.
    mürteci, nurcu, tarikatçı, yobaz ve neo-islamcı şimdilik seçebileceğiniz sınıflar arasında.

    yobaz, irtica online'da "tank" vazifesi gören, yani en ağır zırhları giyebilen sınıf. full-plate cübbe ve sarık giyebilen yobazlar partinin en önde gidip düşman laik birliklerini üzerine çekmekle sorumlu. giydiği kalın zırhlar sayesinde en az zararı alan yobazların başlıca silahları asaları olmakla beraber, bastonlarını da oldukça efektif bir şekilde kullanıp düşmanlarına korku salabilmekte ustalar. yaptıkları kombolarla yüksek aggro toplayan yobazlar, grubun diğer üyelerine zarar gelmesini önlemekte profosyoneller.

    nurcular ise irtica online'da spellcaster, yani ana büyü yapıcı sınıfları. giyebildikleri zırhlar çok sınırlı sayıda olsa da grubun gerisinde durup attıkları "nur topu" gibi büyülerle birden fazla düşmana zarar vererek partinin işini kolaylaştırdıkları gibi, açtıkları "town-portal" 'lar ile grubun üyelerini amerika başta olmak üzere bir çok yere de ışınlayabilmeleriyle oldukça önem kazanmış bir sınıf. en kritik zamanlarda ise ışık evlerinden summon edebildikleri yandaşlarla gruba tarifsiz avantajlar da kazandırdıkları için varlıkları çok kritik.

    mürteciler irtica online'ın görünmez olma, rakibi arkadan vurma, düşmanın elini kolunu bağlama ve kapalı kapıları açma konusunda profosyonelleşmiş sınıfı. yobazlar kadar ağır zırhlar giyemeseler de, yeşil hırkalarıyla kendilerini savunabilecekleri kadar korumaya sahipler. tespihleriyle düşmanın arkasından gerçekleştirdikleri ölümcül kombolarla onları etkisiz hale getirip daha fazla zarar almalarını sağlayabilmeleriyle fark yaratmadalar. tüm bu özellikleri onları pvp'de ölümcül düşmanlara dönüştürmekte.

    tarikatçiler ise irtica online'da bir grubun olmazsa olmazları. zarar görmüş grup üyelerini iyileştirmekle beraber, yaptıkları büyülerle grubun gücüne güç katmalarıyla beğeni toplamaktalar. grubun maddi çıkarlarını da gözeten tarikatçiler, herhangi bir düşman saldırısında yobazların hemen arkasında onlara destek vererek partinin uzun vadede çıkarlarını korumalarıyla irtica online'ın belki de en önemli yerini doldurmaktalar.

    neo-islamcılar her sınıfın özelliklerine sahip olmakla beraber, hiçbir konuda onlar kadar ustalaşmış sayılmazlar. shapeshift, yani şekil değiştirme yetenekleriyle bazen yobazlar gibi korumacı, nurcular gibi büyücü, mürteciler gibi görünmez, ve tarikatçiler gibi de iyileştirici yeteneklere sahip olabilmekteler. kendi başlarına görev yapmada çok yönlülüklerinin tüm avantajlarını kullanan neo-islamcılar giyebildikleri hafif zırhlarla yobazlar kadar olmasa da kendilerini koruyabilmekteler. savundukları savlarla ortalığı bulandırmakta da usta olan neolar, laik tarafın korkulu rüyaları. nurcular gibi aoe* büyülerine sahip olmasalar da, "türban polemiği" gibi ustaca hazırlanmış söylemlerle düşmanlarının kafalarını karıştırmalarıyle diğer sınıflara ettikleri yardımlar tartışılmaz.

    irtica online özetle böyle bir oyun. neden bilmem ama bana epey bağımlılık yapacakmış gibi geliyor...

  • jenerik şarkısı akıllardan silinmeyen eğlenceli dizi.

    - tatlı haaaayat, tatlı haaaayat, aaaaaaaaah, tatlııı haaayaaaaat.

  • edit: yazdığınız onlarca mesaj için teşekkür ederim. artık benim için önemli değil, o zamanlar mı güzeldi yoksa biz mi güzeldik bilmiyorum. ama şu an için çok önemli gelmiyor. sadece farklı bir anı gibi... arkadaş ortamında anlattığımda dinleyen bile çıkmıyor ama burada okuyup o anları benimle tekrar yaşayan herkese sonsuz teşekkürler.

    ...

    senesini, hatırlamak istemeyeceğim kadar eski zamanlardayız. çünkü gencim o zamanlar.
    mesela facebook tüm dünyada kullanılan ve kabul edilen tek sosyal medya adresi. youtuberlar yok henüz, google sonuçları böyle değil ve annem hala hayatta.

    norveçteyim. şimdi norveçe gitmek kolay mıdır bilmiyorum ama biz giriş yapabilmek için inanılmaz zorlanıyoruz. kuzey ışıklarını görmeyi çok istesek de hem ekonomik hem de bazı başka sebeplerden ötürü göremiyoruz.

    bende kuzeydeki rastgele şehirlerde çektiğim fotoğraflarımı atıyorum facebooka bir de arada internette bulduğum kuzey ışığı fotoğraflarını atıyorum. gidemesem de gitmişim gibi yapıyorum.

    fotograflarımın altında amca oğlumun yorumu da var. üni de kıs kan dım yazan arkadaşlarda yazıyor. havam binbeşyüz!

    şehrini tam hatırlamasam da hala norveçteyiz...

    bir gün yola beraber çıktığım arkadaşımın annesinin durumunun ağırlaştığının haberini alıyoruz. o zamanlar çok paramız olmasa da yine de kendimizi idare edecek kadar paramız var. arkadaş bu acı haberle türkiye'ye dönmek istiyor.

    cüzdanımda kalan paranın büyük bir kısmını arkadaşa uçak bileti alsın diye veriyorum. arkadaşın facebooktan tanıştığı kızın evinde tek başıma kalıyorum ve söz verdiğim çıkış tarihine 48 saatten az kalıyor.

    o akşam ev sahibemden laptopunu istiyorum. facebookta üniversiteden bir arkadaş norveç'te misin? norveçteysen bana telefon numaranı yaz diye bir mesajını görüyorum. üstelik on dakika önce gönderilmiş! telefon numarası yazıyorum ve yirmi dakika sonra arıyor arkadaş. başta konuşamıyoruz sonra ben onu arıyorum öyle daha rahat iletişim kuruyoruz.

    hoşbeşten sonra osla'ya uzak mısın? diye soruyor. birkaç saatlik mesafedeyim diyorum.

    patronum avrupa'yı geziyordu. en son oslo'da kayak yaparken ayağını kırmış. ona şoförlük yapar mısın? diyor.

    yapmaz mıyım? hostel bulmaya çalışmadan para denkleştirmeye çalışmadan birkaç şehir görmek hiç fena olmaz diyorum ama içimden.

    arkadaş diyor ki, patronum konaklama ve yemek ücretini karşılayacak ve bu süre içerisinde sana iki bin dolar para verecek diyor.

    patron dediği kişiyi şu an ara ara televizyonda görüyorum ama ismini söyleyemem. neyse bu patronun görmek istediği on şehir kalmış. kayak yaparken ayağını kırınca tüm planı yerle bir olmuş. ayağını kırmış dediği de basit bir çatlak gibi görünüyor ama uzunca süre ayağını aşağıda tutamıyor adam. yolculuğun kalan kısmında birkaç saatlik yolu on saatte yürüyerek beni sinir krizine sokmayı başarıyor.

    adamla oslo'da buluşuyorum. büyük bir arazi aracı ile yolculuğumuza başlıyoruz. oslo'dan kuzey batıya doğru yolculuğa başlıyoruz. ilk durağımız borgund stave kilisesi oluyor. burada patronun çok samimi bir arkadaşının evinde geceyi geçiriyoruz.

    muhteşem bir gece geçiriyoruz. ışık muhteşem insanlar harika ve yemeklerde öyle. ertesi sabah daha batıya devam ediyoruz. sapsarı ağaçların arasında muhteşem bir tabiat parkında kitap okumak istediğini söylüyor patron. tam bir paket sigara içiyorum. 12 saat boyunca aralıksız kitap okuyor.

    akşam borgund'a geri dönüyoruz. patron yine kitap okumaya başlıyor. sabaha kadar kitap okuduğu için öğlene kadar onun uyanmasını bekliyorum.

    bu sefer kuzey doğuya doğru yolculuk başlıyor. inanılmaz tünellerden geçiyoruz. tünellerden sonra aralıklarla ef sa ne göl - göletlerin önünde buluyoruz kendimizi patron "dur burda" diyor. çoğunlukla elindeki navigasyon aletine bakıyor. dağ tepe tırmanıyoruz. kimsenin olmadığı sanki zamanın mekandan soyutlanıp çıktığı bir hiçliğin ortasında buluveriyoruz kendimizi.

    fazlasıyla kendini tamamlamış bireyin yancısı rolünde olsam da patronu çok iyi anlıyorum. gittiğimiz yerler alelade gidilecek yerler değil gibi geliyor. sigara yakıyorum.

    benimle çok çok az konuşuyor. ikinci günün sonunda bana cüzdanını emanet ediyor. istediğim gibi alışveriş yapabiliyorum. fazladan bir kuruşunu bile ceplemiyorum. sadece daha kaliteli sigara alıyorum. bu arada norveçte sigara bulmakta kolay değil. neyse bu sonranın konusu.

    öyle tüneller var ki norveç'te insan bazen kendini sorguluyor. 27 kilometre boyunca devam ediyorsun. daha kuzeye çıkıyoruz.

    bu sefer gitmeden telefon etmemiz gerekiyor. muhteşem bir şelalenin önünde bir adam çok eski (antika) bir araçla bizi bekliyor. patronla çok samimi konuşuyor. ilk kez onun kahkaha attığını görüyorum.

    torstein'deyiz. hayatımda ilk kez varlığımı sorguluyorum. sigara yakıyorum. derin bir nefes çekiyorum. hava o kadar soğuk ve zaman o kadar yok ki. korkuyorum.

    sonra tyin gölüne ve tyinkrysset köyüne varıyoruz. tamamı ahşaptan yapılma basit bir otelde iki gün kalıyoruz. patron artık yakında vedalaşacağımızın sinyalini vermeye başlıyor.

    biraz daha yolculuğumuz sürüyor. adını hatırladığım hatırlayamadığım pek çok noktada durup kendimizi dinliyoruz. geçen onca sürenin ardından gerçekten kötü damak tadı ve tek düze yemekler yüzünden sürekli olarak yüzümü buruşturuyorum.

    birkaç gün sonra utladalen vadisine varıyoruz. bembeyaz ağaçlar yeşil bir gökyüzü ve acayip tonlarda bir ırmak karşılıyor bizi doğa sanki burada renklerin kontrastını açmış gibi biraz. bu sürede patron iskandinav mitolojisinden bilgiler veriyor bana dinliyor gibi yapıyorum ama sallamıyorum fazla.

    ayrılma vakti geliyor. patron bana söz verdiği paranın neredeyse 5 katını bir zarf içinde veriyor. zarfın içine kartını da koyuyor. istanbul'a gelirsen mutlaka ara beni diyor.

    utladalen kamp alanı ile oslo arasını tek başına gitmem gerekiyor. çünkü patron burada bir süre kalacağını söylüyor. beni postalıyor yani.

    oslo'ya yaklaşık 400 kilometrelik bir yol var. istersem yolda konaklayabileceğim birkaç noktanın bulunduğu bir not kağıdı da veriyor. aracı aldığım markete teslim ediyorum. patron market sahibine bana sigara hediye etmesini rica etmiş. sigaramı alıyorum.

    artık kuzey ışıklarına doğru özgürce yolculuk yapmanın vakti geliyor. sonradan gitsem de fotoğraf çekmiyorum. facebook'a atmıyorum.

  • yerel japon halkı tarafından daisugi (sürdürülebilir ormancılık) olarak isimlendirilen ve yaklaşık olarak 800 yıldır devam eden tamamen doğayla barışık bir proje. bu şekilde ağaç yetiştirip kereste üretmenin altında, ülkenin geniş bir ormanlık alanı olmaması (toprak bakımından 377.915 metrekare) yatıyor.

    asırlarca yaşayabilen bu japon sedir ağaçlarını tek seferde dikerek, sonrasıda sık ve düzenli bir şekilde budama yaparak, bir meyve ağacı misali devamlı meyve ve sebze toplar gibi ağaçlardan düzenli bir şekilde odun hasat ederek kereste üretilebiliyor.

    toprağa ekili ana gövdenin tepesindeki uzun dallar sanki başka bir ağaç gövdesiymiş gibi kesiliyor ve alttaki ana gövde sürekli yeni ağaç kolları üretiyor. japon halkı birçok konuda olduğu gibi bu konuda da işini biliyor.

    daisugi, japon halkının ormanlarını yok etmeden kaliteli kereste elde etmesine izin vereren asırlar önce öğrendikleri harika bir keşif. geliştirilen bu harika teknikle oldukça uzun, son derece düz ve sağlam gövdeler elde ederek istedikleri kalitedeki mükemmel keresteleri, yine doğaya ve ağaçlara zarar vermeden üretebiliyorlar.

    asıl değinmek istenen konu; bu japon sedirlerinin ülkemizde yetiştirilmesinin ve bu teknikle odun ve kereste üreterek ormanların yok olmasının önüne geçilmesi mümkün mü? böyle bir projeyi hayata geçirebilmek için, ilgili sedir ağacının yetişebilmesi adına ülkemizin iklim şartları müsait mi?

    böyle güzel bir çalışma hayata geçirilse ve yurdun dört bir yanına ilglili japon sediri fidanları dikilerek girişimlerde bulunulsa sizce de harika olmaz mı? ağaçlar kesinlikle hem görsel olarak harika hem de son derece faydalılar.

    edit:
    ekstra video ve fotoğraf.

    ufak bir video
    fidan dikimi yapan birinden video
    fidan nakli yapılan başka bir video
    yetiştiriciliğe yeni başlayan birisi video

    ilgili birkaç fotoğraf:
    görsel 1
    görsel 2
    görsel 3
    görsel 4
    görsel 5

    aşağıdaki fotoğraflar ise kesilen ağaç kollarından elde edilen kerestenin kullanım alanlarını içeriyor.
    görsel 1
    görsel 2
    görsel 3
    görsel 4
    görsel 5

    kaynak 1
    kaynak 2

  • dağ bisikleti yarışıyla zerre alakası olmayanlar çıkıp ahkam kesiyor. malum şahsın topladığı parkur işaretlemeleri de tam olarak şuradaki gibi işaretlemeler:

    (bkz: https://youtu.be/ta0agw2mmbm?t=67)

    buraya,

    - ağacın üzerinde işaretleme yapamazsın. o ancak yürüyüş parkuru gibi gezi amaçlı parkurlarda olur. dağ bisikletçisi o anda 20+ km/s hızlarla ordaki boyalara bakamaz.

    - ip çekemezsin. ip zor kopar, takılınca cinayete yol açarsınız. örnek bir vaka: bisiklet yoluna bağlanan ipe takılan motosikletlinin kafası koptu

    - tahta koyamazsın. mesela burda hızımı alamadım patikadan çıktım, en kötü plastik şeridi koparır kenara düşerim. tahta olursa tahtayı kırarım, kırılan tahta bana saplanır.

    bunlar düşünmeden alınan önlemler değiller. orda kullanılan 2 gram plastiğe laf etmek social justice warrior'luktan başka bir şey değil. youtube'dan "dağ bisikleti yarışı" diye arayın, bu şeritten başka işaretlemeye denk gelen varsa lütfen mesaj gönderin düzelteyim. cahil cesaretiyle yok tahta kullansalarmış, yok ağaca tabela çaksalarmış yine türkler her boku çok iyi biliyor, en iyi biliyor.

  • sahte yollanan kulaklığı iade talebimi "kutusunun açıldığı" gerekçesiyle reddeden usulsüz firma. elektronik ürünler kutusu açıldığı anda ikinci el statüsüne düşüyormuş, bu sebeple satıcı da artık o ürünü satamıyormuş.

    yani ben 1000 liraya airpods satın aldığımda evime 50 liralık sahte airpods gelirse bunu iade edemiyorum. kutusunu açtım ya bir kere, satıcı onu satamaz artık. yazık satıcıya.

    sizin ben mantığınızı yolunuzu yordamınızı seveyim rezil herifler. aynı şey amazon'da olsa o satıcının ticaret hayatını bitirirler. bizimki hala müşteriyi nasıl silkeleyeceğinin hesabını yapıyor.

    aklınız vicdanınız varsa bu siteden alışveriş yapmayın.