hesabın var mı? giriş yap

  • bana ilk tanışdığımız günlerde bunu söyleyen kişiyle 5 yıl kadar ilişki yaşadım, sonrasında evlendim, evlendikten 3.5 yıl sonra boşandım. kendisinin çeşitli beyanlarından aşağıya parçalar bırakıyorum;

    "senin en kötü özelliğin kanaatkarlığın"

    "hiç hırsın yok"

    "bir şirkete bağlandın mı, oradan devam ediyorsun, isteğin yok vizyonun yok.

    "kendini sürekli eziyorsun, aşırı alçak gönüllüsün, kendini göstermiyorsun"

    vs.

    bugün gündelik hayatın bir çok konusunda ters düşer durumdayız. 6.5 yaşında bir oğlum var. velayeti annesinde.

    hakkımda bugün itibariyle söylediği olumlu tek şey şu sayılır: "sen çok iyi bir babasın"

    sonuç olarak: "babalık" vasfı, babalık vasfıdır. başka kulvarlarda size yardımcı olmayabilir. haberiniz olsun.

  • genç bakışta süleyman demirel konuk. abbas güçlü program sonunda katılımcının karnesini alkış yardımıyla tespit ediyor...
    şu nasıl bu nasıl alkışlar geliyor:
    - peki süleyman demirel seçime katılsa oyunuzu verir misiniz?
    * pek az alkış
    abbas efendi pis pis sırıtıyor,
    tokat gibi cevap:
    -ben daha oy istemedim ki.
    *alkış kıyamet...

  • sebebi covid değil hiperenflasyon olan kepazelik.

    takdir edersiniz ki her fiyat değiştiğinde yeni menü basmak fazlasıyla maliyetli olacaktır.

  • saçmalığın daniskası.

    para işlerinden anlamadığın belli.

    böyle birşey yapmaya kalktığın anda ülkede 1 tane hesabında 5 milyon olan adam bulamazsın.

    kimse parasını türkiye'de tutmak zorunda değil. yurtdışında bir hesap açıp oraya aktarır parasını.

    sen de bankalarında yaşadığın likidite problemiyle kalakalırsın.

    milletin kullandığı krediler o 5 milyon üstünde bankada parası olan adamların parası.

  • eflatun tarafından oluşturulan, bugün bile geçerliliğini an be an koruyan teori. devlet eserinin 7. kitabında geçen mit.

    üzerine ekşisözlük'te yeterince yazılmış, çizilmiş elbette. biz de şöyle bir üzerinden geçelim.

    bahsi geçen alegoride toplumu simgeleyen mağara, toplumsal gelenek-görenek,ahlak kurallarını simgeleyen zincirler, bizleri temsil eden insanlar ve gerçeği ifade eden ışık bulunmakta. insanlar toplumsal kurallar tarafından bileklerinden zincirlenmiş ve gerçeğe sırtlarını dönmüş durumdalar, mağaranın duvarında ise gerçekliği simgeleyen ışığın önünden geçen canlı ve/veya neslenerin yansımaları görünüyor. zincirler ile bağlanmış insanların herhangi bir hareket kabiliyeti de bulunmadığı için yalnızca mağara duvarına vuran yansımaları görebilmekle yetiniyorlar. gözler ise sürekli bu karanlık ortamda bulunmaktan ötürü karanlığa alışmış. insanlar gerçekliğin ışığını göremez vaziyetteler. ve daha sonra zincirlerle bağlı olan insanlardan biri bu zincirlerden ve doğal olarak da mağaradan kurtulmakta ve gerçekliğin ışığına kavuşmakta. bahsigeçen insanımız ilk etapta sürekli karanlık ortamda kalmaktan ötürü aydınlık ortama alışamaz ve ışığa, gerçekliğe ayak uyduramaz. ama daha sonra yavaş yavaş gözleri buna alışır ve zamanında zincirlerle bağlı şekilde bulunduğu karanlık mağarasının duvarlarına vuran nesnelerin/canlıların yansımalarının asıl formlarını ve gerçekliklerini görür. ve aydınlanır.

    daha sonra yeniden mağaranın içerisinde toplumsal baskılar-sınırlar-kurallar-görenekler'in zincirleriyle bağlanmış yalnızca yansımaları izleyebilen, gerçeklikten bir haber insanlara bu gerçekliği ve aydınlığı anlatmak adına karanlık mağaranın içerisine döner. ancak elbette bu defa da karanlığa alışmaz gözleri. zaten gerçekliğin ışığını görmüş insanımızın karanlığın renkleri ile pek de bir problemi yoktur artık. esas problem gördüklerini bu mağarada hala zincirlerle bağlı bulunan insanlara anlatabilmektedir. ancak elbette hayatları boyunca bir mağaradan dışarı çıkmamış, gözleri karanlığa alışmış insanlara bunu anlatmak izah etmek mümkün değildir. aydınlanmış insanımızın anlattıkları mağara içerisinde zincirlerle bağlı yaşamlarını sürdüren insanlarımız tarafından elbette kabul görmez.

    eflatun elbette bu alegorinin görünen yüzünde sokrates'in savunması adlı kitabında anlattığı, o zamanlar düşünce suçlusu ilan edilip idama mahkum edilen sokrates'i anlatmaktadır. ancak bir de madalyonun diğer yüzü vardır ki o da toplum-birey ilişkisini sert biçimde suratımıza çarpar.

    dün, bugün ve de yarın dahi türkiye nazarında çok keskin biçimde geçerliliği bulunmaktadır bu teorinin. öyle ki gelenek-görenekleri, elalem ne der safsatasını, kendi cemiyetini, dayatmaları, nereye dayandırıldığı hiçbir şekilde bilinemeyen sözde ahlak kurallarını ve hatta bizatihi ahlak kavramının kendisini ve daha da çeşitlendirebileceğimiz birçoklarını bünyesinde bulunduran ülkemiz insanı, mağara alegorisi üzerinden gidecek olursak zincirlerinden bir şekilde kurtulup dışarı çıkan ve gerçekliğin ışığını gören daha sonra da içeri büyük bir hevesle girip zincirlenmiş mahkumlara bu ışığı anlatmağa çalışan kesimi ayıplamakta ve elbette idam etmektedir (bkz: sokrates). insanlar kendisine dayatılanı sorgusuzca kabul etmekte, zincirlere mahkum şekilde yansımalarını izlemekte ve yalnızca yansımaları görebilmektedir ve yalnızca verileni tüketebilmektedir.

    üzerine dakikalarca, saatlerce, haftalarca ve hatta aylarca düşünülmelidir bunun. yıllar yılı aktarım yolu ile nesillerarası devredilerek gelen bu toplum kurallarının nedenlerini sorgulamayan, şüphe duymaya korkarak yaşayan insanlar her zaman bu zincirler ile yaşamaya mahkum olacaklar. ancak ne kadar yazıktır ki değil toplumun zincirlerinden şikayet etmek, onların farkında dahi değillerdir. ve işin en acısı da bu zincirleri oluşturanlar da, kendilerini gerçekliğin ışığına sırt çevirtenler de yine kendileridir.

    hayatları boyunca 'neden?' sorusunu sormaktan ısrarla imtina etmiş, at gözlüklerini takmış, yalnızca verileni tüketen insanlar toplumun zincirleridir, ahlak bekçileridir, namuslarıdır, gelenekleridir, görenekleridirler. kısacası onlar toplumun kanserleridirler. ve onlar oldukça eflatun'un değinmediği tek kısım olan zincirlerle bağlı iken de hiç değilse kafasını arkaya çevirip orada gerçekliğin ışığı olduğunu gören, izlediklerinin yalnızca yansımalardan ibaret olduğunu fark eden insanlar ne yazık ki her sabah yeniden dünyaya bu zincirler ile bağlı olarak gözlerini açmayı sürdüreceklerdir.

    edit: düzelti.

  • yıllarca posterleri odamın duvarlarını süsledi...

    yok yahu dinlediğimden falan değil. aklım sıra dalga geçmek için. ben ağır metalciydim. elimde gitarım, saçlar belime kadar, aman da ne karizmatiktim. ama o öyle miydi? bıyıklı bi kıronun tekiydi gözümde. beni ziyarete gelenler "bu posterler ne lan? hahahah" falan derdi. bakıp bakıp gülerdik o komik resimlere. aykırıydım ya ben, espiri anlayışım da aykırı olmalıydı... eh kendi çapımda çok ekmeğini yedim bu salaklıkların itiraf etmeliyim.

    şimdi şu adamın alçak gönüllülüğüne bakıyorum, belki de o zamanlar odamın halini görse en çok kendi güler, posterleri imzalardı. yorumculuğuna bakıyorum, ulan allahına kadar okuyor. hoşgörüsüne bakıyorum, evliya mübarek...

    kusura bakma müslüm baba. bir cahillik ettik. kusura bakma...